YOKSULLUK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YOKSULLUK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2020 Salı

ÖRGÜTLÜ GÜÇ OLMADAN DEĞİŞİM OLUR MU?

 

Dünya 1990 yıllardan bu tarafa tuhaf bir şekilde savrularak yoluna devam etmektedir. Sovyetler Birliğinin yıkılmasından bu yana o bilindik “kominizim” propagandasına dayalı toplumsal korkulardan beslenen toplumsal algı yönetimi, artık gerçeklikle karşılaştığında bir anlam ifade etmemektedir.

Dünya değişmiştir. Aynı zamanda onun içerisinde bir kümenin elamanları olan ülkelerde de bu değişimden çeşitli şekillerde değişime tabi olmuşlardır. Bazı ülkeler bu değişime uygun toplumsal yapıları geliştirememiş bazıları ise yenidünyanın gelişmesine daha fazla uyum sağlamışlardır.

Ancak her ne olursa olsun yaşamaya devam ettiğimiz virüs nedeniyle içerisinde bulunulan kapsayıcı ekonomik ve toplumsal sistem olan kapitalizm, her ülkenin kendi eksikliğini ve hazır taraflarını ortaya çıkarmıştır.

Dünyada adaletsiz gelir dağılımı nedeniyle zaten yaşanılan yoksulluk, virüs nedeniyle daha da artarak çoğalmakta. Dünyada izlenen siyasi popülizm ve küreselleşme ile yoksulluk artarken birde pandemi eklendi. 2019 yılı Aralık Raporuna göre Birleşmiş Milletler Kalkınama fonunun yaşadığımız çağda yaşam koşullarında büyük ilerlemeler sağlamasına rağmen aşırı gelir yoksulluğu içerisinde yaşayan 600 milyon insan bulunuyor. Çok boyutlu endekse göre hesaplandığında ise 1,3 milyara çıkıyor, bu yoksulluk rakamları.

Ülkemizde ise bir türlü ekonomik, siyasal ve sosyal olaylara çözüm üretilemiyor. Yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik ve çaresizlik yaygın bir gerçeklik ve ruh hali olarak sürekli büyümekte. Hangi merkezden bakılırsa bakılsın gelişen ve değişen toplumsal sorunlar çağın akılcılığı kullanılarak tanımlanamıyor ve çözüm üretilemiyor.

AKP hükümeti bir toplumda insanların yaklaşık ömürleri dikkatte alındığında hiç azımsanamayacak bir süredir tek başına ülkeyi yönetmektedir. Yani yerleşik bir deyimle “tek başına iktidar” bütün gelişmelerden ve sonuçlarından sorumlu olarak 18 yıldır iktidar.

Toplum ise birçok açıdan bölünme halinde yaşamaktadır. Ülke sadece gelir adaletsizliği şeklinde adil olmayan bir bölünme ve farklılaşma yaşamıyor, aynı zamanda yönetim şekli ve politikaları üzerinden de bir bölünme yaşıyor. Yeni inşa edilen Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak sunulan sistemin yaşayabilmesi ve sürdürülebilir olabilmesi için oy kullananların yarısından bir fazlanın oyuna ihtiyaç duymaktadır.

Böyle olunca ülkenin yönetimi parlamenter bir sistem mi yoksa cumhurbaşkanlığı sistemi mi olsun diyenler arasında da ikiye bölünmüş bulunmaktadır. Bir tarafta Cumhur ittifakı diğer tarafta Millet ittifakı.

Millet ittifakı içerisinde değiştirme iddiasında ve motor güç olan CHP’nin izlediği politik tutum ve örgüt yapısı topluma güven verebilmekte midir? Esas sorun biraz burada düğümlenmektedir. CHP örgütü merkez örgütlenmesi dışında her hangi bir faaliyet yürütmemektedir. Genel merkez ise dar kadro içerisinde günlük yaşanan olayların çetelesini tutup bunu raporlaştırmaktan ve genel başkanın çözüm diye açıkladığı birkaç öneriden öteye geçemiyor. Yerel örgütler halkın esas sorunları üzerinden bir örgütlenme sürdürememektedirler.

Belediyeler ise hükümetin çözmesi gereken esas sorunlar açlık, yoksulluk, sağlık, eğitim ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi sorunlarına yerel çare olmak için çırpınmadan öteye geçememektedirler. Parti örgütleri ile toplumsal belediyecilik arasında bir siyasal bağ da kurulmak istenmemektedir.

CHP örgütleri ile kadroları ve üyeleri arasında inanılmaz bir kopukluk söz konusu. Parti üyeleri bu örgütlere bir türlü güvenmiyor. Çalışmadıklarını, yeterli yerel sorun belirleme ve çözme kapasitelerinin olmadığını düşünüyor. İktidar olma heveslerinin bulunmadığını ve merkeze bağlı bürokratik oluşumların ötesine geçemediklerini görüyor. Genel merkezin haftalık grup konuşmaları ve parti sözcüsünün konuşmaları dışında yerel bir söylem geliştiremediklerini görüyor ve yaşıyor.

Millet ittifakında motor güç olan CHP’nin kendi üyeleri ve oy veren tabanı ile doğru bir iletişim geliştiremez ise sonu bildiğimiz hikâyelere dönecek gibi görünüyor. Her şey hayal olmaya aday. Parti tabanı ve üyeler parti yönetiminden kendilerini de kapsayan bir örgütsel bağın geliştirilmesini ve çalışmaların verimli, istikrarlı ve sonuç alıcı olmasını beklemektedirler. Partiye aidat duymak istemektedirler. Bu kadar dağınık ve kadrolarının enerjisinden yararlanmayan bir partinin geleceğinin çokta parlak olmayacağını (millet ittifakı kazanmış olsa bile) söylemek falcılık olmasa gerek.

Kendiliğinden değişimi beklemek bir hayaldir. Örgütlü güç olmadan değişim olmayacağı olsa bile halkı ve parti üyelerini tatmin etmeyeceği açıktır. Değişimi yaratmak ancak su damlası gibi sürekli ve istikrarlı olmakla mümkündür. Tek noktaya, tüm gücüyle sürekli ve istikrarlı bir şekilde damlamakla…

 

 

 

 

 

 

 

 

9 Aralık 2019 Pazartesi

YOKSULLUK ÇARESİZLİK OLMAKTAN ÇIKMALI, SOSYAL DEVLET KARŞILIKSIZ KREDİ SAĞLAMALI




ERTUĞRUL KILIÇ

15.11.2019 tarihinde TÜİK(Türkiye İstatistik Kurumu) işsizlik rakamlarını yayınladı. Aktif iş gücü 33 milyon 180 kişi, çalışan sayısı 28 milyon 529 kişi olarak açıklandı. İşsiz sayısı 15 yaş üstü bir önceki Ağustos 2019 dönemine göre 4 milyon 650 bin kişi oldu. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 6,6 puanlık artış ile %27,4 olurken,15-64 yaş grubunda bu oran 2,9 puanlık artış ile %14,3 olarak gerçekleşti.
Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı açıklamasına göre Nüfusun % 20’sinden fazlasının, yani, 16 milyondan fazla kişinin açlık sınırının altında yaşadığını, "Nüfusun % 60’dan fazlasının, yani, 48 milyondan fazla kişinin ise yoksulluk sınırının altında yaşadığı ortaya ifade edilmektedir.
Son zamanlarda toplumda yaşanan umutsuzluk ve ekonomik zorluklar nedeniyle toplu intiharlar vakaları görülmektedir. Çaresizlik içerisinde, çıkış yolu bulamayan insanların toplumda artmaması birazda devletin sosyal yanının öne çıkarılmasından geçmektedir. Victor Hugo ünlü yapıtında (Sefiller) yoksullar için söylediği gecelerin erken ağarmasını isterler, onlar için aydınlık kış güneşi gibidir der. Yoksuların çaresizliği ve dışlanmışlığı toplumun yarayan bir kanası olarak devem etmektedir.
Toplanan vergiler ile yapılan harcamalar, ülkedeki gelir dağılımındaki eşitsizlik ve sermaye sağlanan kolaylıklar kadar, bu ülkenin yoksullarının da yararlanacağı, günlük hayatın sürdürülmesinde, insanca yaşamlarını sağlayabilecek bir gelire kavuşturulmalarının zorunluluğu bulunmaktır. Hak temelli oluşturulacak modellerin yoksulların insanca yaşamasına yarayacak bir hayata tutunma aracı olacağı tartışılmazdır.

YOKSULLUKLA MÜCADELEDE NELER YAPILABİLİR!

Şu günlerde Asgari ücret tartışmaları kamuoyunun gündeminde, geçim sıkıntısından kurtulmanın bir aracı olacak mı, yoksa ülkedeki üretim koşullarının ve patronların karlarının sürdürülmesinde temel bir dayanak olarak mı kalacak bu açıklamaları tarafların gerekçelerinde yeniden duyar olacağız, birlikte yaşayarak göreceğiz.
Genel bütçede, toplanan vergilerin toplamına bakıldığında çok büyük bir tutarda halkın günlük harcamalarından oluşan dolaylı vergilerden (KDV, ÖTV, ÖİV vb.) oluşmaktadır. Sermayenin vergilendirilmesi yeterince olmadığı gibi, vergi istisnaları ve teşviklerle daha da desteklenmektedir. Yoksulluğun bu kadar artığı, nüfusun neredeyse yarısına yakınının çaresiz kaldığı bir toplumda devletin karşılıksız harcamalarla bu kesimi desteklemesi gerekmektedir.
Anayasamızın ikinci maddesinde yazan toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde sosyal bir hukuk devleti görevini yerine getirmelidir. Yoksulların ve işsizlerin günlük yaşamını sağlayacağı bir gelirin karşılıksız, kredi olarak verilmesi sağlanmalıdır. Bu bir hak olarak yasalara geçmeli, bir menfaat ilişkisi olarak çeşitli siyasi iktidarlarca kendi çıkarlarına yönelik kullanılacak durumdan çıkarılmalı hak temelli bir model oluşturulmalıdır.
Çok değişik kurumlarca ( T.C Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Valilikler, Belediyeler vb. gibi) sağlanan yardımların tek bir çatı altında toplanarak yoksulluğu ortadan kaldıracak politika ve yardım kurumları oluşturulmalıdır.
Gelir tespiti yapılarak yoksulluk altında kalan kesimlere (bu sınırdan çıkacakları bir durum sağlanana kadar- yoksulluk verileri çeşitli kurumlarca paylaşılmaktadır.) kazançlardan elde edilen, geri ödemesiz vergi geliri, yaşam hakkı olacak şekilde tekrar yoksullara verilmelidir.
Düşük gelirlerden, yoksulluk gelirinin altında vergi alınmamalıdır.
Devletin uyguladığı dolaysız (temel tüketim harcamalardan) vergilerle, tekrardan bu tutarlar vergi olarak alınmamalıdır. Temel tüketim maddelerindeki dolaylı vergiler (Katama Değer Vergisi gibi. vb.) düşürülmeli ya da kaldırılmalıdır.
Asgari geçim sınırında olan (asgari ücretten) alınan vergiler kaldırılmalı( ya da toplanan ilk vergi diliminin, vergi içerisindeki etkisi azaltılmalıdır) yoksulluk sınırının %5 ‘nin üzerine çıkana kadar bu kesimlerden vergi alınmamalıdır.
Bir toplumda refahın sağlanması, bütün toplumu oluşturan kesimlerin yaşam hakkına sahip olmasından geçtiği bilinmektedir. Uygulanan sosyal politikaların Anayasamız ve diğer düzenleyici fonksiyonlar içermesi açısından, gelir adaleti ve eşitliği sağlanmadan, toplumsal uyum, yaşam hakkı ve barışçı bir ülkenin yaratılamadığını, toplumların yaşayan tarihleri defalarca göstermektedir.

19 Kasım 2019 Salı

BİR TOPLUMSAL EŞİTLİK ARACI OLARAK; VERGİ ADALETİ VE YAŞAM HAKKI


ERTUĞRUL KILIÇ
17.11.2019

Yine bir yıl geride kalmak üzere. Hayatın her alanında olduğu gibi Devlet’ de kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere yürütme aracılığıyla TBMM ‘ne yeni bir bütçe tasarısı sundu. Ancak bu bütçe tasarısı daha öncekiler gibi hazırlanmadı. Yeni uygulanan Cumhurbaşkanlığı denen sistem içerisinde hazırlanması nedeniyle bir ilki oluşturmaktadır.
Bütçenin hazırlanması ve çeşitli kesimlerce de tartışılması önemli bir bütçe hakkı olarak kabul edilmektedir. Bu genelde sağlanamamaktadır. Yeni bütçe hazırlama yöntemi ile bu hak neredeyse ortadan kaldırılmıştır. Yeni hazırlanacak bütçenin ne getireceği, geçmişte bütçe rakamlarına ve sosyal duruma bakarak bir fikir sahibi olabileceğimizi düşünmekteyim. Bu nedenle de geçen yılın bütçe rakamları ve harcamaları ile öne çıkan gelir ve gider harcamalarına dikkat çekmeye, bundan yararlanan kesimlerin kimler olduğunu gösteremeye çalıştım. Devleti idare edenlerin hangi toplumsal kesimlerden tarafa tercihlerini kullandıklarını uyguladıkları politikalar ile gösterdiklerini düşünüyorum. Düşük gelirlilerin yaşam hakkının gelişmesine ve sosyal barışın sağlanmasına çözüm olabilecek birkaç öneri sunmaya çalıştım.
Tabi herkes şimdi bu bütçe gelir ve giderlerini karşılaştıracak, gelir- gider dengesine bakacak ve yeni yılda karşımıza nasıl bir tablo çıkacak bunu anlamaya çalışacaktır. Bu bilinen bir durum aslında, dünyada yaşanan ekonomik kriz bizim ülkemizde de daha ağır olarak yaşanmaktadır. Devletin gelirlerini oluşturan kalemlerde bütün vatandaşlardan alınan vergi (dolaylı-dolaysız) vb. adı altındaki gelirlerinden oluşmaktadır.
Üretimin düştüğü, işsizliğin arttığı bir ortamda vergi toplamak güç olduğu gibi toplumu oluşturan kesimler üzerinde de değişik etkiler ortaya çıkarmaktadır. Toplumsal eşitliğin sağlanması bizim Anayasamızda devlete verilen bir görev olarak durmaktadır. Aynı zamanda Anayasamızda sosyal bir hukuk devleti olarak uygulanacak politikaların toplumun sosyal adalet duygusunda ve toplumsal yaşamında bir dengenin oluşturulması ülkeyi idare edenlere bir görev olarak verilmiştir.
Bu sosyal eşitliğin sağlanması hükümetin uyguladığı sosyal politikalarla ortaya konulması beklenmektedir. Sosyal politika, sosyal refahın sağlanması, toplumsal eşitlik, sosyal koruma ve emek ağırlıklı toplumsal sorunların ele alınarak bu dengenin gözetildiği bir alandır. Bunun en açık gözüktüğü alan bütçedir. Bütçede ortaya konulan politikalar toplayıcı-dağıtıcı olarak, hükümetin hangi toplumsal kesimleri dikkate alarak gelir ve harcama yapacağının belirlenmesidir. Vergilendirmenin tasarlanan sosyal politikalar açısından toplumun çeşitli kesimlerinde bir birinden farklı etkiler ortaya çıkarması mümkün olmaktadır.
Verginin sosyal politikalar üzerinde ters etkisi olarak ifade edilebilecek sosyal politika amacıyla transfer edilen nakit sosyal yardımlar veya gelir transferleri (dul, yetim, sakatlık, emekli aylığı vb.), bu yardımı alan insanlar tarafından gereksinimlerini karşılamak için piyasa mekanizması içinde kullanılmaktadır. Yapılan birçok sosyal yardım dolaylı ( KDV-ÖTV-ÖİV vb.) vergi aracılığıyla tekrardan geri alınabilmektedir.  Toplumda temel ihtiyaçların karşılanmasını sağlarken harcamalar üzerinden alınan vergilerde üretim ve hizmetin sağlanmasında büyük bir yük olarak ortaya çıkmakta, sosyal dengeyi bozmaktadır. En çok da emekli maaşı alan kesimler üzerinde büyük etki yaratmaktadır.
Kamu harcama tutarı bir ülkede vergi gelirlerinden sosyal politika alanına tahsis edilen kaynak miktarını gösteren en önemli göstergedir. Sosyal kamu harcamalarında ayrılan payların GSYH içerisindeki yeri, o ülkenin bütçe gelirlerini harcadığı alanı da gösteren en önemli ekonomik ve sosyal tercihlerden biridir.
Maliye Bakanlığı toplam harcamasının fonksiyonel sınıflandırılması incelendiğinde, 2018 yılı vergi harcamasının gerçekleşme oranları yüzde 18 ’inin eğitim hizmetlerinden, yüzde 16,6’nın sağlık hizmetlerine %7 sosyal yardım hizmetlerinden ve kalanın ise diğer harcamalardan oluştuğu görülmektedir.
2018 yılında toplanan verginin, %23,8 Gelir Vergisinden,  %11,4, Kurumlar Vergisinden, %51 yurttaşların harcamaları üzerinden alınan Katma Değer Vergisi Ve Özel Tüketim Vergisinden toplanmıştır. Dolaylı (Yurttaşların Tüketiminden alınan vergiler) verginin oranına bakacak olursak yapılan bütçedeki payı yaklaşık olarak %63 ‘nü oluşturmaktadır. Yani ülkede toplanan 100 TL ‘lik verginin 63 TL’lik kısmı yurttaşların ekmek, süt, yumurta, yoğurt, benzin ve sigara vb. gibi tüketim maddelerinden alınmaktadır.[1]  Topluca 2018 bütçe gelir ve gider tutarlarını gösteren tablo ekte verilmiştir.[2]
15.11.2019 tarihinde TÜİK(Türkiye İstatistik Kurumu) işsizlik rakamlarını yayınladı. Aktif iş gücü 33 milyon 180 kişi, çalışan sayısı 28 milyon 529 kişi olarak açıklandı. İşsiz sayısı 15 yaş üstü bir önceki Ağustos 2019 dönemine göre 4 milyon 650 bin kişi oldu. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 6,6 puanlık artış ile %27,4 olurken,15-64 yaş grubunda bu oran 2,9 puanlık artış ile %14,3 olarak gerçekleşti.
Hükümet yanlısı olarak kamuoyunda bilinen Memur-Sen ‘in 04 Aralık 2018 ayında açıklamış olduğu yoksulluk sınırı” Kasım ayında Türkiye’deki 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 2 bin 224,22 TL, yoksulluk sınırı ise 6 bin 201,5 TL olarak ilan etti[3]. Birleşik Metal-İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM), Aralık 2018 dönemi için açlık ve yoksulluk sınırı verilerini hesapladı. “4 kişilik ailenin sağlıklı beslenmek ve insanca yaşayabilmek için yapması gereken asgari harcama tutarı ise aylık 6 bin 745 TL olarak kaydedildi.”[4]
Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı Turhan Çakar’ın açıklamasına göre Nüfusun % 20’sinden fazlasının, yani, 16 milyondan fazla kişinin açlık sınırının altında yaşadığını hatırlatan Çakar, "Nüfusun % 60’dan fazlasının, yani, 48 milyondan fazla kişinin ise yoksulluk sınırının altında yaşadığı anlaşılmaktadır.[5] Bu verilere bakınca sıradan bir sayı gibi geliyor insanlara ama yoksulluğun toplumda ne kadar yaygın hale geldiğini ve büyük kitleler oluşturduğunu göstermektedir.
Halkımızın her zaman kötü gün için kıyıda köşede, acil ihtiyacını karşılamak için bir miktar para biriktirdiği yaygın bir uygulamadır. Türkiye hükümetlerinin de aslında çalışanların zor zamanlarında “işsiz” kaldıklarında iş bulana kadar işsizlik maaşı almak üzere ödedikleri zor zamanların birikimi olan işsizlik fonunu oluşturmuştur. Ancak bu fondan işçiler yeterli ölçüde yararlanamamaktadır. Yararlanma koşulların ağır olması işçinin yasada belirtilen süreleri sağlayamamaları bunun başlıca nedenlerinden biridir. Ancak İşsizlik fonu kriz ekonomisinde hükümetin hazır varlıkları olarak kurtuluşuna yetişmiştir. İşsizden çok işverenin ve kamu banklarının açıklarını kapatmak üzere kullanılmıştır.2002-2019 yılları arasında İşsizlik Fonu’ndan işsizlik ödeneğine harcanan miktar toplam 28 milyar TL iken sadece 2018 yılında 11 milyar TL teşvik ve destek verilmiş ve 12 milyar TL’de kamu bankalarına sermaye olarak aktarılmıştır. Yine GAP idaresine fondan 2012 yılında verilen 11,5 milyar TL’lik borç tahsil edilememiştir.”[6]
Bu kadar detay bilgileri siz okuyuculara vererek kafanızı karıştırmak değil amacım. Burada uygulanan tercihlerden genel bir ülke görünümü ortaya çıkarmak ve uygulanan ekonomik ve sosyal politikalara dikkat çekmek. Toplanan vergiler ile harcamalar, ülkedeki gelir dağılımındaki eşitsizliği ve sermaye sağlanan kolaylıklar kadar, bu ülkenin yoksullarının da yararlanacağı ve günlük hayatın sürdürülmesinde, insanca yaşamlarını sağlayabilecek bir gelire kavuşturulmalarının sağlanmasını vurgulamaktır.
Genel bütçede toplanan vergilerin toplamına bakıldığında çok büyük bir tutarda halkın günlük harcamalarından oluşan dolaylı vergilerden (KDV, ÖTV, ÖİV vb.) oluşmaktadır. Sermayenin vergilendirilmesi yeterince olmadığı gibi, vergi istisnaları ve teşviklerle daha da desteklenmektedir. Yoksulluğun bu kadar artığı, nüfusun neredeyse yarısına yakınının çaresiz kaldığı bir toplumda devletin karşılıksız harcamalarla bu kesimi desteklemesi gerekmektedir.
Anayasamızın ikinci maddesinde yazan toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde sosyal bir hukuk devleti görevini yerine getirmelidir. Yoksulların ve işsizlerin günlük yaşamını sağlayacağı bir gelirin karşılıksız, kredi olarak verilmesi sağlanmalıdır. Bu bir hak olarak yasalara geçmeli, bir menfaat ilişkisi olarak çeşitli siyasi iktidarlarca kendi çıkarlarına yönelik kullanılacak durumdan çıkarılmalıdır. Çok değişik kurumlarca ( T.C Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Valilikler, Belediyeler vb.) sağlanan yardımların tek bir çatı altında toplanarak yoksulluğu ortadan kaldıracak politika ve yardım kurumu oluşturulmalıdır. Gelir tespiti yapılarak yoksulluk altında kalan kesimlere (bu sınırdan çıkacakları bir durum sağlanana kadar) kazançlardan elde edilen geri ödemesiz vergi geliri, yaşam hakkı olacak şeklinde sağlanmalıdır. Düşük gelirlerden bu sınırın altında vergi alınmamalıdır. Devletin uyguladığı dolaylı (harcamalardan) vergilerlerle, tekrardan bu tutarlar vergi olarak alınmamalıdır. Temel tüketim maddelerindeki dolaylı vergiler düşürülmeli ya da kaldırılmalıdır. Asgari geçim sınırında olan (asgari ücretten) alınan vergiler kaldırılmalı yoksulluk sınırının %10 ‘nun üzerine çıkana kadar bu kesimlerden vergi alınmamalıdır.
Bir toplumda refahın sağlanması, bütün toplumu oluşturan kesimlerin yaşam hakkına sahip olmasından geçtiği bilinmektedir. Uygulanan sosyal politikaların düzenleyici fonksiyonlar içermesi açısından gelir adaleti sağlanmadan toplumsal uyum, yaşam hakkı ve barışçı bir ülkenin yaratılamadığını, toplumların tarihi defalarca göstermiştir.
EK: Dipnot 2





















[

VUK 359 Kapsamında Teminat, Ceza ve Mali Suç Bağlantıları Normlar Arası Geçiş ve Uygulama Rehberi

  Giriş Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesi, vergi kaçakçılığı suçlarını düzenleyen temel ceza normudur. Ancak bu madde, uygulamada yalnızca ...