15 Ağustos 2025 Cuma

GELİR VE KURUMLAR VERGİSİ’NDE MAHSUP VE İADE


Özet

Tevkif yoluyla kesilen vergilerin mahsubu ve iadesi süreçleri, hem mükellef güvenliği hem de vergi idaresinin etkin işleyişi açısından önem taşımaktadır. Bu makalede, Gelir Vergisi Kanunu’nun 120, 121, Mükerrer 121 ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 34. maddeleri dayanak alınarak, 252 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği’nin esasları ve 315 Seri No.lu Tebliğ ile getirilen kritik değişiklikler kapsamlı şekilde analiz edilmiştir. Özellikle nakden iade limitlerindeki yükselmeler, 2025 yılı itibarıyla yeniden değerleme oranı esas alınarak belirlenen güncel tutarlar ile işleyiş prosedürleri ele alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Mahsup, Nakden İade, Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, 252 Seri No.lu Tebliğ, 315 Seri No.lu Tebliğ, 2025 Güncel Limitler

Giriş

Tevkif yoluyla kesilen vergilerin yıllık beyannameye mahsup edilmesi ve artan kısmın nakten iade edilmesi süreçleri, vergi hukukunun istikrarlı uygulamalarındandır. Bu mekanizmaların tüm aşamaları Gelir Vergisi Kanunu (m. 120, m. 121, m. Mükerrer 121) ve Kurumlar Vergisi Kanunu (m. 34) ile düzenlenmiştir. Hayata geçmesini sağlayan idari temel ise 252 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği’dir. Ancak 6 Ekim 2021’de yayımlanan 315 Seri No.lu Tebliğ, bu düzenlemelerde önemli güncellemeler içermektedir. Bu çalışmada, öğretimsel bir bakışla mevzuat altyapısı, işlem adımları ve 2025 yılı için geçerli olan güncel parasal sınırlar analiz edilecektir.

1. Yasal Dayanaklar

1.1. Kanuni Düzenlemeler

  • GVK m. 120: Fazla veya yersiz tahsil edilen vergilerin iadesine olanak sağlar.
  • GVK m. 121 ve Mükerrer 121: Beyannamede mahsup edilecek tutarları ve nakden iade usullerini düzenler.
  • KVK m. 34: Kurumlar vergisindeki mahsup ve iade esaslarını tanımlar.

 1.2. İdari Dayanaklar

  • 252 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği (04 Nisan 2004): Mahsup ve nakden iade işlemlerinin usul esaslarını, belgeleri ve tevkif kapsamlarını düzenlemiştir.
  • 315 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği (06 Ekim 2021): 252 Tebliğde yer alan parasal limitleri belirli ölçüde artırmış, başvuru formları ve prosedürü revize etmiştir.

2. 252 Seri No.lu Tebliğ Çerçevesinde Uygulama

2.1. Mahsup İşlemi

Tevkif yoluyla kesilen vergiler, yıllık gelir/kurumlar vergisi beyannamesinde hesaplanan vergi tutarına mahsup edilir; bu kapsamda mahsup talepleri, vergi dairesi bazında usual deformasyon olmaksızın yapılır.

2.2. Nakden İade Usulü

Mahsup sonrası kalan tutar mükellefe nakden iade edilir. Talep, yazılı dilekçe ve ilgili belgelerle yapılır; eski sistemde düşük tutarlar teminat ya da inceleme olmaksızın da iade edilebiliyordu.

3. 315 Seri No.lu Tebliğ ile Düzenlemeler

3.1. Standart Form Şartı

İade talepleri, VUK Genel Tebliği (Sıra No: 429) ekindeki standart 1A (Gelir/Kurumlar Vergisi iade talep formu), 1B ve 1C formu ile yapılmalıdır.

3.2. Nakden İade Limitlerindeki Artış

  • İnceleme ve teminat olmadan nakden iade: daha önce 10.000 ₺ iken 50.000 ₺’ye çıkarılmıştır.
  • YMM tam tasdik raporuna dayalı nakden iade: önceki 100.000 ₺ olan limit 500.000 ₺’ye yükseltilmiştir.

3.3. Üçüncü Kişilere Mahsup

Nakden iade aşamasına gelmiş tutarların, üçüncü şahıs ya da kurumların vergi borçlarına mahsup edilmesi mümkündür. Bu durumda iade dilekçesine “Üçüncü Kişilerin/Kurumların Vergi Borçlarına Mahsup Talebine İlişkin Liste” eklenmelidir.

3.4. Kısmen Mahsup – Kısmen Nakden İade

Mahsup ve nakden iade talepleri ayrı ayrı değerlendirilir; tüm talebin nakden yerine getirilmesi mümkün değildir.

3.5. Yeniden Değerleme Uygulaması

Söz konusu parasal sınırlar her yıl bir önceki yılın yeniden değerleme oranı esas alınarak güncellenmekte; 1.000 ₺’ye kadar olan tutarlar dikkate alınmamaktadır.

4. 2025 Yılı Güncel Limitler ve Uygulama

4.1. 2025 İçin Yeniden Değerleme Sonrası Sınırlar

  • İnceleme/teminat olmadan iade:   340.000 ₺
  • YMM tam tasdik raporuyla iade: 3.400.000 ₺

4.2. Geçmiş Yıllara Ait Sonuçlanmamış Talepler

2025 yılında sonuçlanmamış olan geçmiş yıllara ait iade taleplerinde de 2025 yılı limitleri esas alınmalıdır; hangi yıla ait olduğu değil, iadeye başvurulan dönemin sınırları geçerlidir.

4.3. Belgelendirme Usulleri

1A formu ve ilgili ek belgeler (limit içinde teminat/inceleme gerekmez; limit aşıldığında ise vergi incelemesi ya da YMM raporu ile işlem yapılır). Gelir İdaresi’nin YBS sistemi üzerinden tespit edilebiliyorsa ek belge gerekmez; aksi durumda belgelerin ibrazı şarttır.

 Sonuç

315 Seri No.lu Tebliğ ile yapılan düzenlemeler, nakden iade limitlerini önemli ölçüde yükselterek mükelleflerin nakit akışı açısından önemli avantaj sağlayacak bir uygulama zemini oluşturmuştur. 2025 yılı itibarıyla yeniden değerleme oranı uygulamasıyla artan bu limitler, başvuru süreçlerini hızlandırmakta ve vergi idaresiyle mükellef arasındaki etkileşimi sadeleştirmektedir. Doğru dilekçe, ilgili form ve belgelerin dikkatli hazırlanması, hatasız bir uygulama süreci için kritiktir.


Kaynakça

¹ GVK m. 120; m. 121; m. Mükerrer 121.
² KVK m. 34.
³ 252 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği (04.04.2004).
⁴ 315 Seri No.lu Tebliğ (06.10.2021).
⁵ NazaliGündem, 2025 nakden iade limitleri (340.000 ₺ ve 3.400.000 ₺) 
⁶ BBDAS, 2025 limit detayları 
⁷ Anderen sirküler, 2021 limit artışları (10 000→50 000 ve 100 000→500 000) 
⁸ PwC açıklaması limit artışları hakkında
⁹ Vergiport, limit artışı detayları ve teminat türleri 
¹⁰ Lexpera metin içeriği limit ve YBS açıklamaları 
¹¹ Vergiport ve KPMG açıklamaları form ve mahsup usulü hakkında 
¹² BBDAS yeniden değerleme vurgusu 
¹³ KPMG sirküler limit tablo özetleri 
¹⁴ Lexpera detayları üçüncü kişilere mahsup hakkında 
¹⁵ KPMG, Consulta açıklamaları kısmen mahsup/nakden durumu 
¹⁶ Lexpera yeniden değerleme yöntemi 
¹⁷ NazaliGündem yeniden değerleme sonucu 2025 tutarları 
¹⁸ BBDAS hesaplama vurgusu 2025 tutarları 
¹⁹ BBDAS, sonuçlanmamış taleplerde 2025 limit geçerliliği 
²⁰ Vergiport ve Lexpera form & YBS ekran uygulamaları 

10 Ağustos 2025 Pazar

İHBAR TAZMİNATINA FAİZ UYGULAMASININ HUKUKİ DEĞERLENDİRİLMESİ

 

LEBİB YALKIN DEGİSİNİN, (MDERGI/8669A.017 (AĞUSTOS 2025 Sayı: 260 ))İLE YAYINLANMIŞTIR.

1. Giriş

İşçi-işveren ilişkilerinde sözleşmenin sona erdirilmesine ilişkin hükümler, hem işçinin hem de işverenin hak ve borçlarını doğrudan etkileyen önemli sonuçlar doğurur. Bu bağlamda, özellikle ihbar tazminatı ve bu alacaklara uygulanacak faiz türü ile oranı, uygulamada sıkça ihtilaf konusu olmaktadır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 2025/4095 Esas ve 2025/4845 karar ve 10 Temmuz 2025 tarihli 32952 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan kararı bu konuda önemli bir içtihat oluşturmuştur.

2. Kararın Özeti

Yargıtay, ihbar tazminatının faizine ilişkin talep yönünden; faiz türü, oranı ve başlangıç tarihinin açıkça belirtilmesi gerektiğini, ihbar tazminatının ücret niteliğindeki alacaklardan olmadığını ve  zamanında ödenmemesi halinde uygulanacak faiz türünün yasal faiz olacağını vurgulayarak bu hususu bozma nedeni yapılmıştır. Şöyle ki;

Ancak ihbar tazminatı 4857sayılı Kanun'un 34. maddesinde belirtilen ücret niteliğindeki alacaklardan olmadığı gibi ihbar tazminatının zamanında ödenmemesi halinde uygulanacak faiz konusunda da kanunda özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle ihbar tazminatına uygulanacak faiz türü, yasal faizdir.

3. Faiz Uygulaması: 6183 Sayılı Kanun’un 51. Maddesi Kapsamında

3.1. Faiz Türleri

İşçilik alacaklarında faiz, genellikle iki kaynağa dayandırılmaktadır:

  • 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun uyarınca kanuni faiz
  • 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 51. maddesi uyarınca gecikme zammı oranı

3.2. 6183 Sayılı Kanun’un 51. Maddesi

Bu maddeye göre:

"Amme alacaklarında gecikme zammı oranı, her ay için ayrı ayrı uygulanmak üzere %4,5 olarak belirlenmiştir."

(2024 yılı itibarıyla yürürlükte olan oran bu şekildedir. 21 Mayıs 2024 tarihli Resmî Gazete'de yer alan Cumhurbaşkanı Kararları ile Tahsilât Genel Tebliği (Seri: C Sıra No: 8) ile kamu alacakları için gecikme zammı oranı yüzde 3,5'ten yüzde 4,5'e; tecil faizi de yüzde 36'dan yüzde 48'e çıkartıldı.)

İş Mahkemeleri, bazı işçilik alacaklarında (kıdem, ihbar gibi) devlet alacaklarına uygulanan gecikme faizini kıyas yoluyla dikkate alarak hesaplama yapmaktadır. Ancak bu husus açıkça belirtilmeli ve infazda tereddüt yaratılmamalıdır.

3.3. Karardaki Faiz Hataları

Yargıtay’a göre mahkeme kararında;

  • Faiz başlangıç tarihi,
  • Faiz türü,
  • Faiz oranı

açıkça yazılmamıştır. Bu eksiklik, infazı imkânsız veya ihtilaflı hale getireceğinden, kanun yararına bozmaya nedeni olmuştur.

4. Yargıtay’ın Yaklaşımı ve İçtihat Etkisi

Yargıtay bu kararında, yalnızca maddi hukuka değil, usul hukukunun infaz güvenliği yönüne de dikkat çekmiştir. Karar, şu yönlerden önemlidir:

  • Faiz uygulamasında belirlilik, öngörülebilirlik ve infaz kolaylığı ilkelerinin korunması
  • Mahkemelere örnek olacak şekilde şeffaf karar yazımı zorunluluğunun vurgulanması

5. Sonuç ve Değerlendirme

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2025/4845 sayılı bu kararı, iş hukukunun iki temel uygulama sorununa açık yanıtlar vermektedir:

  1. İhbar tazminatı 4857 sayılı Kanun'un 34. maddesinde belirtilen ücret niteliğindeki alacaklardan olmadığı, bu nedenle ihbar tazminatına uygulanacak faiz türünün, yasal faiz olduğu,
  2. Faiz uygulamasında mahkemelerin;
    • Hangi faiz türünü uyguladığı,
    • Hangi tarihten başlattığı,
    • Hangi orana göre hesapladığını açıkça belirtmesi gerektiği vurgulanmıştır.

Bu karar, işverenlerin sorumluluğunun sınırlarını ve mahkeme kararlarının teknik doğruluğunun önemini ortaya koyarak, iş hukukunda uygulama birliği ve hukuki güvenlik açısından önemli bir emsal teşkil etmektedir.

 

7 Ağustos 2025 Perşembe

Vergi Hukukunda Gri Alan, ” Kasa Ve Ortaklardan Alacaklar Hesaplarında Adatlandırma “ Zorunluluğu

 

Öz

Vergi uygulamalarında belirsizlik yaratan konulardan biri, işletmelerin kasa mevcudu ve ortaklardan alacaklar hesaplarında adatlandırma (faiz hesaplama) yükümlülüğüdür. Bu hesaplarda yer alan olağandışı bakiye tutarlarının, örtülü kazanç dağıtımı veya işletmeden çekiş kapsamında değerlendirilmesi, mükellefler açısından ciddi hukuki ve mali riskler doğurmaktadır. Bu çalışmada, adatlandırma uygulamasının mevcut hukuki dayanakları, idari uygulamalar ve yargı kararları çerçevesinde analiz edilerek, mevzuatın açık ve öngörülebilir hale getirilmesinin gerekliliği vurgulanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Vergi hukuku, adatlandırma, kasa hesabı, ortaklardan alacaklar, örtülü kazanç, vergi güvenliği

1. Giriş

Vergi sisteminin temel ilkelerinden biri, mükelleflerin vergisel yükümlülüklerini açık ve öngörülebilir kurallar çerçevesinde yerine getirebilmesidir. Ancak uygulamada bazı hesap kalemleri, özellikle kasa (103) ve ortaklardan alacaklar (131, 231) gibi bilanço hesapları, bu ilkenin dışında kalmakta ve denetim elemanlarının farklı yorumlarına açık hale gelmektedir. Bu durum, adatlandırma zorunluluğu üzerinden cezalı tarhiyatlara yol açmakta ve mükellefler açısından hukuki belirsizlik yaratmaktadır.

Adatlandırma, teknik olarak bir faiz hesaplama yöntemidir. Ancak bu hesaplama, yalnızca finansal bir işlem değil; aynı zamanda vergi hukukunun kayıt düzeni, örtülü kazanç ve işletmeden çekiş gibi kavramlarıyla doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle, adatlandırma uygulamasının hukuki çerçevesinin açık biçimde belirlenmesi, hem mükellef haklarının korunması hem de idarenin denetim gücünün sınırlandırılması açısından önem arz etmektedir.

2. Adatlandırma Uygulamasının Hukuki ve Mali Çerçevesi

2.1. Mevzuatın Belirsizliği

Türk vergi mevzuatında adatlandırma zorunluluğu doğrudan bir kanun hükmüyle düzenlenmemiştir. Ancak dolaylı olarak Vergi Usul Kanunu’nun 3. ve dokuzuncu bölümdeki kayıt nizamı 215 ci ve devamı olan maddeleri ile Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 11/1-c maddesi uygulamaya yön vermektedir. Bu hükümler, kayıtların ekonomik gerçekliği yansıtması ve işletmeden çekişlerin gider olarak kabul edilmemesi esasına dayanmaktadır.

2.2. İdarenin Görüşü

Gelir İdaresi Başkanlığı’nın özelgelerinde, adatlandırma yapılmayan olağandışı bakiye hareketlerinin örtülü kazanç veya işletmeden çekiş olarak değerlendirilebileceği belirtilmektedir. Örneğin, İstanbul VDB’nin 2018 tarihli özelgesinde, ortaklardan alacaklar hesabında uzun süre yüksek bakiye bulunmasının adat faizi gerektirdiği ifade edilmiştir¹.

Bu özelgelerde öne çıkan kriterler şunlardır:

  • Kasa bakiyesinin şirketin aylık ortalama nakit ihtiyacının çok üzerinde olması
  • Ortaklardan alacaklar hesabında tutarların uzun süre yüksek seviyelerde kalması
  • Şirketin kısa vadeli borçlarına rağmen yüksek nakit varlığı taşıması

2.3. Yargı Kararları

Danıştay kararları, adatlandırma yapılmayan işlemlerin hukuki niteliğini belirlemede önemli rol oynamaktadır. Danıştay 4. Dairesi’nin 2015 tarihli kararında, ortaklara faizsiz borç verilmesinin ticari teamüle aykırı olduğu ve örtülü kazanç kapsamında değerlendirilebileceği ifade edilmiştir².

2.4. Akademik Görüşler

Yılmaz (2020), adatlandırma gibi teknik uygulamaların açık mevzuat düzenlemesi olmaksızın cezai sonuç doğurmasının mükellef haklarını zedelediğini belirtmektedir³. Aydın (2021) ise idarenin özelgeler yoluyla uygulama belirlemesini “normlar hiyerarşisine aykırı bir düzenleme pratiği” olarak nitelendirmiştir⁴. Kaya (2018), ortaklardan alacaklar hesabında faizsiz bakiye taşınmasının ekonomik gerçeklikle bağdaşmadığı takdirde örtülü kazanç olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır⁵.

3. Analiz ve Değerlendirme

3.1. Mevzuatın Yoruma Açık Yapısı

Vergi Usul Kanunu’nun 3. maddesi, vergi kanunlarının “lafzı ve ruhu ile” uygulanması gerektiğini belirtir. Ancak “kanunun ruhu” kavramı, uygulamada keyfi yorumlara açık hale gelmektedir. Aynı maddenin “ispat” başlıklı bölümünde, vergiyi doğuran olayın gerçek mahiyetinin esas olduğu belirtilir. Bu hüküm, adatlandırma yapılmayan olağandışı bakiye hareketlerinin ekonomik gerekçeyle açıklanamadığı takdirde vergi ziyaı olarak değerlendirilebileceğini ima eder.

3.2. KVK m.11/1-c ve İşletmeden Çekiş

Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 11/1-c maddesi, işletmeden çekişlerin gider olarak kabul edilemeyeceğini hükme bağlar. Bu düzenleme, ortaklara faizsiz borç verilmesi gibi işlemlerin örtülü kazanç dağıtımı kapsamında değerlendirilmesine olanak tanır. Ancak burada da hangi işlemlerin “çekiş” sayılacağına dair açık bir tanım bulunmamaktadır.

3.3. İdarenin Takdir Yetkisi

İdarenin özelgeler yoluyla uygulama kriterleri belirlemesi, normatif düzenleme yerine idari yorumun esas alınmasına neden olmakta; bu da mükellef açısından öngörülemezlik yaratmaktadır. Aydın (2021), bu durumu “idarenin norm koyucu gibi davranması” şeklinde eleştirmiştir⁴.

3.4. Yargı Denetiminin Sınırlılığı

Danıştay kararları, adatlandırma yapılmayan işlemlerin cezai sonuç doğurabileceğini ortaya koymaktadır. Ancak kararlar genellikle somut olayın özelliklerine göre şeklenmekte; genel bir normatif çerçeve sunmamaktadır. Bu durum, yargı kararlarının uygulamaya yön vermekle birlikte, belirsizliği ortadan kaldırmadığını göstermektedir.

4. Sonuç ve Öneriler

Bu çalışma, Türk vergi hukukunda uzun süredir uygulamada tartışma konusu olan kasa ve ortaklardan alacaklar hesaplarında adatlandırma (faiz hesaplama) zorunluluğunu, mevzuat, idare ve yargı görüşleri çerçevesinde ele almıştır. Adatlandırma uygulaması, doğrudan bir yasal düzenlemeye dayanmamakla birlikte, Vergi Usul Kanunu’nun kayıt düzeni ilkeleri ve Kurumlar Vergisi Kanunu’nun örtülü kazanç hükümleri üzerinden dolaylı biçimde şekillenmektedir. Ancak bu dolaylı yapı, uygulamada ciddi belirsizlikler yaratmakta; mükelleflerin hukuki güvenliğini ve öngörülebilirliğini zedelemektedir.

İdarenin özelgeler yoluyla belirlediği kriterler, denetim elemanlarının takdir yetkisini genişletmekte ve aynı ekonomik olayın farklı şekillerde yorumlanmasına neden olmaktadır. Yargı kararları ise uygulamaya yön vermekle birlikte, somut olaylara özgü değerlendirmeler içerdiğinden genel bir normatif çerçeve sunamamaktadır. Bu durum, adatlandırma uygulamasını bir “gri alan” haline getirmekte; mükellefler açısından cezalı tarhiyat riski doğurmaktadır.

Vergi güvenliği ilkesi ve hukuk devleti anlayışı gereği, mükelleflerin hangi işlemin hangi vergisel sonuçları doğuracağını önceden bilmesi gerekir. Bu bağlamda, adatlandırma uygulamasının açık, öngörülebilir ve denetlenebilir bir hukuki zemine kavuşturulması zorunludur.

Bu doğrultuda aşağıdaki öneriler geliştirilmiştir:

  • Mevzuat düzenlemesi yapılmalıdır: Kasa ve ortaklardan alacaklar hesaplarında adatlandırma zorunluluğu, açık bir kanun hükmüyle düzenlenmeli; uygulama idari yorumlara bırakılmamalıdır.
  • Parasal eşikler ve süre kriterleri belirlenmelidir: Hangi tutar ve süreden itibaren adatlandırma yapılacağı net biçimde tanımlanmalı; mükellefler açısından öngörülebilirlik sağlanmalıdır.
  • Faiz oranı yasal zemine oturtulmalıdır: Uygulanacak faiz oranı, örneğin TCMB politika faizi gibi objektif bir göstergeye bağlanmalı; keyfi oran uygulamaları engellenmelidir.
  • Ticari gerekçeler dikkate alınmalıdır: Gerçek ekonomik ve ticari nedenlerle oluşan bakiye farkları, cezai işlem konusu yapılmamalı; işletmelerin finansal esnekliği korunmalıdır.
  • Yargı kararları normatifleştirilmelidir: Danıştay kararlarında yer alan ilkeler, mevzuat düzenlemesine entegre edilerek uygulama birliği sağlanmalıdır.

Bu öneriler, yalnızca mükellef haklarını korumakla kalmayacak; aynı zamanda vergi idaresinin denetim gücünü hukuki temele oturtarak sistemin bütünlüğünü güçlendirecektir. Adatlandırma gibi teknik uygulamaların gri alan olmaktan çıkarılması, Türk vergi hukukunun şeffaflık, adalet ve öngörülebilirlik ilkeleriyle uyumlu hale gelmesi açısından kritik önemdedir.

 

Dipnotlar

  1. Gelir İdaresi Başkanlığı, İstanbul VDB Özelgesi, 2018.
  2. Danıştay 4. Dairesi, E.2013/4052, K.2015/4174.
  3. Yılmaz, B. (2020). Vergi Güvenliği İlkesi ve Mükellef Hakları Açısından Belirsiz Uygulamalar. Maliye Dergisi, 179, 112–130.
  4. Aydın, M. (2021). Vergi Hukukunda Normlar Hiyerarşisi ve İdarenin Düzenleyici Yetkisi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 70(2), 345–368.
  5. Kaya, E. (2018). *Ortaklardan Alacaklar Hesabında Adatlandırma

 

2 Ağustos 2025 Cumartesi

SİYASİ PARTİLERDE SIKÇA GÖRÜLEN MALİ KAYIT HATALARI

 Özet

Siyasi partiler, demokratik sistemin temel aktörleri olarak kamu kaynaklarından yararlanmakta ve kamu güvenine dayalı faaliyet yürütmektedirler. Bu sebeple mali kayıt düzenleri, yasal denetim ve etik sorumluluk çerçevesinde hassasiyetle ele alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin yıllık denetim raporları, partilerin mali kayıt uygulamalarında ısrarlı biçimde tekrarlanan hataları açığa çıkarmaktadır. Bu çalışma, söz konusu hataları türlerine göre sınıflandırmakta; yasal bağlam düzeyinde değerlendirmektedir.

1. Giriş

Demokratik rejimlerde siyasi partilerin finansal faaliyetleri yalnızca iç disiplin mekanizmalarına değil, aynı zamanda kamusal denetim ve güven mekanizmalarına bağlıdır. Türkiye’de siyasi partilerin gelir ve gider işlemleri, Sayıştay’ın teknik denetiminden geçtikten sonra Anayasa Mahkemesi tarafından nihai kontrol sürecine tabi tutulur. Bu denetim, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 73–76. maddeleri ile Anayasa Mahkemesi Kuruluş Kanunu’nun 56. maddesi kapsamında yürütülmektedir.

2. Mali Kayıt Süreçlerinde Sıklıkla Karşılaşılan Hatalar

2.1 Belgelendirme Eksiklikleri

Siyasi partilerin mali kayıtlarında en yaygın görülen problemlerden biri, temel gider kalemlerinin yeterli ve uygun belgelerle desteklenmemesidir. Kira, temsil, ulaşım gibi harcama kalemlerinde çoğu zaman fatura, makbuz ya da sözleşme sunulmamakta; bunun yerine el yazısıyla düzenlenmiş notlar ibraz edilmekte ya da herhangi bir belge sunulmaksızın harcama beyan edilmektedir. Bu durum, hem teknik denetimi hem de kamu kaynaklarının şeffaf kullanımını imkânsız hâle getirmektedir.

Barış ve Demokrasi Partisi’ne ilişkin 2020/13 sayılı Anayasa Mahkemesi kararında şu ifadeye yer verilmiştir:

“Parti teşkilatının kira gideri için herhangi bir fatura, makbuz veya sözleşme sunulmamış; yalnızca el yazısıyla düzenlenmiş bir not ibraz edilmiştir. Bu tür belgeler, harcamanın gerçekliğini ve hukuki dayanağını kanıtlamaktan uzaktır.”

Bu tür eksikliklerin sistematik hâle gelmesi, yalnızca belge üretimindeki teknik yetersizlikten değil; aynı zamanda denetimden kaçınma refleksiyle açıklanabilir. Kılıç (2025), bu durumu şöyle ifade etmektedir:

“Belge sunulmayan harcamalar, yalnızca muhasebe açısından değil; siyasi etik açısından da kamu güvenini zedeleyen bir davranış biçimidir. Özellikle yerel teşkilatlarda belge üretme kültürünün zayıf olması, merkezi denetimle uyumsuzluk yaratmaktadır.”

Bağışların belgelendirilmemesi de benzer biçimde gelirlerin kaynağının denetlenmesini imkânsız hâle getirmektedir. Halkın Sesi Partisi’ne ilişkin 2022/23 sayılı denetim raporunda,

“Bağışların kim tarafından yapıldığına dair herhangi bir belge sunulmamış; banka dekontu, makbuz veya bağış sözleşmesi bulunmamaktadır. Bu durum, gelirlerin kaynağının denetlenmesini imkânsız hâle getirmektedir.”

Bu eksiklik, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 69. maddesiyle açıkça çelişmektedir.

Kılıç (2025), bağışların belgelenmemesiyle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

“Bağış işlemlerinde tüzel kişilik adına hareket edilmemesi, partinin mali kimliğini zayıflatır. Bu durum, hem denetim açısından hem de seçmen algısı bakımından kurumsal güveni aşındırır.”

Personel ödemeleri için bordro düzenlenmemesi de belge eksikliğinin bir başka örneğidir. Türkiye İşçi Partisi denetimine ilişkin 2021/74 sayılı karar şöyle demektedir:

“Parti çalışanlarına yapılan ödemeler için bordro düzenlenmemiş; yalnızca elden ödeme yapıldığı belirtilmiştir. Bu tür uygulamalar, hem Vergi Usul Kanunu’na hem de Siyasi Partiler Kanunu’na aykırıdır.”

Kılıç (2025), bu konuda şu uyarıyı yapmaktadır:

“Personel ödemelerinde bordro düzenlenmemesi, yalnızca vergi ihlali değil; aynı zamanda parti içi organizasyonun kayıt dışı bir yapıya dönüşmesine neden olur. Bu durum, denetim mekanizmalarının işlevsizleşmesine yol açar.”

Anadolu Partisi hakkında verilen 2020/31 sayılı kararda ise temsil ve ağırlama giderleri için hiçbir belgenin sunulmadığı tespit edilmiştir:

“Gider kalemleri arasında yer alan temsil ve ağırlama harcamaları için herhangi bir belge sunulmamıştır. Bu nedenle söz konusu harcamaların parti bütçesinden karşılanması uygun görülmemiştir.”

3. Hukuki Değerlendirme

Belgelendirme eksiklikleri, başta Siyasi Partiler Kanunu olmak üzere Vergi Usul Kanunu ve ilgili yasal düzenlemelerle açık şekilde çelişmektedir. Siyasi partiler kamu kaynaklarını kullanmaktadırlar, özellikle bütçeden pay alan ve ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal hayatında önemli roller üstlenen organizasyonlardır.Her belgesiz harcama, kamu kaynağının izlenemez ve hesap verilemez hâle gelmesine neden olmakta; bu da demokratik denetimin temel unsurlarını işlevsizleştirmektedir. Amaçlanan toplumsal rollerin tam anlamıyla yerine getirilmesinde, hukuksal denetimin yanı sıra, toplumsal denetimin, oy verme davranışının, güvenirliğin sağlanmasınıda da önemli bir yer tutmaktadırlar.

4. Davranışsal Etki ve Seçmen Algısı

Bu eksikliklerin tekrarlanması, teknik yetersizlikten öte davranışsal varsayımları da içermektedir. “Zaten denetim olmaz” ya da “seçmen bunu önemsemez” gibi yaklaşımlar, özellikle seçmen sadakatinin yüksek olduğu bölgelerde daha sık görülmektedir. Öte yandan, kentli ve eleştirel seçmen profiline sahip yerleşimlerde, bu tür mali eksikliklerin oy tercihlerini doğrudan etkilediği gözlemlenmektedir.

Siyasal partilerin mali performansı yalnızca bilanço ya da gelir-gider tablolarıyla ölçülmez. Şeffaf muhasebe uygulamaları seçmenlerin güvenini doğrudan etkileyen bir davranışsal uyarandır. Siyasal muhasebe, teknik bir kayıt sisteminin ötesinde, demokratik temsilin inşasında rol oynayan psikolojik bir altyapıdır. Mali şeffaflık, seçmen sadakati ve kamu güveni arasında doğrudan bir ilişki kurulabilir.

5. Sonuç ve Öneriler

Siyasi partilerde mali kayıt süreçlerinde tekrarlanan belgelendirme eksiklikleri, Türkiye'deki demokratik denetim mekanizmalarının etkinliğini doğrudan etkilemektedir. Yalnızca teknik muhasebe hataları olarak görülemeyecek bu problemler; kamusal hesap verebilirlik, etik yönetişim ve seçmen güveni açısından temel risk alanları oluşturmaktadır.

Anayasa Mahkemesi kararlarında özellikle kira, temsil ve bağış işlemlerinin belgelenmemesi tekrar eden ve yapısal nitelik taşıyan ihlaller olarak tespit edilmiştir. Bu ihlallerin çoğu zaman yerel teşkilat seviyesinde yoğunlaştığı gözlemlenmekte; bu da iç kontrol sistemlerinin eksikliğini ve eğitimli insan kaynağı yetersizliğini ortaya koymaktadır.

Öte yandan, partilerin gelir ve giderlerinin tüzel kişilik adına kaydedilmemesi, işlemlerin kişiselleştirilmesi ve belge üretiminin partisel değil bireysel düzlemde yapılması, siyasal organizasyonların kurumsallaşma düzeyine dair ciddi sorular doğurmaktadır. Elden yapılan personel ödemeleri, belgesiz temsil harcamaları veya kaynağı belirsiz bağışlar; demokratik sistemin mali şeffaflık ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

Bu sorunların yalnızca yasal metinlerle çözülmesi yeterli olmayacaktır. Belgelendirme kültürünün, kurumsal alışkanlıkların ve mali bilinç düzeyinin parti içi uygulamalara entegre edilmesi gereklidir. Mali müşavirler ve il saymanları için standardize edilmiş eğitim programları, parti içi denetim birimlerinin profesyonelleştirilmesi ve yerel teşkilatlara uygun mali yazılım sistemlerinin oluşturulması gibi adımlar, bu sürecin iyileştirilmesine katkı sağlayabilir.

Ayrıca davranışsal açıdan ele alındığında, “denetim olmaz” ya da “seçmen bunu önemsemez” biçimindeki sessiz varsayımlar, denetim süreçlerini etkisizleştiren ve hata yapma riskini normalize eden kalıplardır. Bu algılar, özellikle düşük kurumsal kapasiteye sahip partilerde yerleşik hâle gelmekte; denetim sonuçlarında “kabul edilmesi mümkün olmayan hesaplar” şeklinde karşılık bulmaktadır.

Sonuç olarak, siyasi partilerin mali kayıt uygulamaları yalnızca finansal doğruluk açısından değil; siyasal etik, demokratik kültür ve kamusal güven açısından da merkezi bir öneme sahiptir. Anayasa Mahkemesi’nin denetim kararları, bu alanın hem hukuki hem normatif sınırlarını çizmekte; partileri yalnızca geçmiş hatalardan değil, gelecek kurumsal sorumluluklardan da haberdar etmektedir.

Bu bağlamda önerilen reformlar; belgelendirme usulünün hem teknik hem etik boyutla yeniden ele alınması, iç denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi ve seçmen karşısında mali saydamlığın artırılması yönünde olmalıdır. Böylece siyasi partiler yalnızca iktidar talebiyle değil, kamu sorumluluğu bilinciyle de hareket eden aktörler hâline gelebilir.

.

 Dipnotlar

  1. 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu md. 73–76; Anayasa Mahkemesi Kanunu md. 56.
  2. Anayasa Mahkemesi Kararı No: 2020/13 – Barış ve Demokrasi Partisi Kesin Hesap Denetimi.
  3. Anayasa Mahkemesi Kararı No: 2022/23 – Halkın Sesi Partisi Denetim Raporu.
  4. 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu, md. 69.
  5. Anayasa Mahkemesi Kararı No: 2021/74 – Türkiye İşçi Partisi Denetimi.
  6. Anayasa Mahkemesi Kararı No: 2020/31 – Anadolu Partisi Denetimi.
  7. Kılıç, E. (2025). Siyasi Partilerin Mali İşlemler Rehberi Muhasebesi ve Kontrol . .Gözlem Yayıncılık Ltd.şti.,Ankara.Mayıs 2021, Bölüm VI, s. 34–54.
  8. Erdem, T. (2020), “Türkiye’de Seçmen Sadakati ve Algı Yönetimi”, Siyaset Sosyolojisi Araştırmaları, 2(1).
  9. Özkan & Tektüfekçi (2011), “Siyasi Partilerde Muhasebe Hataları ve Çözüm Önerileri”, Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 3(2)

 

26 Temmuz 2025 Cumartesi

MUHASEBE HATALARI VE HİLELERİNİN VERGİSEL SONUÇLARI

Giriş

Muhasebe, işletmelerin finansal yapısını şeffaf ve doğru biçimde yansıtan bir bilgi sistemidir. Bu sistemin işleyişinde hata yapılması ya da kasten yanıltıcı bilgi sunulması, hem finansal tabloların güvenilirliğini hem de vergi açısından, vergi idaresiyle mükellef arasındaki ilişkiyi olumsuz etkiler. Bu bağlamda, muhasebe kayıtlarında yapılan yanlışlıkların hata mı, yoksa hile mi olarak değerlendirilmesi büyük önem taşır.

Vergi Usul Kanunu (VUK), muhasebe ve vergi uygulamalarında ortaya çıkan yanlışlıkları hata (madde 117) ve hile (madde 116) olarak iki ayrı kategoriye ayırmakta; madde 118 ise bu ayrımın esaslarını belirlemektedir. Özellikle istisna ve muafiyet uygulamalarının yanlış değerlendirilmesi, hata-hile ayrımının somutlaştığı önemli örneklerdendir. Bu makalede, VUK hükümleri çerçevesinde muhasebe hataları ve hileleri açıklanmakta, hukuki sonuçları değerlendirilmektedir.

1. Muhasebe Hataları

1.1. Kavramsal Tanım

Vergi Usul Kanunu'nun 117. maddesine göre: “Vergi hatası; vergiye müteallik hesaplarda veya vergilendirme ile ilgili işlemlerde yapılan hatalardır.”[1]

1.2. Hata Türleri

VUK 117. madde kapsamında muhasebe hataları şu şekilde sınıflandırılabilir:

-   Hesap hataları: Matrahın veya verginin yanlış hesaplanması.

- Vergilendirme hataları: Muafiyet ve istisnaların yanlış uygulanması, mükerrer vergilendirme, mükellefin yanlış sınıflandırılması gibi durumlar.

Bu durumların uygulayıcılar açısından daha iyi anlaşılması için bir kaç örnekle açıklamayla konuyu hem biraz açalıp, hemde zenginleştirlirse

1.3.  Örnekler

Örnek 1: Banka faiz gelirinin muhasebeleştirilmemesi; Bir limited şirket, dönem sonunda banka hesabında oluşan faiz gelirini kayıtlara almayı unutmuştur.

Sonuç: Bilgi eksikliği nedeniyle oluşan bu eksiklik, muhasebe hatasıdır. Kast yoktur, düzeltme ile  mümkündür (VUK 117).

Örnek 2: Yanlış amortisman oranı uygulanması;Şirket, 5 yıl amortisman süresi olan bir bilgisayarı 2 yıl içinde tamamen giderleştirmiştir.

Sonuç: Teknik bilgi eksikliğinden kaynaklanan bu durum, kasıt içermediği sürece muhasebe hatası sayılır.

Örnek 3: İade faturalarının gözden kaçması;Toptan satış yapan bir şirket, müşteriden gelen mal iade faturalarını gözden kaçırarak gelirlerini fazla göstermiştir.

Sonuç: Dikkatsizlikten kaynaklı bu durum mükellef aleyhine sonuçlansa bile muhasebe hatası sayılır.

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi muhasebe kuralının yanlış uygulanması veya uygulamdan kaynaklanan unutma, kanunlara hakim olmada zaafiyet gösterilmesi hataların oluşmasında  başlıca konuları oluşturmaktadır.

2. Muhasebe Hileleri

2.1. Kavramsal Tanım

VUK 116. maddesi uyarınca;  “Vergi ziyaına kasıtlı şekilde neden olan fiiller hile olarak değerlendirilir.”[2]

Hile, muhasebe kayıtlarında gerçeğe aykırı işlem yapılması, belge düzenlenmesi veya veri gizlenmesi suretiyle, bilinçli bir vergi kaçırma girişimi olarak tanımlanabilir.

2.2. Hile Türleri

- Sahte belge düzenlemek veya kullanmak,

- Gelirleri gizlemek ya da olmayan giderleri kayda almak,

- Stoklarla oynamak,

- Gerçek dışı istisna/muafiyet uygulamaları.

2.3. Hukuki Sonuçlar

Vergi ziyaına hileli yollarla sebebiyet verilmesi halinde, VUK 344’e göre vergi ziyaı cezası 1 kat yerine 3 kat olarak kesilir. Ayrıca VUK 359 uyarınca kaçakçılık suçu oluşur, bu durum ceza yargılamasına da konu olabilir.[3][4]

2.4. İstisna ve Muafiyetlerin Yanlış Değerlendirilmesi: Hata mı, Hile mi?

a) Hata Olarak Değerlendirme  Örnekleri

Örnek 4: Yanlış ihracat istisnası uygulaması; Bir yazılım firması, yurt dışında mukim bir müşterisine sunduğu teknik destek hizmetini, ihracat kapsamında istisna sayarak KDV hesaplamamıştır. Ancak hizmet Türkiye’de ifa edilmiştir.

Sonuç: Yorum hatasına dayalı bu işlem muhasebe hatasıdır, kast yoktur.

Örnek 5: Muafiyetli gelirlerin beyan dışı bırakılması;Bir dernek, gelirlerinin tamamını vergiden muaf olduğunu düşünerek beyan etmemiştir. Ancak bazı gelirleri iktisadi işletme kapsamındadır.

Sonuç: Mevzuat bilgisizliğinden doğan bu işlem hata sayılır.

b) Hile Olarak Değerlendirme Örnekleri

Örnek 6: Gerçek olmayan ihracat işlemi; Bir gıda  firması, iç piyasaya sattığı mallar için ihracat yapılmış gibi sahte belgeler düzenlemiş ve KDV istisnası uygulamıştır.

Sonuç: Bilinçli şekilde yapılan bu işlem hile ve kaçakçılık suçudur.

Örnek 7: Geriye dönük sahte kira muafiyeti; Bir mükellef, eşine kiraya veriyor gibi gösterdiği iş yeri için geriye dönük kira sözleşmesi düzenlemiştir.

Sonuç: Vergi avantajı sağlama amacı taşıyan kasıtlı işlem olup hile kapsamında değerlendirilir.

Örnek 8: Teşvik için personel sayısının şişirilmesi;Bir firma, teknopark teşvikinden yararlanmak için personel sayısını fazla göstermiştir.

Sonuç: Bilinçli tahrifat olduğundan bu da hile ve vergi suçu teşkil eder.

 3. VUK 118: Hata ile Hilenin Ayırımı

VUK 118. madde, hata ve hile arasındaki farkı açıklığa kavuşturur;“Vergi hataları kasıtsızdır; kasıtlı ve maksatlı işlemler ise vergi suçudur.”[5]

Bu maddeye göre, yanlışlığın arkasında kasıt unsuru varsa işlem hileye, yoksa hataya dönüşür. Uygulamada bu ayrım, cezai sürecin yönünü belirler.

a)    Ayrım Nasıl Yapılabilinir? – Niyet (Kast) Kriteri

İstisna/muafiyet uygulamasının hata mı, hile mi olduğuna karar verirken şu kriterlere bakılmalıdır.

Kriter

Hata

Hile

Bilgi eksikliği/yanlış yorum

✔️

Bilinçli ve kasıtlı eylem

✔️

Vergi avantajı sağlama kastı

✔️

Düzeltme ile çözülebilir mi

✔️

Genellikle 

Ceza türü

Vergi ziyaı cezası (%50–%100)

Vergi ziyaı + kaçakçılık (3 kat ceza)

Bu ayrım, uygulamada vergi idaresi ile mükellef arasında ihtilafa yol açabilecek niteliktedir. Bu nedenle belgelendirme, gerekçelendirme ve özelge alma gibi koruyucu uygulamalar özellikle önerilir.

Sonuç

Muhasebe uygulamalarında ortaya çıkan yanlışlıkların niyet unsuru dikkate alınarak 'hata' mı yoksa 'hile' mi olduğunun belirlenmesi, VUK kapsamındaki cezai yaptırımlar açısından kritik önemdedir. Özellikle istisna ve muafiyet uygulamalarında, kast unsuru içeren kasıtlı işlemler vergi kaçakçılığına yol açarken; bilgi eksikliği veya yanlış yorum sonucu yapılan işlemler hata olarak değerlendirilmekte ve düzeltme yoluyla telafi edilebilmektedir.
İşletmelerin ve mali müşavirlerin, bu ayrımı dikkate alarak kayıtlarını şeffaf ve dikkatli tutmaları, hem cezai yaptırımlardan korunmaları hem de vergi uyumunu sağlamaları açısından hayati önemdedir.

Dipnotlar

[1] 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, Madde 117.

[2] 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, Madde 116.

[3] 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, Madde 344.

[4] 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, Madde 359.

[5] 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, Madde 118.


VUK 359 Kapsamında Teminat, Ceza ve Mali Suç Bağlantıları Normlar Arası Geçiş ve Uygulama Rehberi

  Giriş Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesi, vergi kaçakçılığı suçlarını düzenleyen temel ceza normudur. Ancak bu madde, uygulamada yalnızca ...