8 Eylül 2025 Pazartesi

Seçim Sandğı, Gerginliğin Tek Sessiz Çözümü

 

Türkiye, uzun süredir ekonomik sıkıntıların, sosyal huzursuzlukların ve siyasal gerilimlerin iç içe geçtiği bir dönemden geçiyor. Enflasyonun yarattığı hayat pahalılığı, sabit gelirliyi nefessiz bırakırken, işsizlik ve yoksulluk geniş kitleleri çaresiz kılıyor. Küçük esnaf ayakta kalmakta zorlanıyor, emekliler maaşlarının kiraya bile yetmediğini söylüyor, anneler okullar açılırken, çocuklarının masraflarını nasıl karşılayacağını düşünüyor. Gençler, geleceğini nasıl kuracağı konusunda büyük bir endişe içerisinde.Toplumsal tablonun her rengi sıkıntı içinde.

Buna bir de siyasette giderek artan gerilim ekleniyor. Muhalefetin idası,iktidar muhalefeti zayıflatmak için yargıyı bir araç olarak kullanıyor; soruşturmalarla, davalarla ve siyasi yasak tartışmalarıyla muhalefeti terbiye etmeye çalışıyor. Demokratik kuralların baskı ve zorla değiştirilmesi, muhalefeti oyun dışına itme girişimleri, siyasetin merkezini daraltıyor.

Bu tablo, yalnızca siyasal alanı değil, toplumun sosyal ve ekonomik hayatını da doğrudan geriyor. Çünkü hukuk ve siyaset üzerindeki baskı, ekonomiye de sirayet ediyor. Borsada dalgalanmalar, risk primindeki artış, dövizi tutmak için Merkez Bankası rezervlerinin eritilmesi… Tüm bunlar halka zam, borç, işsizlik ve yoksulluk olarak geri dönüyor.

Tam da bu nedenle seçim sandığı, Türkiye’nin önündeki en önemli çıkış kapısıdır. Sandık, yalnızca oy kullanılan bir kutu değil, toplumun nefes alabileceği, gerginliğin demokratik bir şekilde çözülebileceği bir alan.

Şili’de Pinochet, 1988 referandumunda halkın “Hayır” demesiyle yıllarca korkuyla ayakta duran rejimini kaybetti. Sırbistan’da Milošević seçimleri manipüle etmeye çalışsa da halkın iradesi sandıkta birleşince iktidarı devrildi. Gürcistan’da hileli seçimlere karşı halk sandığı işaret ederek “Gül Devrimi”ni başlattı. Bu örnekler, sandığın sessiz ama kırılmaz gücünü ortaya koyuyor, kaos yaratmadan toplumsal iradeyi görünür kılıyor.

Tarih boyunca otoriter yönetimlerin en çok korktuğu şey sandık oldu. Çünkü sandık, sessiz ama güçlü bir biçimde değişimi mümkün kılar.

Bugün Türkiye’de de gergin bir durum söz konusu. Toplumda bunca biriken soruna ve muhalefetin ısrarlı seçim çağrısına rağmen, iktidarın kaçmak istediği sandık, aslında hem toplum hem de iktidar için bir fırsattır. Toplum çok gergin, muhalefete İstanbul il başkanlığında yaşatılan gerğinlikte ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda iktidarın yönetim siyasetinin tıkanıklığını gösteren önemli bir gösterge.

Toplum açısından sandık, ekonomik ve sosyal baskılar altında biriken öfkenin demokratik kanallardan dışa vurulmasını sağlar. İktidar açısından ise seçim, meşruiyetini yeniden tazelemenin tek yoludur. Seçim olmadan sorunlar daha da ağırlaşır, gerginlik daha da büyür. Ama seçimle birlikte toplumsal denge yeniden kurulabilir.

Sandık, toplumun kaderini değiştirebilecek en barışçıl araçtır. Kavgayı değil, çözümü, kutuplaşmayı değil, ortak iradeyi mümkün kılar. Bugün Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan şey de tam olarak budur. Halkın iradesini özgürce ortaya koyabileceği, siyasetin yeniden nefes alacağı bir seçim.

Sonuçta, içinde bulunduğumuz ekonomik, sosyal ve siyasal gerginlikten çıkışın tek yolu seçimdir. Sandık, yalnızca halk için değil, iktidar için de kurtuluş anlamına gelmektedir. Çünkü sandık, sessiz ama en etkili güçtür: değişimin, denge arayışının ve demokratik çıkışın tek gerçek adresi.

 


6 Eylül 2025 Cumartesi

Damga Vergisindeki Sessiz Artış: Bütçeye 6–8 Milyar Lira Katkı

 Vergiler genelde manşetlere büyük zamlarla ya da yeni düzenlemelerle girer. Ama bazen sessiz sedasız yapılan değişiklikler, bütçe gelirleri içinde kayda değer bir fark yaratır. Damga vergisindeki artış da tam böyle bir örnek.


2025 başında yapılan düzenlemelerle beyannameler üzerinden alınan damga vergisi ciddi şekilde artırıldı. Gelir ve kurumlar vergisi beyannameleri için 672 liradan 1.000 liraya yükselen damga vergisi, mükellef başına 327 lira ek yük getirdi. Aylık verilen KDV ve muhtasar beyannamelerinde ise 443 liradan 526 liraya çıkan damga vergisi, ilk bakışta daha sınırlı bir artış gibi görünse de yıllık bazda mükellef başına yaklaşık 988 liralık ek maliyet anlamına geliyor.


Peki bu artış bütçeye nasıl yansıyor? Gelir İdaresi’nin Haziran 2025 verilerine bakalım:


  • Gelir vergisi mükellefi sayısı 2 milyon 676 bin,
  • Kurumlar vergisi mükellefi 1 milyon 213 bin,
  • KDV mükellefi ise 3 milyon 787 bin.



Bu tabloya artış oranlarını uyguladığımızda sadece gelir ve kurumlar vergisi beyannamelerinden gelen ek katkı 1,3 milyar lira düzeyinde kalıyor. Ancak iş KDV’ye geldiğinde rakamlar sıçrıyor: yıllık yaklaşık 3,7 milyar lira.


Asıl çarpan etkisi muhtasar beyannamelerde ortaya çıkıyor. Mükellef sayısına bağlı olarak bütçeye getirisi 1 ila 3 milyar lira arasında değişiyor. Yani toplamda bu sessiz artışın bütçeye katkısı 6 ile 8 milyar lira arasında.


Bir başka ifadeyle, vatandaşın çoğu farkına bile varmadan ödenen damga vergisi, devletin kasasına hatırı sayılır bir kaynak sağlıyor. Vergi gelirleri içinde payı küçük gibi görünse de, artışlarla birlikte önemli bir tamamlayıcı unsur haline geldiğini söylemek mümkün.


5 Eylül 2025 Cuma

Sahte Belge Kullanımı, TCK’ da Suçun Unsurları, Gelir İdaresi Başkanlığı’nın Yaklaşımı ve Eleştirel Bir Değerlendirme

 

Özet

Vergi güvenliğini tehdit eden en önemli fiillerden biri, sahte belge düzenlenmesi ve kullanılmasıdır. 306 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği, sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belgelerin kapsamını açıklığa kavuşturmuştur. Gelir İdaresi Başkanlığı, son dönemde yaptığı açıklamalarda sahte fatura kullananların da düzenleyen kadar sorumlu olduğunu vurgulamaktadır. Ancak bu yaklaşım, kusursuz sorumluluk eleştirilerini beraberinde getirmektedir. Çalışmada, söz konusu Tebliğ, Gelir İdaresi’nin görüşleri ve bu görüşlere yöneltilen eleştiriler, TCK’daki suçun unsurları ışığında incelenmektedir.

Anahtar Kelimeler: Vergi Usul Kanunu, sahte fatura, muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge, Türk Ceza Kanunu, suçun unsurları

Giriş

Vergi hukukunun temel ilkelerinden biri, mükelleflerin ödevlerini doğru ve dürüst biçimde yerine getirmesidir. Bu çerçevede, sahte belge düzenlenmesi ve kullanılması, yalnızca vergi ziyaına neden olmakla kalmayıp mali sistemin güvenilirliğini de zedelemektedir. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesinde düzenlenen kaçakçılık suçları, bu tür fiillerle mücadeleye yöneliktir. 306 Sıra No.lu Tebliğ ise özellikle uygulamada sıkça karşılaşılan sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge ayrımını açıklığa kavuşturmuştur.

306 Sıra No.lu Tebliğin Düzenlemeleri

Tebliğe göre:

  • Sahte Belge: Gerçek bir muamele veya duruma dayanmadığı halde düzenlenen belgedir.
  • Muhteviyatı İtibarıyla Yanıltıcı Belge: Gerçek bir muameleye dayanmakla birlikte, miktar veya mahiyet itibarıyla gerçeğe aykırı unsurlar taşıyan belgedir.
    Bu ayrım, TCK’daki suçun maddi unsurunu belirleme açısından önem taşımaktadır.

Gelir İdaresi Başkanlığı’nın Görüşleri

Son yıllarda Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB), kamuoyuna ve mükelleflere yönelik açıklamalarında şu hususları öne çıkarmaktadır:

  1. Kullanıcı da sorumludur: Sahte fatura düzenleyen kadar, kullanan da cezai sorumluluk altındadır.
  2. Özen yükümlülüğü: Mükellef, ticari ilişkiye girdiği kişinin sahte belge düzenleyip düzenlemediğini araştırmakla yükümlüdür.
  3. Riskli mükellef listeleri: GİB’in açıkladığı listelerde yer alan firmalarla işlem yapılması, sahte belge kullanma şüphesi doğurmaktadır.
  4. İade taleplerine etkisi: Sahte belge kullanan mükellefler, KDV iadesi gibi haklardan yararlanamaz.

Eleştiriler ve Karşı Görüşler

GİB’in yaklaşımı, doktrinde ve uygulamada çeşitli tartışmalara yol açmaktadır:

  • Kusursuz sorumluluk eleştirisi: Kullanıcının faturanın sahte olduğunu bilmediği hallerde dahi cezalandırılması, masumiyet karinesine aykırı görülmektedir.
  • Ticari hayatın gerçekliği: Özellikle büyük tedarik zincirlerinde mükelleflerin her bir karşı tarafı detaylı incelemesi pratikte mümkün değildir.
  • Vergi ziyaı ile suç ayrımı: Vergi kaybına neden olan her durumda suçun oluştuğu kabul edilirse, idari nitelikli vergi ziyaı cezası ile ceza hukuku arasındaki sınır bulanıklaşmaktadır.

TCK Açısından Suçun Unsurları

  • Maddi Unsur: Sahte belge düzenlemek veya kullanmak fiili.
  • Manevi Unsur: Suçun kural olarak doğrudan kastla işlenmesi gerekir. Taksir, suçun oluşumu için yeterli değildir.
  • Hukuka Aykırılık: Fiilin meşru bir sebebe dayanmaması gerekir.

Bu açıdan, Gelir İdaresi’nin yaklaşımı, kast unsurunu ikinci plana iterek fiili “objektif sorumluluk” ile cezalandırma riskini doğurmaktadır.

Sonuç ve Değerlendirme

Sahte fatura kullanımı, vergi sistemine olan güveni zedeleyen ciddi bir fiildir. Bununla birlikte, suçun oluşabilmesi için TCK’nın genel hükümleri gereği maddi, manevi ve hukuka aykırılık unsurlarının bir arada gerçekleşmesi gerekir. Gelir İdaresi’nin sahte fatura kullananı da düzenleyen kadar sorumlu tutan yaklaşımı, vergi güvenliği açısından anlaşılır olmakla birlikte, hukukun temel ilkeleriyle çatışma riski barındırmaktadır. Daha adil bir uygulama için, mükellefin özen yükümlülüğünü yerine getirip getirmediği, kastının bulunup bulunmadığı ayrıntılı biçimde değerlendirilmelidir.


Kaynakça

  1. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, m. 359.
  2. 306 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği, Resmî Gazete, 18.06.2002, Sayı: 24790.
  3. Türk Ceza Kanunu, m. 21, 37, 38.
  4. Gelir İdaresi Başkanlığı, “Sahte Belge Düzenleme ve Kullanma Hakkında Kamuoyu Duyurusu”, www.gib.gov.tr (erişim: 2025).
  5. Doğan, Ş., Vergi Kaçakçılığı Suçları, Ankara: Seçkin Yay., 2022.
  6. Yılmaz, E., “Vergi Suçlarında Kast Unsuru”, Vergi Dünyası, 2021/452, s. 45-60.

3 Eylül 2025 Çarşamba

İŞLETMELERİN ÖĞRENCİLERE VERDİĞİ BURSLAR GİDER YAZILABİLİR Mİ?

 

Okullar açılıyor, birçok öğrenci eğitimini sürdürmek üzere işletmelerden burs arayışlarını sürdürüyorlar. İşletmeler öğrencilerin bu burs arayışlarına karşılık vermek istiyorlar ancak aynı zamanda giderde yazmak istiyorlar. Bu insani ve toplumsal dayanışma örneği olan burslar ne yazık ki, kanunda gerekli koşulları sağlamaz ise gider yazılamıyor.

Öğrenci bursları, işletmeler için iki durumda değerlendirilebilinir.

Birincisi, işle ilgili olan ve bir sözleşme karşılığı, öğrenciliği bittikten sonra hizmet vermek üzere ödenen burslar,

İkincisi, sözleşme ve hizmet koşulu olmadan yapılan burslar,

Aşığa da kısaca bu durumlar anlatılmıştır.

1.Gider Yazılabilmesi İçin Şartlar;

Bir burs ödemesinin kurum kazancından indirilebilmesi için aşağıdaki koşulların birlikte sağlanması gerekir:

İşle bağlantılı olmalı: Öğrenciyle, mezuniyet sonrası işletmede çalışma yükümlülüğü içeren yazılı bir sözleşme yapılmalı.

Objektif seçim süreci: Bursiyerler, tüm öğrencilerin katılabileceği bir yarışma sınavıyla belirlenmeli.

Orantılılık ilkesi: Burs süresi ve tutarı, işletmenin faaliyet hacmiyle uyumlu olmalı.

Bu şartlar sağlanırsa, burs ödemesi “ücret gideri” sayılarak kurum kazancından indirilebilir.

2.Yardım Amaçlı Burslar;

Sadece sosyal sorumluluk veya yardım amacıyla yapılan burslar:

Ticari kazancın elde edilmesiyle doğrudan ilişkili olmadığından,

Kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınamaz.

 

2 Eylül 2025 Salı

HUKUKUN GÖLGESINDE DEMOKRASI, CHP’NIN ÖNÜNDEKI YENİ YOL

İstanbul’daki kongre kararı bir mahkeme salonundan çıktı, ama asıl etkisi siyasetin kalbinde hissedildi. 
Bir asliye hukuk mahkemesinin, YSK’nın yetkisine giren bir kongreyi iptal etmesi sadece teknik bir hukuk tartışması değildir. Bu, toplumun demokrasiye olan güvenini zedeleyen, yurttaş iradesini yok hükmünde sayan bir müdahaledir.

Burada asıl sorulması gereken soru şudur: CHP bu tabloyu yalnızca kendi iç meselesi olarak mı görüp,iç tartışmanın ve/veya hesaplaşmanın bir aracı olarak mı görecek, yoksa demokrasiyi yeniden inşa etmenin vesilesi mi yapacak?

Demokrasi ve Adaletin Bağlantısı

Demokrasi yalnızca sandığa gitmek değil, iradeye sahip çıkmaktır. Adalet ise yalnızca mahkeme kararları değil,toplumun hakkaniyet duygusudur. Eğer dar gelirli yurttaş ekmeğini kazanırken her gün adaletsizliğe uğruyorsa, eğer vergi yükü emekçinin sırtındaysa ama sermaye grupları imtiyazlarla korunuyorsa, orada demokrasi kâğıt üstünde kalır.

CHP bu kararı halka anlatırken, yalnızca “yargı siyasallaştı” dememeli. Aynı zamanda şunu göstermeli.Adalet yoksa, geçim de yoktur. Hukuk yoksa, mülkiyet hakkınız, sendika seçiminiz, meslek odasının seçim sonucu da güvende değildir.

Adil Paylaşım ve Hukuk Devleti

Sermaye örgütleri bu hukuksuzluklara sessiz kalıyor. Çünkü düzen, kısa vadede onların lehine işliyor. Ama hukukun yok olduğu yerde sözleşme, yatırım ve piyasa güvenliği de yok olur. CHP, bu çelişkiyi halka göstermeli. 

Hukukun üstünlüğü yalnızca bir hukukçu meselesi değil, dar gelirlinin sofrasındaki ekmek meselesidir.
Adil paylaşım olmadan demokrasi işlemiyor. Bir yanda ayrıcalıklı imtiyaz sahipleri, 
diğer yanda günü kurtarmaya çalışan milyonlar. Hukukun siyasallaşması, işte bu adaletsiz paylaşımı daha da pekiştiriyor.

Yeni Bir Toplumsal Yapılanma

CHP’nin önündeki en büyük fırsat budur: Bu müdahaleyi, yalnızca parti kongresi tartışması olmaktan çıkarıp,yaşamını sürdürürken büyük sıkıntılar yaşan işçisiyle, emeklisiyle, esanafı ve köylüsüyle, genci ve kadınıyla halkın hayatına dokunan bir demokrasi davasına dönüştürmek durumundadır.

- Hukuku savunurken, adil paylaşımı da savunmalı.

 - Demokrasi derken, dar gelirlinin geçim sıkıntısını da gündeme getirmeli. 

- Adalet derken, sadece mahkeme salonlarını değil, halkın mutfağını da işaret etmeli.  

Çünkü yurttaş şunu görmek istiyor: Benim oyum, benim örgütlenmem, benim mülkiyetim, benim ekmeğim, aşım, eğitim hakkım, sağlık hakkım 

Hepsi aynı zincirin halkalarıdır.

Gelecek İçin Toplumsal Bir Uyarı

Bugün bir partinin kongresine mahkeme kararıyla müdahale edilirse, yarın sendikanın seçimine, öbür gün meslek odasının seçim sonucuna, çiftçinin kooperatifine, sıraadan insanların yaşam hakkına sıra gelir.

Hukuk, toplumun ortak evi olmaktan çıkarsa, kimse kendini güvende hissedemez.
CHP’nin yapması gereken tam da budur: Bu kararı, yeni bir toplumsal yapılanmanın demokrasinin yeniden halkın, hak sahibi olduğu başlangıç noktası olarak halka anlatmak.

Demokrasi, adalet, adil paylaşım ve hukuku birlikte savunmak.

Çünkü demokrasi, yalnızca özgürce oy kullanmak değil, aynı zamanda özgürce yaşamak demektir. 

1 Eylül 2025 Pazartesi

VERGİ HUKUKU AÇISINDAN (AMME ALACAKLARINDA) TECİL VE TAKSİTLENDİRME UYGULAMASI

 MDERGI/8668A.Lebib yalkın,EYLÜL 2025 Sayı: 261)

 

Uzman Yorumu

 

VERGİ HUKUKU AÇISINDAN (AMME ALACAKLARINDA) TECİL VE TAKSİTLENDİRME UYGULAMASI

 

Ertuğrul KILIÇ

Bilim Uzmanı, SMMM, Bağımsız Denetçi

 

1. Giriş

Vergi alacaklarının zamanında ve etkin biçimde tahsili, mali idarenin en önemli görevlerinden biridir. Ancak ekonomik zorluklar nedeniyle borçların zamanında ödenememesi durumunda, mükelleflerin hem kamu alacaklarını ödeyebilmeleri hem de ticari varlıklarını sürdürebilmeleri için bazı kolaylıklar tanınmaktadır. Bu kolaylıklardan biri de 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 48. maddesinde düzenlenen tecil ve taksitlendirme müessesesidir. 09.07.2025 tarih 32951 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesine göre,6183 sayılı Kanun’un 48/2 fıkrasında yer alan tutar 250 bin TL olarak yeniden belirlenmiştir. Bu çalışmada, söz konusu maddenin kapsamı, başvuru şartları ve hangi borçların bu madde kapsamında yer alıp almadığı ele alınacaktır.

 

2. 6183 Sayılı Kanun’un 48. Maddesi: Tecil ve Taksitlendirme Hakkı

 

2.1. Yasal Düzenleme

6183 sayılı Kanun’un 48. maddesi, amme borçlusunun talebi üzerine, borçların vadesinde ödenmemesi durumunda, Maliye Bakanlığı veya yetkilendirdiği vergi dairelerine, borçlunun durumunu ve ödeme gücünü dikkate alarak borcun tecil edilmesine, yani ertelenerek belirli taksitlerle ödenmesine imkân tanımaktadır.

Madde metnine göre:

"Amme borçlusunun mali durumunun müsait olmaması sebebiyle borcunu vadesinde ödeyememesi hâlinde, alacaklı tahsil dairesi tarafından borcun teciline karar verilebilir."

 

3. Tecil ve Taksitlendirme Kapsamında Olan Borçlar

Aşağıda sayılan kamu alacakları, borçlunun yazılı talebi ve idarenin uygun görmesi halinde 48. madde kapsamında tecil ve taksitlendirilebilir:

- Gelir, Kurumlar ve Katma Değer Vergisi (KDV)

- Özel Tüketim Vergisi (ÖTV)

- Damga Vergisi

- Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV)

- Veraset ve İntikal Vergisi

- Emlak Vergisi ve çevre temizlik vergisi gibi belediye gelirleri

- İdari para cezaları (belirli durumlarda)

- Sosyal güvenlik primleri (SGK ile yapılan protokoller çerçevesinde)

- Gecikme zammı ve faizi

- İştirak ve kefaletten doğan borçlar

Katma değer vergisi müracaat tarihinden itibaren azami 6 ay, 7440 sayılı Kanun’un 10’uncu maddesinin yirmi yedinci fıkrası uyarınca alınan "Ek Vergi" ile 7456 sayılı Kanunun 1 inci maddesi gereğince alınan "Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi" ise müracaat tarihinden itibaren azami 12 ay süreyle tecil edilebilir.

 

4. Tecil ve Taksitlendirme Kapsamına Girmeyen Borçlar

Aşağıdaki borç türleri 6183 sayılı Kanun’un 48. maddesi kapsamında tecil edilemez

- Geçici Vergi

- ÖTV (beyanla birlikte ödenmesi gereken durumlarda)

- Bankacılık ve Sigorta Muameleleri Vergisi (BSMV)

- Özel İletişim Vergisi

- Damga Vergisi (sözleşme anında ödenmesi gereken türler)

- Gümrük vergileri ve cezalara ilişkin borçlar

- Yargı kararları gereği derhal tahsili gereken borçlar

 

5. Başvuru ve Uygulama Süreci

Mükellefler, vergi dairesine ya da Dijital Vergi Dairesi aracılığıyla başvurarak tecil ve taksitlendirme talebinde bulunabilirler. Vergi dairesine "48/A Maddesine Göre Tecil ve Taksitlendirme Talep Formu" ile başvuracaklardır. Tecil ve taksitlendirme talebinde bulunan mükellefin formun ilgili bölümlerini doldurması gerekir. Formda bulunması gereken bilgilerin eksik olması durumunda vergi dairesi mükellefe, eksikliklerin 5 iş günü içerisinde tamamlanması için bildirimde bulunacaktır. Başvuru sırasında, mükellefin borcunu vadesinde ödeyememesine neden olan mali durumu gerekçelendirmesi de beklenir. Önemli uygulama unsurları şunlardır:

-Teminat şartı: Borç 250.000 TL’yi geçiyorsa aşan kısım için teminat istenir.

-Borçsuzluk yazısı: Tecil yapılsa bile bazı işlemler için borcu yoktur yazısı alınamaz. Vergi dairesinden borcun bulunmadığına dair yazı (borcu yoktur yazısı) alınabilmesi için, tecil edilen borç tutarının asgari %10’unun ödenmesi gerekmektedir.)

-Ödeme süresi: En fazla 36 ay, istisnai durumlarda 60 aya kadar taksit yapılabilir.

- Faiz oranı: Tecil faiz oranı yıllık olarak Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından belirlenir.

"Borçlunun malları üzerine haciz uygulandıktan sonra borcun tecil edilmesi halinde, hacizli mallar, tecil ve taksitlendirilen borçlar için değeri tutarınca teminat yerine geçer. Tecilden önce uygulanan ve alacağın tamamını karşılayacak değerde olan hacizler, yapılan ödemeler nispetinde kaldırılır ve buna isabet eden teminatlar bölünebilir nitelikte ise iade edilir."

1.Örnek: İşletmenin borç tutarı 250.000 TL’dir.

Bu borç tutarı teminat aranmaksızın taksitlendirilecektir.

2. Örnek: İşletmenin (A) vergi dairesine 200.000 TL, (B) vergi dairesine 150.000 Tl borcu vardır. Bu durumda;

Vergi dairesi 250.000 TL borcu teminatsız taksitlendirecektir. Kalan borç ise;( 200.000+150.000= 350.000 TL toplam borç,350.000-250.000=100.000 TL’dir. Teminat tutarı 100.000/2= 50.000 TL olacaktır. Vergi dairesi 50 bin TL’lik zorunlu teminat alacaktır.

3.Örnek: Mükellef (C)’nin 15.000.000 lira vergi borcu için vergi dairesi, mükellefin 13.500.000 lira ve 12.000.000 lira değerindeki iki adet gayrimenkulüne haciz uygulamıştır. Mükellef vergi dairesinden borçlarının tecil ve taksitlendirmesini talep etmiş, anılan vergi dairesince söz konusu borçlar 5 ayda ve 5 eşit taksitte ödenmek üzere tecil edilmiştir. Tecil ve taksitlendirmeden önce borcun tamamını karşılayacak değerde haciz uygulandığından, zorunlu teminat tutarı istenmeyecektir. Dolayısıyla uygulanan hacizler tecil yapılmasına rağmen kaldırılmayacaktır. Mükellefin, iki taksiti ödemesi durumunda, kalan tecilli borç tutarı 9.000.000 lira olacaktır. Mükellefin gayrimenkulleri üzerine borcun tecilinden önce tatbik edilen hacizler, taksit ödemeleri nispetinde kaldırılabileceğinden, kalan 9.000.000 lira ve hesaplanan tecil faizlerinden oluşan borcu, 13.500.000 lira değerindeki gayrimenkulü karşılaması halinde bu gayrimenkul üzerindeki haciz baki kalmak kaydıyla 12.000.000 lira değerindeki gayrimenkul üzerindeki haciz kaldırılacaktır.

 

6. Değerlendirme ve Sonuç

6183 sayılı Kanun’un 48. maddesi, mükellef ile devlet arasında ödeme kolaylığı sağlayarak vergi tahsilatının sürekliliğini sağlamaktadır. Ancak bu mekanizmanın etkin işlemesi, kapsamın doğru belirlenmesi ve uygulama prosedürlerinin hızlı ve şeffaf olmasıyla mümkündür. Kapsama girmeyen borçlar konusunda netlik sağlanmalı, özellikle geçici vergi gibi tartışmalı alanlarda mevzuat güncellemeleri değerlendirilmelidir. Yüksek enflasyon dönemlerinde zorunlu teminat tutarının düşük belirlenmesi, yeterli sermayeye sahip olmayan ve teminat gösterme zorluğu çeken firmaların daha da zor durumda kalmalarına neden olabilmektedir.

Not: Tahsilat Genel Tebliği (Seri: C Sıra No: 8) ile yıllık %36 olarak uygulanan tecil faiz oranı 21/5/2024 tarihinden geçerli olmak üzere yıllık %48’e çıkarılmıştır. 21/5/2024 tarihinden önce tecil talebinde bulunulmuş ve talep kabul edilerek tecil edilmiş amme alacaklarına yönelik tecilin ihlal edilmiş olması; ancak yeni talepler üzerine yeniden tecil yapılması (tecilin geçerli sayılması) halinde 20/5/2024 tarihine kadar eski tecil faizi oranı (%36), bu tarihten sonra ödenmesi gereken taksit tutarlarına ise yeni (%48) tecil faizi oranı uygulanacaktır.

 

Kaynakça

6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun, m. 48.

 

Gelir İdaresi Başkanlığı, "Tecil ve Taksitlendirme Rehberi", 2024.

 

Danıştay 7. Dairesi, E. 2018/4567, K. 2020/1930.

 

GİB, "Dijital Vergi Dairesi Uygulama Kılavuzu", 2023.

 

213 sayılı Vergi Usul Kanunu.

 

Çevirim içi; https://www.turmob.org.tr/arsiv/mbs/resmigazete/-2025_6183_tecil_taksitlendirme.pdf

GERÇEK FAYDALANICI BİLDİRİM YÜKÜMLÜLÜĞÜ PAY ORANI TEMELLİ BİR İNCELEME

 

1. Giriş

Vergi şeffaflığı ve uluslararası bilgi değişimi standartlarına uyum amacıyla yayımlanan 529 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği, mükelleflerin gerçek faydalanıcı bilgisini Gelir İdaresi Başkanlığı’na bildirme yükümlülüğünü düzenlemektedir. Bu çalışmada, gerçek faydalanıcı kavramı, bildirime tabi mükellef grupları ve özellikle pay oranı üzerinden yapılan değerlendirmeler ele alınacaktır.

2. Gerçek Faydalanıcı Kavramı ve Hukuki Dayanak

Tebliğe göre gerçek faydalanıcı, tüzel kişi veya tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri nihai olarak kontrol eden, bunlar üzerinde nihai nüfuz sahibi olan gerçek kişidir[^1]. Bu tanım, FATF (Financial Action Task Force) ve OECD standartlarıyla uyumludur.

Örnek Tanım: Bir anonim şirkette %60 paya sahip olan kişi, şirketin yönetim kurulunu belirleyebilme gücüne sahipse, gerçek faydalanıcı olarak kabul edilir.

[^1]: VUK 529 Sıra No.lu Genel Tebliği, Resmî Gazete, 13 Temmuz 2021, Sayı: 31540.

3. Bildirim Yükümlülüğü Olan Mükellefler

Aşağıdaki gruplar, gerçek faydalanıcı bilgisini elektronik ortamda bildirmekle yükümlüdür.

Mükellef Türü

Bildirim Zorunluluğu

Açıklama

Kurumlar Vergisi Mükellefleri

Evet

Tüm sermaye şirketleri, kooperatifler

Tüzel Kişiliği Olmayan Teşekküller

Evet

Adi ortaklık, iş ortaklığı, vakıf, dernek

Serbest Meslek Erbabı (Dolaylı Yapı)

Duruma bağlı

Yapı üzerinden gelir elde ediliyorsa

3.1 Kurumlar Vergisi Mükellefleri

Tüm sermaye şirketleri, kooperatifler ve iktisadi işletmeler.

3.2 Tüzel Kişiliği Olmayan Teşekküller

Adi ortaklıklar, iş ortaklıkları, vakıflar ve dernekler.

3.3 Gerçek Kişiler

Serbest meslek erbabı ve gelir elde eden bireyler, dolaylı kontrol sağlıyorsa bildirim yükümlüsüdür.

4. Pay Oranı Temelli Gerçek Faydalanıcı Tespiti

Gerçek faydalanıcının belirlenmesinde pay oranı, kontrol gücünün en somut göstergesidir. Aşağıdaki tabloda, farklı pay oranlarına göre gerçek faydalanıcı statüsü değerlendirilmiştir:

Pay Oranı (%)

Gerçek Faydalanıcı Sayılma Durumu

Açıklama

%50 ve üzeri

Evet

Doğrudan kontrol ve karar alma gücü

%25–49

Duruma bağlı

Yönetim etkisi varsa evet

%10–24

Genellikle hayır

Dolaylı kontrol varsa incelenmeli

%1–9

Hayır

Sadece yatırımcı pozisyonu

Not: Pay oranı düşük olsa bile, dolaylı kontrol (örneğin vekil ortaklık, zincirleme ortaklık yapısı) varsa kişi gerçek faydalanıcı olabilir.

5. Örnek Olay İncelemesi

 “ABC A.Ş.” sermaye yapısı:

  • Neslihan Yıldız        : %55
  • Ayşe Pamuk            : %30
  • Mehmet Tuz             : %15

Bu yapıda, Neslihan Yıldız doğrudan çoğunluk payına sahip olup yönetim kurulunu belirleyebilme gücüne sahiptir. Dolayısıyla gerçek faydalanıcı olarak bildirilmelidir. Ayşe Pamuk ve Mehmet Tuz ise, kontrol gücüne sahip olmadıkları için bildirim kapsamına girmezler.

6. Bildirim Süreci ve Teknik Detaylar

  • Bildirim, Gerçek Faydalanıcı Bilgisi Bildirim Formu ile yapılır.
  • Kurumlar vergisi beyannamesi ile birlikte, her yıl elektronik ortamda GİB’e gönderilir.
  • Bildirimde, gerçek faydalanıcının adı, TCKN, pay oranı, kontrol şekli gibi bilgiler yer almalıdır.

7. Sonuç ve Değerlendirme

VUK 529 Tebliği, Türkiye’nin uluslararası vergi şeffaflığına uyum sürecinde önemli bir adımdır. Gerçek faydalanıcının doğru tespiti, sadece pay oranına değil, aynı zamanda fiili kontrol gücüne dayandırılmalıdır. Bu bağlamda, mükelleflerin kurumsal yapılarındaki karmaşık ortaklık ilişkilerini dikkatle analiz etmeleri ve bildirim yükümlülüklerini yerine getirmeleri gerekmektedir.

28 Ağustos 2025 Perşembe

Sosyal Devletten, Şirket Devlete: Vatandaşın Çöküşü

 

(Sonsöz Gazetesi 28.08.2025 tarihli nushasında yayımlandı https://sonsoz.com.tr/sosyal-devletten-sirket-devlete-vatandasin-cokusu)

Cumhuriyet, yurttaşına onurlu bir yaşam vaat etmişti: Eğitim, sağlık, adalet, eşitlik… Peki, bugün ne oldu da yurttaşın payına borç, şirketlerin payına teşvik düştü? Bu sorunun yanıtı, bizi ‘sosyal devlet’ten ‘şirket devlet’e sürükleyen yolun hikâyesidir.”

Bir ülke düşünün; vatandaşının karnı aç, cebi boş, geleceği ipotek altında… Ama şirketler kâr rekorları kırıyor. İşte sosyal devletten şirket devlete gidişin resmi tam da budur.

Temmuz 2025 bütçe verileri, bu gerçeği rakamlarla da ortaya koyuyor. Merkezi yönetim bütçesi yılın ilk yedi ayında 7 trilyon 699,8 milyar TL gider yaparken, 6 trilyon 695,5 milyar TL gelir elde edilebildi. Ortaya çıkan 1 trilyon 4 milyar TL’lik açık, sadece devletin kasasındaki eksikliği değil, aynı zamanda yurttaşın sırtına bindirilen yükü de işaret ediyor. Çünkü bu açık, yeni vergilerle, dolaylı yüklerle ve borçlanmalarla kapatılıyor.

Sanayi üretimi düşüyor, tarımda ithalata bağımlılık artıyor, işsizlik kalıcılaşıyor. Bu tabloya rağmen devlet, şirketlerin vergi borçlarını silmekten, teşvik paketleri açıklamaktan geri durmuyor. Kamu kaynakları, yurttaşın değil, şirketlerin kasasını doldurmak için seferber ediliyor.

Peki, yurttaşın payına ne düşüyor?

Borç… Daha çok borç.

Bugün milyonlarca insan bankalara kredi kartı faizi ödüyor. Geliri giderine yetmeyen haneler, borçla yoksulluğu yönetmeye zorlanıyor. Borç, artık sadece ekonomik bir mesele değil; insanın umudunu, yarınını ve özgürlüğünü tüketen bir mekanizmaya dönüşmüş durumda.

Oysa sosyal devletin varlık nedeni, vatandaşını yoksulluğa mahkûm etmek değil; adalet, eşitlik, özgürlük ve insanca yaşam hakkını güvence altına almaktır. Bütçenin kalemleri, bunu sağlaması gereken yerde tam tersine çalışıyor. Vergi adaleti yok; büyük şirketler istisna ve muafiyetlerle yükten kaçarken, küçük esnaf ve ücretliler en ağır yükü taşıyor.

İşte bu yüzden bugün, “sosyal devletten şirket devlete” geçişin sancılarını yaşıyoruz. Yurttaşın hakkı olan eğitim, sağlık, barınma gibi temel hizmetler geriliyor; devletin asli görevleri piyasaya devrediliyor. Ve vatandaş, her geçen gün biraz daha yoksullaşırken şirketler biraz daha büyüyor.

Vatandaş kaderi ile başa başa bırakılıyor ve yalnızlaşıyor.Çöküşte tam burada ortaya çıkıyor.

Sosyal devletin yeniden inşası, sadece ekonomik bir tercih değil; aynı zamanda bir demokrasi ve adalet meselesidir. Çünkü sosyal devlet yoksa geriye sadece borçla yönetilen, hakları törpülenmiş, umudu tüketilmiş bir toplum kalır.

VUK 359 Kapsamında Teminat, Ceza ve Mali Suç Bağlantıları Normlar Arası Geçiş ve Uygulama Rehberi

  Giriş Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesi, vergi kaçakçılığı suçlarını düzenleyen temel ceza normudur. Ancak bu madde, uygulamada yalnızca ...