15 Haziran 2025 Pazar

ZORUN BARIŞI: EMPERYALİZMİN GÜNCEL YÜZÜ VE DÖVEREK İKNA DOKTRİNİ

 

Haziran ayının ortasında İsrailin İrana düzenlediği hava saldırısı, Ortadoğuda alışıldık bir kriz gibi görünse de aslında küresel barış anlayışının dönüşümüne işaret ediyor. Diplomasi artık masa başında değil, savaş uçaklarının gölgesinde yapılıyor. Bu yeni dönemin şifresi şu: Barış, ancak zor kullanılarak sağlanır.

Modern emperyalizmin evrildiği bu yeni formda, tanklar barışı getirmek için yola çıkıyor; füzeler diplomasiyi desteklemek adına ateşleniyor. Artık savaş, barışın istisnası değil; onun bir yöntemi, hatta bahanesi haline geldi.

Şiddetin Meşrulaştırılması

Emperyalizmin geçmişi, şiddeti “medenileştirme” ya da “istikrar sağlama adı altında pazarlamakla maluldür. 19. yüzyılda Britanyanın Çine karşı yürüttüğü Afyon Savaşları veya ABDnin Vietnama demokrasi götürme iddiası ile Iraka kitlesel imha silahlarının üretmesi bahanesi ile yapılan müdahale bu anlayışın tarihsel örnekleridir. Bugün ise aynı zihniyet, daha sofistike ama çok daha çıplak bir biçimde karşımızda duruyor.

Ulus devletlerin karar mekanizmaları etkisizleştirilmiş, diplomasi ise çoğu zaman sadece askeri operasyonlardan sonra devreye giren bir formaliteye dönüşmüştür. Barış artık bir sonuç değil; savaşın makul gösterilmesi için kullanılan politik bir söylem haline gelmiştir. Clausewitz'in en ünlü eseri Savaş Üzerine'dir. Ona göre, "Savaş siyasetin başka araçlarla (şiddet araçlarıyla) sürdürülmesidir”düşman iradesinin savaş yoluyla teslim alınmasıdır.

Vekalet Savaşları: Perde Arkasındaki Aklın İzinde

İsrailin İrana yönelik saldırısı, Tel Aviv ile Tahran arasındaki klasik bir çatışmanın ötesindedir. Bu bir vekâlet savaşıdır. Arkasında sadece bölgesel güç hesapları değil, ABD’nin stratejik öncelikleri, İngiltere ve Fransanın açık desteği, küresel silah lobilerinin çıkarları ve enerji güvenliği gibi karmaşık denklemler yatmaktadır.

Bu düzende saldıran da savunan da bölgesel halklar olurken; denklemi kuran, yöneten ve sonuçtan kazanç sağlayan her zaman aynıdır: emperyal güç aklı.

Barışın Militarizasyonu

Kamuoyuna “önleyici saldırı”, “güvenli bölge”, “terörle mücadele” gibi gerekçelerle sunulan operasyonlar, aslında militarist politikaların barış kisvesi altında meşrulaştırılmasıdır. Diplomasi artık diplomatik dille değil, hava saldırısı eşliğinde yürütülmektedir.

Modern emperyalizm, valilerle değil; algoritmalarla, yapay zekâyla, dronlarla ve ekonomik abluka araçlarıyla çalışıyor. Bu düzen içinde hukuk, insan hakları ve özgürlükler; askeri operasyonlardan sonra ve ancak izin verildiği kadarıyla konuşabiliyor.

Tarihin Hafızası: Direniş ve Umut

Bu karanlık senaryo yeni değil. 1953te İran Başbakanı Musaddıka yapılan CIA destekli darbe, petrol kartellerinin siyasal egemenliğe müdahalesinin açık örneğidir. Latin Amerikadaki kirli savaşlar, neoliberal düzenin zorbalıkla kurulduğunun acı kanıtlarıdır.

Ancak bütün bu örnekler aynı zamanda bir şeyi daha gösteriyor: Bu düzen zorunlu değildir. Değiştirilebilir.

Alternatif Mümkün: Yeni Direnç Mimarisi

Bugün, yalnızca şiddetin araçlarını değil, ona karşı geliştirilecek yeni yöntemleri de konuşmanın zamanıdır. Bölgesel dayanışma ağlarının kurulması, yerelden yükselen demokratik modellerin teşviki, dijital sömürgeciliğe karşı bilgi paylaşımının kamusallaştırılması gibi yollarla bu emperyal mimariye karşı savunma hattı inşa edilebilir.

Çünkü barış, dövülerek gelmez. Barış, halkların iradesiyle, özgürlükle ve dayanışmayla kurulur.


12 Haziran 2025 Perşembe

ORTAKLARIN ARSASINA YAPILAN İŞ YERİNİN YAP-İŞLET-DEVRET (YİD) MODELİYLE İNŞASI VE VERGİDEN KAÇINMA AÇISINDAN DEĞERLENDİRME

 

Özet

Bu makalede, şirketin ortağına ait bir arsa üzerine YİD modeliyle işyeri inşa etmesi durumunda vergiden kaçınma stratejileri açısından oluşabilecek riskler ve hukuki sonuçlar incelenmektedir. Vergi Usul Kanunu (VUK), Gelir Vergisi Kanunu (GVK), Katma Değer Vergisi Kanunu (KDVK) çerçevesinde özel maliyet bedeli, stopaj yükümlülüğü, emsal bedel uygulamaları ve ilgili Danıştay kararları değerlendirilmiştir. Amaç, vergi planlaması ile vergiden kaçınma arasındaki sınırın YİD modeli bağlamında nasıl şekillendiğini açıklığa kavuşturmaktır.

1. Vergi Usul Kanunu Kapsamında Özel Maliyet Bedeli Uygulaması

Vergi Usul Kanunu’na göre taşınmaz; arsa, arazi ve üzerindeki yapıları kapsar. Ortakların arsasına yapılan bina, bu kapsamda taşınmaz olarak kabul edilir. VUK m.272'de belirtildiği üzere, kiralanan taşınmazlara yapılan harcamalar özel maliyet bedeli olarak aktifleştirilmelidir[1]. Ancak, bu uygulama vergiden kaçınma açısından kritik noktalar barındırmaktadır:

  • Amortisman yöntemi: Şirketler, özel maliyet bedelini uzun vadeli amortisman sürecine yayarak vergi yükünü azaltabilir[2].
  • Gerçek ekonomik fayda: Yapının ekonomik ömrü ve devri göz önüne alındığında, özel maliyet bedelinin yüksek gösterilmesi vergi avantajı sağlamaya yönelik bir strateji olarak değerlendirilebilir[3].

2. Gelir Vergisi Kanunu ve Peşin Kira – Stopaj Uygulaması

GVK m.94/5-a hükmüne göre, gerçek kişilere yapılan kira ödemelerinde %20 oranında gelir vergisi stopajı yapılması zorunludur[4]. Ancak, YİD modeli kapsamında doğrudan bir kira ödemesi yapılmadığında, Gelir İdaresi bu durumu peşin kira veya aynî kira olarak değerlendirebilir[5].

Bu değerlendirme şunları ortaya koymaktadır:

  • Peşin kira olarak vergilendirme: Gelir İdaresi’nin görüşüne göre, YİD modelinin sonunda yapının bedelsiz devri örtülü kira ödemesi olarak kabul edilebilir[6].
  • Vergiden kaçınma açısından risk: Şirketler, kira ödemesi yapmadıkları için stopaj yükümlülüğünden kaçınabilir, ancak bu durum incelemeye tabi tutulabilir[7].

3. Katma Değer Vergisi ve Emsal Bedel Uygulaması

Katma Değer Vergisi Kanunu gereği, emsal bedel esas alınarak KDV hesaplanmalıdır[8]. Ancak Danıştay kararları, bu tür aynî işlemlerin gerçek bir iktisadi fayda doğurmaması halinde KDV yükümlülüğü doğmayacağını belirtmektedir[9].

Vergiden kaçınma bağlamında şu noktalar öne çıkmaktadır:

  • Emsal bedelin düşük gösterilmesi: Şirketler, YİD modeli kapsamında yapılan harcamaları emsal bedelin altında göstererek vergi yükünü azaltabilir[10].
  • Vergi avantajı sağlamak için fatura düzenlenmemesi: KDV yükümlülüğünü önlemek amacıyla bazı şirketler resmi fatura düzenlemeyerek işlemi kayıt dışı gösterebilir[11].

4. Danıştay Kararları ve Vergiden Kaçınma Stratejileri

Danıştay’ın farklı kararlarında, YİD modeliyle yapılan yatırımların vergisel sonuçları farklı yorumlanmaktadır:

  • Danıştay 3. Dairesi, E.2019/5831, K.2021/2510 sayılı kararında, aynî kira uygulamalarının gerçek ekonomik fayda doğurmaması halinde KDV yükümlülüğünün doğmayacağını belirtmiştir[12].
  • Danıştay 4. Dairesi, E.2020/2362, K.2021/4052 sayılı kararında, şirketin yaptığı harcamaların peşin kira sayılarak vergilendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir[13].

Sonuç ve Değerlendirme

YİD modeliyle yapılan yatırımların vergiden kaçınma stratejileriyle nasıl ilişkilendirilebileceği ve Türk vergi mevzuatındaki uygulamalarla nasıl örtüştüğü değerlendirilmiştir. Özellikle:

  • Özel maliyet bedelinin amortisman yoluyla uzun vadeli vergisel avantaj sağlaması,
  • Peşin kira uygulamasıyla stopaj yükümlülüğünden kaçınılması,
  • Emsal bedelin düşük gösterilerek KDV yükümlülüğünün azaltılması,
  • Danıştay kararlarının vergisel yükümlülükleri sınırlayan içtihatları öne çıkan unsurlar arasındadır.

Kaynakça

[1]: Vergi Usul Kanunu m.272 – Özel maliyet bedeli uygulaması.
[2]: Uygun, Esra. Vergiden Kaçınma ile Mücadele, Sayıştay Dergisi, 2023.
[3]: KPMG Vergi, Risk Analizi Odaklı Vergi İncelemeleri, 2025.
[4]: Gelir Vergisi Kanunu m.94/5‑a – Stopaj yükümlülüğü.
[5]: Gelir İdaresi Başkanlığı Özelgesi, 30.03.2021 tarih, 62030549-120[94-2020/20]-19635.
[6]: OECD BEPS Eylem Planı – Matrah Aşındırma ve Kâr Aktarımı.
[7]: Danıştay 3. Daire, E.2019/5831, K.2021/2510, 29.06.2021.
[8]: Katma Değer Vergisi Kanunu m.27 – Emsal bedel esası.
[9]: Danıştay 4. Daire, E.2020/2362, K.2021/4052, 10.11.2021.

10 Haziran 2025 Salı

“TÜRKİYE SİYASETİNDE LİDERLİK YENİDEN TANIMLANIYOR: ÖZGÜR ÖZEL VE DUYGUDAŞLIK SİYASETİ”

 

Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in talihsiz bir şekilde ölümü, isyaset dünyasında ve toplumda yeni olana karşı bir duygu dünyası yaratı. Yerel anlamda halkla hemhal olmuş, onların dertleri ile dertlenmiş, sevinçleri ile toplumsal bir kaynaşma yaratmış bir belediye başkanına, ölümünün ardından onbinlerce insanın gösterdiği duygudaşlık son zamanlarda bir siyasetçiye gösterilen ve nasip olan  az sayıda bir örnek oluşturmaktadır.

CHP genel başkanı Özgür Özel’in hemşerisi olan, aynı zaman diliminde yaşamış olmaları ve mekan ve zaman bağlılığı nedeniyle belediye başkanı ile özel bir duygu bağı oluşturmuştur. Ancak CHP genel başkanının sergilemiş olduğu insani duygular toplumda bir duygu yoğunlaşmasına ve yeni bir özel bağın oluşmasına neden olmuş gözükmektedir.

Ülkede yaşanılan gerilim ortamında sorunların gittikçe toplumsal kesimleri zorlaması, çok sayıda belediye başkanının tutuklanması nedeniyle siyasetteki fay hatlarının enerji kat sayısını artırması, CHP genel başkanın da liderlik vasıflarının sorgulanmasını gündeme getirmekte idi.

Zor durumlarda liderlik göstermek,  siyasette deneyim kazanarak liderliğini pekiştirmek ya da sorunlar altında ezilerek yok olmak ikilemi ile karşı karşıya gelemekte.

Bu yaşanılan sorunlara bir bütün olarak bakıldığında son zamanlarda iki farklı liderlik fonkisyonunun ortaya çıkmasına ve karşılaştırılmasına neden olmaktadır.

Siyaset, uzun yıllar boyunca “güçlü adam” figürüyle tanımlandı. Sert duruş, az konuşma, çok karar verme... Liderlik, çoğu zaman halkın üzerinde yükselen bir kule gibi algılandı. Oysa çağ değişiyor. İletişim ve ulaşım her şeye kolayca ulaşılmasına, değer yaratmanın güçleşmesine neden olmaktadır.Toplum artık sadece güçlü değil, yakın, ulaşılabilir ve duygudaş liderler arıyor.

  Empatik, duygularını paylaşan, “bizden biri” olan lider

  Duygularını kontrol eden, mesafeli ama güçlü ve kararlı lider

Özgür Özel’in “yoldaşlarıyla aynı duyguları paylaşan”, “acıyı ve sevinci halkla birlikte yaşayan” bir lider profili çizmesi, duygudaşlık ve yakınlık kurmaya yönelik bir stratejidir. Bu tarz liderlik, özellikle demokratik toplumlarda ve halkın siyasetçiden samimiyet ve ulaşılabilirlik beklediği dönemlerde, toplumsal buluşmayı kolaylaştırabilir.

  • Bu yaklaşım, seçmenle duygusal bağ kurar.
  • İnsanlar “o da bizim gibi düşünüyor, hissediyor” diyerek güven duyar.
  • Toplumda kutuplaşma azaldığında, bu tip liderlik daha etkili olur.

Tarihsel olarak, kriz zamanlarında toplumlar çoğu zaman:

  • Güçlü,
  • Soğukkanlı,
  • Duygularını kontrol eden,
  • “Çözüme odaklı” liderleri tercih edebilir.

Bu tip liderlik, özellikle istikrar, güvenlik, ekonomik reform gibi somut adımlar beklendiğinde daha çok destek bulur. Çünkü halk, “kararlılık ve yön gösterme” arar.

Peki hangi liderlik daha etkili?

Bu, toplumun ruh haline ve dönemin ihtiyaçlarına bağlı:

Dönem / Toplumsal Hava

Etkili Liderlik Tipi

Travma sonrası, yıkım, yas

Empatik, duygusal, halkla bütünleşen lider

Ekonomik kriz, güvenlik kaygısı

Güçlü, mesafeli, çözüm odaklı lider

Demokrasiye geçiş / genç kuşak etkisi

Samimi, açık iletişimci lider

Otoriter yönetim sonrası

Duygu paylaşan, insan odaklı lider

Özgür Özel’in yaklaşımı, Türkiye'nin mevcut siyasi ikliminde, özellikle duygusal kutuplaşmadan yorgun düşmüş, daha insani siyaset isteyen kesimlerle buluşmayı kolaylaştırabilir.

Bu dönüşümün Türkiye’deki güncel karşılığı, hiç kuşkusuz Özgür Özel’dir.

Özgür Özel’in liderlik anlayışı, son yaşanılan olaylara karşı gösterdiği tutum, klasik siyaset ezberlerini bozan bir çizgiye oturuyor. O, halkın karşısında değil, yanında durmayı tercih ediyor. Uzaktan bakan değil, acıyı ve sevinci halkıyla birlikte yaşayan bir lider. Ferdi Zeyrek’in cenazesinde gösterdiği içten duygular, birçok kişiye sadece bir siyasetçiyi değil, bir yoldaşı, bir dostu hatırlattı.

Bu sahne, Türkiye siyasetinde nadir rastlanan bir kırılma anını göstermektedir:
Liderlik artık gözyaşını saklayan değil, gerektiğinde gösteren bir cesaret meselesidir.

Siyaset duygusuzlaştıkça toplumla bağlarını yitiriyor. Kutuplaşma arttıkça ortak bir duygu zemininde buluşmak zorlaşıyor. İşte tam bu noktada Özgür Özel’in tarzı, sadece bir muhalefet lideri değil, toplumun vicdanını temsil eden bir figür olarak anlam kazanıyor.

Eleştirilebilir elbette. “Lider duygularını kontrol etmelidir” diyenler çıkacaktır. Fakat bir liderin güçlü olması ile insani olması arasında çelişki yoktur. Hatta günümüzün en etkili liderleri, bu iki unsuru birlikte taşıyabilenlerdir.

Özgür Özel'in çizdiği profil, belki de yeni bir liderlik paradigmasının habercisi. Kararlarında rasyonel, duruşunda kararlı; ama aynı zamanda yüreğinde halkının acılarını taşıyan bir lider.

Toplumun beklediği artık tek başına güçlü olan değil, kendisine güç veren bir toplumla bütünleşebilen liderdir. Özgür Özel, tam da bu nedenle toplumda yarattığı birlik, kardeşlik, vefa, dostluk vb. değerler açısından dikkatle izlenmeli. Çünkü onun liderliği sadece bir siyasal pozisyon değil; aynı zamanda duyguların siyasette yeniden meşrulaşmasının adı olabilir.

SONUÇ:

Bugünün Türkiyesi, sadece kriz çözen değil; halkıyla birlikte üzülen, umutlanan, gülen bir liderlik anlayışına ihtiyaç duyuyor. Bu yaklaşım toplum karşısında kendi derdi ile dertlenen, neşe ve sevinciyle birleştiren bir lidere çok daha ihtiyaç duymaktadır. Toplumun her kesiminin yaşadığı umutsuzluk duygusu, yeni bir umut, yeni bir heycan, yeni bir gelecek yaratılmasında önemli bir yön gösterebilir.

Belki de gerçek güç, halkın yüreğinde yer bulabilmektir.

BELEDİYE BAŞKAN’ININ TRAJEDİSİ DEĞİL, SİSTEMİN AÇIĞI

 

(Manisa Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’ in anısına saygılarımla…)


Basına yansıysan ve yetkili kişilerin açıklamasına göre Manisa Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in, evinin bahçesinde bulunan havuzda meydana gelen bir elektrik kaçağı nedeniyle hayatını kaybetmesi, hepimizi derinden üzdü. Ancak bu acı olay, yalnızca bir insan kaybı değil; uzun süredir ülkece konuşmamız ”bazen başımıza bir toplumsal olay geldiğinde konuştuğumuz ancak hemen unuttuğumuz” gereken, fakat sürekli ertelenen bir sistem sorununun da çarpıcı bir örneği.

Bir belediye başkanının kendi evinin bahçesinde yaşadığı bu kaza, bir anda bizi “kişisel hata mıydı, sistemsel zafiyet mi?” sorusuyla baş başa bıraktı. Hemen sıcağı sıcağına bu soruya cevap aramak yersiz gelebilir ancak bu toplumsal bir dert ve bu dert daha çok can almaktadır. Soruya dönersek, cevap, kuşkusuz ikinci seçenekte gizli.

KURALLARIN DEĞİL, ALIŞKANLIKLARIN ÜLKESİ

Türkiye’de işler çoğu zaman "böyle gelmiş böyle gider" anlayışıyla yürüdüğü anlaşılıyor. İnşaat işlerinden elektrik tesisatına, havuz yapımından bakım onarım süreçlerine kadar birçok teknik iş, ustalara, tanıdıklara, hızlı çözümlere emanet edilir. Ne proje çizilir, ne teknik kontrol yapılır, ne de güvenlik protokolleri tam uygulanır. Yaşanan olayda, bunların var olup olmadığından bağımsız olarak söylüyorum.

Standartlar kâğıt üzerinde kalır; denetim, ancak bir felaket yaşanırsa hatırlanır. En son Bolu Grand Kartal Otel yangını, 21 Ocak 2025'te Kartalkaya'daki Grand Kartal otelinde meydana gelen yangındır. Yangın merdiveni olmadığı gibi bunun yetkili otorite tarafından kurallara uygun olup olmadığının kontrolünün kim yapacağı bile tartışılır oldu.İşte tam da bu yüzden, sıradan bir evde değil, bir büyükşehrin belediye başkanının evinde dahi güvenliğin sağlanamamış olması, hepimize sistemin çıplak gerçeğini gösteriyor.

Ferdi Zeyrek gibi görevine sadık, halkla iç içe olmayı önemseyen bir ismin böyle bir kazada hayatını kaybetmesi, elbette bir “iyi niyetin” trajediye dönüşmesidir. Ancak asıl tartışılması gereken( Ferdi Başkan kastedilmemiştir.) , halkçılık adına her işe müdahale eden, işi uzmanına bırakmayan yönetici profilinin romantik ama tehlikeli bir alışkanlık haline gelmiş olmasıdır.

Gerçek halkçılık, sistem kurmaktır. Her şeyle bireysel olarak ilgilenmek değil, işi ehline vermek, süreci planlamak, riskleri önceden ortadan kaldırmaktır. Başkanın bu olayda doğrudan müdahil olup olmadığı ikinci planda; asıl mesele, o müdahale alanının neden yeterince güvenli olmadığındadır.

Liyakat deyince genelde akla bürokratik atamalar gelir. Oysa liyakat, aynı zamanda elektrik kablosunu döşeyen ustada, malzeme seçimini yapan teknik ekipte, projeyi denetleyen mühendis de olmalıdır. Bu zincir zayıfsa, halk da yönetici de tehlike altındadır.

Bugün Türkiye’de kamu binalarında, okullarda, işyerlerinde olduğu gibi özel mülklerde de bu liyakat ve denetim eksikliği fazlasıyla hissediliyor. Kamunun düzenleyici kuraları yeterli gelmemiş olmalı ki diğer taraftan  “Özel alandır, müdahale edemeyiz” anlayışı, aslında sorumluluktan kaçışın sistemleşmiş halidir.

BİR KİŞİYİ DEĞİL, BİR ALIŞKANLIĞI KAYBETMELİYİZ

Ferdi Başkan’ın kaybı bir liyakat, adanmışlık ve halkala bağ kurmuş bir yönetici bireyin değil, bir kurallar ve standartların uygulanmaması dolayısıyla yönetim kültürünün iflasını da temsil ediyor. Kendisini halkına adamış bir yöneticiyi kaybetmek üzücü; ancak bu olaydan bir ders çıkarmazsak, sistemi sorgulamazsak, kaybettiğimiz yalnızca bir kişi olmayacak.

Her acı olay, aynı zamanda bir uyarıdır. Bu kez o uyarı, tam da en yetkili kişinin başına geldi. Bu vesileyle, yerel yönetim anlayışımızı, güvenlik kültürümüzü, teknik uygulamalarımızı ve liyakat sistemimizi yeniden gözden geçirme vaktidir.

Çünkü bu ülkede, zamanında yapılmayan her denetim, bir gün bir başka hayata mal olabilmektedir.
Ve hiçbir “iyi niyet”, sistemin yerini tutmaz.

VUK 359 Kapsamında Teminat, Ceza ve Mali Suç Bağlantıları Normlar Arası Geçiş ve Uygulama Rehberi

  Giriş Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesi, vergi kaçakçılığı suçlarını düzenleyen temel ceza normudur. Ancak bu madde, uygulamada yalnızca ...