ADALET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ADALET etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Kasım 2019 Salı

BİR TOPLUMSAL EŞİTLİK ARACI OLARAK; VERGİ ADALETİ VE YAŞAM HAKKI


ERTUĞRUL KILIÇ
17.11.2019

Yine bir yıl geride kalmak üzere. Hayatın her alanında olduğu gibi Devlet’ de kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere yürütme aracılığıyla TBMM ‘ne yeni bir bütçe tasarısı sundu. Ancak bu bütçe tasarısı daha öncekiler gibi hazırlanmadı. Yeni uygulanan Cumhurbaşkanlığı denen sistem içerisinde hazırlanması nedeniyle bir ilki oluşturmaktadır.
Bütçenin hazırlanması ve çeşitli kesimlerce de tartışılması önemli bir bütçe hakkı olarak kabul edilmektedir. Bu genelde sağlanamamaktadır. Yeni bütçe hazırlama yöntemi ile bu hak neredeyse ortadan kaldırılmıştır. Yeni hazırlanacak bütçenin ne getireceği, geçmişte bütçe rakamlarına ve sosyal duruma bakarak bir fikir sahibi olabileceğimizi düşünmekteyim. Bu nedenle de geçen yılın bütçe rakamları ve harcamaları ile öne çıkan gelir ve gider harcamalarına dikkat çekmeye, bundan yararlanan kesimlerin kimler olduğunu gösteremeye çalıştım. Devleti idare edenlerin hangi toplumsal kesimlerden tarafa tercihlerini kullandıklarını uyguladıkları politikalar ile gösterdiklerini düşünüyorum. Düşük gelirlilerin yaşam hakkının gelişmesine ve sosyal barışın sağlanmasına çözüm olabilecek birkaç öneri sunmaya çalıştım.
Tabi herkes şimdi bu bütçe gelir ve giderlerini karşılaştıracak, gelir- gider dengesine bakacak ve yeni yılda karşımıza nasıl bir tablo çıkacak bunu anlamaya çalışacaktır. Bu bilinen bir durum aslında, dünyada yaşanan ekonomik kriz bizim ülkemizde de daha ağır olarak yaşanmaktadır. Devletin gelirlerini oluşturan kalemlerde bütün vatandaşlardan alınan vergi (dolaylı-dolaysız) vb. adı altındaki gelirlerinden oluşmaktadır.
Üretimin düştüğü, işsizliğin arttığı bir ortamda vergi toplamak güç olduğu gibi toplumu oluşturan kesimler üzerinde de değişik etkiler ortaya çıkarmaktadır. Toplumsal eşitliğin sağlanması bizim Anayasamızda devlete verilen bir görev olarak durmaktadır. Aynı zamanda Anayasamızda sosyal bir hukuk devleti olarak uygulanacak politikaların toplumun sosyal adalet duygusunda ve toplumsal yaşamında bir dengenin oluşturulması ülkeyi idare edenlere bir görev olarak verilmiştir.
Bu sosyal eşitliğin sağlanması hükümetin uyguladığı sosyal politikalarla ortaya konulması beklenmektedir. Sosyal politika, sosyal refahın sağlanması, toplumsal eşitlik, sosyal koruma ve emek ağırlıklı toplumsal sorunların ele alınarak bu dengenin gözetildiği bir alandır. Bunun en açık gözüktüğü alan bütçedir. Bütçede ortaya konulan politikalar toplayıcı-dağıtıcı olarak, hükümetin hangi toplumsal kesimleri dikkate alarak gelir ve harcama yapacağının belirlenmesidir. Vergilendirmenin tasarlanan sosyal politikalar açısından toplumun çeşitli kesimlerinde bir birinden farklı etkiler ortaya çıkarması mümkün olmaktadır.
Verginin sosyal politikalar üzerinde ters etkisi olarak ifade edilebilecek sosyal politika amacıyla transfer edilen nakit sosyal yardımlar veya gelir transferleri (dul, yetim, sakatlık, emekli aylığı vb.), bu yardımı alan insanlar tarafından gereksinimlerini karşılamak için piyasa mekanizması içinde kullanılmaktadır. Yapılan birçok sosyal yardım dolaylı ( KDV-ÖTV-ÖİV vb.) vergi aracılığıyla tekrardan geri alınabilmektedir.  Toplumda temel ihtiyaçların karşılanmasını sağlarken harcamalar üzerinden alınan vergilerde üretim ve hizmetin sağlanmasında büyük bir yük olarak ortaya çıkmakta, sosyal dengeyi bozmaktadır. En çok da emekli maaşı alan kesimler üzerinde büyük etki yaratmaktadır.
Kamu harcama tutarı bir ülkede vergi gelirlerinden sosyal politika alanına tahsis edilen kaynak miktarını gösteren en önemli göstergedir. Sosyal kamu harcamalarında ayrılan payların GSYH içerisindeki yeri, o ülkenin bütçe gelirlerini harcadığı alanı da gösteren en önemli ekonomik ve sosyal tercihlerden biridir.
Maliye Bakanlığı toplam harcamasının fonksiyonel sınıflandırılması incelendiğinde, 2018 yılı vergi harcamasının gerçekleşme oranları yüzde 18 ’inin eğitim hizmetlerinden, yüzde 16,6’nın sağlık hizmetlerine %7 sosyal yardım hizmetlerinden ve kalanın ise diğer harcamalardan oluştuğu görülmektedir.
2018 yılında toplanan verginin, %23,8 Gelir Vergisinden,  %11,4, Kurumlar Vergisinden, %51 yurttaşların harcamaları üzerinden alınan Katma Değer Vergisi Ve Özel Tüketim Vergisinden toplanmıştır. Dolaylı (Yurttaşların Tüketiminden alınan vergiler) verginin oranına bakacak olursak yapılan bütçedeki payı yaklaşık olarak %63 ‘nü oluşturmaktadır. Yani ülkede toplanan 100 TL ‘lik verginin 63 TL’lik kısmı yurttaşların ekmek, süt, yumurta, yoğurt, benzin ve sigara vb. gibi tüketim maddelerinden alınmaktadır.[1]  Topluca 2018 bütçe gelir ve gider tutarlarını gösteren tablo ekte verilmiştir.[2]
15.11.2019 tarihinde TÜİK(Türkiye İstatistik Kurumu) işsizlik rakamlarını yayınladı. Aktif iş gücü 33 milyon 180 kişi, çalışan sayısı 28 milyon 529 kişi olarak açıklandı. İşsiz sayısı 15 yaş üstü bir önceki Ağustos 2019 dönemine göre 4 milyon 650 bin kişi oldu. Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı 6,6 puanlık artış ile %27,4 olurken,15-64 yaş grubunda bu oran 2,9 puanlık artış ile %14,3 olarak gerçekleşti.
Hükümet yanlısı olarak kamuoyunda bilinen Memur-Sen ‘in 04 Aralık 2018 ayında açıklamış olduğu yoksulluk sınırı” Kasım ayında Türkiye’deki 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 2 bin 224,22 TL, yoksulluk sınırı ise 6 bin 201,5 TL olarak ilan etti[3]. Birleşik Metal-İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM), Aralık 2018 dönemi için açlık ve yoksulluk sınırı verilerini hesapladı. “4 kişilik ailenin sağlıklı beslenmek ve insanca yaşayabilmek için yapması gereken asgari harcama tutarı ise aylık 6 bin 745 TL olarak kaydedildi.”[4]
Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı Turhan Çakar’ın açıklamasına göre Nüfusun % 20’sinden fazlasının, yani, 16 milyondan fazla kişinin açlık sınırının altında yaşadığını hatırlatan Çakar, "Nüfusun % 60’dan fazlasının, yani, 48 milyondan fazla kişinin ise yoksulluk sınırının altında yaşadığı anlaşılmaktadır.[5] Bu verilere bakınca sıradan bir sayı gibi geliyor insanlara ama yoksulluğun toplumda ne kadar yaygın hale geldiğini ve büyük kitleler oluşturduğunu göstermektedir.
Halkımızın her zaman kötü gün için kıyıda köşede, acil ihtiyacını karşılamak için bir miktar para biriktirdiği yaygın bir uygulamadır. Türkiye hükümetlerinin de aslında çalışanların zor zamanlarında “işsiz” kaldıklarında iş bulana kadar işsizlik maaşı almak üzere ödedikleri zor zamanların birikimi olan işsizlik fonunu oluşturmuştur. Ancak bu fondan işçiler yeterli ölçüde yararlanamamaktadır. Yararlanma koşulların ağır olması işçinin yasada belirtilen süreleri sağlayamamaları bunun başlıca nedenlerinden biridir. Ancak İşsizlik fonu kriz ekonomisinde hükümetin hazır varlıkları olarak kurtuluşuna yetişmiştir. İşsizden çok işverenin ve kamu banklarının açıklarını kapatmak üzere kullanılmıştır.2002-2019 yılları arasında İşsizlik Fonu’ndan işsizlik ödeneğine harcanan miktar toplam 28 milyar TL iken sadece 2018 yılında 11 milyar TL teşvik ve destek verilmiş ve 12 milyar TL’de kamu bankalarına sermaye olarak aktarılmıştır. Yine GAP idaresine fondan 2012 yılında verilen 11,5 milyar TL’lik borç tahsil edilememiştir.”[6]
Bu kadar detay bilgileri siz okuyuculara vererek kafanızı karıştırmak değil amacım. Burada uygulanan tercihlerden genel bir ülke görünümü ortaya çıkarmak ve uygulanan ekonomik ve sosyal politikalara dikkat çekmek. Toplanan vergiler ile harcamalar, ülkedeki gelir dağılımındaki eşitsizliği ve sermaye sağlanan kolaylıklar kadar, bu ülkenin yoksullarının da yararlanacağı ve günlük hayatın sürdürülmesinde, insanca yaşamlarını sağlayabilecek bir gelire kavuşturulmalarının sağlanmasını vurgulamaktır.
Genel bütçede toplanan vergilerin toplamına bakıldığında çok büyük bir tutarda halkın günlük harcamalarından oluşan dolaylı vergilerden (KDV, ÖTV, ÖİV vb.) oluşmaktadır. Sermayenin vergilendirilmesi yeterince olmadığı gibi, vergi istisnaları ve teşviklerle daha da desteklenmektedir. Yoksulluğun bu kadar artığı, nüfusun neredeyse yarısına yakınının çaresiz kaldığı bir toplumda devletin karşılıksız harcamalarla bu kesimi desteklemesi gerekmektedir.
Anayasamızın ikinci maddesinde yazan toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde sosyal bir hukuk devleti görevini yerine getirmelidir. Yoksulların ve işsizlerin günlük yaşamını sağlayacağı bir gelirin karşılıksız, kredi olarak verilmesi sağlanmalıdır. Bu bir hak olarak yasalara geçmeli, bir menfaat ilişkisi olarak çeşitli siyasi iktidarlarca kendi çıkarlarına yönelik kullanılacak durumdan çıkarılmalıdır. Çok değişik kurumlarca ( T.C Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Valilikler, Belediyeler vb.) sağlanan yardımların tek bir çatı altında toplanarak yoksulluğu ortadan kaldıracak politika ve yardım kurumu oluşturulmalıdır. Gelir tespiti yapılarak yoksulluk altında kalan kesimlere (bu sınırdan çıkacakları bir durum sağlanana kadar) kazançlardan elde edilen geri ödemesiz vergi geliri, yaşam hakkı olacak şeklinde sağlanmalıdır. Düşük gelirlerden bu sınırın altında vergi alınmamalıdır. Devletin uyguladığı dolaylı (harcamalardan) vergilerlerle, tekrardan bu tutarlar vergi olarak alınmamalıdır. Temel tüketim maddelerindeki dolaylı vergiler düşürülmeli ya da kaldırılmalıdır. Asgari geçim sınırında olan (asgari ücretten) alınan vergiler kaldırılmalı yoksulluk sınırının %10 ‘nun üzerine çıkana kadar bu kesimlerden vergi alınmamalıdır.
Bir toplumda refahın sağlanması, bütün toplumu oluşturan kesimlerin yaşam hakkına sahip olmasından geçtiği bilinmektedir. Uygulanan sosyal politikaların düzenleyici fonksiyonlar içermesi açısından gelir adaleti sağlanmadan toplumsal uyum, yaşam hakkı ve barışçı bir ülkenin yaratılamadığını, toplumların tarihi defalarca göstermiştir.
EK: Dipnot 2





















[

YOL UZUN; BİRLİK, DAYANIŞMA VE MÜCADELE





En küçük insan ilişkilerinden, modern anlamda oluşmuş topluluklara kadar ortak yaşam, birbirinden karşılıklı olarak etkileşerek oluşmaktadır. Bu ilişkinin geldiğimiz çağda vaz geçilmez olan anlayışı, birbirinin haklarına saygı göstermekten geçtiği kabul görmektedir. Modern toplumlar bu ortak yaşam ve etkileşimi hak ve hukuk anlayışı içerisinde tutmaktadırlar. Bu anlayış hem hukukta, hem de toplumların hayatını oluşturan yaşam biçimlerinde ahlaksal ölçülere dayanmaktadır. Hem ikili ilişkilerin, hem de toplumsal ilişkilerin sağlıklı yürütücüsü, yapıştırıcı mayasının adı Adalet’tir.
Ülkemizde, uzunca zamandır, ikili ilişkilerde ve toplumda yaşanan (ve bilinçli olarak siyasal iktidarın temsilcileri tarafından tercih edilen dil ve eylemleri vb.) gerginliklerin temelinde, adil olma duygusunun, hem insanların zihinlerinde kaybolması hem de ülkeyi yönetenlerin söylem ve eylemlerinde silik, bir tarafın diğer tarafı sıkıştırma, haklarını gasp etme, çaresiz ve çıkışı yolu bırakmama anlayışı yaygın olarak görünür olmaktadır. Bu sıkışma toplumlarda yeni yol arayışlarına neden olmaktadır.  Toplumun çeşitli kesimlerindeki sıkışıklık yaşama dair tehdit algısının dışa vurumu bazen sesiz bir çığlık bazen ise yaygın bir sivil itaatsizlik şeklinde gözükmektedir.
Gezi’ de yaşanan toplumsal dışa vurum, tamda bu uygulamaların bir sonucudur. Siyasal iktidarın, toplumsal kesimlerin taleplerini karşılayamaması, yaşam biçimi (alışkanlıkların, beklentilerin yönünün değiştirilme çabaları vb.) üzerindeki tehditlerin yağın olarak hissedilir olması, her türlü ilişki kurma yöntemini toplumsal hayatın dışına itmektedir. Karşılıklı olarak oluşturulmuş toplumsal sözleşmelerin yok sayılması (işine gelen yargı kararlarına alkış çalarak yargı böyle karar verdi demek, işine gelmeyen kararlara ise böyle karar mı olur, ben tanımıyorum böyle bir kararı vb.) faydacı bir anlayışla geleneklerin oluşmasına bile tahammül edemeyen bir anlayış. Toplumun gözü, kulağı olağan ve yaşanan her şeyi topluma gösteren, bir yerde hem toplumun aynası olan, hem de gelecek tahayyüllerin oluşmasında bir ışık olan gazetecilerin baskı altına alınması, toplumun sağır, dilsiz olmasını isteyen bir yönetim anlayışı. Diğer taraftan temsili demokrasinin vaz geçilmez unsuru olan ve seçimle gelen halkın temsilcilerinin gelişi güzel tutuklanarak, Anayasa Mahkemesinin geçmiş kararları olmasına rağmen bunun yok sayılması anlayışı. İki kişinin ilişkisinde bile öncelikli olarak karşılıklı sorunların ortaya koyulması ve görüşlerinin alınması ve uzlaşı noktasının bulunması konusunda çeşitli uzlaşı yolları aranır. Ancak iktidar iki kişinin arasındaki bir ilişkide bile aranacak uzlaşıyı, ülke yönetiminde muhalefetle yürütmeyerek ya da görüntüde yapıyormuş gibi göstererek toplumu aldatma çabası, toplumsal kesimlerin birlikte yaşama ve hak hukuk beklentisinin çok uzağına düşmektedir.
AKP’si, iktidar olmak için çeşitli kesimlerle ittifaklar kurmuştur. Bu ittifaklar iktidarları sürecinde, ekonomik ve idari paylaşım süreçleri yaşamış ve ittifak kurduğu çevrelerle bölüşüm ve paylaşım( ne istediler de vermedik vb.) sorunlarından dolayı bu ittifaklar arasında iktidar çatışmalarına dönüşmüştür. Bu çatışmalar Ülkeyi öyle bir kaosa sürüklenmiştir ki, neredeyse uçurumun kenarından aşağıya itilecek hale getirmişlerdir. Ancak bu sürece getirenler, sonuçlarından yararlanmak için hiç geçmişten ders almamışlardır. Devletin başına dert olan çevreleri etkisizleştirip, normal hayatı kuracakları yerde, bütün muhalif kesimleri de içerisine alan bir top yekun yok etme politikasına yönelmişlerdir. CHP’nin bütün yapıcı ve toplumsal mayanın tekrar oluşması için verdiği özverili çabaları yok saymış ve bir hiç uğruna boşa çıkarmaya çalışmıştır. Meclisin bombalanmasında, askeri kalkışma harekatının başarısızlığa uğraması için verdiği çabaları yok sayılmıştır. Askeri kalkışmadan sonra Yeni Kapı ruhu diye topluma sunulan birlik anlayışında, CHP’si Sn. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yapıcı ve yol gösterici davranış ve konuşması sanki hiç olmamış gibi toplumu ayrıştırma anlayışlarını devam ettirmişlerdir. İktidarın bu uygulamaları toplumun değişik kesimlerinde,” Adalet” anlayışının yok olduğu ve toplumsal dayanışmanın, karşılıklı ilişki kurmanın yollarını konuşarak çözme arayışını ortadan kaldırdığı neredeyse toplumun her kesiminden kabul gördüğü bir ortam yaratmışlardır.
Adalet Yürüyüşü ve Yeni bir Çıkış yolu
Adalet bir toplumda yok olduğunda sadece basit anlamda bir hakkın ortadan kaldırılması sanılmamalıdır. Adalet; neredeyse insanlığın tarihi ile eş bir kavram. Adalet her şeyi yerli yerine koymaya anlayışıdır. Bir sözleşme olan, yasalarda adalet ise; haklılık; hukuka uygunluk olarak tanımlanmıştır. Toplum ise adaleti; bir kişi, güç, yargı erki, hukuk düzeni, hakkın arandığı, haksızlıkların giderildiği, eşit muamele görülen, dürüst davranılan ve hakkın hak sahibine süratle teslim edildiği yer olarak görür. Adalet her şeye karşı yüksek ahlaki bir erdem olarak sosyal hayatta, insana durumuna göre tamlık ve mükemmellik kazandırır. Yürüyen bir sistemdeki adaleti; dışarıdan (siyasal iktidar olarak) müdahale yaparak dengesinin bozulması basit bir anlamda yargının verdiği kararları kabul etmeme değildir. Bozulan ilişkilerin düzeltilmesinde uzlaşı yollarının kapatılarak, duygudaşlık kurmayı, karşılıklı bir birine saygı göstermeyi ortadan kaldırmaktadır. Toplumda uzun vadede onarılmaz yaralar açmaktadır.
Toplumdaki Adalet arayışı, değişik kesimlerin taleplerinin yok sayılması uygulanan OHAL yasası gereği, geniş bir şekilde adalet arayışının yollarının tıkanması, yeni yolların bulunması konusunda önümüze mücadele anlamında değişik alternatifler ortaya koymuştur. Karşılıklı bir uzlaşının bulunmaması, bir birini dinleyen tarafların olmaması ilişkilerin sağırlar diyaloğuna dönmesine neden olmuştur. Bütün toplumsal talepler ve adalet istekleri red edilmiştir. Milletvekillerinin, gazetecilerin işten atılan binlerce emekçinin haklarının yok sayılması, ana muhalefet partisine başka bir çıkış yolu bırakmamıştır. CHP genel başkanının merkez yönetim kurulu kararı sonrasında birkaç cümleden oluşan ve tarihsel bir duruş ortaya koyan, ”ADALET” yürüyüşü kararı, şaşırtıcı bir şekilde yeni bir yol arayışını ifade etmiştir. Toplumun değişik kesimlerinde başlangıçta başta “siyasal iktidar tarafından” genel başkanın fiziki gücü ve yaşı üzerinden mevsimsel sıcaklığın fazla olmasını da ifade ederek, bu kadar uzun bir yürüyüşün yapılmasını imkansız olarak görmüşlerdir. Hatta AKP’ler tarafından küçümsenerek, adalet yürüyüşü önemsiz hale getirilmeye çalışılmıştır.
Hak ve hukukun ortadan kaldırıldığı, insanı erdemlerin bir bütün olarak yok edildiği haklı bir davada koşullar ne kadar olumsuz olursa olsun fiziki engeller aşılıyor. İnanç ve kararlılık, demokrasi ve adil olma davasına olan bağlılık, geniş şekilde halkın gönlünde yer buluyor. Halkın, haklı bir talep etrafında birleşmesi adalet yürüyüşünün ne kadar büyük bir ihtiyaç olarak toplumun geniş kesimlerinde kabul gördüğünü ortaya çıkarıyor.
Siyasal iktidar ne kadar hak gaspı yaparsa yapsın, hak ve hukuku ayaklar altına alırsa alsın, haklılık temelinde yeni mücadele yol ve yöntemlerini ortaya çıkarmak hepimizin görevdir. Ankara’dan, İstanbul'a hem de dünyanın en uzun yürüyüşünü yaparak, sayfalar dolusu yazıdan ve saatler süren konuşmadan daha etkili bir siyasal eylem olarak halkın gönlünde (binlerce insanın katılımıyla) yer tutuğu gibi tarihe de bir uzun yürüyüş olarak not düşmüştür. Yıkıp dökmeden, hiçbir şeyin sonsuza kadar(hele ki adaletsizliğin)sürmeyeceğini bilerek yeni yollar bularak bu iktidara son vermek, bizim ve muhalif kesimlerin dayanışma çabalarıyla olacaktır.
Adalet Yürüyüşü ve CHP
On binlerin katılmasıyla dünyanın en uzun yürüyüşünü yapan ve muhteşem bir finalle milyonların katıldığı mitingle sonlandıran bir örgüt olarak CHP, çok şey öğrenmiştir. Tarihinde ilk defa böyle mobil bir sivil itaatsizlik eylemi ortaya koyan CHP’ si kendi anlayışını ve örgütsel alışkanlıklarını da yeniden tarihsel boyuta öğrenerek yenilemiştir.
Hükumetin askeri kalkışmayı(kontrollü darbeyi) bahane ederek ana muhalefet partisinin Türkiye'nin yeniden inşası ve demokrasiye bağlılığının artırılması çabasını kötü niyetle yok sayması toplumda bir derin yarılma yaratmıştır. Kontrollü darbe ile hiçbir ilgisi olmayan Gazetecilerin, kamu emekçilerinin, sıradan vatandaşların, hukuksal bir belgeye dayanmadan işinden, aşından ve yargı yollarını tıkayarak adalet arayışından yoksun bırakılması, toplumun belirsiz maceralara götürüldüğü gibi endişe, toplumumuzun kaygı verici düşüncelere sevk etmiştir. Suriye savaşıyla ilgili, devletin silah sevkiyatının ortaya çıkması ve bunun kamuoyuna basın aracılığıyla yayılması, siyasal iktidarı inanılmaz bir endişeye sürüklemiştir. Bu usulsüzlüğün kamuoyuna mal olmasında rol oynayan gazetecilerin yargılanması ve Enis Berberoğlu’nun tutuklanması ana muhalefet partisinin muhtelif defalar hak ve hukuk konusunda uyarılarını bir intikam uğruna yok sayması bardağı taşıran son damla olmuştur.
CHP’ si Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun birkaç cümle ile kamuoyuna duyurduğu yarın saat, 11’de Ankara'nın, Güven Parkından tek başıma “ADALET” için İstanbul'a yürüyeceğim dediğinde, geniş kesimlerde bir dalgalanma olmuştur. Bazı çevreler işte ana muhalefet partisinin ilk defa sokağa çıkmasından duyulan bir taraftan destek, diğer taraftan ise kısa sürede çark edeceği endişesi ortaya konularak küçümsenmiştir. İktidar çevreleri ve onun basını tarafından ise ana muhalefet partisinin sokağa inerek yasaları çiğnediği ve hemen derhal kapatılma davası açılması gerektiği, yürüyemeyecekleri, gösteriş yaptıkları, çeşitli devlet düşmanı çevrelere koz verdikleri, terör gruplarının içlerine karışacağı velhasıl yıkıp dökerek terör estirecekleri bu devlet düşmanlarının işine yarayacağını avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı. Hükumet ve Cumhurbaşkanı ise, kendilerince bir küçümseme ve yapılan kamusal hizmete babalarının malı gibi sahip çıkarak, dalga geçiyormuş edasıyla “yollar yürümekle tükenmez” küçümseyerek “yaptığımız yolları “ görmüş olurlar ve en son olarak da yürüyüş, sona yaklaştıkça (birden demokrat oldukları akıllarına geldi) kendilerinin ne kadar demokrat olduklarını kamuoyuna deklere ederek, bu yürüyüşe kendilerinin izin verdiğini, güvenliklerinin onların sayesinde olduğunu söyleyerek kendilerini bir kez daha bu ülkenin ”mal sahibi”  diktatöryal  bir anlayışı ortaya koyuyorlardı. Bu söylemle kendilerini ne kadar muktedir ve büyüklük egosuna sahip olduklarını bir kez daha ortaya koymuş oluyorlardı. Demokrasi anlayışından ne kadar da uzak olduklarını hem halka hem de uluslararası kamuoyunda deklere ediyorlardı.
Yürüyüşün ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğu daha Güven Parkta ilk toplanışta ihtiyaç olduğu belli oldu. Binlerce insan sabahın erken saatlerinden itibaren Güven Parkta toplanmaları ve genel Başkanı beklemeleri bunun doğruluğunu gösteriyordu. Genel başkan On binlerle ilk günden yürüyüşe geçti. İlk günün coşkusu katılan kalabalıkların kararlılıkları yürüyüş uzadıkça daha da belirgin hale geldi. Yol boyunca toplumun değişik kesimlerinin katılmaları, aynı zamanda toplumun bu kesimlerinin ekonomik ve sosyal sorunlarının yanında hukukun bir güvenlik sorunu olduğu, toplumların hayatında sürdürülebilir olmanın vaz geçilmez bir yapıştırıcısı olduğu da ortaya çıkıyordu. Tek tek bireyler arasında kaybolan ve uzunca bir zamandır yaşanmayan dayanışma, öz güven ve ilişki kurma, yaşayarak tekrardan oluşturuluyordu. CHP ‘si kadroları değişik toplumsal kesimlerden gelen katılımlarla ve geçilen her mekansal yerin sorunlarıyla yeniden hemhal oluyor, halkla bütünleşmenin öz güvenini yeniden ve yeniden kazanıyordu. Uzun zaman sonra Yerel yönetimlerimizin sosyal demokrat anlayış çerçevesinde dayanışma ve hizmet etme yeteneklerini sınayarak, yürüyüşe katılan on binlerce insanla birlikte başarmanın kıvancını yeniden yaşıyorlardı. Yerel örgütlerimiz her gün değişik illerden katılarak hem kendi üyeleriyle kucaklaşıyor hem de değişik toplumsal kesimden katılan örgütlü ve/veya örgütsüz kesimlerle yeniden ilişki kurmayı hem öğreniyor hem de güven ortamını inşa ediyordu.
Bu uzun yürüyüş partimize ve değişik toplumsal kesimlere;
·         Parti üst kadrolarının doğrudan bu kadar uzun bir süre halkla iç içe olması, toplumsal sorunların çok daha iyi kavranmasına ve programının denenmesine,
·         Yerel örgütlerimizin mobilize olarak kendi üyelerimizin duyarlı davranmasına ve her türlü destek programlarının örgütlenmesi yeteneklerinin artırılmasına,
·         Yerel hizmet merkezleri olan sosyal belediyeciliğin tekrardan kendini var etmesine, dayanışmanın, öz güven eksikliğinin giderilmesine,
·         Toplumun örgütlü ve/veya örgütsüz kesimlerinin tek başına mücadeleyle elde edemeyeceği çaresizlik duygusunun, Partimizce sahiplenerek birlikte mücadeleyle kazanabileceğinin görülmesine,
·         Her şeyden öte toplumda kaybolan “ADALET” duygusunun sahipsiz olmadığına ve bu mücadelenin yeni ve değişik mücadele yöntemleri bulunarak sürdürülerek kazanılabileceğine,
İnancını artırmıştır. Toplumun öz güveninin artırılması ve gelecek kaygılarının ortadan kaldırılması hep birlikte mücadeleyle kazanılabileceği gösterilmiştir. Dayanışmamızı artırılarak birlikte yarınlarımızı yeniden kurma çabamız eksik olmayacaktır. Yeni barışçı yönetimlerle topluma yaşatılan bu deli gömleğini hep birlikte yırtacağız ve aydınlık günleri tekrardan kuracağız.
ERTUĞRUL KILIÇ

ADALET Mİ? HANİ NEREDE?

Temmuz 15, 2017



Bir şeyi merak edip aramak, neyle karşılaşacağını bilmeden, onun peşinden yılmadan, usanmadan gitmek ne büyük bir fedakarlıktır. Bazen de aradığın şey, sürekli bulunduğu çağın koşullarına göre konulduğu kabın seklini alıyorsa. Bu daha yorucu bir durumdur. Buldum diyorsun ama bakıyorsun, bir zaman sonra bulduğun şey, aradığın şey değilmiş. Buldum dediğin şeyin kalıcı olması için daha fazla şeye ihtiyacın varmış.
        
Adalet, neredeyse insanlığın tarihi ile eş bir kavram. Dilimize Arapçadan geçmiş, ”dengeleme, adil olma, hak gözetme“ [1] anlamındadır. Arapça bir kelime olan "adalet" adl kökünden türemiş olup bir şeyi yerli yerine koyma anlamına da gelir. Doğa bir denge içerisindedir. Her şey aynı adalet gibi yerli yerindedir. Bunun dengesini bozan ise dışarından yapılan müdahalelerdir. İnsanlık tarihinin de öyle olması gerekmez mi? Doğayla uyum içerisinde her şeyin yerli yerinde olması... Ama insana ve doğaya dışarıdan yapılan müdahaleler, hayatın normal akışı içerisinde gitmesini etkileyen nedenlerle dengeyi bozar ve tam karşıtı, “zulüm ve acımasızlık” doğurur. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise adalet,  “Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme “[2]olarak tanımlanmıştır. Bir sözleşme olan, yasalarda adalet ise; haklılık, hukuka uygunluk olarak tanımlanmıştır. [3] Toplum ise adaleti; bir kişi, güç, yargı erki, hukuk düzeni, hakkın arandığı, haksızlıkların giderildiği, eşit muamele görülen, dürüst davranılan ve hakkın hak sahibine süratle teslim edildiği yer olarak görür.[4]

Her şey yerli yerinde olsaydı insanlar adalet aramaya çıkmazdı. Sosyal hayatta adalet her şeye karşı yüksek ahlaki bir erdem olarak, durumuna göre tamlık ve mükemmellik kazandırır. Birçok dini inancın da başlıca konusunu oluşturur. Ölçülü olmayı, dengeden sapmamayı, özgürlük ve insani olgunlaşmayı içerisinde taşır. Hiç bir haksız şeyi kabul etmeme, adaleti keyfilikten çıkarmadır. Keyfilik, insanının kendi öznel tercihidir. Herkese ve/veya her şeye karşı kendi davranışını, öznelliğini yansıtır. Bir ahenk içerisinde giden doğayı ve insanın dengesini bu keyfilik bozar.

Son zamanlarda toplumun gündeminde olan ADALET arayışı yeniden bizim de bu konuda düşünmemize ve bozulan hukuksal ve toplumsal hayatta denge arayışımızı ortaya çıkardı. Adalet, keyfi uygulamalar ile insanların güven duygularını bir kere zedelemeye başladığında, sosyal ve ekonomik sorunlarla birlikte bir düzensizlik ve karmaşa ortaya çıkarır. Toplumda ortaya çıkan bu karmaşa ve güvensizlik durumu, yaratılan bütün değerlerin anlamsızlaşmasına ve yerli yerini bulamamasına neden olur. Toplumun yaratmış olduğu bütün toplumsal katma değerin, toplumu oluşturan unsurlar tarafından adaletli bir şekilde dağıtılmasına vesile olacak hukuksal bir zeminin oluşmasını engeller. Toplumda oluşan bu hak ve hukuk durumu; insanların kendini geliştirmesine, sağlığını koruyucu önlemler almasına, insanca yatıp kalkabileceği bir konuta sahip olmasına ve emeğinin karşılığını almasını sağlayacak düzeni bozar, ortadan kaldırır. Adalet duygusunun bozulması; bütün bu yaratılan değerlerin paylaşılmasında, yeterliği eğitimi alabilecekken bunun alınmamasına, insanın yeteneklerini geliştirememesine, yeterli sağlığı alabilecekken bunun alamamasına, dışlanmış bütün kesimlerin acılarına, kederlerine ortak olunamamasına sebep olur. Bu durum, toplumda duygu karmaşasına da neden olur.

Toplumsal ve hukuksal adalet arayışı, ülkemizde geçmişten beri gelen sorunlu alanlardan biridir. Sürekli hukuksal güvenlik sisteminin  (darbeler, siyasal iktidarlar, yönetici sınıflar vb. tarafından) değiştirilmesi, kalıcı adaletin inşa edilmesinde sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Yapılan anayasal metinler toplumun bütün kesimlerinin ihtiyaçlarını karşılamadığı için de sürekli tartışma konusu olmaktadır. Toplumu oluşturan kesimlerin çıkar çatışmalarında, bunların uygun değer bileşkesinin bulunmaması (Anaysa ve Yasalar vb. düzeyde) sürekli gerginliklere neden olmaktadır.
        
Ülkemizde, iktidar mücadelesi sadece dört veya beş yılda bir yapılan seçim sonuçları üzerinden yapılmamaktadır. Toplumsal gelişmenin, mevcut yasaları aşması ya da kurulan düzenin bozulması nedeniyle alttan gelen, toplumsal kesimlerin baskılarını hafifletmeyi ya da geriletme amacıyla, askeri darbeler aracılığıyla, yeniden toplumsal yapı inşa edilmektedir. Normal yollarla iktidar olamayanlar, askeri yolları kullanmaktadır. Bu durum ister asker, isterse sivil görünümlü darbe uygulayıcılarının, hak arama yollarını ortadan kaldırmasını sağlamaktadır. Yaygın olarak müdahale edilen, yerli yerindeliği bozma faaliyeti, adalet arayışlarını ortaya çıkarmaktadır.

Cumhuriyet Halk Partisi genel başkanının da ifade ettiği gibi, başka hak arama yolunun kalmaması nedeniyle, iktidar olanların sadece hak ve hukuku işletmeleri değil, sosyal düzene müdahale etmeleri sonucunda bozulan dengenin, yeniden yerli yerine oturtulmasını sağlamak açısından önemli bir tarihsel belirleme yapmaktadır. Tespit edilen adaletsiz bir yönetim şekli CHP açısından da önemli bir belirlemedir. CHP Tarihinde ilk kez, bir hakkın aranması ve bozulan düzenin tekrardan kurulması açısından, bir kamuoyu yaratma çabası ile uzun bir sivil itaatsizlik eylemi yaptı. Hem Türkiye siyasi tarihi açısından hem de CHP açısından önemli bir durumdur. CHP  1960-1970’li yıllarda ilk defa “Ortanın Solu” hareketiyle, kendi sınırlarını zorlayan, solda bir duruş belirlemişti. Toplumda, bozuk düzenin yıkılması, adil, hakça bir düzenin kurulması çabası daha çok sosyal adaletsizliğin giderilmesine yönelik bir çabaydı. İlk defa hukuksal yapının değişmesi ve bunun ortaya çıkaracağı sonuçlar ile iktidarın yeni bir düzen tahayyülü daha geniş bir endişe, kaygı ve gelecek belirsizliği ortaya çıkarmaktadır.

Toplumda kendini mağdur olarak görenlerin bu mağduriyetlerinin gerçek mi? Yoksa kendileri mi bu durumu böyle görüyorlar? Bunların hak ve hukuk yoluyla kendilerini ifade edecek kanalların açılması, bozulmuş durumun hukuksal yollarla ortaya çıkarılması zorunludur. Her kesim tarafından kabul edilen,  yargı da işler iyi gitmiyor. Her şey siyasallaşmakta ve yargıdan adalet bekleyenler “güven” duygusunu yitirmektedirler. Yargıya siyasal iktidar müdahale etmiyorum, adalet var, mahkemeler çalışıyor demekle bu soyut genellemeyi, gerçek bir değer olarak toplumun kabullenmesini beklemesi, mümkün değildir. Ana Muhalefet Partisi Genel Başbakanı siyasal erkin (hükümetin) yargıya müdahale ettiğini ve bunu kanıtlayacak ellerinde belgelerin olduğunu söylüyor.(20.06.2017 CHP grup Toplantısı konuşması) Toplumun değişik kesimlerinde de bu durum çeşitli vesilelerle ifade edilmektedir. Bu durum, adalet uygulamaları açısından aslında toplumda açıkça da görülen bir durum. Toplumun uzunca bir süredir Olağanüstü Hal Yasası (OHAL) ile yönetilmek istenmesi, meclisin yetkilerinin Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) elinden alınarak, OHAL yasasında olmayan düzenlemelerin yapılması da endişeyi artırmaktadır. Temel haklar konusunda düzenleme yapılmayacak denmesine rağmen “hukuk güvenliğinin” ortadan kaldırılması hak arama yollarının kapatılmasının, Adaletsizliğin ön varsayımı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Hak arama yolları sosyal hayatta çok çeşitlidir. Bu yasalarla belirlenebileceği gibi, son zamanlarda toplumların hayatına giren, sivil itaatsizlik yoluyla, bozulan ve/veya eskimiş olan, düzenleyici kuralların değiştirilmesini sağlama çabası şeklinde de olmaktadır. Ülkemizde yaşanan hukuksal ve sosyal adaletsizliklerin ortadan kaldırılması, mücadeleden geçmektedir. Adaletin, halka su kadar, ekmek kadar elzem olduğu, vicdan ve fikir hürriyetinin hava kadar gerekli olduğu çeşitli iletişim kanalları kullanılarak anlatılmalıdır. Bir bütün olarak bakıldığında var olan hukuk düzeni ve uygulamalar yeterli “güvenlik” koşulunu sağlamamaktadır. "Adalet! Hani nerede?" arayışı, toplumun dinamikleri tarafından bu zaman diliminde, yaşanılır çözümü bulmayı yeniden önlerine koymaktadır.

Bu bozuk düzende, bozulan sosyal adalet arayışı, hak ve hukuk anlayışının sağlanmasını arama ve yeniden kurma çabası hiç durmadan devam edecektir.

Ertuğrul KILIÇ

Ankara, 15.07.2017




[1] Çevirim içi: https://www.etimolojiturkce.com/kelime/adl,21.06.2017, Arapça ˁdl kökünden gelen ˁadl عدل  "1. dengeleme, adil olma, hak gözetme, 2. adalet" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça aynı anlama gelen ˁadālat عدالة  sözcüğü ile eş kökenlidir.
[2] Çevirim içi: http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.594a195ed56a37.85000175,21.06.2017
[3] Çevirim içi:http://www.sozluk.adalet.gov.tr/Adalet,21.06.2017
[4] Çevirim içi: http://www.haber7.com/yazarlar/prof-dr-ersan-sen/2358424-adalet-uzerine,21.06.2017



VUK 359 Kapsamında Teminat, Ceza ve Mali Suç Bağlantıları Normlar Arası Geçiş ve Uygulama Rehberi

  Giriş Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesi, vergi kaçakçılığı suçlarını düzenleyen temel ceza normudur. Ancak bu madde, uygulamada yalnızca ...