3 Şubat 2023 Cuma

 

VERGİ AFLARI MUHASEBE MESLEĞİNİN ANATOMİSİNİ BOZUYOR


Basına yansıyan haberlere göre kapsamlı bir vergi affı daha yolda ve kısa bir süre sonra yasallaşarak toplumun ve muhasebe mesleğiyle uğraşan muhasebecilerin önüne gelecektir. Sıklıkla çıkarılan aflar güvenilirlik, sürdürülebilirlik ve öngörülebilirliği ortadan kaldırması nedeniyle muhasebe mesleğine haksız bir şekilde darbe vuruyor. Toplumun adalet duygusunu, kanunlara uyanlar ile kanunlara uymayanlar arasındaki toplumsal dengenin bozulmasında da sebep oluyor.

Muhasebe mesleği uzun bir eğitim ve uygulama süresi gerektiren bir uzmanlık alanıdır. Herhangi bir meslek değildir. Sürekli kendisini yenilemesi gereken, ekonomi, hukuk, sosyal politika, maliye, muhasebe vb. konularda kendini yetiştiren bir meslek dalıdır. Eğitim; sadece teorik değil uygulamayı da gerektiren ve uzun zaman alan bir süreçtir. Kendisini sürekli yenilemesiyle mesleki yapısından kaynaklı hareketliliği barındıran bir süreç olması, sürekli değişikliliklere göre yeniden kendini yenilemesi gereken bir meslektir.

Bir mesleğin gelişmesi öncelikle toplumsal ihtiyaçların hâsıl olması, mesleğe gereksinim durmasıyla doğrudan ilintilidir.  Toplumsal ihtiyaç, üretimle birlikte, üretilen mal ve hizmetlerin ölçülmesi, sayılması ve tasnif edilmesini de gerekli görmektedir. Göreceli olan zamanı, anlamlı bölümlere ayırarak geçmiş ve gelecek arasında ilişki kurmak ve bunları karşılaştırarak, var olduğu anı ve maliyeti bilmek alınacak kararların temel unsurdur.

Bir ülkenin kaynaklarını kullanarak üretilen mal ve hizmetlerin istatistikî verilerini tutmak zaman çizelgesinde göstermek, toplumsal gelişmenin ve diğer ülkelerle karşılaştırmanın yapılarak gelişme düzeyinin görülmesini sağlamaya hizmet etmektedir. Milli, gelirin tespit edilmesi, büyüme rakamlarının belirlenmesi, devletin temel ihtiyaçlarının sağlanması için ortaya çıkarılan artı değerden ve kimlerden ne kadar vergi alınmasının, kaynak dağılımının temel verilerini de oluşturmaktadır.

Muhasebeciler, görüldüğü gibi sadece bir tek işletmenin ticari kayıtlarını işleyerek anlamlı, karşılaştırılabilir ve gerçek uygun verileri üretmiyorlar. Bir bütün olarak ülkenin kaynaklarının tamamının istatistik verilerini de üretiyorlar.

Muhasebe mesleğinin gelişmesi bir toplumun adil, eşit ve özgür olmasının temel unsurlarını oluşturan adil gelir dağılımının kaynaklarının dağıtımının temel kaynaklarını da ortaya çıkarıyorlar. Bu verileri ortaya çıkaran muhasebe mesleğini yapan muhasebeciler hangi süreçlerden geçerek bu kadar yüksek bir bilgi üretiyorlar. Toplum, bunun çok da farkında değil. Meslek örgütleri muhasebe mesleğinin toplumsal karşılığının ortaya çıkarılması ve kamusal üretim yaptıklarının anlatılması konusunda yeterli çabayı göstermiyorlar.

Muhasebeci olabilmek için öncelikle 3568 sayılı kanunda sayılı dört yıllık üniversitelerden birinden mezun olmak gerekiyor. Mezun olduktan sonra mesleğe giriş sınavını başarmak ve bu sınavı geçtikten sonra üç yıl bir Mali müşavir veya Yeminli mali müşavir yanında pratik ve teorik bir eğitimden geçmesi gerekiyor. Bu da yetmiyor tabi, staj süresi sonunda asıl meslek uzmanlık belgesinin alınabilmesi için mesleki bir sınava daha girmesi gerekiyor ve bu sınavı başarı ile vermesi gerekiyor.  Muhasebe mesleğine uzman olarak girdikten sonra toplumun ihtiyaçlarının değişmesi ekonomik, sosyal ve siyasal tercihler nedeniyle sık sık değişen yasaları tekrardan tekrardan okuması ve eğitimini yeniden alması gerekiyor. Sürekli bir hareket halinde ve değişimi yakalaması gerekiyor.

Çok büyük bir zaman ve emek verilerek elde edilen mesleki uzmanlık işletmelerin ticari ve mali ihtiyaçlarının karşılanması sağlamak, bir bütün olarak ülkenin varlıklarının ve kaynaklarının nelerden oluştuğu ve nasıl kullanıldığını gösteren mali tablolara yansımasını sağlıyor.

Muhasebeciler, bir taraftan da toplumsal yapı içerisinde ekonomik mali ve sosyal yapıyı organize ediyor. Bu yapının sık sık siyasal iktidarlar tarafından af yasalarıyla bozulması muhasebecilerin varlığının ve bütünlüğünün bozulmasına neden oluyor. Bu durum toplumsal yapı içerisinde gelir dağılımını bozduğu gibi muhasebe mesleğinin değerini de anlamsızlaştırıyor. Muhasebe mesleğinin anatomisini bozuyor. Başta kendi çıkardığı yasaları sürekli geçici maddelerle revize edip işlevsizleştiriyor, onca meslek mensubunun vermiş olduğu emeği yok sayıyor. Maliye politikasının uygulanması aracıyla muhasebeciler ile haksız rekabet oluşturuyor. Sosyal dengeden çok toplumsal ihtiyaçların karşılanması için toplanan vergilerin sürekliliğini çıkarılan aflar tehdit eder hale gelebiliyor.

23 Ocak 2023 Pazartesi

 

SİYASİ PARTİLERİN TUTMASI GEREKEN YASAL DEFTERLER VE CEZASI

 Ertuğrul Kılıç[1]

 

GİRİŞ

 

Demokratik toplumların vazgeçilmez unsuru olan siyasal partiler Anayasamızın[2] 68. Maddesine göre kurulmaktadırlar. Siyasi partiler vatandaşların siyasi düşünce ve tercihleri doğrultusunda devlet yönetimine katılmasını sağlamak, seçimler aracılığıyla yürütmede görev alacak kişileri seçerek vatandaşı temsil etmesini sağlayan en büyük demokratik sivil toplum kuruluşu olma özelliğini taşırlar.

Hukuk devleti ilkesinin var olduğu tüm demokratik ve çağdaş ülkelerde siyasal partilerin varlıklarının denetlenmesi büyük önem arz etmektedir.

Denetimin var olması bir belgeye bağlaması ve bu belgelerin belirli bir nizam içerisinde kayıt altına alınmasını gerektirmektedir. Siyasal partilerimizin, çoğu zaman dikkat etmedikleri ve toplumun da çok ilgilenmediği bir alana genel seçimler yaklaşırken dikkat çekmek toplumsal bir görevdir.

 Bu makalede ülkemizde kurulu olan siyasal partilerin, siyasi partiler kanunun 60. Maddesine göre tutulması gereken yasal defterlerin neler olduğu ve bunun tasdiki ve tasdik yapılmadığında yöneticilerinin karşılaşacağı cezalara ilişkin konu irdelenmiştir.

 

Anahtar Kelimeler; Siyasi Partiler, Anayasa Mahkemesi, Yasal Defter, Belge, Kayıt, Ceza

 

1.   Genel Olarak

Siyasal partiler demokratik rejimlerin vazgeçilmez unsurlarının başında olanlardan biridir.  Bütün demokratik ülkelerde bu kural geçerli olduğu gibi Türkiye açısından da genel kabul görmüş ve vazgeçilmez bir unsur olduğu, her kesim tarafından kabul görmüştür. Değişik zaman dilimlerinde ülkenin yönetimine el kayan askeri yönetimlerin defalarca siyasi partileri kapatmalarına rağmen yeniden açmak durumunda kalmışlardır.

Temel amaçları başta Anayasa olmak üzere siyasi partiler kanununa göre kurulurlar, kendi parti program ve tüzüğüne göre ülke yönetiminde söz sahibi olmayı amaçlarlar. Yani siyasi partiler, siyasi iktidarı elde etmek veya siyasal iktidara ortak olmak isterler. Bu amaçlarına ulaşmak için ülke düzeyinde çalışmalarını toplumun farklı alanlarına koordineli olarak yayabilmek için merkezi, yerel ve yan örgütler kurmak isterler. Her il ve ilçede, beldede örgütlenerek kendi merkezlerine bağlı siyasal organlar oluştururlar.

Bu merkezi, yerel ve yan organların faaliyetlerinin kontrol edilmesi hem Anayasal ve yasal bir zorunluluk, hem de siyasi partilerin kendi tüzüklerinden kaynaklanan idari bir faaliyet denetiminin oluşturulması gerekli görülmektedir.

Siyasal patilerin idari akışlarının ve mali kaynaklarının takibini yapmak üzere, kanunlarımızda her kademedeki parti organlarının bir takım defterler tutması gerektiği belirlenmiştir. Buna göre Siyasi Partiler Kanunun[3] 60. maddesinde tutulması gereken defter ve kayıtlar sayılmıştır.

Adı geçen kanunun ilgili maddesinde tutulacak defterler, her kademedeki parti organları tarafından tutularak kayıt altına alınması düzenlenmiştir.

 Buna göre;[4]

1.   Üye Kayıt Defteri,

2.   Karar Defteri,

3.   Gelen Ve Giden Evrak Kayıt Defteri,

4.   Gelir Ve Gider Defteri

5.   Demirbaş Eşya Defteri Tutmak

zorundadırlar.

Diğer taraftan kanun maddesinde bu defterler gösterilmiş ise de Parti organ ve kurullarınca tutulmasında yarar gördüğü diğer defterlerin, parti tüzük ve iç yönetmeliklerinde gösterilebileceğini siyasi partilerin ihtiyaçlarına uygun davranmasına bırakılmıştır.

Parti genel merkezinde, üye kayıt defterlerinin özetinin nasıl tutulacağı, bütçe ve kesin hesabın nasıl hazırlanıp düzenleneceği, parti iç yönetmeliğine bırakılarak siyasal partiler kanununda bir esneklik olarak partilere bırakılmıştır.

1. Parti Organlarının Tutması Gereken Yasal Defterler

Her kademedeki parti örgütleri üye kayıt defteri, karar defteri, gelen ve giden evrak kayıt defteri, gelir ve gider defteri ile demirbaş eşya defteri tutmak zorundadırlar.[5]Sırasıyla bu defterlerin tutulma usul ve amaçları açıklanmıştır.

1.1.1.Üye Kayıt Defteri

 Mahalle ve köy esasına göre tutulur. Her kademedeki parti organlarında( belde, ilçe il, genel merkez) partiye üye olan ve parti tarafından kayıt edilen kişilerin bilgilerinin yazıldığı defterdir. Kayıt sıra numarası esasına göre üyeler kayıt edilir. Üyeler partiye kayıt olurken doldurmak zorunda oldukları üye giriş beyanname asılları ilçede muhafaza edilir. Diğer bir örneği ise il başkanlığına gönderilir. Üye defterinin denetimi siyasi partiler kanunun 42. maddesine göre İlçe Seçim Kurulu başkanının denetimi altındadır.

1.1.2.Karar Defteri

İlgili organın kararlarını, tarih ve numara sırasıyla içerir.  Kararlar da oylamaya katılanlar tarafından imzalanır. Muhalif olan üyeler muhalefet şerhini, gerekçesini yazarak imzalar ve istenirse kararın bir örneği muhalefet şerhi koyanlara verilir. Kongrece alınan kararları da içermesi gereken kongre tutanak özetleri başkanlık divanı üyelerince imzalanır. Kongrece alınan kararlar ve kongre tutanakları özetlenerek kongre karar defterine yazılır.

1.1.3.Gelen ve Giden Evrak Defteri

Partinin her kademesine gelen ve giden evraklar, tarih ve numara sırasıyla, gelen ve giden evrak kayıt defterine kaydedilir. Gelen evrakın asılları ile gönderilen evrakın örnekleri bu tarih ve numaralar altında oluşturulan dosyalarda saklanır.

1.1.4.Gelir ve Giderlerin Kayıt Edildiği Defterler

Parti adına elde edilen gelirlerin alındığı ve yapılan giderlerin ne gibi işlere ve yerlere harcandığı, ilgili defterlere sıra ile ve belge kaynakları da gösterilerek kayıt edilir.

Bütün defterlerin sayfaları ve kaç sayfadan ibaret oldukları teşkilatın bulunduğu ilgili seçim kurulu başkanı tarafından mühürlenir ve tasdik edilir.

Partiye giriş işlemleri gösteren üyelik beyannamelerinin birer örneği ilçe ve il kademesinde, alfabetik sıra esasına göre tasnif edilmiş olarak ayrı bir dosyada saklanır.

Parti organ ve kurullarınca tutulmasında fayda görülen diğer defterler, parti tüzük ve İç yönetmeliklerinde gösterilir. Parti genel merkezinde üye kayıt defterinin özetinin nasıl tutulacağı, bütçe ve kesin hesabın nasıl hazırlanıp düzenleneceği parti iç yönetmeliğiyle belirtilir.

1.1.5.Demirbaş Eşya Defteri

Partiye alınan veya bağışlanan demirbaş eşya, taşıt veya taşınmaz malların dayanakları gösterilerek ( belge, tutanak, bağış makbuzu vb. gibi) tarih sırasına göre yazıldığı defterdir. Dönem içerisinde alınan demirbaşlar öncelikle gelir gider defterine daha sonrada demirbaş eşya defterine kayıt edilir. Bu parti kaynaklarıyla alınan demirbaş eşyada olduğu gibi partiye yapılan bağışlarda demirbaşın emsal bedeli ile Gelir –Gider defterine hem gelir hem de gider yazılarak kayıt altına alınır. Ekonomik ömrünü tamamlamış veya satışa konu olacak demirbaşlar için bir komisyon marifetiyle emsal bedelleri belirlenerek satışı yapılarak ilgili satış belgesine dayanılarak elde edilen bedel gelir olarak gelir ve gider defterinde kayıtlara alınır.

1.1.6. Tutulması Gereken Defterlerin Tasdiki ve Ceza

Yukarıda sayılan ve detaylıca açıklanan defterler her parti organınca tutulması gereken defterlerdir. Bu defterlerin tutulması geçerli şekilde tasdikine bağlıdır.  Siyasi partiler kanunun 60. Maddesinde belirtilen defterlerin hangi makam tarafından onaylanacağı belirlenmiştir. Buna göre siyasi partiler kanunu “Bütün defterlerin sayfaları ve kaç sayfadan ibaret oldukları teşkilatın bulunduğu ilgili seçim kurulu başkanı tarafından mühürlenir ve tasdik edilir” şeklinde düzenlemede bulunmuştur. Bu defterler ilgili makam tarafından tasdik edilmediklerinde Anayasa mahkemesince yetkililer hakkında cezai yaptırım uygulanmasının gerektiğini birçok kararında ortaya koymuştur.

2820 sayılı Yasa’nın 113. maddesinde de Bu Kanunun 60 ıncı maddesinde yazılı defter ve kayıtları tutmayanlar, altı aydan bir yıla, bu defter ve kayıtları tahrif veya yok edenler veya gizleyenler, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.” denilmiştir.

Anayasa Mahkemesi bir kararında, “ Açıklanan nedenlerle, defterleri ilgili seçim kurulu başkanı yerine, notere tasdik ettiren Parti sorumluları hakkında, 2820 sayılı Yasa’nın 60. ve 113. maddelerine istinaden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulması gerektiği sonucuna varılmıştır”[6] şeklinde bir karar almıştır.

Parti organları bu yasal durumu çoğu zaman bilmediğinden, genel bir yaklaşım olarak Vergi Usul Kanunundaki hükümlere göre hareket ederek, yasal tutulması gereken defterleri Noterlere tasdik ettirerek kullanmaktadırlar.

 

SONUÇ

 

Siyasi partilerimizin kütüğünü tutan Yargıtay başsavcılığında kayıtlı siyasal parti sayısı 122 olarak gözükmektedir.[7] Toplumsal bir alan olan siyasal faaliyette bulunan partilerin kullandıkları kaynaklarının ve yükümlülüklerinin toplum tarafından da yakından bilinmesi şeffaflık ve hesap verebilirlik gereği yönetişimsel bir ilke olarak kabul görmektedir.  Elde edilen gelirlerin ve giderlerin kayıt altına alınması sadece o parti üyelerinin bilmesi gereken bir durum olmaktan öte siyasal partilerin gelir kaleminin (% 7 oy alan partiler için)bütçeden pay alması dolayısıyla bütün toplumu da yakından ilgilendirmektedir.

Toplumsal bir sorumluluk olan siyasal alanın bütün yönleriyle toplumun gözü önünde cereyan etmesi, gelir ve giderlerinin de şeffaf bir şekilde kayıt altına alınması toplumsal bir fayda olarak kaynakların verimli ve yerinde etkin kullanımını zorunlu kılmaktadır. Siyasal partiler kanunu, siyasal partilerin faaliyetlerinin ve kaynak ve kullanımlarının yasada belirlenmiş olan defterler ve belgelerle kanıtlanmasını zorunlu kılmıştır. Anayasamızda, denetimden geçmenin birinci yolu toplumsal bir faaliyet ise bir sonraki adımda bu faaliyetleri yaparken elde edilen kaynakların ve bu faaliyetler için yapılan harcamaların şeffaf bir şekilde ( yasal defterler usulüne uygun tutularak) kayıt altına alınarak denetime sunulabilmesidir.

Yasal Defterlerin, siyasi partiler yasasında belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde tutulması, oy kullanan vatandaşlar ve demokratik değerler açısından siyasal partilere olan güveni artıracaktır.



[1] Serbest Muhasebeci Mali Müşavir, Bağımsız Denetçi Sorumlu Ortak

[2]  Çevirim İçi    : https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2709&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5

2709Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 09.11.1982 Resmî Gazete Sayısı: 17863 09.11.2022

[3]2820 Siyasi Partiler Kanunu, R. Gazete: Tarih: 24.4.1983  Sayı: 18027 

[4] ERTUĞRUL KILIÇ,”Siyasi Partilerin Mali İşlemler Rehberi Muhasebe ve İç Kontrol”, Gözlem Yay. Ltd. Şti, Ankara, Mayıs,2021,s,12.

[5] Siyasi Partiler Kanunu Madde 60

[6] Anayasa Mahkemesi Kararı, 27.10.2010 tarih 27534 sayılı Resmi Gazete

[7]Çevirim İçi;  https://www.yargitaycb.gov.tr/documents/ek1-1665988883.pdf          09.11.2022

 

HALK, SİYASİ PARTİLERİN GELİRLERİNİN GENEL BÜTÇEDEN KARŞILANDIĞINI BİLİYOR MU?

Ertuğrul KILIÇ

Bir ülkede demokrasiden bahsedebilmek için birinci koşul, siyasi partilerin var olması, ikincisi ise iktidarın değişmesini sağlayacak bir muhalefetin olması ve iktidarın seçim yoluyla değişiyor olması gerekli görülür.

Katılımcı demokratik ülkelerin, bir siyasi parti vasıtasıyla yönetilmesi ve alternatif olarak iktidarın değiştirilmesi için örgütlenmesi ve iktidarın demokratik yollarla değişmesini sağlayacak bir muhalefet siyasi parti örgütlenme faaliyetinin var olması vazgeçilmezdir.

Siyasi partiler iktidar olmak için çeşitli araçlara ihtiyaç duyarlar. En başta insan (partiye üye) daha sonra ise ülkenin her tarafında idari ve coğrafi özelliklere göre örgütlenmeye. Bu çabanın gerçekleşmesi için ise siyasi partilerin belirli bir paraya ( mali kaynağa) ihtiyaç duymakta olduklarıdır.

Siyasi patiler birer işletme değildirler. İşletme gibi mal veya hizmet satarak veya üreterek gelir elde edemezler. Mal ve hizmet satımı nedeniyle gelir elde etmeden faaliyetlerini nasıl sürdürürler. Bu durum toplumca çok da bilinmez. Belirli bir azınlığın dışında toplumda kimsenin ilgisini ve dikkatini çekmez.

Bir şey üretmeden, bir şey satmadan bu ihtiyaçlarını nasıl giderirler. Siyasi Partiler Kanunun 76. Maddesinde, siyasi partilerin elde edebilecekleri gelir sayılmıştır.

Bu gelirler, Parti üyelerinden alınacak giriş aidatı ile üyelik aidatı, Partili milletvekillerinden alınacak milletvekilliği aidatı, Milletvekili, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği ve il genel meclis üyeliği aday adaylarından alınacak özel aidat, Parti bayrağı, flaması, rozeti ve benzeri rumuzların satışından sağlanacak gelirler, Parti yayınlarının satış bedelleri, Üye kimlik kartlarının ve parti defter, makbuz ve kâğıtlarının sağlanması karşılığında alınacak paralar, Partice tertiplenen balo, eğlence ve konser faaliyetlerinden sağlanacak gelirler, Parti mal varlığından elde edilecek gelirler, Bağışlar ve Devletçe yapılan yardımlar haricinde gelir elde edemezler.

Sayılan bu gelirler siyasi partilerin faaliyetlerinin karşılayacak bir nitelikte değildir. En önemli gelir kaynağı devletçe bütçeden yapılan yardımlardır.  Her yıl hazırlanan genel bütçeden siyasi patiler kanununa göre siyasi partilere pay verilir. Halkın sokaklarda, televizyon, radyo ve sosyal medyada gördüğü reklamların( propoğandanın) çoğunun gelir kaynağı, halkın ödediği vergilerden, genel devlet bütçesinden siyasi partilere aktarılan tutarlardan oluşmaktadır.

2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun Ek -1 numaralı maddesine göre, Yüksek Seçim Kurulunca en son milletvekili genel seçimlerine katılma hakkı tanınmış olan ve genel barajı (%7 ) aşan siyasi partilere her yıl Hazineden ödenmek üzere o yılki genel bütçe gelirleri "(B) Cetveli" toplamının 5 binde 2’si oranında ödenek ayrılıyor. Belirlenen bu mali yardım, devlet yardımı yapılacak siyasi partiler arasında, bu partilerin en son genel seçim sonrasında Yüksek Seçim Kurulunca ilan edilen toplam geçerli oy sayıları ile orantılı olarak bölüştürülmek suretiyle her yıl ödenmektedir. Milletvekili genel seçiminin yapılacağı yıl normal yardımın üç katı, mahalli idareler genel seçim yılı için ise iki katı kadar gerçekleşebiliyor. Milletvekili genel seçimlerinde toplam geçerli oyların %3’ünden fazlasını alan siyasi partiler de seçim yılı yapılan devlet yardımlarından faydalanabiliyor.

2023 yılı genel bütçesindeki gelir artışından siyasi partilerde bu kanuna göre paylarını alacaklar.  Seçim yılının da etkisiyle siyasi partilere gelecek yıl yapılacak Hazine yardımı bu yıla göre 7 kat artarak partilere hazine tarafından aktarılacaktır.

Basına yansıyan haberler göre,” Gelecek yıl siyasi partilere toplam 4.5 milyar lira hazine yardımı yapılacak. Bunun 1.5 milyar liralık kısmı Ocak ayında partilerin hesaplarına yatırılacak. Ocak ayında AK Parti’ye 653.8 milyon, CHP’ye 348 milyon, HDP’ye 179.8 milyon, MHP’ye 170.5 milyon, İYİ Parti’ye ise 153.1 milyon lira hazine yardımı yapılacak. Ocak ayındaki yardımlar, yılın ilk on günü içinde partilerin hesaplarına yatırılacak”.

Halk 2023 yılında seçimlere giderken, kamu bütçesinden pay alan siyasi partilerin harcamalarının esas yerlerinde harcanıp, harcanmadığını bilmek isteyecektir. Halkın ekmeğinden kesilen ve ödediği vergi gelirlerinden oluşan, devlet bütçesinden alınan bu vergilerin, demokratik gelişmenin, toplumsal refah ve siyasal partilerin faaliyetleri için harcandığını toplumun bilmesi de en doğal hakkı olabilmelidir.

Seçimlere giderken, Siyasi partilerce bu harcamalar açık, şeffaf ve güvenilir bir şekilde seçim beyannamelerinde gösterilmesi, halkın bilgilenme hakkı olarak düşünülmelidir.  Halkın sadece oy vermek değil, aynı zamanda siyasi partilerin finansmanının da kendilerini etkilediğini bilerek davranmalarını sağlamakta demokratik bir seçim ve toplumsal bir yarar olarak düşünülmelidir.

Anahtar Kelimeler: Siyasi Parti, Bütçe, Pay, Gelir, Harcama, Demokrasi, Katılım, Aidat

 

 

ÜCRETLİLERE;  ASGARİ ÜCRET TUZAĞI

Asgari ücretin ne olduğundan ve ne kadar artırıldığından daha çok, çalışanların ne kadarının asgari ücret ve asgari ücret seviyesinde çalışıyor olduğu daha önemli hale gelmekte.

Asgari ücret birçok ülkede bir sosyal denge ve yoksullukla mücadelede bir sosyal politika aracı olarak kullanılmaktadır. Çalışanların yaşamlarını asgari düzeyde sürdürmelerini sağlamak üzere belirlenen bir ücrettir.

Önemli bir sosyal politika aracı olması toplumda en az ücretle yaşamını sürdürenlerin belirli bir tutar olarak belirlenerek, birçok verinin bir rakama bağlanması, gösterge olarak kullanılmasından gelmektedir.

Bir rakam olarak bakıldığında asgari ücret çok bir şey ifade etmez. Ancak tek bir anlamlı görüş ortaya çıkarır ki o da asgari “en az ücreti” ifade etmesidir. Toplumun yoksulluğu bu ücrete yaklaştıkça artar, uzaklaştıkça alım gücünün artması ve çalışanların refahlarının artmasına katkı sunar.  Asgari ücret, vatandaşın asgari yaşamını sürdürmesi anlamında daha önemli hale gelmektedir.

Bir toplumda sürekli büyüme artarken çalışanların büyük bir kısmının asgari ücret düzeyinde bir ücret alması, emeğin ( çalışanların) toplumsal refah artışından yeterince pay alamadıklarını gösterir.

Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri içinde en düşük asgari ücrete sahip ülkelerden biri olmanın yanında, asgari ücretle çalışanların oranının en yüksek olduğu ülkedir. 2017’de Avrupa Birliği üyesi ülkelerde asgari ücret alanların yakın çevresinde ücret alanlar %9 civarında. Yani asgari ücret alanların ücretinin %10 üzerinde ya da %10 altında ücret alanlar tüm çalışanların yüzde onunu bile oluşturmaz.

Türkiye’de ise asgari ücretin yüzde 10 fazlası ve altında ücretle çalışanların oranı yüzde 57’dir. Böylece Türkiye’deki asgari ücret civarında ücret alanların oranı AB ortalamasının 6 katından fazladır. Yeni belirlenen asgari ücret ise bu oranı daha da artıracaktır.

Asgari ücretin artırılması işverene bir maliyet oluştururken devlete de yeni bir gelir kaynağı oluşturmaktadır. Sosyal güvenlik primleri artacaktır. Emeklilerin ücretleri, kaç çalışan tarafından yatırılan sosyal güvenlik ödemesi ile karşılanacağı, emekli aylıklarında artırılacak tutarı da belirlemektedir. Asgari ücret komisyonu, 2023 yılı asgari ücretini %54,5 artışla, neti 8.506 TL olarak açıklandı. Bu ücret bir taraftan asgari ücret düzeyinde çalışan sayısını artıracak ve nitelikli iş gücünün ücret seviyesini düşürecektir.

Asgari ücret tuzağı, bütün çalışanların çok büyük bir kısmını etrafında toplayarak, ortalama ücret halini alacaktır. Çalışanların, yüksek enflasyon ortamında alım güçlerini artırmayacak ancak ücretlerini asgari ücret seviyesine çekerek burada çalışanların büyük bir bölümünün yığılmasına neden olacaktır. Çalışanların yoksullaşmasını artırıcı bir etki yaratacak, sosyal eşitsizliklerin artmasına neden olacaktır.

Asgari ücret artış sadece işçi olarak çalışanların ücretlerini belirlemiyor. Memurların ve emeklilerinde ücret artışlarını belirliyor. Memur ve emekliler de aldıkları ücretlerle geçinmektedirler. Genel refah seviyesinin ülke genelinde artırılmadan, milli gelirin adil bir şekilde paylaşılmasının sağlanmamasından hemen hemen her kesim etkilenmektedir.

En az emekli aylığının 3.500 TL olduğu ülkemizde, emekli aylıkları asgari ücret düzeyinde artırılsa bile 5.411 TL düzeyine gelecektir. TÜRK-İŞ tarafından açıklanan verilere göre   KASIM 2022 ayında açlık sınırı 7.786,85. TL, Yoksulluk Sınırı, 25.364,35 TL ‘dir.2023 yılı için ise açıklanan asgari ücret ise sadece 8.506 TL oldu. Enflasyonun baz endeksi nedeniyle düşeceği görülse bile, , fiyat artışlarının durmayacağı, yani enflasyon düşüyor gibi görünsene de fiyatlar düşmeyecektir.

Toplumun büyümesinde çalışanların aldığı pay ile sermayenin(patronların) aldığı pay da bunu açık olarak göstermektedir. Türkiye'de ücretliler 2019 yılında milli gelirin yüzde 31,4'ünü alırken bu oran 2021'de yüzde 27'ye düştü. Şirketlerin milli gelirden aldığı pay ise son iki senede yüzde 42,9'dan 47'ye yükseldi.

Çalışanların alım güçlerinin artırılmadığı ( fiyat artışlarının durdurulup- düşürülmediği )bir ortamda asgari ücretle çalışanların artığı ve bu ücrete yakın bir ücret politikasının ülkemizde yaygın olarak kullanıldığında yoksullaşma çok daha fazla görünür olacaktır. Asgari ücret uygulanan bir sosyal politika olma gücünü yitireceği açıktır.

Asgari ücretin artışı değil, çalışanların ne kadarının sayısal olarak bu ücrete ve bu ücret yakınında ücret aldığı önemli hale gelecektir.

 

 

VERGİ AFLARI MUHASEBE MESLEĞİNİN ANATOMİSİNİ BOZUYOR

Ertuğrul Kılıç

Basına yansıyan haberlere göre kapsamlı bir vergi affı daha yolda ve kısa bir süre sonra yasallaşarak toplumun ve muhasebe mesleğiyle uğraşan muhasebecilerin önüne gelecektir. Sıklıkla çıkarılan aflar güvenilirlik, sürdürülebilirlik ve öngörülebilirliği ortadan kaldırması nedeniyle muhasebe mesleğine haksız bir şekilde darbe vuruyor. Toplumun adalet duygusunu, kanunlara uyanlar ile kanunlara uymayanlar arasındaki toplumsal dengenin bozulmasında da sebep oluyor.

Muhasebe mesleği uzun bir eğitim ve uygulama süresi gerektiren bir uzmanlık alanıdır. Herhangi bir meslek değildir. Sürekli kendisini yenilemesi gereken, ekonomi, hukuk, sosyal politika, maliye, muhasebe vb. konularda kendini yetiştiren bir meslek dalıdır. Eğitim; sadece teorik değil uygulamayı da gerektiren ve uzun zaman alan bir süreçtir. Kendisini sürekli yenilemesiyle mesleki yapısından kaynaklı hareketliliği barındıran bir süreç olması, sürekli değişikliliklere göre yeniden kendini yenilemesi gereken bir meslektir.

Bir mesleğin gelişmesi öncelikle toplumsal ihtiyaçların hâsıl olması, mesleğe gereksinim duymasıyla doğrudan ilintilidir.  Toplumsal ihtiyaç, üretimle birlikte, üretilen mal ve hizmetlerin ölçülmesi, sayılması ve tasnif edilmesini de gerekli görmektedir. Göreceli olan zamanı, anlamlı bölümlere ayırarak geçmiş ve gelecek arasında ilişki kurmak ve bunları karşılaştırarak, var olduğu anı ve maliyeti bilmek alınacak kararların temel unsurdur.

Bir ülkenin kaynaklarını kullanarak üretilen mal ve hizmetlerin istatistikî verilerini tutmak zaman çizelgesinde göstermek, toplumsal gelişmenin ve diğer ülkelerle karşılaştırmanın yapılarak gelişme düzeyinin görülmesini sağlamaya hizmet etmektedir. Milli, gelirin tespit edilmesi, büyüme rakamlarının belirlenmesi, devletin temel ihtiyaçlarının sağlanması için ortaya çıkarılan artı değerden ve kimlerden ne kadar vergi alınmasının, kaynak dağılımının temel verilerini de oluşturmaktadır.

Muhasebeciler, görüldüğü gibi sadece bir tek işletmenin ticari kayıtlarını işleyerek anlamlı, karşılaştırılabilir ve gerçek uygun verileri üretmiyorlar. Bir bütün olarak ülkenin kaynaklarının tamamının istatistik verilerini de üretiyorlar.

Muhasebe mesleğinin gelişmesi bir toplumun adil, eşit ve özgür olmasının temel unsurlarını oluşturan adil gelir dağılımının kaynaklarının dağıtımının temel kaynaklarını da ortaya çıkarıyorlar. Bu verileri ortaya çıkaran muhasebe mesleğini yapan muhasebeciler hangi süreçlerden geçerek bu kadar yüksek bir bilgi üretiyorlar. Toplum, bunun çok da farkında değil. Meslek örgütleri muhasebe mesleğinin toplumsal karşılığının ortaya çıkarılması ve kamusal üretim yaptıklarının anlatılması konusunda yeterli çabayı göstermiyorlar.

Muhasebeci olabilmek için öncelikle 3568 sayılı kanunda sayılı dört yıllık üniversitelerden birinden mezun olmak gerekiyor. Mezun olduktan sonra mesleğe giriş sınavını başarmak ve bu sınavı geçtikten sonra üç yıl bir Mali müşavir veya Yeminli mali müşavir yanında pratik ve teorik bir eğitimden geçmesi gerekiyor. Bu da yetmiyor tabi, staj süresi sonunda asıl meslek uzmanlık belgesinin alınabilmesi için mesleki bir sınava daha girmesi gerekiyor ve bu sınavı başarı ile vermesi gerekiyor.  Muhasebe mesleğine uzman olarak girdikten sonra toplumun ihtiyaçlarının değişmesi ekonomik, sosyal ve siyasal tercihler nedeniyle sık sık değişen yasaları tekrardan tekrardan okuması ve eğitimini yeniden alması gerekiyor. Sürekli bir hareket halinde ve değişimi yakalaması gerekiyor.

Çok büyük bir zaman ve emek verilerek elde edilen mesleki uzmanlık işletmelerin ticari ve mali ihtiyaçlarının karşılanması sağlamak, bir bütün olarak ülkenin varlıklarının ve kaynaklarının nelerden oluştuğu ve nasıl kullanıldığını gösteren mali tablolara yansımasını sağlıyor.

Muhasebeciler, bir taraftan da toplumsal yapı içerisinde ekonomik mali ve sosyal yapıyı organize ediyor. Bu yapının sık sık siyasal iktidarlar tarafından af yasalarıyla bozulması muhasebecilerin varlığının ve bütünlüğünün bozulmasına neden oluyor. Bu durum toplumsal yapı içerisinde gelir dağılımını bozduğu gibi muhasebe mesleğinin değerini de anlamsızlaştırıyor. Muhasebe mesleğinin anatomisini bozuyor. Başta kendi çıkardığı yasaları sürekli geçici maddelerle revize edip işlevsizleştiriyor, onca meslek mensubunun vermiş olduğu emeği yok sayıyor. Maliye politikasının uygulanması aracıyla muhasebeciler ile haksız rekabet oluşturuyor. Sosyal dengeden çok toplumsal ihtiyaçların karşılanması için toplanan vergilerin sürekliliğini çıkarılan aflar tehdit eder hale gelebiliyor.

13 Ekim 2020 Salı

ÖRGÜTLÜ GÜÇ OLMADAN DEĞİŞİM OLUR MU?

 

Dünya 1990 yıllardan bu tarafa tuhaf bir şekilde savrularak yoluna devam etmektedir. Sovyetler Birliğinin yıkılmasından bu yana o bilindik “kominizim” propagandasına dayalı toplumsal korkulardan beslenen toplumsal algı yönetimi, artık gerçeklikle karşılaştığında bir anlam ifade etmemektedir.

Dünya değişmiştir. Aynı zamanda onun içerisinde bir kümenin elamanları olan ülkelerde de bu değişimden çeşitli şekillerde değişime tabi olmuşlardır. Bazı ülkeler bu değişime uygun toplumsal yapıları geliştirememiş bazıları ise yenidünyanın gelişmesine daha fazla uyum sağlamışlardır.

Ancak her ne olursa olsun yaşamaya devam ettiğimiz virüs nedeniyle içerisinde bulunulan kapsayıcı ekonomik ve toplumsal sistem olan kapitalizm, her ülkenin kendi eksikliğini ve hazır taraflarını ortaya çıkarmıştır.

Dünyada adaletsiz gelir dağılımı nedeniyle zaten yaşanılan yoksulluk, virüs nedeniyle daha da artarak çoğalmakta. Dünyada izlenen siyasi popülizm ve küreselleşme ile yoksulluk artarken birde pandemi eklendi. 2019 yılı Aralık Raporuna göre Birleşmiş Milletler Kalkınama fonunun yaşadığımız çağda yaşam koşullarında büyük ilerlemeler sağlamasına rağmen aşırı gelir yoksulluğu içerisinde yaşayan 600 milyon insan bulunuyor. Çok boyutlu endekse göre hesaplandığında ise 1,3 milyara çıkıyor, bu yoksulluk rakamları.

Ülkemizde ise bir türlü ekonomik, siyasal ve sosyal olaylara çözüm üretilemiyor. Yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik ve çaresizlik yaygın bir gerçeklik ve ruh hali olarak sürekli büyümekte. Hangi merkezden bakılırsa bakılsın gelişen ve değişen toplumsal sorunlar çağın akılcılığı kullanılarak tanımlanamıyor ve çözüm üretilemiyor.

AKP hükümeti bir toplumda insanların yaklaşık ömürleri dikkatte alındığında hiç azımsanamayacak bir süredir tek başına ülkeyi yönetmektedir. Yani yerleşik bir deyimle “tek başına iktidar” bütün gelişmelerden ve sonuçlarından sorumlu olarak 18 yıldır iktidar.

Toplum ise birçok açıdan bölünme halinde yaşamaktadır. Ülke sadece gelir adaletsizliği şeklinde adil olmayan bir bölünme ve farklılaşma yaşamıyor, aynı zamanda yönetim şekli ve politikaları üzerinden de bir bölünme yaşıyor. Yeni inşa edilen Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak sunulan sistemin yaşayabilmesi ve sürdürülebilir olabilmesi için oy kullananların yarısından bir fazlanın oyuna ihtiyaç duymaktadır.

Böyle olunca ülkenin yönetimi parlamenter bir sistem mi yoksa cumhurbaşkanlığı sistemi mi olsun diyenler arasında da ikiye bölünmüş bulunmaktadır. Bir tarafta Cumhur ittifakı diğer tarafta Millet ittifakı.

Millet ittifakı içerisinde değiştirme iddiasında ve motor güç olan CHP’nin izlediği politik tutum ve örgüt yapısı topluma güven verebilmekte midir? Esas sorun biraz burada düğümlenmektedir. CHP örgütü merkez örgütlenmesi dışında her hangi bir faaliyet yürütmemektedir. Genel merkez ise dar kadro içerisinde günlük yaşanan olayların çetelesini tutup bunu raporlaştırmaktan ve genel başkanın çözüm diye açıkladığı birkaç öneriden öteye geçemiyor. Yerel örgütler halkın esas sorunları üzerinden bir örgütlenme sürdürememektedirler.

Belediyeler ise hükümetin çözmesi gereken esas sorunlar açlık, yoksulluk, sağlık, eğitim ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi sorunlarına yerel çare olmak için çırpınmadan öteye geçememektedirler. Parti örgütleri ile toplumsal belediyecilik arasında bir siyasal bağ da kurulmak istenmemektedir.

CHP örgütleri ile kadroları ve üyeleri arasında inanılmaz bir kopukluk söz konusu. Parti üyeleri bu örgütlere bir türlü güvenmiyor. Çalışmadıklarını, yeterli yerel sorun belirleme ve çözme kapasitelerinin olmadığını düşünüyor. İktidar olma heveslerinin bulunmadığını ve merkeze bağlı bürokratik oluşumların ötesine geçemediklerini görüyor. Genel merkezin haftalık grup konuşmaları ve parti sözcüsünün konuşmaları dışında yerel bir söylem geliştiremediklerini görüyor ve yaşıyor.

Millet ittifakında motor güç olan CHP’nin kendi üyeleri ve oy veren tabanı ile doğru bir iletişim geliştiremez ise sonu bildiğimiz hikâyelere dönecek gibi görünüyor. Her şey hayal olmaya aday. Parti tabanı ve üyeler parti yönetiminden kendilerini de kapsayan bir örgütsel bağın geliştirilmesini ve çalışmaların verimli, istikrarlı ve sonuç alıcı olmasını beklemektedirler. Partiye aidat duymak istemektedirler. Bu kadar dağınık ve kadrolarının enerjisinden yararlanmayan bir partinin geleceğinin çokta parlak olmayacağını (millet ittifakı kazanmış olsa bile) söylemek falcılık olmasa gerek.

Kendiliğinden değişimi beklemek bir hayaldir. Örgütlü güç olmadan değişim olmayacağı olsa bile halkı ve parti üyelerini tatmin etmeyeceği açıktır. Değişimi yaratmak ancak su damlası gibi sürekli ve istikrarlı olmakla mümkündür. Tek noktaya, tüm gücüyle sürekli ve istikrarlı bir şekilde damlamakla…

 

 

 

 

 

 

 

 

10 Eylül 2020 Perşembe

VİRÜSLE KİM MÜCADELE EDECEK

Corona virüsü yaygınlığını sürdürdükçe insanlarda yeni hayaller kurma, geleceğinin nasıl olacağını görme daha da az düşünülür hale geliyor. Hükumetlerin ülkelerinde aldığı farklı uygulama örnekleri, kimilerine yeterli, kimilerine göre ise yetersizlikler ve yoksunluklar taşıyor.

Virüsün bulaşıcı olduğu ve en yaygın şekilde toplumu etkisi altına aldığı, artık tüm kesimlerce kabul edilmektedir. Dünya sağlık örgütü çeşitli önlemeler açıklayarak ülke yöneticilerine kılavuzluk etmektedir. Aşının bulunmasının ve yaygın olarak uygulanmasının ise çok zaman alacağı gözükmektedir.

Ülkeler, kendi yol haritalarını genel izlenecek tedbirlerden yola çıkarak, yerel haritalar oluşturmakta ve kimi zaman hükumetler katı kurallar uygulayarak önleme, kimi zaman ise gevşek tedbirler uygulayarak virüsün bulaşıcılığına zemin hazırlamaktadırlar.

Dünyanın gelişmiş ve liberal ülkeleri başta Amerika ve İngiltere virüsün bulaşmasını kendi dünya görüşlerine göre bırakınız geçsinler bırakınız yapsınlar anlayışına uygun olarak sürü bağışıklığının yaşanarak, toplumun hastalanmasına sebep olacak şekilde uygulamaya başladılar. Ancak görüldü ki virüs, liberal anlayışla ve sürü bağışıklığı uygulamasıyla toplumun korunmasının mümkün olmadığını gösterdi. Tüm dünyada çeşitli ekonomik ve sosyal önlemler alınmak zorunda kalındı.

Bir toplumsal kesim vardı ki, alınan önlemler onlara hiç uğramıyordu, o kesim ise emeğiyle geçinen çalışanlardı.

Virüsün en sevdiği şeyin, kalabalık yerlerde bulunma ve daha fazla insanla yüz yüze ilişkiye geçeme olduğu görüldü. Ancak toplumda bazı kesimler var ki zorunlu olarak, bir arada bulunma ve yan yana çalışma durumunda kalmaktadırlar.

Ülke yöneticileri, çeşitli kaygılarla daha çok da ekonomik kaygılarla üretimde bulunan kesimlerin çalışmasını kısıtlayacak önlemler alamadılar. Yöneticiler, toplumun zor zamanlarda kalabileceğini var sayarak, ülkece ve yaygın bir şekilde çeşitli önlemler alınabileceğini ön görmemişlerdi. Günü gün eden bir yaşam biçimini daha da süsleyerek, halka ülkeyi ne güzel yönettiklerini söyleyerek geçirmişlerdi.

Ülkemizde de böyle bir durumla karşı karşıya kaldık. Virüsün tespit edildiği ve daha henüz bu kadar yaygın olarak topluma bulaşmadığı dönemde, halk sağlığı uzmanı bilim adamlarının ciddi önlemler alınması gerektiğini söylemlerine değer verilmemiş, hastalığın başlangıçta yönetilebilir algısı topluma kabul ettirme yolu tercih edilmişti.  Bilim Kurulu vasıtasıyla gerçek mücadele yolları bulunmaya çalışıldığı yaygın olarak vurgulanarak, halkın güveni kazanılmaya çalışılmıştır.

Bütün bu söylemlerden sonra geldiğimiz son noktada bir bilim kurulu üyesinin açıklamasıyla ortaya çıktı ki, bilim kurulunun önerileri alınıyor fakat hükmet siyasi kararı kendisi veriyor. Bu süreç yönetilirken birçok yol kazasının nereden kaynaklandığı da bu şekilde ortaya çıkmış oldu.

Hükumet kendi almadığı tedbirleri halktan bekleyerek, virüsle mücadele edilsin istemektedir. Topluma sunulan yeni normal, aslında halkın dün ne yaşıyorsa bugünde onu yaşayacak anlamına gelecek şekilde uygulamalara neden oldu. Diğer taraftan ise virüsle mücadelede hiç önerilmeyen büyük kalabalıkların bir araya gelmesine neden olacak açılışlar, mitingler yapılarak virüsle nasıl mücadele ediliyor olduğunu topluma göstermiş oldular.

Bunun sonucu olarak birçok ilde hastanelerin acil servisleri ya dolu, ya da dolmak üzere olduğu hekim örgütlerince ifade edilmektedir. Doktorların ve hastane çalışanlarının, virüsün yaygınlığının ve bulaşıcılığının artarak devam etmesi nedeniyle yorgunluk ve tükenmişlik sendurumu içerisinde olduğu yine sağlık çalışanlarınca vurgulanmakta.

DİSK’in açıklamasına göre faal işçilerin salgına yakalanma oranı toplumun diğer kesimlerine göre 3,2 kat fazladır. Virüs, çalışma hayatımıza yeni bir kavramın girmesine de neden olmuştur. Kapalı çalışma usulü. Çalışanların ve ailelerinin kapalı bir ortamda hiçbir sosyal bağ kurmadan aynı ortamda yaşayarak virüsten korunması. Günümüz dünyasında işçi işveren ilişkisinde çok tartışılacak bir uygulama olarak çalışma hayatımızda yer almış bulunmaktadır.

Çalışanların hastalanma oranları toplumun diğer kesimlerine göre daha fazla olduğu rakamlardan da gözükmektedir. Çalışanların hastalanması ve ölmesine sebep olan virüs iş hastalığı olarak henüz kabul edilmemektedir. Çalışanın iş yerinde yan yana üretim yapması nedeniyle hasta olması ve ölmesi normal bir ölüm olarak kabul edilmektedir.

Çalışanların daha korumasız olduğu, ekonomik nedenlerle fiziksel mesafe kuralına uyamayacakları için hasta olmaktan kaçınamayacakları açıktır. Hastalık süresince gelirlerinde bir azalma ortaya çıkacaktır. Emeğiyle geçinenlerin ve başka geçim kaynağı olmayan işçilerin ücretlerin tam ve eksiksiz olarak kendilerine verilmesinin yasal yolları oluşturulabilmelidir.

DİSK genel başkanın açıkladığı gibi, çalışan hastalığı haline gelen virüs yetersiz beslenen ve sağlık koşullarından uzak olan kesimlerin, yaşamlarını iyileştirici önlemler zaman geçirmeden iş güvenliği ve hastalığı önleyici tedbirleri ifade edecek şekilde alınabilmelidir.

Yöneticiler toplumdan beklentilerinin yerine gelmesini isterken, asıl sorumluluğun anayasamızda bir görev olarak verilen, toplumun sağlığının korunmasının hükumetlerde olduğunu unutmamalıdırlar. Söylemden daha çok önleyici tedbirleri ve toplumun güven duyacağı önlemlerin biran önce alınmasının yolları zaman geçirmeden oluşturulmalıdır.

Aksi takdirde virüs sınıfsal olarak kendine yeni bir hedef belirlemiş olacaktır. Başta çalışanlar olmak üzere yoksullar ve dışlanmışların korkulu rüyası olmaya devam edecektir.

 


ÇALIŞANLARIN ÖLÜM MÜ? EKMEK Mİ? İKİLEMİ

 

Yorgunum ustam;
Ne katıksız somun isterim senden,
Ne bir tas su,
Ne taş yastıkta bir gece uykusu,

Serkan Uçar


COVID-19 Küresel Salgınının Mavi Yakalı Sendikalı İşçilere Etkileri Açıklandı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İnsan Kaynakları Araştırma Merkezi (İKAM) tarafından yürütülen ve COVID-19 küresel salgınının mavi yakalı sendikalı işçilere etkilerinin incelendiği araştırma sonuçlandı.

Ocak 2020 istatistiklerine göre araştırmanın yapıldığı sektörlerde örgütlü toplam 421.516 işçi bulunmaktadır. Analizler 1062 anket üzerinden gerçekleştirilmiştir. Katılımcıların % 90’nını erkekler oluşturmaktadır. Araştırma kapsamında yer alan iş yerlerinin büyük çoğunluğunu (%63) 250 ve üzeri işçi çalıştıran işletmeler oluşturmaktadır.

Araştırma sonuçlarından, salgının ilk dönemlerinde, virüse yakalanma riskine karşın kalabalık fabrikalarda çalışmaya devam eden mavi yakalı işçilerin gelir ve iş kaybı riskinden ziyade sağlık riskini göğüsledikleri anlaşılmaktadır. Yaşamın idamesi için başlıca gelir kaynakları ücret olan işçiler, ailelerine hastalık taşıma korkusuna rağmen, işlerini kaybetmeyi göze alamadıkları için üretimi sürdürmüşlerdir.

Çalışanların iş kayıbını göze alamadıkları bunun yerine çalışarak her türlü riske karşı eve ekmek götürmeyi tercih ettiklerini göstermektedir. Sosyal devletin gereklerinin pandemi sürecinde yeterli ölçüde sağlanamaması nedeniyle ” tek gelir kaynağı ücret olan işçiler, gelir güvenceleri olması durumunda evde kalmayı tercih edeceklerini belirtiyor” açlık ve yoksulluk korkusu işçileri çalışmaya yönlendirmiştir.

İşçilerin tercihlerinin kendilerine bir gelir kaynağı oluşturulduğunda daha güvenli buldukları evlerinde kalma isteklerini yine bu raporda ortaya konulmuştur.  Anayasamız Devletimize vatandaşlarının sağlıklarının korunmasını bir görev olarak verilmesine rağmen bu sağlanamamış ve çalışanlar bu güveni sadece kendi emekleri ve aileleriyle dayanışma içerisinde bunu sağlayabileceklerini ifade etmişlerdir.

İşçilerin gelir kaynakları sorunu hep ülkemizde tartışıla durmuştur.   Köy kökenli olmaları nedeniyle topraktan bir gelir ederek yaşamlarına bir katkı sağlandığı söylene durmuştur. Yine bu araştırma göstermiştir ki kahır ekstreyesinin ücret gelirlerinden başka bir gelirlerinin olmadığı görülmüştür. Kent yaşamı işçilerin köyle bağlarını kesmiş gözükmektedir.

İşçilerin geçimlerini sürdürebilmeleri ile ilgili verdikleri cevapta “%92’sinin ücret dışında başka bir gelir kaynağı bulunmadığını ve katılımcılara, ücret kaybına uğramaları halinde belirli bir süre ihtiyaçlarını karşılama imkanlarının olup olmadığı sorulduğunda, %82’si bu soruya hayır cevabını verdiğini ve sadece %18’inin belirli bir süre yaşamını idame ettirebilecek imkanları” bulunduğunu söylemişlerdir. Başka bir destek olmadığında büyük bir kesimin çalışmaktan başka bir çarelerinin olmadığı da tespit edilmiştir.

Hep söylediğimiz toplumun borçlandırılarak yaşamasının sürdürülebilir kılınmaya çalışıldığı hükumet politikalarının işçiler arasında da çok yaygın olduğu görülmektedir. Yapılan araştırmada işçilerin yine % 83’nün borçlu olduğu ifade edilmiştir.

Mayıs 2020 işsizlik rakamları yeni açıklandı. Açıklanan rakamlar arasında en ilgi çekici durum iş gücüne katılım oranında ki düşüştür. İş gücüne, çalışma çağındaki nüfus içerisindeki belirli bir kesimin artık umudunu yitirerek iş aramaması işsizlik oranlarının düşük çıkmasında önemli bir rol oynamaktadır.

İşçilerin araştırmada pandemi sürecinde işsiz kalıp kalmayacakları sorusuna verdikleri cevapta” %42’si işsiz kalma endişesi taşırken, %68’inin bu endişeyi taşımadığı” görülmüştür. Bunun başlıca nedenin ise araştırma verilerine bakıldığında, çalışılan işletmelerin belirli bir büyüklükte olması ve işçilerin sendikalı olmalarına duydukları güvenden kaynaklamaktadır.

Bir toplumda, yaşayanlara kurumların güven vermesi toplumun sağlıklı yaşamasının ve sosyal bağların güçlü olmasını da sağlamaktadır. İşçilerin en fazla güvendikleri kurumun kendi aileleri çıkması yaratılan kurumların yeniden sorgulanmasını karşımıza çıkarmaktadır.

İşçiler güven duydukları kurumları “seçeneklerde yer alan kişi ve kurumlardan %92 oranında en fazla ailenin işaretlendiği, ikinci sırada %26’i ile devlet, üçüncü sırada % 25 oranıyla sendika, dördüncü sırada ise %19 oranıyla akrabaların geldiği görülmüştür. Araştırmaya katılan işçilerin bir bölümü arkadaşlarının (%15) da kendilerine destek olacağını belirtirken, çok az bir kısmı (%5) dernek ve yardım kuruluşlarından destek alabileceğini “belirtmiştirler.

Ekmek ile yaşam arasında yapılan bir tercih çalışanları ne kadar zor durumda bıraktığı araştırma sonuçlarından çıkmaktadır. Sosyal devletin olmadığı ve kurumlarını kamusal ihtiyaçlar üzerinden inşa etmediği bir devlet organizasyonunda, bireylerin yalnızlaşarak, çaresizleştiği kaçınılmaz olabilmektedir.

Bir kez daha aş, iş ve ailenin toplumsal gerçekliğimiz olduğu olgusu ortaya çıkmaktadır. Aş mı, iş mi ikilemi çalışanların korkulu rüyası haline gelebilmektedir.

Çalışanlar ekmek ile ölüm arasında tercih yapmışlar ve ekmek üstün gelmiş.

19 Temmuz 2020 Pazar

CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN 37.KURULTAYINA GİDERKEN


CHP’nin 37. kurultayı olağanüstü bir dönemden geçerken gerçekleştiriliyor. Dünyada ve ülkemizde yaşanan virüs salgını nedeniyle bir takım kısıtlamaların olacağı ve azami insan sağlığını korumak üzere önlemlerin alınacağı bir kurultay olacağı parti çevrelerinde konuşuluyor.

Bu kısıtlayıcı önlemleri hoşgörüyle karşılamak belki mümkün, ancak ülkenin içerisinden geçtiği zorluklara bakılınca CHP’nin başka yollarda bulması gerekli gözükmektedir. Kurultayın hedef sloganına bakıldığında “iktidara yürüyüş” olarak belirlenmiştir. Bu slogan bir hedef göstermektedir. Yani sadece durum tespiti yapmaktan daha çok toplumun ihtiyaçları üzerinden geleceğe yönelik bir belirleme yapmayı amaçlamaktadır.

CHP yaklaşık bir yıldır mahalle delege seçimlerinden başlayarak İlçe, İl örgütlerini seçerek 37’si yapılacak olan, olağan bir kurultaya giderken en üst seviyede partiyi yönetecek kadroları seçecek ve partiyi belirledikleri sloganın ruhuna uygun ülkede iktidara taşımaya çalışacaktır.

Kurultaya gelmeden önceki süreçler, partide her zaman olduğu gibi sıkıntılı geçti. Mahalle seçimlerinde parti tüzüğüne ve demokratik teamüllere uyulmaması birçok yerde partililerin temsil edilmesini sağlayacak açık, şeffaf uygulamalar yapılmadan üst kurullar belirlenerek oluşturuldu. Yerel sorunlar çoğu yerde ya hiç konuşulmadı ya da iyi tespit edilmiş sorun ve çözüm önerileri tartışılmadı. Partinin göndermiş olduğu genelgede sorunların ele alınıp çözüm önerilerin belirlenmesi direktifi hemen hemen hiç gündemde olamadı.

İlgili seçim biriminde Belediye Başkanı partili ise o yerlerde neredeyse bütün aşamalarda belediye başkanları etkili olmak üzere her türlü çabanın içerisinde olmaktadırlar. Partili belediye başkanı yerine, belediye başkanının örgütü niteliğine dönüşen süreçler yaşanır olmaktadır.

Belediye başkanlarının müdahalesi sonucunda, ilçe ve il örgütlerinde daha aktif partililerden oluşan örgütler yerine daha vasat örgütler ortaya çıkmaktadır.

İktidar partisi, söylemleriyle ve ortaya koyduğu değiştirici eylemleriyle, toplumun her alanını tahkim ettiği gibi muhalefet partilerini de tahkim etmektedirler. Konuşamaz bir toplum ve muhalefet yaratmaktadır. Toplumsal gelişme için ortaya konulan her söylem daha en başında bastırılmaya, vatan ve toprak, bayrak, din ve ezan, gelenek ve değerlerle boğularak milliyetçi bir yol tutturmaktadırlar.

 Rejim değişikliği çabaları, toplumun ekonomik, siyasal ve sosyal dengesini bozarak doğrudan yeni bir toplumsal alan inşa etmeye çalışmaktadırlar. İşsizlik ve yoksulluk toplumun en önemli sorunu haline gelmiş iken, iktidar devletin bütün alanlarını dönüştürürken toplumu da dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Esas iktidar ile toplum arasındaki çatışma kültürel değerler üzerinden yaşanmaktadır. Kendi toplumsal yaşam tarzını dayatması, geniş halk kitleleri tarafından kabul edilmemektedir.

Bu kadar zor bir süreçten geçerken CHP ‘nin ortaya koyduğu ”iktidara yürüyüş” hedefi olması gereken bir amaçtır. Bu hedefin gerçekleşmesi için toplumsal dinamiklerin asgari ölçüde ortak sorunlarının çözüm yeri olacak bir çalışmanın ortaya konulması gerekmektedir.
Kurultaylar siyasal partilerin, süreçlerden süzülerek gelen toplumsal ve siyasal sorunların bir huzmeden geçirilerek en kıymetli taraflarının ortaya çıkarıldığı zamanlardır. Bu başta toplumun en yerel sorunlarından başlayarak en geniş sorunlarına yönelik çözüm önerileri ile bunları çözebilecek bilgi ve beceriye sahip liyakatli kadroların ortaya çıkarılmasını sağlamaya yönelik olmalıdır.

Sorunlar yerelde başlamaktadır. Çözümleri de yerel olmalıdır. Genel olarak ortaya çıkan sorunlar ise stratejik bir bakış açısıyla ele alınmalıdır. Yerel örgütler kitlelerle sıkı bağlar kurmalıdır. Sadece cenaze ve hastalıkta değil aynı zamanda halkın gündelik yaşamında karşılaştığı zorluklarda da yanında olmalıdır. Toplumsal çözümlerin kendi program ve kadroları aracılığıyla olabileceğinin gösterilmesi sağlanmalıdır.

Partinin İlçe ve İl örgütleri yeterli esnekliği gösterip halkın yereldeki temel sorunlarını doğru temelde ele alıp onlarla birlikte çözüm üretemez ise sadece partinin genel merkezinden haftada bir grup toplantıları veya parti sözcüsü aracılığıyla verilen mesajların yeterli olmayacağı açıktır.

Kurultaylar, en iyi kadroların seçildiği, halkın temel sorunlarının ortaya konulduğu ve kongreye katılan en geniş üst kurul organı üyelerine iyi anlatıldığı bir süreç olmalıdır. Kendi illerine dönen delegasyonun öncelikle kendilerinin “iktidara yürüyüş “sloganına inanması gerekir ki halka ve kendi örgütlerinin çalışmalarına da bir ivme katabilsinler.

Bütün sorunların çözümü tespitle başlar ve tedavi edecek program ve liyakatli kadrolarla çözülür. Parti kadrolarının delegasyona kendilerini iyi tanıtabileceği süreçlerin eksik olması, iktidarı elinde bulunduranların benden olsun anlayışı ile dar pratikçi yaklaşımı kırılamaz ise liyakatli kadrolar ortaya çıkmayacaktır. Parti yönetimi, halkın sorunlarıyla hemhal olmuş kadrolara sahip olamayacaktır.

 Demokrasinin eksik yaşanacağı, birçok yetersizlikler içerisinde gerçekleşecek kurultayın, hedefleri doğru tespit etmeden iktidara yürümesi zor gözükmektedir.


VUK 359 Kapsamında Teminat, Ceza ve Mali Suç Bağlantıları Normlar Arası Geçiş ve Uygulama Rehberi

  Giriş Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesi, vergi kaçakçılığı suçlarını düzenleyen temel ceza normudur. Ancak bu madde, uygulamada yalnızca ...