3 Şubat 2023 Cuma

Finansal Mali Tablolardan Kimler Faydalanıyor, Neden Farklılaşıyor? (E-Yaklaşım)


Yazar: Ertuğrul KILIÇ*

E-Yaklaşım / Şubat 2023 / Sayı: 362

I- GİRİŞ

Finansal tablolar, işletmenin belirli bir tarihte finansal durumunu, işletmenin performansını ve işletmenin bir dönemde yaratmış olduğu nakit akışları hakkında kullanıcılara bilgi vermektedirler. Kullanıcılar, bu bilgilere göre karar alma aşamasında fayda sağlayacakları bilgiler vasıtasıyla doğru kararlar almak isterler. Finansal tablolar geçmişe ait olması nedeniyle işletmelerin geçmişine ait finansal durumlarını yansıtır. Bu nedenle de işletmenin röntgenini çekmek ve durumunu olduğu gibi görmek, resim etmek açısından da önemli bir araç olarak görülmektedir. Finansal tabloları ayrıştıran, Vergi Usul Kanunlarına göre hazırlanan mali tablolar ile Kamu Gözetim Kurumu’nun bağımsız denetiminden geçmiş, işletmeler için hazırlanan mali tablolar arasında farklılıklar oluşmaktadır. Bu da ülkemizde işletmelerin % 99,8’nin (KOBİ'ler 2020 yılında toplam girişim sayısının % 99,8'ini oluşturdu)([1]) küçük ve orta boy işletmelerden oluşması düşünüldüğünde amaçlanan faydanın nasıl sağlanacağı ve finansal tabloları oluşturun serbest muhasebeci mali müşavirler ile tablo kullanıcıları açısından belirsiz bir yük haline gelmektedir.

Küçük ve orta boy işletmelerin, MUST’ne göre ve BOBİ FRS’ye göre hangi bilgilerle finansal tabloları hazırlayacağı bu çalışmanın konusu olacaktır.

II- FİNANSAL TABLOLARA GENEL BAKIŞ

Tarihsel olarak çok eski dönemlere dayanan finansal tablolar bir dönem içerisindeki kârlılık sonuçları hakkında bilgi verirler. Muhasebe sistemi, işletmenin finansal olaylarına ilişkin gerçekleşen ve gerçekleşme ihtimali olan bilgileri toplayan ve bunları işleyerek raporlayan bir sistemdir. İlgili verileri toplar, bunları işler ve raporlama aşamasına getirerek sunar. Muhasebe sisteminin verilerini toparlayarak işlediği ve raporladığı tablolara finansal tablolar denilmektedir. Finansal bilginin temelini Finansal tablolar oluşturur. Bilanço (Finansal Durum tablosu), Gelir Tablosu, Nakit Akım Tablosu ve Öz kaynak Değişim Tablosu genel finansal tablolardır([2]).

Muhasebe, işletmedeki mali karaktere sahip ekonomik olayları para birimi belirterek, belirli bir tarih sırasına göre kaydeden muhasebe iki ayrı işlevi daha yerine getirmek durumundadır. Muhasebe kayıtlarını yapan muhasebeciler bu işlevlerden mali tabloları hazırlama ve bu mali tabloları yorumla durumunda kalmaktadırlar. Muhasebe kavramının yerine getirdiği ekonomik olaylara ilişkin raporlama finansal tablo kavramını doğurmaktadır([3]).

İşletmenin sahip olduğu varlıklar ve bu varlıklarda meydana gelen değişiklerle ilgili para ile ifade edilen işlemlerin raporlanması mali tablo kavramını ortaya çıkarmaktadır. İşletme ile yakından ilgilenen sahibi, ortakları, kredi verenler ile diğer ilgililer işletmenin sahip olduğu ve bunların nelerden sağlandığı, nasıl sağlandığı ve bunların nasıl dağıtılacağını bilmek isterler. Muhasebenin bilgi verme işlevi mali tablolarla sağlanmaktadır([4]).

TTK’nun Beşinci kısmında 68 Md.’sinde açılış bilançosu ve yılsonu finansal tablolarında “Tacir faaliyetlerinin başında ve her faaliyet döneminin sonunda, varlık ve borçlarının tutarlarının ilişkisini gösteren finansal tabloyu çıkarmak zorundadır.” Aynı maddenin sonunda Türkiye Muhasebe Standartlarının bu konudaki hükümleri saklıdır demiştir.

Muhasebe terminolojisinde ülkeden ülkeye farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. Muhasebenin bir dili ve sembolleri vardır. Bu dil farklı ülkelerde farklı şekillerde uygulanabilmektedir. Bunun başlıca sebebi ülkelerin kültür yapısına bağlı olarak oluşan muhasebe sistemi ve bu sistemi besleyen diğer unsurlardır. Ekonomik, soysal ve politik yapı ile tarihsel geçmiş, kullanılan muhasebe terminolojisini etkilemekte bunun sonucu olarak muhasebe sembolleri veya diliyle anlatılmak istenen konular farklı algılanabilmektedir([5]). 

III- MUHASEBE UYGULAMA TEBLİĞİNE GÖRE FİNANSAL TABLOLAR

Tek düzen muhasebe uygulama tebliğinin çıktığı zamanlarda adı Maliye Ve Gümrük Bakanlığı olan Devlet Bakanlığı’nın 26.12.1992 tarih 21447 sayılı Resmi Gazete’de, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 175 ve mükerrer 257. maddelerinin Bakanlığa verdiği yetkiye dayanılarak yayınladığı 1 Sıra No.lu Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği’ne göre;

a) Muhasebenin Temel Kavramları,

b) Muhasebe Politikalarının Açıklanması,

c) Mali Tablolar İlkeleri,

d) Mali Tabloların Düzenlenmesi ve Sunulması

e) Tekdüzen Hesap Çerçevesi Hesap Planı ve İşleyişi,

konularında düzenlemeler yapılmış ve bu düzenlemeler Tebliğin ekini oluşturmuştur.

Tebliğin düzenlenme amacı kısmında işletmelerin “bilanço usulünde defter tutan gerçek ve tüzel kişilere ait teşebbüs ve işletmelerin faaliyet ve sonuçlarının sağlıklı ve güvenilir bir biçimde muhasebeleştirilmesi, mali tablolar aracılığı ile ilgililere sunulan bilgilerin tutarlılık ve mukayese edilebilirlik niteliklerini koruyarak gerçek durumu yansıtmasının sağlanması ve işletmelerde denetimin kolaylaştırılması amacıyla yapılmıştır” denilmektedir. Finansal tablolarının ortaya çıkardığı bilgilerden işletme ilgililerinin faydalanması, düzenlemenin bu durumda niteliği ise “Bir işletmenin faaliyet ve sonuçları ile doğrudan ilgili olan kesim sadece o işletmenin sahip veya ortakları değildir. İşletmelerle doğrudan ilgili olan işletme sahip veya ortaklarının yanı sıra o işletme ile ticari, mali ve ekonomik ilişkiler kuran işletmeler veya toplum bireyleri, kredi, finans ve yatırım kuruluşları ile çeşitli kamu kurum ve kuruluşları işletmenin faaliyet ve sonuçları ile ilgilenmekte ve bu konuda sağlıklı ve güvenilir bilgi sahibi olmak istemektedirler. İşletmelerin faaliyet ve sonuçları konusunda bilgi kaynağı ise o işletmenin muhasebe kayıt ve belgeleri ile bunlara dayanılarak hazırlanmış mali tablolardır.” diye ifade ederek işletme ilgililerinin kimler olduğu ve bunların finansal tablolardan beklentisinin sağlıklı ve güvenilir bilgi sahibi olmak istemeleri olarak belirliyor.  Sağlıklı ve güvenilir bilgi esasında işletme ilgililerinin karar almalarını kolaylaştırmayı sağlayacağı, işletmelerin birden çok ihtiyaçlarının işletme ilgilileri tarafından karşılanmasında kolaylaştırıcı rol oynayacağı amaçlanmaktadır.

O zamanki adıyla “Maliye Ve gümrük Bakanlığı” bugünkü adıyla “Maliye Ve Hazine Bakanlığı” “Makro açıdan milli gelir hesapları ve benzeri istatistiklerin çıkarılmasında, kalkınma planlarının hazırlanmasında, ulusal ve uluslararası sermaye hareketlerinin düzenlenmesinde, ekonomik faaliyetlerin Devlet tarafından kontrol edilmesi ve yönetilmesinde muhasebede tekdüzeliğin sağlanması büyük önem arz etmektedir.” Mali tablolardan büyük beklentiler içerisine girerek ülkenin çeşitli ihtiyaçlarına özellikle istatistikî verilere aracılığıyla yeni kararlar almasından, kamunun temel bir ihtiyacı olan vergi alınmasında, bu düzenlemeden, tekdüzelik sağlanarak denetim ve uygulamanın tekleştirilmesinden fayda beklenmektedir.

Bu düzenlemenin kapsamı açısından farklı muhasebe uygulaması yapan işletmeleri de belirleyerek onların ayrı muhasebe sistemleri olması nedeniyle belirlenen "Muhasebenin Temel Kavramlarına”, "Muhasebe Politikalarının Açıklanmasına” ve "Mali Tablolar İlkeleri”ne uymaları kaydıyla bu Tebliğin diğer mecburiyetlerini yerine getirmekle yükümlü değillerdir, denilerek kapsam dışında bırakılmıştır.

Bu işletmeler;

a) Banka ve Sigorta Şirketleri,

b) Özel Finans Kurumları

c) Finansal Kiralama Şirketleri (faktoring v.b alanlarda faaliyet gösterenler dâhil),

d) Menkul Kıymet Yatırım Fonları Aracı Kurumlar ve Yatırım Ortaklıkları,

olarak belirlenmiştir. Bu işletmeler sigorta ve finans alanında faaliyet gösteren işletmelerden oluşmaktadır.

Bu tebliğde mali tablolar için, mali politikaların açıklanmasından, mali tablo ilkelerine uyulmasından, mali tabloların amaçlarından, mali tabloların özelliklerinden bahsederek bunların uygulanmasına ilişkin belirlemeleri de yapmış bulunmaktadır. İşletmelerin durumunu açıklayan mali tablolar hangilerinden oluşmaktadır.

Mali Tablolar aşağıdaki tabloları içerir:

1. Bilanço

2. Gelir Tablosu

3. Satışların Maliyeti Tablosu

4. Fon Akım Tabloları

5. Nakit Akım Tablosu

6. Kâr Dağıtım Tablosu

7. Öz Kaynaklar Değişim Tablosu

Muhasebe Usul ve Esaslarının "Mali Tabloların Düzenlenmesi ve Sunulmasına” ilişkin bölümünün "Temel Mali Tablolarla” ilgili kısmına uymakla yükümlü işletmeler ise bilanço esasında defter tutan ve aktif toplamı 5 milyar lira ile ticari faaliyet işlem hacmi 10 milyar lirayı arka arkaya iki yıl aşmayan;

• Ferdi işletmeler,

• Adi ortaklıklar,

• Kollektif şirketler.

• Adi komandit şirketlerdir.

Bu işletmelerin temel mali tabloların yanı sıra diğer mali tabloların düzenlenmesi ve sunulmasına ilişkin usul ve esaslara uymaları ihtiyaridir.

Mali tabloları ve uygulamalarını belirlerken bilanço usulüne göre defter tutan işletmelerin hangi mali tabloları düzenleyeceğini, belirli bir aktif toplam büyüklüğüne bağlamış ve bu büyüklükleri aşmayanların, Temel mali tabloların dışında sayılan tabloları düzenlemeyeceği istisnasını oluşturmuştur.

Bu istisna aslında mali tablolardan yararlananların sağlıklı ve karşılaştırılabilir bilgilerin elde edilmesinde Tek Düzen Muhasebe Uygulamaları Tebliği uygulamaları açısından güvenilir bilgilere ulaşılmasına, karar vericilerin tüm yönleriyle mali bilgilere vakıf olarak karar almasına yetmemektedir.

Mali tabloların değiştirilmesi konusunda ise “Mali tabloların hazırlanmasında esas alınan kavram ve ilkeler ile Türk Ticaret Kanunu ve ilgili diğer mevzuat hükümlerinin farklı uygulamalara yer verdiği durumlarda, işletmeler söz konusu mevzuat hükümleri uyarınca istenilen bilgileri sağlayacak şekilde gerekli düzenlemeleri yaparlar. Ancak, bu düzenlemeler bu bölümde yer alan ilkeler çerçevesinde düzenlenecek mali tabloların tekliği ilkesini değiştiremez” TTK'ya atıfta bulunmasına rağmen teklik ilkesinin değiştirilmemesine de izin vermemektedir.

18.09.1994 tarih ve 22055 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 3 sıra No.lu muhasebe sistemi uygulama tebliği ile ek mali tabloları düzenlemek zorunda olan işletmelerin belirlenmesinde net aktif toplamı ve net satışların toplamı ölçütü getirilmiştir. 8 sıra numaralı MUGT’de, ek mali tabloları düzenlemek zorunda olan mükelleflerin 1998 yılından itibaren verecekleri yıllık gelir veya kurumlar vergisi beyannamelerine ek mali tablolardan sadece “Kâr Dağıtım Tablosu”nu eklemelerinin yeterli bulunduğu belirtilmişti.

10 Sıra No.lu MSUGT’de; tebliğde yer alan parasal hadlerin, takip eden yıllarda Bakanlıklarca ayrıca bir belirleme yapılmadığı takdirde, her yıl bir önceki yıl için Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca tespit edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanacağı; bu şekilde yapılacak hesaplamada 50 lira ve daha düşük olan tutarlar dikkate alınmayacağı, 50 liradan fazla olan tutarların ise 100 liraya yükseltileceği belirtilmiştir.

Gelir idaresi başkanlığı finansal mali tabloların oluşturulmasında, Vergi Kanunlarına göre düzenlenecek finansal tabloların oluşturulmasında değerleme farklarından gelen, gelir ve giderlerin mali tablolara yansıtılmasında ve işletmelerin yapmış olduğu bazı giderler kabul edilmemektedir. Bu giderlerin mali tablolara alınması ihtiyari hale getirilmiş, beyanname üzerinden ilave ve indirim olarak düzenlenmesi istenmektedir. Bu yaklaşım diğer finansal çerçeveye göre düzenlenmiş finansal tablolarla arasında önemli farklılıklar doğurmaktadır. Ortaya çıkan finanssal tabloların hem dar anlamada hem de taşıdığı bilgilerin piyasa gerçekliğini yansıtmasından daha çok mali ilk kayıt yönteminin değerlerini taşıması (defter değeri) günün gerçek değerlerini kullanıcılara doğru bir şekilde sunmamaktadır.

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nca çıkarılan ve 24.11.2022 tarihli ve 32023 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 542 seri No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nde, yeniden değerleme oranı 2022 yılı için % 122,93 olarak tespit edilmiştir. 2022 yılı aktif toplamı 84.051.300 TL veya net satışlar toplamı 186.779.000 TL’yi aşan mükelleflerin, 2023 yılında verecekleri yıllık gelir veya kurumlar vergisi beyannamelerine temel mali tabloların yanı sıra ek mali tabloları da eklemeleri gerekmektedir.Bu kapsamda, ek mali tablolardan sadece kar dağıtım tablosunun eklenmesi yeterlidir.

IV- BAĞIMSIZ DENETİME TABİ FİNANSAL MALİ TABLOLAR

Finansal Tabloların, bağımsız denetiminin yürütülmesi için 26.09.2011 tarih ve 660 sayılı Kanunla KAMU GÖZETİMİ, MUHASEBE VE DENETİM STANDARTLARI KURUMU kurulmuştur. Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu kendi tanıtım broşüründe kendini şöyle “Kamu Gözetimi alanında uluslararası gelişmelerin gereği olarak yeni Türk Ticaret Kanunu uyarınca öngörülen bağımsız denetim alanını düzenlemek üzere 660 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 2 Kasım 2011 tarihinde kurulmuştur. Hazine ve Maliye Bakanlığıyla ilişkili, idari özerkliğe sahip bir Üst Kuruldur. KGK’nin temel amacı, yatırımcıların çıkarlarını ve denetim raporlarının doğru ve bağımsız olarak hazırlanmasına ilişkin kamu yararını korumak ile doğru, güvenilir ve karşılaştırılabilir finansal bilginin sunumunu sağlamaktır. Yürüttüğümüz kamu gözetimi sistemi süreçleri Avrupa Birliği ile eşdeğerliliğe sahiptir. Bu doğrultuda başta halka açık şirketler, borçlanma araçları ihraç eden şirketler, bankalar, sigorta şirketleri olmak üzere bağımsız denetime tabi olmaya ilişkin cari limitlere göre Türkiye’nin en büyük 10.000 işletmesinin bağımsız denetim süreçlerini incelemek ve gözetmek için kurulmuştur.”([6]) tanıtmaktadır.

KGK kendi tanıtım yazısında TTK’nu([7]) uyarınca belirlenen bağımsız denetim alanını denetlemek üzere kurulduğunu belirtmektedir. Aynı ibareyi VUK’na göre belirlenen MUSGT Tebliğinde de görmüştük. TTK’nun üçüncü bölümünde Denetleme yan başlığıyla yayınlanan denetim, Bakanlar kurulunca belirlenen şirketlerin denetim standartlarına göre denetlenmesini 397. madde ila 404. maddelerindeki kurallara göre denetlenmesini belirlemektedir.

Bakanlar Kurulu‘nun ( şimdi Cumhurbaşkanlığı) belirlemelerine göre bağımsız denetime tabi olan şirketlerin uluslararası denetim standartlarına ve muhasebe standartlarına göre denetlenmesini sağlamaktadır. İşletmeleri ölçülerine göre sınıflandırarak halka açık şirketlerden başlayarak fayda maliyet ilişkisi içerisinde hangi ölçülerde uygulanacak standartlar doğrultusunda, mali tablolarının denetimini yaptırmaktadır. Halka açık şirketlerin mali tabloları dışında kalan şirketlerin mali tablolarının oluşturulmasında yeni standartları belirleyerek uygulanacak ilkelere göre mali tabloların Bağımsız Denetim Şirketleri’nce denetlenmesini sağlamaktadır. Muhasebe standartları uluslararası kurumlar tarafından belirlenmekte ve bunların çevirisi yapılarak ülkemizde uygulanmaktadır. Buna göre işletmelerin finansal tabloları TFRS, BOBİ FRS ve henüz yayınlanamamış olan KÜMİ standartları olmak üzere üç ayrı standartlar çerçevesinde denetlenmektedir. Burada MUSTG ile BOBİ standartları tarafından oluşturulan mali tablolar değerlendirilmiştir. TFRS ye göre yapılan işletmelerin mali tabloları zorunlu ve halka açık şirketler olması nedeniyle daha kapsamlı tablolar şeklinde düzenlenmektedir. KÜMİ FRS ise henüz yayınlanmadığı için karşılaştırmanın dışında tutulacaktır.

V- BOBİ FRS MALİ TABLOLARI([8])

Büyük ve Orta Boy İşletmeler için Finansal Raporlama Standardı (BOBİ FRS), bağımsız denetime tabi olup, TFRS’yi uygulamayan işletmelerin gerçeğe uygun, finansal bilgi ihtiyacını karşılayan ve karşılaştırılabilir finansal tablolar düzenlemesini sağlamak amacıyla 29.07.2017 tarihinde yayımlanmış ve 01.01.2018 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiştir. Kurul kararları yayınlanmasından itibaren ihtiyaçlar doğrultusunda sürümler şeklinde revize edilerek kamuoyuna sunulmaktadır.

Tebliğin tanımlar kısmında “c) Türkiye Muhasebe Standartları (TMS): Kurum tarafından yayımlanan, (b) bendinde tanımlanan Türkiye Finansal Raporlama Standartları ile Büyük ve Orta Boy İşletmeler için Finansal Raporlama Standardını ve Kurum tarafından farklı işletme büyüklükleri, sektörler ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlar için belirlenen standartları ve bunlarla ilişkili diğer düzenlemeleri,” ifade ettiği belirlenmiştir.

Tebliğin altıncı maddesinde ise işletme büyüklükleri belirlenmiştir. “BOBİ FRS’nin uygulanması açısından, aşağıdaki üç ölçütten en az ikisinin eşik değerlerini, varsa bağlı ortaklıklarıyla birlikte, art arda iki raporlama döneminde aşan işletmeler müteakip raporlama döneminde büyük işletme olarak değerlendirilir([9]) Büyük işletme statüsünde sahip olan işletmelerin denetim hadleri şöyledir;

a) Aktif toplamı 200 milyon ve üstü Türk Lirası.

b) Yıllık net satış hâsılatı 400 milyon ve üstü Türk Lirası.

c) Ortalama çalışan sayısı 250 ve üstü.”

BOBİ FRS’de finansal tabloların amacı, iletmenin finansal durumu, finansal performansı ve nakit akışları hakkında ilgili tarafların alacakları kararlarda faydalı olacak nitelikte finansal bilgi sunmaktır. Finansal tablolar ayrıca yöneticilerin işletmenin kaynaklarını ne etkinlikte kullandıklarını gösteren bilgiler sağlar.( Paragraf 1.2)

Finansal tablolar asgari olarak aşağıdakilerden oluşur:

   a) Finansal Durum Tablosu(Bilanço)

   b) Kâr Veya Zarar Tablosu

   c) Nakit Akış Tablosu

   d) Öz kaynak Değişim Tablosu ve

   e) Önemli Muhasebe politikalarını ve diğer açıklayıcı bilgileri içeren dipnotlar( paragraf 1.3)

 

Finansal tablolar, standart hükümlerine uygun olarak, açık ve anlaşılır bir şekilde hazırlanır. Finansal tabloların standart hükümleriyle tam olarak uyumlu olduğu dipnotlarda açık bir şekilde belirtilir (Paragraf 1.4).

Faydalı Finansal Bilginin özellikleri; ihtiyaca uygunluk, gerçeğe uygun sunum, anlaşabilirlik, karşılaştırılabilirlik ve zamanında sunumdur. İhtiyaca uygunluk ve gerçeğe uygun sunum faydalı finansal bilginin temeli iken, anlaşılabilirlik, karşılaştırılabilirlik ve zamanında sunum destekleyici özelliklerdir (Paragraf1.7).

İşletme ilgilileri bağımsız denetime tabi mali tablolardan bekledikleri bilginin özelliklerini, ihtiyaca uygun, geçeğe uygun, anlaşılabilir bir bilgi, karşılaştırılabilir ve zamanında sunulması olarak beklemektedirler. BOBİ frs ye göre düzenlenen mali tablolardan devletin vergi beklentisinden çok işletme ile ilgilenen yatırımcıların en doğru bilginin sunulmasının amaçlandığı ve buna uygun mali tabloların oluşturulması gerektiği düzenlenmektedir.

Vergi için düzenlenen finansal tablolarla farklılığı oluşturun temel yaklaşım, ölçüm( değerleme) farkları ile Vergi Kanunların Kabul etmediği giderlerin finansal tablolara yansıtılmasında kısıtlama unsurlarını dikkate almaz ve ilgili yerlere kayıtlarını yaparak finansal tabloların oluşmasında gerçekçi bir yaklaşım benimser. Diğer yandan şeklen de sunum ilişkin farklılıklar vardır. MUST’de muhasebe sistemi kodları nümerik olarak belirlenmişken, BOBİ FRS’de bu nümerik kodlar kullanılmamaktadır ve ülkemizde en likit olandan likit olmayana göre bir sunum benimsenmiştir.

VI- SONUÇ

İşletmelerin faaliyet sonuçlarının durumunu gösteren finansal mali tablolar ihtiyaçlara göre düzenlenmektedir. Bu ihtiyaçlar işletme ilgililerinin aynı zamanda beklentilerinin karşılanmasından ibaret olmaktadır. Devlet vergi alacak, denetim yapacak, istatistikî verilerden yararlanacak ve toplumsal mali ve ekonomik gelişmenin ihtiyaçlarını karşılayacak ise ona göre mali tabloların düzenlenmesini, Maliye Ve Hazine Bakanlığı’na bildirilmesini istemektedir.  İşletmelere kaynak sağlayacak ve borç verecek finans kurumları ise işletmenin nakit yaratıp yaratmayacağına bakarak kredi vermektedirler. Tedarik zincirinde işletmeye mal ve hizmet sağlayanlar işletmenin aldıkları mal ve hizmetinin karşılığını ödeyip ödemeyeceklerine göre mali tablolarla ilgilenmektedirler.

Bu anlamda MUST için hazırlanan mali tabloların işletme ilgililerinin genelinin ihtiyaçlarını karşılamadığı, daha çok vergi idaresinin ihtiyaçları doğrultusunda ve kamu denetiminin kolaylaştırılmasını sağlamak için düzenlendiği görülmektedir. Amaçlanan finansal mali tabloların sağlıklı ve karşılaştırılabilir olması beklenirken yeterli açıklayıcı ve ihtiyaca uygun nitelikte ve sayıda olması da aranmamaktadır.

KGK tarafından yayınlanan uluslararası denetim standartlarına uygun muhasebe standartlarına ilişkin yayınlanan mali tablolar ise gerçeğe uygun ve işletme ilgililerinin en açık biçimde bilgi edinmesine yönelik sayıda mali tablo düzenlenerek tarafların bilgisine sunulmaktadır. İşletme ile ilgili karar alacaklar, işletmenin sunduğu bilgilerin kendi gereksinimlerini karşılayacak ihtiyaca uygun, gerçeği yansıtan, anlaşılabilir, dönemler arasında karşılaştırma yapılabilir ve zamanında sunum yapılması özelliklerini taşıması gerektiğini aramaktadır.

Tek düzen muhasebe sisteminde sınırlı olarak düzenlenen mali tablolar, bilgiden daha çok mali verilerden ortaya çıkacak kamu maliyesinin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde tablolar olmaktadır. Her ne kadar birçok bilgi elde etmeyi amaçlamışlar ise de sıklıkla çıkarılan vergi kanunları ve işletmelerin mali durumlarını değiştiren af niteliğindeki kolaylaştırıcı düzenlemelerle, işletmelerin gerçek durumlarının ortaya çıkarılmasındaki mali tablolar, daha fazla bozulur hale gelmiş, karşılaştırılabilir olmaktan çıkmıştır.

Bağımsız denetime tabi finansal([10]) tablolarda bu durumlar, Finansal tablolarda gerçeğe uygun bir şekilde hazırlanan açıklayıcı notlar ile daha anlaşılır bir şekilde finansal tablolardan yararlananların, bilgilerine sunularak gerçek bilginin elde edilmesi ve kararlarının doğru verilmesine yardımcı olacak, gerçekte amaçlan faydayı sağlar duruma gelebilmektedir.

Finansal tabloların, vergi alma kaygısından kaynaklanan kısıtlayıcı finansal bilgilerin ortadan kaldırılarak, işletme ilgilileri tarafından doğru ve faydalı bilginin en iyi şekilde almasını sağlayacak sunumların sağlanması açısından, kamusal faydaya daha fazla hizmet edebilecektir.

 



*  SMMM, Bağımsız Denetçi Sorumlu Ortak 

[1] Çevirim içi:https://www.kosgeb.gov.tr/site/tr/genel/detay/8044/kucuk-ve-orta-buyuklukteki-girisim-istatistikleri-2020, 08.01.2022

[2]  Aydın KARAPINAR, Figen AYIKOĞLU ZAİF, Finansal Analiz, Gazi Kitapevi, Ankara, Eylül,2013, s.15.

[3][3] Nalân AKDOĞAN, Nejat TENKER, Finansal Tablolar ve Analizi, Savaş Yay. Ankara,1985, s.1.

[4] Ertuğrul ÇETİNER, Yönetim Muhasebesi, Gazi Kitapevi, Ankara, Şubat 2008, s.29.

[5] Hayrettin UYSAL, Davranışsal Muhasebe, Asil Yayın Dağıtım, Ankara,1. Baskı 2007,s.59.

[6] Çevirim İçi:https://www.kgk.gov.tr/Portalv2Uploads/files/PDF%20linkleri/Tan%C4%B1t%C4%B1m/Kariyer_Uzman%C4%B1.pdf  08.01.2023

[7] 6102 sayılı TTK 14.02.2011 tarih 27846 sayılı R.G

[8] Büyük Ve Orta Boy İşletmeler İçin Finansal Raporlama Standardı Hakkında Tebliğ 56, 2.0.2017 tarih, 30138 sayılı R.G

[9] 2022 tarihinde başlayan hesap dönemlerinde uygulanmak üzere BOBİ FRS. Büyük işletmeye tabi işletmeler;a) Aktif toplamı 200 milyon ve üstü Türk Lirası.b) Yıllık net satış hâsılatı 400 milyon ve üstü Türk Lirası.c) Ortalama çalışan sayısı 250 ve üstü.” olarak uygulanacaktır. Diğer taraftan büyük işletme statüsünde olamayan Cumhurbaşkanlığı 6434 No.lu kararına göre Bağımsız denetime tabi işletmeler 2023tarihinde: Aktif toplamı 75 milyon Türk Lirası.   b) Yıllık net satış hasılatı 150 milyon Türk Lirası.    c) Ortalama çalışan sayısı 150 kişi

[10] Uygulamaya ilişkin esaslar(2023 Bağımsız Denetime Tabi Şirketlerin Belirlenmesine Dair Karar (30.11.2022 tarih R.G.32029 karar Sayısı:6434))

MADDE 5- (1) Eşik değerlere tabi şirketler, bu Kararda belirtilen üç ölçütten en az ikisinin eşik değerini art arda iki hesap döneminde aştığı takdirde müteakip hesap döneminden itibaren bağımsız denetime tabi olur.

(2) Eşik değerleri aştığı için bağımsız denetime tabi şirket, art arda iki hesap döneminde üç ölçütten en az ikisine ait eşik değerlerin altında kaldığı ya da bir hesap döneminde bu ölçütlerden en az ikisine ait eşik değerlerin yüzde 20 veya daha fazla oranda altında kaldığı takdirde müteakip hesap döneminden itibaren bağımsız denetim kapsamından çıkar.

(3) Eşik değerlerin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde; aktif toplamı ve yıllık net satış hâsılatı bakımından şirketin tabi olduğu mevzuat uyarınca hazırlanmış olan son iki yıla ait finansal tablolar, çalışan sayısı bakımından ise son iki yıla ait ortalama çalışan sayısı esas alınır.

(4) Eşik değerlerin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde şirketler bağlı ortaklık ve iştirakleriyle birlikte dikkate alınır. Bağlı ortaklıkları ve iştirakleri bulunan şirketlerde; aktif toplamı ve yıllık net satış hâsılatı bakımından ana ortaklık ve bağlı ortaklığa ait finansal tablolarda yer alan kalemlerin toplamı (varsa grup içi işlemler yok edilir), çalışan sayısı bakımından ise ana ortaklık ve bağlı ortaklığın son iki yıla ait ortalama çalışan sayılarının toplamı dikkate alınır. İştirakler açısından, iştirake ait söz konusu kalemler şirketin iştirakteki hissesi oranında dikkate alınır.

(5) Bağımsız denetime tabi şirketlerin ara dönem sınırlı bağımsız denetim yükümlülükleri, mevzuatta hüküm bulunmaması halinde Kurum tarafından belirlenir.

(6) Bu Kararın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ve ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye Kurum yetkilidir.

 


 

SUYU BULANDIR Kİ DERİNLİĞİ BELLİ OLMASIN


O kadar fazla şey var ki basit olmasına rağmen anlaşılamıyor. Topluma karmaşık görünüyor. Açık olarak ulu ortada duran şey ise ikna edemiyor kimseyi. Herkes öküzün altında buzağı arıyor. Velâkin kimse ne gördüğüne ne de duyduğuna inanası gelmiyor.

Hal böyle olunca demokrasilerin şeffaflığından, toplumların açıklığından, devletlerin adaletinden bahsedilip durulurken bu sağlanamıyor.  Bu kadar anlaşılmaz olan ne olabilir ki?

Toplumda ortaya çıkan bölünmüşlük duygusu ve kültürel ayrışma mı? Sürekli küçük parçalara bölünme ve kendi kabuğuna çekilme mi? Kendi dışında bir şeye inanmama ve bazen kendinden şüphelenecek duruma düşüp hastalıklı hale geleme mi? Bu yaşanılanlar toplumsal gerçeklikten ayrı düşünülemez. İnsanlar ayrışırken kendi doğrularını veya sığınaklarını da kendilerinin yaratmaları.

Toplumlar ortak duygu ve düşüncede, iyi günde ve kötü günde bir araya gelmesi, en önemlisi de ortak yaşamda dayanışmada bulunabilmesidir. Bunun olabilmesi için ortak duygular etrafında birleştirici bir gerçekliğin de olması gerekli görülmelidir.

Toplumu oluşturan insanlarda sürekli bir endişe kaynağı yaratarak, güven içerisinde geleceği inşa etme ve bunun için çalışma çabasını göstermesi engellenirse,  gündelik yaşamın kıskacında hapis hayatı yaşar. Toplumu oluşturan aile ve bireylerin hayatlarını sürdürebilmeleri için temel ihtiyaçlarını karşılamaları zorunlu bir gerekliliktir.

Maslow,  ihtiyaçlar hiyerarşisini beş temel kategoriye ayırmıştır. Bunlar fizyolojik gereksinimler, güvenlik gereksinimi, sevgi / ait olma gereksinimi, saygınlık gereksinimi, kendini gerçekleştirme gereksinimidir.

Toplumlar temel gereksinimleri karşılanmazsa, kendi neslini sürdüremez duruma düşerek yaratıkları organizasyonlara zarar verebilirler.

Yöneticiler, yönetilenlerin temel ihtiyaçlarını karşılamak durumundadırlar. Bu sadece ilkel bir toplulukta değil, en modern toplumlarda da barış ve güvenlik içerisinde yaşamaları ortak yaşamanın ve bir arada durmanın temel yapı taşıdır.

Bir ülkede insanlar işsiz kalıyorsa, öğrenim hakkı sağlanmıyorsa, sağlıktan yararlanamıyorsa bu temel hakları askıya alınmış demektir.  Yoksulluk gittikçe yaygınlaşıyorsa çocukların beslenmesi sağlanamıyor, barınma hakkı ortadan kaldırılıyorsa, bütün bunlar varmış ama gerçekte yokmuş gibi yapılıyor ise, insanın kendini gerçekleştirme gereksini mi ortadan kalmış denilebilir.

Yönetenler tarafından, ortaklaşılan ve toplumu bir arada tutan hukuk sistemi, sürekli delinerek kendi istediği gibi uygulanabilir hale sokulabiliyorsa, ve gerçeklik ters yüz edilip, olmayanı olmuş gibi gösterilebiliyorsa toplumsal saygınlık ihtiyacı askıya alınmış olabilmektedir.

Bütün bu gerçekliğe (gerçek olmayana) ses çıkarmadan, sesini yükseltenin haklı olduğu kanısını yaratana muhalefet edilmeden topluma, siz bekleyin her şey güzel olacak demek ihtiyaçlarınızdan vazgeçin demek gibi bir duyguya sürükleyebilir. Herkesin gördüğünü görmezlikten gelerek bunu biz söylersek mağduriyet yaratırız suskunluğunu, politik bir yol olarak tercih etmek aynı zamanda toplumun güvenlik gereksinimini ve geleceğini inşa etme çabasını engellemek olarak ortaya çıkabilir.

Çok açık bir şey var ki; ülkenin ihtiyaçları çok yönlü ve bu ihtiyaçlar iktidar tarafından karşılanamıyor. İşsizlik, yoksulluk, açlık, konut sorunu, eğitimde yaşanılan karmaşa, sağlıkta ortaya çıkan belirsizlikler, artık bütün çıplaklığıyla görünmektedir. Bunlar yokmuş gibi gerçek sorunları çözmek yerine, başka gündemler yaratarak toplumun inançsal duygularıyla bütün bunların üzerini örtmek bir marifet olsa gerek.

Muhalefetin yeteneksizliği, sistemin sorunlarının çözümünü sadece kendi yüksek yeteneklerine bağlama anlayışı, toplumun kaygı ve endişesini gideremiyor. Kendini gerçekleştirmesinin önünü açamıyor. Sorunları açık ve bütün çıplaklığıyla toplumla paylaşmamanın vermiş olduğu sıkıntılar, geçmişin kör ve sağır karanlığında boğulmasına yol açıyor. Yanlışa karşı duruştan uzaklaşarak, gerçek sorunlar yerine yan yollardan giderek çözüm bulmaya çalışmak sorunun parçası olmaktan öteye geçemiyor.

Hükümet edenler bu gerçeklikten kaçmanın yollarını bulup, üzerini kalın bir tülle örterek görünmez olmasını sağlamak için olağan üstü bir gayret gösteriyorlar. İletişim araçlarını kullanarak, gerekirse kendi yaptıkları her şeyi geçersiz sayıp yeni gerçeklikler yaratabiliyorlar. Anayasadan tutun da, ekonomik ve sosyal olayları istedikleri gibi güç olgusuyla yorumlayıp gerçekliğin üstünü kapatabiliyorlar. Toplumun gündeminde olmayan, ihtiyaç hiyerarşisinde yer almayan olayları gerçek gündem yapıp,  geçekliği gölgeleyebiliyorlar. Toplumun acil ihtiyaçlarını, geleceğin umuduna yükleyerek yokmuş gibi davranabiliyorlar. Hatta sorunların hiçbirinden sorumluğu yokmuş ve iktidar değillermiş gibi davranabiliyorlar. Suyu bulandırıp toplumun derinliği görünmesine engel olmakta mahirler.

 

VERGİ AFLARI MUHASEBE MESLEĞİNİN ANATOMİSİNİ BOZUYOR


Basına yansıyan haberlere göre kapsamlı bir vergi affı daha yolda ve kısa bir süre sonra yasallaşarak toplumun ve muhasebe mesleğiyle uğraşan muhasebecilerin önüne gelecektir. Sıklıkla çıkarılan aflar güvenilirlik, sürdürülebilirlik ve öngörülebilirliği ortadan kaldırması nedeniyle muhasebe mesleğine haksız bir şekilde darbe vuruyor. Toplumun adalet duygusunu, kanunlara uyanlar ile kanunlara uymayanlar arasındaki toplumsal dengenin bozulmasında da sebep oluyor.

Muhasebe mesleği uzun bir eğitim ve uygulama süresi gerektiren bir uzmanlık alanıdır. Herhangi bir meslek değildir. Sürekli kendisini yenilemesi gereken, ekonomi, hukuk, sosyal politika, maliye, muhasebe vb. konularda kendini yetiştiren bir meslek dalıdır. Eğitim; sadece teorik değil uygulamayı da gerektiren ve uzun zaman alan bir süreçtir. Kendisini sürekli yenilemesiyle mesleki yapısından kaynaklı hareketliliği barındıran bir süreç olması, sürekli değişikliliklere göre yeniden kendini yenilemesi gereken bir meslektir.

Bir mesleğin gelişmesi öncelikle toplumsal ihtiyaçların hâsıl olması, mesleğe gereksinim durmasıyla doğrudan ilintilidir.  Toplumsal ihtiyaç, üretimle birlikte, üretilen mal ve hizmetlerin ölçülmesi, sayılması ve tasnif edilmesini de gerekli görmektedir. Göreceli olan zamanı, anlamlı bölümlere ayırarak geçmiş ve gelecek arasında ilişki kurmak ve bunları karşılaştırarak, var olduğu anı ve maliyeti bilmek alınacak kararların temel unsurdur.

Bir ülkenin kaynaklarını kullanarak üretilen mal ve hizmetlerin istatistikî verilerini tutmak zaman çizelgesinde göstermek, toplumsal gelişmenin ve diğer ülkelerle karşılaştırmanın yapılarak gelişme düzeyinin görülmesini sağlamaya hizmet etmektedir. Milli, gelirin tespit edilmesi, büyüme rakamlarının belirlenmesi, devletin temel ihtiyaçlarının sağlanması için ortaya çıkarılan artı değerden ve kimlerden ne kadar vergi alınmasının, kaynak dağılımının temel verilerini de oluşturmaktadır.

Muhasebeciler, görüldüğü gibi sadece bir tek işletmenin ticari kayıtlarını işleyerek anlamlı, karşılaştırılabilir ve gerçek uygun verileri üretmiyorlar. Bir bütün olarak ülkenin kaynaklarının tamamının istatistik verilerini de üretiyorlar.

Muhasebe mesleğinin gelişmesi bir toplumun adil, eşit ve özgür olmasının temel unsurlarını oluşturan adil gelir dağılımının kaynaklarının dağıtımının temel kaynaklarını da ortaya çıkarıyorlar. Bu verileri ortaya çıkaran muhasebe mesleğini yapan muhasebeciler hangi süreçlerden geçerek bu kadar yüksek bir bilgi üretiyorlar. Toplum, bunun çok da farkında değil. Meslek örgütleri muhasebe mesleğinin toplumsal karşılığının ortaya çıkarılması ve kamusal üretim yaptıklarının anlatılması konusunda yeterli çabayı göstermiyorlar.

Muhasebeci olabilmek için öncelikle 3568 sayılı kanunda sayılı dört yıllık üniversitelerden birinden mezun olmak gerekiyor. Mezun olduktan sonra mesleğe giriş sınavını başarmak ve bu sınavı geçtikten sonra üç yıl bir Mali müşavir veya Yeminli mali müşavir yanında pratik ve teorik bir eğitimden geçmesi gerekiyor. Bu da yetmiyor tabi, staj süresi sonunda asıl meslek uzmanlık belgesinin alınabilmesi için mesleki bir sınava daha girmesi gerekiyor ve bu sınavı başarı ile vermesi gerekiyor.  Muhasebe mesleğine uzman olarak girdikten sonra toplumun ihtiyaçlarının değişmesi ekonomik, sosyal ve siyasal tercihler nedeniyle sık sık değişen yasaları tekrardan tekrardan okuması ve eğitimini yeniden alması gerekiyor. Sürekli bir hareket halinde ve değişimi yakalaması gerekiyor.

Çok büyük bir zaman ve emek verilerek elde edilen mesleki uzmanlık işletmelerin ticari ve mali ihtiyaçlarının karşılanması sağlamak, bir bütün olarak ülkenin varlıklarının ve kaynaklarının nelerden oluştuğu ve nasıl kullanıldığını gösteren mali tablolara yansımasını sağlıyor.

Muhasebeciler, bir taraftan da toplumsal yapı içerisinde ekonomik mali ve sosyal yapıyı organize ediyor. Bu yapının sık sık siyasal iktidarlar tarafından af yasalarıyla bozulması muhasebecilerin varlığının ve bütünlüğünün bozulmasına neden oluyor. Bu durum toplumsal yapı içerisinde gelir dağılımını bozduğu gibi muhasebe mesleğinin değerini de anlamsızlaştırıyor. Muhasebe mesleğinin anatomisini bozuyor. Başta kendi çıkardığı yasaları sürekli geçici maddelerle revize edip işlevsizleştiriyor, onca meslek mensubunun vermiş olduğu emeği yok sayıyor. Maliye politikasının uygulanması aracıyla muhasebeciler ile haksız rekabet oluşturuyor. Sosyal dengeden çok toplumsal ihtiyaçların karşılanması için toplanan vergilerin sürekliliğini çıkarılan aflar tehdit eder hale gelebiliyor.

23 Ocak 2023 Pazartesi

 

SİYASİ PARTİLERİN TUTMASI GEREKEN YASAL DEFTERLER VE CEZASI

 Ertuğrul Kılıç[1]

 

GİRİŞ

 

Demokratik toplumların vazgeçilmez unsuru olan siyasal partiler Anayasamızın[2] 68. Maddesine göre kurulmaktadırlar. Siyasi partiler vatandaşların siyasi düşünce ve tercihleri doğrultusunda devlet yönetimine katılmasını sağlamak, seçimler aracılığıyla yürütmede görev alacak kişileri seçerek vatandaşı temsil etmesini sağlayan en büyük demokratik sivil toplum kuruluşu olma özelliğini taşırlar.

Hukuk devleti ilkesinin var olduğu tüm demokratik ve çağdaş ülkelerde siyasal partilerin varlıklarının denetlenmesi büyük önem arz etmektedir.

Denetimin var olması bir belgeye bağlaması ve bu belgelerin belirli bir nizam içerisinde kayıt altına alınmasını gerektirmektedir. Siyasal partilerimizin, çoğu zaman dikkat etmedikleri ve toplumun da çok ilgilenmediği bir alana genel seçimler yaklaşırken dikkat çekmek toplumsal bir görevdir.

 Bu makalede ülkemizde kurulu olan siyasal partilerin, siyasi partiler kanunun 60. Maddesine göre tutulması gereken yasal defterlerin neler olduğu ve bunun tasdiki ve tasdik yapılmadığında yöneticilerinin karşılaşacağı cezalara ilişkin konu irdelenmiştir.

 

Anahtar Kelimeler; Siyasi Partiler, Anayasa Mahkemesi, Yasal Defter, Belge, Kayıt, Ceza

 

1.   Genel Olarak

Siyasal partiler demokratik rejimlerin vazgeçilmez unsurlarının başında olanlardan biridir.  Bütün demokratik ülkelerde bu kural geçerli olduğu gibi Türkiye açısından da genel kabul görmüş ve vazgeçilmez bir unsur olduğu, her kesim tarafından kabul görmüştür. Değişik zaman dilimlerinde ülkenin yönetimine el kayan askeri yönetimlerin defalarca siyasi partileri kapatmalarına rağmen yeniden açmak durumunda kalmışlardır.

Temel amaçları başta Anayasa olmak üzere siyasi partiler kanununa göre kurulurlar, kendi parti program ve tüzüğüne göre ülke yönetiminde söz sahibi olmayı amaçlarlar. Yani siyasi partiler, siyasi iktidarı elde etmek veya siyasal iktidara ortak olmak isterler. Bu amaçlarına ulaşmak için ülke düzeyinde çalışmalarını toplumun farklı alanlarına koordineli olarak yayabilmek için merkezi, yerel ve yan örgütler kurmak isterler. Her il ve ilçede, beldede örgütlenerek kendi merkezlerine bağlı siyasal organlar oluştururlar.

Bu merkezi, yerel ve yan organların faaliyetlerinin kontrol edilmesi hem Anayasal ve yasal bir zorunluluk, hem de siyasi partilerin kendi tüzüklerinden kaynaklanan idari bir faaliyet denetiminin oluşturulması gerekli görülmektedir.

Siyasal patilerin idari akışlarının ve mali kaynaklarının takibini yapmak üzere, kanunlarımızda her kademedeki parti organlarının bir takım defterler tutması gerektiği belirlenmiştir. Buna göre Siyasi Partiler Kanunun[3] 60. maddesinde tutulması gereken defter ve kayıtlar sayılmıştır.

Adı geçen kanunun ilgili maddesinde tutulacak defterler, her kademedeki parti organları tarafından tutularak kayıt altına alınması düzenlenmiştir.

 Buna göre;[4]

1.   Üye Kayıt Defteri,

2.   Karar Defteri,

3.   Gelen Ve Giden Evrak Kayıt Defteri,

4.   Gelir Ve Gider Defteri

5.   Demirbaş Eşya Defteri Tutmak

zorundadırlar.

Diğer taraftan kanun maddesinde bu defterler gösterilmiş ise de Parti organ ve kurullarınca tutulmasında yarar gördüğü diğer defterlerin, parti tüzük ve iç yönetmeliklerinde gösterilebileceğini siyasi partilerin ihtiyaçlarına uygun davranmasına bırakılmıştır.

Parti genel merkezinde, üye kayıt defterlerinin özetinin nasıl tutulacağı, bütçe ve kesin hesabın nasıl hazırlanıp düzenleneceği, parti iç yönetmeliğine bırakılarak siyasal partiler kanununda bir esneklik olarak partilere bırakılmıştır.

1. Parti Organlarının Tutması Gereken Yasal Defterler

Her kademedeki parti örgütleri üye kayıt defteri, karar defteri, gelen ve giden evrak kayıt defteri, gelir ve gider defteri ile demirbaş eşya defteri tutmak zorundadırlar.[5]Sırasıyla bu defterlerin tutulma usul ve amaçları açıklanmıştır.

1.1.1.Üye Kayıt Defteri

 Mahalle ve köy esasına göre tutulur. Her kademedeki parti organlarında( belde, ilçe il, genel merkez) partiye üye olan ve parti tarafından kayıt edilen kişilerin bilgilerinin yazıldığı defterdir. Kayıt sıra numarası esasına göre üyeler kayıt edilir. Üyeler partiye kayıt olurken doldurmak zorunda oldukları üye giriş beyanname asılları ilçede muhafaza edilir. Diğer bir örneği ise il başkanlığına gönderilir. Üye defterinin denetimi siyasi partiler kanunun 42. maddesine göre İlçe Seçim Kurulu başkanının denetimi altındadır.

1.1.2.Karar Defteri

İlgili organın kararlarını, tarih ve numara sırasıyla içerir.  Kararlar da oylamaya katılanlar tarafından imzalanır. Muhalif olan üyeler muhalefet şerhini, gerekçesini yazarak imzalar ve istenirse kararın bir örneği muhalefet şerhi koyanlara verilir. Kongrece alınan kararları da içermesi gereken kongre tutanak özetleri başkanlık divanı üyelerince imzalanır. Kongrece alınan kararlar ve kongre tutanakları özetlenerek kongre karar defterine yazılır.

1.1.3.Gelen ve Giden Evrak Defteri

Partinin her kademesine gelen ve giden evraklar, tarih ve numara sırasıyla, gelen ve giden evrak kayıt defterine kaydedilir. Gelen evrakın asılları ile gönderilen evrakın örnekleri bu tarih ve numaralar altında oluşturulan dosyalarda saklanır.

1.1.4.Gelir ve Giderlerin Kayıt Edildiği Defterler

Parti adına elde edilen gelirlerin alındığı ve yapılan giderlerin ne gibi işlere ve yerlere harcandığı, ilgili defterlere sıra ile ve belge kaynakları da gösterilerek kayıt edilir.

Bütün defterlerin sayfaları ve kaç sayfadan ibaret oldukları teşkilatın bulunduğu ilgili seçim kurulu başkanı tarafından mühürlenir ve tasdik edilir.

Partiye giriş işlemleri gösteren üyelik beyannamelerinin birer örneği ilçe ve il kademesinde, alfabetik sıra esasına göre tasnif edilmiş olarak ayrı bir dosyada saklanır.

Parti organ ve kurullarınca tutulmasında fayda görülen diğer defterler, parti tüzük ve İç yönetmeliklerinde gösterilir. Parti genel merkezinde üye kayıt defterinin özetinin nasıl tutulacağı, bütçe ve kesin hesabın nasıl hazırlanıp düzenleneceği parti iç yönetmeliğiyle belirtilir.

1.1.5.Demirbaş Eşya Defteri

Partiye alınan veya bağışlanan demirbaş eşya, taşıt veya taşınmaz malların dayanakları gösterilerek ( belge, tutanak, bağış makbuzu vb. gibi) tarih sırasına göre yazıldığı defterdir. Dönem içerisinde alınan demirbaşlar öncelikle gelir gider defterine daha sonrada demirbaş eşya defterine kayıt edilir. Bu parti kaynaklarıyla alınan demirbaş eşyada olduğu gibi partiye yapılan bağışlarda demirbaşın emsal bedeli ile Gelir –Gider defterine hem gelir hem de gider yazılarak kayıt altına alınır. Ekonomik ömrünü tamamlamış veya satışa konu olacak demirbaşlar için bir komisyon marifetiyle emsal bedelleri belirlenerek satışı yapılarak ilgili satış belgesine dayanılarak elde edilen bedel gelir olarak gelir ve gider defterinde kayıtlara alınır.

1.1.6. Tutulması Gereken Defterlerin Tasdiki ve Ceza

Yukarıda sayılan ve detaylıca açıklanan defterler her parti organınca tutulması gereken defterlerdir. Bu defterlerin tutulması geçerli şekilde tasdikine bağlıdır.  Siyasi partiler kanunun 60. Maddesinde belirtilen defterlerin hangi makam tarafından onaylanacağı belirlenmiştir. Buna göre siyasi partiler kanunu “Bütün defterlerin sayfaları ve kaç sayfadan ibaret oldukları teşkilatın bulunduğu ilgili seçim kurulu başkanı tarafından mühürlenir ve tasdik edilir” şeklinde düzenlemede bulunmuştur. Bu defterler ilgili makam tarafından tasdik edilmediklerinde Anayasa mahkemesince yetkililer hakkında cezai yaptırım uygulanmasının gerektiğini birçok kararında ortaya koymuştur.

2820 sayılı Yasa’nın 113. maddesinde de Bu Kanunun 60 ıncı maddesinde yazılı defter ve kayıtları tutmayanlar, altı aydan bir yıla, bu defter ve kayıtları tahrif veya yok edenler veya gizleyenler, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.” denilmiştir.

Anayasa Mahkemesi bir kararında, “ Açıklanan nedenlerle, defterleri ilgili seçim kurulu başkanı yerine, notere tasdik ettiren Parti sorumluları hakkında, 2820 sayılı Yasa’nın 60. ve 113. maddelerine istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulması gerektiği sonucuna varılmıştır”[6] şeklinde bir karar almıştır.

Parti organları bu yasal durumu çoğu zaman bilmediğinden, genel bir yaklaşım olarak Vergi Usul Kanunundaki hükümlere göre hareket ederek, yasal tutulması gereken defterleri Noterlere tasdik ettirerek kullanmaktadırlar.

 

SONUÇ

 

Siyasi partilerimizin kütüğünü tutan Yargıtay başsavcılığında kayıtlı siyasal parti sayısı 122 olarak gözükmektedir.[7] Toplumsal bir alan olan siyasal faaliyette bulunan partilerin kullandıkları kaynaklarının ve yükümlülüklerinin toplum tarafından da yakından bilinmesi şeffaflık ve hesap verebilirlik gereği yönetişimsel bir ilke olarak kabul görmektedir.  Elde edilen gelirlerin ve giderlerin kayıt altına alınması sadece o parti üyelerinin bilmesi gereken bir durum olmaktan öte siyasal partilerin gelir kaleminin (% 7 oy alan partiler için)bütçeden pay alması dolayısıyla bütün toplumu da yakından ilgilendirmektedir.

Toplumsal bir sorumluluk olan siyasal alanın bütün yönleriyle toplumun gözü önünde cereyan etmesi, gelir ve giderlerinin de şeffaf bir şekilde kayıt altına alınması toplumsal bir fayda olarak kaynakların verimli ve yerinde etkin kullanımını zorunlu kılmaktadır. Siyasal partiler kanunu, siyasal partilerin faaliyetlerinin ve kaynak ve kullanımlarının yasada belirlenmiş olan defterler ve belgelerle kanıtlanmasını zorunlu kılmıştır. Anayasamızda, denetimden geçmenin birinci yolu toplumsal bir faaliyet ise bir sonraki adımda bu faaliyetleri yaparken elde edilen kaynakların ve bu faaliyetler için yapılan harcamaların şeffaf bir şekilde ( yasal defterler usulüne uygun tutularak) kayıt altına alınarak denetime sunulabilmesidir.

Yasal Defterlerin, siyasi partiler yasasında belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde tutulması, oy kullanan vatandaşlar ve demokratik değerler açısından siyasal partilere olan güveni artıracaktır.



[1] Serbest Muhasebeci Mali Müşavir, Bağımsız Denetçi Sorumlu Ortak

[2]  Çevirim İçi    : https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2709&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5

2709Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 09.11.1982 Resmî Gazete Sayısı: 17863 09.11.2022

[3]2820 Siyasi Partiler Kanunu, R. Gazete: Tarih: 24.4.1983  Sayı: 18027 

[4] ERTUĞRUL KILIÇ,”Siyasi Partilerin Mali İşlemler Rehberi Muhasebe ve İç Kontrol”, Gözlem Yay. Ltd. Şti, Ankara, Mayıs,2021,s,12.

[5] Siyasi Partiler Kanunu Madde 60

[6] Anayasa Mahkemesi Kararı, 27.10.2010 tarih 27534 sayılı Resmi Gazete

[7]Çevirim İçi;  https://www.yargitaycb.gov.tr/documents/ek1-1665988883.pdf          09.11.2022

 

HALK, SİYASİ PARTİLERİN GELİRLERİNİN GENEL BÜTÇEDEN KARŞILANDIĞINI BİLİYOR MU?

Ertuğrul KILIÇ

Bir ülkede demokrasiden bahsedebilmek için birinci koşul, siyasi partilerin var olması, ikincisi ise iktidarın değişmesini sağlayacak bir muhalefetin olması ve iktidarın seçim yoluyla değişiyor olması gerekli görülür.

Katılımcı demokratik ülkelerin, bir siyasi parti vasıtasıyla yönetilmesi ve alternatif olarak iktidarın değiştirilmesi için örgütlenmesi ve iktidarın demokratik yollarla değişmesini sağlayacak bir muhalefet siyasi parti örgütlenme faaliyetinin var olması vazgeçilmezdir.

Siyasi partiler iktidar olmak için çeşitli araçlara ihtiyaç duyarlar. En başta insan (partiye üye) daha sonra ise ülkenin her tarafında idari ve coğrafi özelliklere göre örgütlenmeye. Bu çabanın gerçekleşmesi için ise siyasi partilerin belirli bir paraya ( mali kaynağa) ihtiyaç duymakta olduklarıdır.

Siyasi patiler birer işletme değildirler. İşletme gibi mal veya hizmet satarak veya üreterek gelir elde edemezler. Mal ve hizmet satımı nedeniyle gelir elde etmeden faaliyetlerini nasıl sürdürürler. Bu durum toplumca çok da bilinmez. Belirli bir azınlığın dışında toplumda kimsenin ilgisini ve dikkatini çekmez.

Bir şey üretmeden, bir şey satmadan bu ihtiyaçlarını nasıl giderirler. Siyasi Partiler Kanunun 76. Maddesinde, siyasi partilerin elde edebilecekleri gelir sayılmıştır.

Bu gelirler, Parti üyelerinden alınacak giriş aidatı ile üyelik aidatı, Partili milletvekillerinden alınacak milletvekilliği aidatı, Milletvekili, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği ve il genel meclis üyeliği aday adaylarından alınacak özel aidat, Parti bayrağı, flaması, rozeti ve benzeri rumuzların satışından sağlanacak gelirler, Parti yayınlarının satış bedelleri, Üye kimlik kartlarının ve parti defter, makbuz ve kâğıtlarının sağlanması karşılığında alınacak paralar, Partice tertiplenen balo, eğlence ve konser faaliyetlerinden sağlanacak gelirler, Parti mal varlığından elde edilecek gelirler, Bağışlar ve Devletçe yapılan yardımlar haricinde gelir elde edemezler.

Sayılan bu gelirler siyasi partilerin faaliyetlerinin karşılayacak bir nitelikte değildir. En önemli gelir kaynağı devletçe bütçeden yapılan yardımlardır.  Her yıl hazırlanan genel bütçeden siyasi patiler kanununa göre siyasi partilere pay verilir. Halkın sokaklarda, televizyon, radyo ve sosyal medyada gördüğü reklamların( propoğandanın) çoğunun gelir kaynağı, halkın ödediği vergilerden, genel devlet bütçesinden siyasi partilere aktarılan tutarlardan oluşmaktadır.

2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun Ek -1 numaralı maddesine göre, Yüksek Seçim Kurulunca en son milletvekili genel seçimlerine katılma hakkı tanınmış olan ve genel barajı (%7 ) aşan siyasi partilere her yıl Hazineden ödenmek üzere o yılki genel bütçe gelirleri "(B) Cetveli" toplamının 5 binde 2’si oranında ödenek ayrılıyor. Belirlenen bu mali yardım, devlet yardımı yapılacak siyasi partiler arasında, bu partilerin en son genel seçim sonrasında Yüksek Seçim Kurulunca ilan edilen toplam geçerli oy sayıları ile orantılı olarak bölüştürülmek suretiyle her yıl ödenmektedir. Milletvekili genel seçiminin yapılacağı yıl normal yardımın üç katı, mahalli idareler genel seçim yılı için ise iki katı kadar gerçekleşebiliyor. Milletvekili genel seçimlerinde toplam geçerli oyların %3’ünden fazlasını alan siyasi partiler de seçim yılı yapılan devlet yardımlarından faydalanabiliyor.

2023 yılı genel bütçesindeki gelir artışından siyasi partilerde bu kanuna göre paylarını alacaklar.  Seçim yılının da etkisiyle siyasi partilere gelecek yıl yapılacak Hazine yardımı bu yıla göre 7 kat artarak partilere hazine tarafından aktarılacaktır.

Basına yansıyan haberler göre,” Gelecek yıl siyasi partilere toplam 4.5 milyar lira hazine yardımı yapılacak. Bunun 1.5 milyar liralık kısmı Ocak ayında partilerin hesaplarına yatırılacak. Ocak ayında AK Parti’ye 653.8 milyon, CHP’ye 348 milyon, HDP’ye 179.8 milyon, MHP’ye 170.5 milyon, İYİ Parti’ye ise 153.1 milyon lira hazine yardımı yapılacak. Ocak ayındaki yardımlar, yılın ilk on günü içinde partilerin hesaplarına yatırılacak”.

Halk 2023 yılında seçimlere giderken, kamu bütçesinden pay alan siyasi partilerin harcamalarının esas yerlerinde harcanıp, harcanmadığını bilmek isteyecektir. Halkın ekmeğinden kesilen ve ödediği vergi gelirlerinden oluşan, devlet bütçesinden alınan bu vergilerin, demokratik gelişmenin, toplumsal refah ve siyasal partilerin faaliyetleri için harcandığını toplumun bilmesi de en doğal hakkı olabilmelidir.

Seçimlere giderken, Siyasi partilerce bu harcamalar açık, şeffaf ve güvenilir bir şekilde seçim beyannamelerinde gösterilmesi, halkın bilgilenme hakkı olarak düşünülmelidir.  Halkın sadece oy vermek değil, aynı zamanda siyasi partilerin finansmanının da kendilerini etkilediğini bilerek davranmalarını sağlamakta demokratik bir seçim ve toplumsal bir yarar olarak düşünülmelidir.

Anahtar Kelimeler: Siyasi Parti, Bütçe, Pay, Gelir, Harcama, Demokrasi, Katılım, Aidat

 

 

ÜCRETLİLERE;  ASGARİ ÜCRET TUZAĞI

Asgari ücretin ne olduğundan ve ne kadar artırıldığından daha çok, çalışanların ne kadarının asgari ücret ve asgari ücret seviyesinde çalışıyor olduğu daha önemli hale gelmekte.

Asgari ücret birçok ülkede bir sosyal denge ve yoksullukla mücadelede bir sosyal politika aracı olarak kullanılmaktadır. Çalışanların yaşamlarını asgari düzeyde sürdürmelerini sağlamak üzere belirlenen bir ücrettir.

Önemli bir sosyal politika aracı olması toplumda en az ücretle yaşamını sürdürenlerin belirli bir tutar olarak belirlenerek, birçok verinin bir rakama bağlanması, gösterge olarak kullanılmasından gelmektedir.

Bir rakam olarak bakıldığında asgari ücret çok bir şey ifade etmez. Ancak tek bir anlamlı görüş ortaya çıkarır ki o da asgari “en az ücreti” ifade etmesidir. Toplumun yoksulluğu bu ücrete yaklaştıkça artar, uzaklaştıkça alım gücünün artması ve çalışanların refahlarının artmasına katkı sunar.  Asgari ücret, vatandaşın asgari yaşamını sürdürmesi anlamında daha önemli hale gelmektedir.

Bir toplumda sürekli büyüme artarken çalışanların büyük bir kısmının asgari ücret düzeyinde bir ücret alması, emeğin ( çalışanların) toplumsal refah artışından yeterince pay alamadıklarını gösterir.

Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri içinde en düşük asgari ücrete sahip ülkelerden biri olmanın yanında, asgari ücretle çalışanların oranının en yüksek olduğu ülkedir. 2017’de Avrupa Birliği üyesi ülkelerde asgari ücret alanların yakın çevresinde ücret alanlar %9 civarında. Yani asgari ücret alanların ücretinin %10 üzerinde ya da %10 altında ücret alanlar tüm çalışanların yüzde onunu bile oluşturmaz.

Türkiye’de ise asgari ücretin yüzde 10 fazlası ve altında ücretle çalışanların oranı yüzde 57’dir. Böylece Türkiye’deki asgari ücret civarında ücret alanların oranı AB ortalamasının 6 katından fazladır. Yeni belirlenen asgari ücret ise bu oranı daha da artıracaktır.

Asgari ücretin artırılması işverene bir maliyet oluştururken devlete de yeni bir gelir kaynağı oluşturmaktadır. Sosyal güvenlik primleri artacaktır. Emeklilerin ücretleri, kaç çalışan tarafından yatırılan sosyal güvenlik ödemesi ile karşılanacağı, emekli aylıklarında artırılacak tutarı da belirlemektedir. Asgari ücret komisyonu, 2023 yılı asgari ücretini %54,5 artışla, neti 8.506 TL olarak açıklandı. Bu ücret bir taraftan asgari ücret düzeyinde çalışan sayısını artıracak ve nitelikli iş gücünün ücret seviyesini düşürecektir.

Asgari ücret tuzağı, bütün çalışanların çok büyük bir kısmını etrafında toplayarak, ortalama ücret halini alacaktır. Çalışanların, yüksek enflasyon ortamında alım güçlerini artırmayacak ancak ücretlerini asgari ücret seviyesine çekerek burada çalışanların büyük bir bölümünün yığılmasına neden olacaktır. Çalışanların yoksullaşmasını artırıcı bir etki yaratacak, sosyal eşitsizliklerin artmasına neden olacaktır.

Asgari ücret artış sadece işçi olarak çalışanların ücretlerini belirlemiyor. Memurların ve emeklilerinde ücret artışlarını belirliyor. Memur ve emekliler de aldıkları ücretlerle geçinmektedirler. Genel refah seviyesinin ülke genelinde artırılmadan, milli gelirin adil bir şekilde paylaşılmasının sağlanmamasından hemen hemen her kesim etkilenmektedir.

En az emekli aylığının 3.500 TL olduğu ülkemizde, emekli aylıkları asgari ücret düzeyinde artırılsa bile 5.411 TL düzeyine gelecektir. TÜRK-İŞ tarafından açıklanan verilere göre   KASIM 2022 ayında açlık sınırı 7.786,85. TL, Yoksulluk Sınırı, 25.364,35 TL ‘dir.2023 yılı için ise açıklanan asgari ücret ise sadece 8.506 TL oldu. Enflasyonun baz endeksi nedeniyle düşeceği görülse bile, , fiyat artışlarının durmayacağı, yani enflasyon düşüyor gibi görünsene de fiyatlar düşmeyecektir.

Toplumun büyümesinde çalışanların aldığı pay ile sermayenin(patronların) aldığı pay da bunu açık olarak göstermektedir. Türkiye'de ücretliler 2019 yılında milli gelirin yüzde 31,4'ünü alırken bu oran 2021'de yüzde 27'ye düştü. Şirketlerin milli gelirden aldığı pay ise son iki senede yüzde 42,9'dan 47'ye yükseldi.

Çalışanların alım güçlerinin artırılmadığı ( fiyat artışlarının durdurulup- düşürülmediği )bir ortamda asgari ücretle çalışanların artığı ve bu ücrete yakın bir ücret politikasının ülkemizde yaygın olarak kullanıldığında yoksullaşma çok daha fazla görünür olacaktır. Asgari ücret uygulanan bir sosyal politika olma gücünü yitireceği açıktır.

Asgari ücretin artışı değil, çalışanların ne kadarının sayısal olarak bu ücrete ve bu ücret yakınında ücret aldığı önemli hale gelecektir.

 

 

VERGİ AFLARI MUHASEBE MESLEĞİNİN ANATOMİSİNİ BOZUYOR

Ertuğrul Kılıç

Basına yansıyan haberlere göre kapsamlı bir vergi affı daha yolda ve kısa bir süre sonra yasallaşarak toplumun ve muhasebe mesleğiyle uğraşan muhasebecilerin önüne gelecektir. Sıklıkla çıkarılan aflar güvenilirlik, sürdürülebilirlik ve öngörülebilirliği ortadan kaldırması nedeniyle muhasebe mesleğine haksız bir şekilde darbe vuruyor. Toplumun adalet duygusunu, kanunlara uyanlar ile kanunlara uymayanlar arasındaki toplumsal dengenin bozulmasında da sebep oluyor.

Muhasebe mesleği uzun bir eğitim ve uygulama süresi gerektiren bir uzmanlık alanıdır. Herhangi bir meslek değildir. Sürekli kendisini yenilemesi gereken, ekonomi, hukuk, sosyal politika, maliye, muhasebe vb. konularda kendini yetiştiren bir meslek dalıdır. Eğitim; sadece teorik değil uygulamayı da gerektiren ve uzun zaman alan bir süreçtir. Kendisini sürekli yenilemesiyle mesleki yapısından kaynaklı hareketliliği barındıran bir süreç olması, sürekli değişikliliklere göre yeniden kendini yenilemesi gereken bir meslektir.

Bir mesleğin gelişmesi öncelikle toplumsal ihtiyaçların hâsıl olması, mesleğe gereksinim duymasıyla doğrudan ilintilidir.  Toplumsal ihtiyaç, üretimle birlikte, üretilen mal ve hizmetlerin ölçülmesi, sayılması ve tasnif edilmesini de gerekli görmektedir. Göreceli olan zamanı, anlamlı bölümlere ayırarak geçmiş ve gelecek arasında ilişki kurmak ve bunları karşılaştırarak, var olduğu anı ve maliyeti bilmek alınacak kararların temel unsurdur.

Bir ülkenin kaynaklarını kullanarak üretilen mal ve hizmetlerin istatistikî verilerini tutmak zaman çizelgesinde göstermek, toplumsal gelişmenin ve diğer ülkelerle karşılaştırmanın yapılarak gelişme düzeyinin görülmesini sağlamaya hizmet etmektedir. Milli, gelirin tespit edilmesi, büyüme rakamlarının belirlenmesi, devletin temel ihtiyaçlarının sağlanması için ortaya çıkarılan artı değerden ve kimlerden ne kadar vergi alınmasının, kaynak dağılımının temel verilerini de oluşturmaktadır.

Muhasebeciler, görüldüğü gibi sadece bir tek işletmenin ticari kayıtlarını işleyerek anlamlı, karşılaştırılabilir ve gerçek uygun verileri üretmiyorlar. Bir bütün olarak ülkenin kaynaklarının tamamının istatistik verilerini de üretiyorlar.

Muhasebe mesleğinin gelişmesi bir toplumun adil, eşit ve özgür olmasının temel unsurlarını oluşturan adil gelir dağılımının kaynaklarının dağıtımının temel kaynaklarını da ortaya çıkarıyorlar. Bu verileri ortaya çıkaran muhasebe mesleğini yapan muhasebeciler hangi süreçlerden geçerek bu kadar yüksek bir bilgi üretiyorlar. Toplum, bunun çok da farkında değil. Meslek örgütleri muhasebe mesleğinin toplumsal karşılığının ortaya çıkarılması ve kamusal üretim yaptıklarının anlatılması konusunda yeterli çabayı göstermiyorlar.

Muhasebeci olabilmek için öncelikle 3568 sayılı kanunda sayılı dört yıllık üniversitelerden birinden mezun olmak gerekiyor. Mezun olduktan sonra mesleğe giriş sınavını başarmak ve bu sınavı geçtikten sonra üç yıl bir Mali müşavir veya Yeminli mali müşavir yanında pratik ve teorik bir eğitimden geçmesi gerekiyor. Bu da yetmiyor tabi, staj süresi sonunda asıl meslek uzmanlık belgesinin alınabilmesi için mesleki bir sınava daha girmesi gerekiyor ve bu sınavı başarı ile vermesi gerekiyor.  Muhasebe mesleğine uzman olarak girdikten sonra toplumun ihtiyaçlarının değişmesi ekonomik, sosyal ve siyasal tercihler nedeniyle sık sık değişen yasaları tekrardan tekrardan okuması ve eğitimini yeniden alması gerekiyor. Sürekli bir hareket halinde ve değişimi yakalaması gerekiyor.

Çok büyük bir zaman ve emek verilerek elde edilen mesleki uzmanlık işletmelerin ticari ve mali ihtiyaçlarının karşılanması sağlamak, bir bütün olarak ülkenin varlıklarının ve kaynaklarının nelerden oluştuğu ve nasıl kullanıldığını gösteren mali tablolara yansımasını sağlıyor.

Muhasebeciler, bir taraftan da toplumsal yapı içerisinde ekonomik mali ve sosyal yapıyı organize ediyor. Bu yapının sık sık siyasal iktidarlar tarafından af yasalarıyla bozulması muhasebecilerin varlığının ve bütünlüğünün bozulmasına neden oluyor. Bu durum toplumsal yapı içerisinde gelir dağılımını bozduğu gibi muhasebe mesleğinin değerini de anlamsızlaştırıyor. Muhasebe mesleğinin anatomisini bozuyor. Başta kendi çıkardığı yasaları sürekli geçici maddelerle revize edip işlevsizleştiriyor, onca meslek mensubunun vermiş olduğu emeği yok sayıyor. Maliye politikasının uygulanması aracıyla muhasebeciler ile haksız rekabet oluşturuyor. Sosyal dengeden çok toplumsal ihtiyaçların karşılanması için toplanan vergilerin sürekliliğini çıkarılan aflar tehdit eder hale gelebiliyor.

13 Ekim 2020 Salı

ÖRGÜTLÜ GÜÇ OLMADAN DEĞİŞİM OLUR MU?

 

Dünya 1990 yıllardan bu tarafa tuhaf bir şekilde savrularak yoluna devam etmektedir. Sovyetler Birliğinin yıkılmasından bu yana o bilindik “kominizim” propagandasına dayalı toplumsal korkulardan beslenen toplumsal algı yönetimi, artık gerçeklikle karşılaştığında bir anlam ifade etmemektedir.

Dünya değişmiştir. Aynı zamanda onun içerisinde bir kümenin elamanları olan ülkelerde de bu değişimden çeşitli şekillerde değişime tabi olmuşlardır. Bazı ülkeler bu değişime uygun toplumsal yapıları geliştirememiş bazıları ise yenidünyanın gelişmesine daha fazla uyum sağlamışlardır.

Ancak her ne olursa olsun yaşamaya devam ettiğimiz virüs nedeniyle içerisinde bulunulan kapsayıcı ekonomik ve toplumsal sistem olan kapitalizm, her ülkenin kendi eksikliğini ve hazır taraflarını ortaya çıkarmıştır.

Dünyada adaletsiz gelir dağılımı nedeniyle zaten yaşanılan yoksulluk, virüs nedeniyle daha da artarak çoğalmakta. Dünyada izlenen siyasi popülizm ve küreselleşme ile yoksulluk artarken birde pandemi eklendi. 2019 yılı Aralık Raporuna göre Birleşmiş Milletler Kalkınama fonunun yaşadığımız çağda yaşam koşullarında büyük ilerlemeler sağlamasına rağmen aşırı gelir yoksulluğu içerisinde yaşayan 600 milyon insan bulunuyor. Çok boyutlu endekse göre hesaplandığında ise 1,3 milyara çıkıyor, bu yoksulluk rakamları.

Ülkemizde ise bir türlü ekonomik, siyasal ve sosyal olaylara çözüm üretilemiyor. Yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik ve çaresizlik yaygın bir gerçeklik ve ruh hali olarak sürekli büyümekte. Hangi merkezden bakılırsa bakılsın gelişen ve değişen toplumsal sorunlar çağın akılcılığı kullanılarak tanımlanamıyor ve çözüm üretilemiyor.

AKP hükümeti bir toplumda insanların yaklaşık ömürleri dikkatte alındığında hiç azımsanamayacak bir süredir tek başına ülkeyi yönetmektedir. Yani yerleşik bir deyimle “tek başına iktidar” bütün gelişmelerden ve sonuçlarından sorumlu olarak 18 yıldır iktidar.

Toplum ise birçok açıdan bölünme halinde yaşamaktadır. Ülke sadece gelir adaletsizliği şeklinde adil olmayan bir bölünme ve farklılaşma yaşamıyor, aynı zamanda yönetim şekli ve politikaları üzerinden de bir bölünme yaşıyor. Yeni inşa edilen Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak sunulan sistemin yaşayabilmesi ve sürdürülebilir olabilmesi için oy kullananların yarısından bir fazlanın oyuna ihtiyaç duymaktadır.

Böyle olunca ülkenin yönetimi parlamenter bir sistem mi yoksa cumhurbaşkanlığı sistemi mi olsun diyenler arasında da ikiye bölünmüş bulunmaktadır. Bir tarafta Cumhur ittifakı diğer tarafta Millet ittifakı.

Millet ittifakı içerisinde değiştirme iddiasında ve motor güç olan CHP’nin izlediği politik tutum ve örgüt yapısı topluma güven verebilmekte midir? Esas sorun biraz burada düğümlenmektedir. CHP örgütü merkez örgütlenmesi dışında her hangi bir faaliyet yürütmemektedir. Genel merkez ise dar kadro içerisinde günlük yaşanan olayların çetelesini tutup bunu raporlaştırmaktan ve genel başkanın çözüm diye açıkladığı birkaç öneriden öteye geçemiyor. Yerel örgütler halkın esas sorunları üzerinden bir örgütlenme sürdürememektedirler.

Belediyeler ise hükümetin çözmesi gereken esas sorunlar açlık, yoksulluk, sağlık, eğitim ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi sorunlarına yerel çare olmak için çırpınmadan öteye geçememektedirler. Parti örgütleri ile toplumsal belediyecilik arasında bir siyasal bağ da kurulmak istenmemektedir.

CHP örgütleri ile kadroları ve üyeleri arasında inanılmaz bir kopukluk söz konusu. Parti üyeleri bu örgütlere bir türlü güvenmiyor. Çalışmadıklarını, yeterli yerel sorun belirleme ve çözme kapasitelerinin olmadığını düşünüyor. İktidar olma heveslerinin bulunmadığını ve merkeze bağlı bürokratik oluşumların ötesine geçemediklerini görüyor. Genel merkezin haftalık grup konuşmaları ve parti sözcüsünün konuşmaları dışında yerel bir söylem geliştiremediklerini görüyor ve yaşıyor.

Millet ittifakında motor güç olan CHP’nin kendi üyeleri ve oy veren tabanı ile doğru bir iletişim geliştiremez ise sonu bildiğimiz hikâyelere dönecek gibi görünüyor. Her şey hayal olmaya aday. Parti tabanı ve üyeler parti yönetiminden kendilerini de kapsayan bir örgütsel bağın geliştirilmesini ve çalışmaların verimli, istikrarlı ve sonuç alıcı olmasını beklemektedirler. Partiye aidat duymak istemektedirler. Bu kadar dağınık ve kadrolarının enerjisinden yararlanmayan bir partinin geleceğinin çokta parlak olmayacağını (millet ittifakı kazanmış olsa bile) söylemek falcılık olmasa gerek.

Kendiliğinden değişimi beklemek bir hayaldir. Örgütlü güç olmadan değişim olmayacağı olsa bile halkı ve parti üyelerini tatmin etmeyeceği açıktır. Değişimi yaratmak ancak su damlası gibi sürekli ve istikrarlı olmakla mümkündür. Tek noktaya, tüm gücüyle sürekli ve istikrarlı bir şekilde damlamakla…

 

 

 

 

 

 

 

 

VUK 359 Kapsamında Teminat, Ceza ve Mali Suç Bağlantıları Normlar Arası Geçiş ve Uygulama Rehberi

  Giriş Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesi, vergi kaçakçılığı suçlarını düzenleyen temel ceza normudur. Ancak bu madde, uygulamada yalnızca ...