20 Kasım 2019 Çarşamba

KÜÇÜK VE ORTA ÖLÇEKLİ ŞİRKETLERDE KURUMSALLAŞMA VE BASEL II KRİTERLERİNİN KOBİLER AÇISINDAN ÖNEMİ




Ertuğrul Kılıç (*)


         Değişimin giderek hız kazandığı, sermaye hareketlerinin yoğunlaştığı günümüzde işletmelerin kurumsallaşmaya yönelik çalışmalara ağırlık vermeleri kaçınılmaz hale gelmiştir.


         Türk ekonomisinde çok önemli bir yere sahip olan küçük ve orta ölçekli şirketlerinin en önemli sorunlarından birisini kurumsallaşamama oluşturmaktadır. İncelendiğinde, tüm işletmelerin %90’ınını oluşturan şirketlerdeki, ortaklar arası güç kavgaları, yetki devrindeki güçlükler,  şirket içi yönetim anlaşmazlıkları, vb. sorunlar, Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında bu şirketlerin ömrünün kısalmasına neden oluyor. Küçük ve Orta ölçekli Aile şirketleri de Dünya genelindeki firmaların yüzde 65–80’ ni, Amerikan Fortune Dergisi’nin yaptığı en büyük 500 listesindeki kuruluşların ise %40 ‘ı aile şirketlerinden oluşuyor (1) . Böyle bakıldığında hem ülkemizde hem de dünya ekonomisinde bel kemiğini oluşturan Küçük ve Orta ölçekli şirketlerinin ömrü maalesef ülkemizde dünya ortalamasının çok altında. Örneğin Aile Şirketlerinde Amerika, Avrupa ve Japonya’da 4. kuşak patron ve yöneticiler işlerinin başındayken bizde bu oran 3. kuşakta ve 4.kuşakta bu oran parmakla sayılacak kadar az(2). Dolayısıyla, işletmelerin kurumsallaşabilmeleri, devamlılıklarını sürdürebilmeleri ve gelecek nesillere ulaşabilmeleri açısından önemi son derece açıktır.


         Diğer taraftan kurumsallaşma denilince birçok şirket yöneticisinin bu süreci,  “işlerden elini eteğini çekerek, şirketi dışarıdan yöneticilere devretmek şeklinde algılamaları ve kendileri, olmadığı zaman işlerin asla yürümeyeceğine olan inançları, şirket küçükken personelle oluşturulan kişisel ilişkiler, yöneticinin taşıdığı kültür değişimi, “şirket organizasyonunda yapması gerekirken değişimi” kendi kişiliğinde yapıyormuş yanılsaması ” kurumsallaşma önünde ciddi bir engeldir. Oysa kurumsallaşma farklılığı ; “ bir işletmenin kişilerden ziyade, çevresel değişimlere uyacak, esnekliğini koruyacak şekilde kurallara, standartlara, prosedürlere sahip olması, kendisine özgü normları, iş yapma usul ve yöntemlerini geliştirmesi ve bu sayede diğer şirketlerden farklı ve ayırt edici bir kimliğe bürünmesidir” işletmenin verimlilik içerisinde sürekliliğini sağlama süreci olabilir.






(*)SMMM -Sorumlu Ortak Başdenetçi

         Zira şirketlerin amacı; Bir yandan kârlı bir şekilde büyürken, diğer yandan bütün çıkar sahiplerinin beklentilerini karşılamak, İşletmenin değerinin artırılmasını sağlamak olmalıdır. Buda ancak kurumsallaşarak, farklılık yaratarak olur.

         Kurumsallaşmayı tanımlamak gerekirse, “Bir işletmenin kişilerden bağımsız olarak kurallara, standartlara, prosedürlere sahip olması, değişen çevre koşullarını takip eden sistemleri kurması ve gelişmelere uygun olarak organizasyonel yapısını oluşturması; kendisine özgü iletişim ve iş yapma yöntemlerini “kültür” haline getirmesi ve böylece diğer işletmelerden farklı ve ayırt edici bir kimliğe bürünmesi sürecidir.” (3) Bu durumda kurumsallaşma, amaçlara uygun bir örgüt yapısı oluşturmayı, iş ve görev tanımlarını oluşturmayı, iç yönetmelikleri oluşturmayı, yetki ve sorumlulukların organizasyon içerisinde dağıtımını gerektirmektedir. (4)

         Kurumsallaşmış şirketlerle, kurumsallaşmamış şirketlerin güçlü yanları ile güçsüz yanlarını ana başlıklar altında topladığımızda;(5)

Yapısal olarak Kurumsallık kazanmış şirketler;

  • Sağlamdır,
  • Kârlıdır,
  • Verimlidir,
  • Etkindir,
  • Kalıcıdır, sürekliliğini devam ettirir,
  • Rekabetsel üstünlüğüne sahiptir.

Organizasyonel olarak Kurumsallık kazanmış şirketlerde;

  • Kişiler yerine organizasyon vardır,
  • Yetkiler ve sorumluluklar dağıtılmıştır,
  • Standartlar, kurallar, ilkeler, süreçler vardır,
  • Yukarıdan aşağıya kadar herkes görev ve sorumluluklarını bilmektedir,
  • Saygı ve sevgiye dayalı bir çalışma ortamı vardır,
  • Bütün şirketin ortak hedefleri, amaçları vardır,
  • Her yönetici ve çalışan ortak hedef ve amaçlara ulaşmak için birlikte çaba harcarlar,
  • Şirketin her çalışanının paylaştığı değerler vardır,
  • Bu şirketler değişime çabuk ayak uydururlar.


Organizasyonel olarak Kurumsallaşmayı başaramamış şirketlerde;

    • Maliyetleri kontrol edememe,
    • Piyasa ve rakiplerdeki değişimleri gözlemleme ve tahmin etmede yetersiz olma,
    • “Herkes her işi yapar” mantığından dolayı hiçbir işin tam olarak yapılamaması,
    • İyi bir belge ve bilgi akışı sağlayamama,
    • Yeni ürün ve iş modelleri geliştirmede plansızlık ve bu sebeple karşılaşılan güçlükler,
    • Kötü yönetim alışkanlıkları ve çalışanların küstürülmesi,
    • Şirket içi raporlamada yetersizlikler ve hesap vermedeki             eksiklikler,
    • Şirketin,  geleceğe intikal edememesi,(devamlılık)
    • Profesyonel kadronun elde tutulamaması,
    • İşletme içi çatışmaların artması,
    • İşlerin sürekli uzaması,
    • Ve bitmeyen mesai saatleridir.

         Küçük Ve Orta Ölçekli şirketler için son zamanlarda çok önemli diğer bir konuda bankaların kredilendirmedeki yeni uygulamalarını ve bu uygulamaların işletmelere neler getireceğini içeren Basel II’dir. Bu şirketlerin kurumsallaşma süreçlerini çok yakından ilgilendirmektedir. Ülkemizdeki sermaye yetersizliğine sahip şirketlerin büyük bir kısmını KOBİ’ler oluşturmaktadır. İşyeri sayısı, çalışanlar sayısı ve katma değer olmak üzere üç önemli göstergeye bakıldığında KOBİ'lerin ülkemizin gerek sosyal gerekse ekonomik dokusunda önemli bir yer işgal ettiği görülmektedir. KOBİ’ler gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ekonomilerde ve ülkemizde önemli bir yere sahiptir. Uluslar arası ekonomik ilişkilerde yaşanan gelişmeler, rekabet koşullarındaki hızlı değişme, teknoloji alanındaki yenilikler yanında ekonomik faaliyeti düzenleyen kurallardaki değişmeler KOBİ’lerin performansını etkilemektedir. Son dönemde uluslar arası finans sisteminde yoğun olarak tartışılmakta olan Basel II düzenlemesi dolaylı olarak KOBİ’leri çok yakından ilgilendirmektedir.
Bankaların sermaye yeterliliği standartlarını yeniden belirleyen ve risk yönetimini ön plana çıkaran Basel II düzenlemesi ile birlikte bankaların davranışını etkileyecek olan yeni risk yönetimi anlayışı kredi müşterilerine de yansıyacaktır.  Ülkemizde Basel II ile birlikte, kredinin subjektif yöntemlerle “iyi” veya “kötü” kredi olarak belirlenmesi sürecinden, kredinin çeşitli unsurları ile “ çok riskli” veya “az riskli” olduğunun belirlenmesi sürecine girilecek, fiyatlamanın buna göre yapılması kaçınılmaz olacaktır. Bu risk odaklı kredi fiyatlaması KOBİ’lerin kullanacakları kredilerin miktarlarını /fiyatlarını olumlu/olumsuz yönde etkileyebilecektir. Kullandırılan kredinin türünden vadesine, teminatından firma kredi notuna kadar çeşitli kriterler firmaların kullanacakları kredilerin fiyatına yansıyacaktır. Firmaların kurumsallık düzeylerinin kredi notlarına büyük etkisi olacaktır.  Uluslararası uygulamada 2007 yılında yürürlüğe giren Basel II’nin firmalarca çok iyi anlaşılması gerekmektedir.

 BASEL II NEDİR?
         Ülkelerin merkez bankalarının bir araya gelerek oluşturduğu BIS’in (Bank for International Settlements) 1988’de yayınladığı BASEL I standartlarının yetersiz kalması üzerine 2008 yılında uygulaması planlanmış, geliştirilmiş bankacılık risk yönetimi standartlarıdır(6). Son Dünya ekonomik krizi nedeniyle Bankaların risk analizlerinde, hala üzerinde durulan ve yeni risk analizleri ile geliştirilmeye çalışılan(Bankaların özellikle türev piyasalar ve nakit rasyosu, karşılıklar vb. konulardaki risk analizleri )  ve Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS) ile ilişkisi yeniden sorgulanmaktadır. (Gerçeğe Uygun Değere uygunluk vb.)


BASEL II ‘NİN GENEL ETKİLERİ
         Uygulamanın başlaması ile firmaların ve kullanılacak kredinin risk seviyesi doğrudan kredi maliyetini etkileyecektir. Bu noktada firmalara bağımsız denetim kuruluşları ve bankalar tarafından verilen derecelendirme notu önem kazanmaktadır. Kredi verilen firmanın derecelendirme notu düştükçe banka daha çok risk alacak, karşılık olarak daha çok sermaye tutacak dolayısıyla daha çok kaynağını getiriden mahrum bırakacaktır. Bunun sonuncu olarak kredi notu düşük firmalara kullandırılacak kredinin maliyeti artacaktır. Bu konu kadar önemli diğer bir faktör de henüz üzerinde tam bir mutabakat sağlanmasa ve tartışmalar devam etse de kredi teminatı olarak bugüne kadar kabul edilen müşteri çek-senetleri ile ortak ve grup şirketi kefaletlerinin BASEL II’de teminat olarak kabul edilmemesidir. Müşteri çek-senetleri ile ortak ve grup şirketi kefaletleri Basel I kapsamında da kabul edilmemekteydi. Basel II standart yöntemi kullanan bir banka için bu bakımdan herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Kaldı ki; 2009 yılından itibaren Basel II kapsamında ileri yöntemlere geçme başvurusu yapan bankalar, Müşteri çek-senetleri, hatta kefaletleri dahi resmi hesaplamalarında kullanabileceklerdir. Ülkemizde her ne kadar Basel II kuralları açıktan uygulanmasa bile, finans kuruluşları İşletmelerin bilânçolarına, finansal analizlerin yanında bu kuralları da uygulamaktadırlar.
BASEL II VE KOBİ TANIMI
         BASEL II ile birlikte yıllık toplam cirosu 50 Milyon EURO’ nun altında olan firmalar KOBİ olarak nitelendirilecektir. Bununla birlikte KOBİ’ ler iki alt sınıf altında toplanacaktır (7) ;
Perakende KOBİ:
          Bir bankadaki nakit ve gayri nakit kredilerinin toplamı 1 Milyon EURO’ nun altında olan KOBİ’ ler o banka için Perakende KOBİ olarak nitelendirilecektir.
Kurumsal KOBİ:
         Bir bankadaki nakit ve gayri nakit kredilerinin toplamı 1 Milyon EURO’ nun üstünde olan KOBİ’ ler, o banka için Kurumsal KOBİ olarak nitelendirilecektir.
         Bu sınıflamadaki önemli nokta KOBİ niteliğinde olan bir İşletmenin bir bankada,  toplam riskinin 1 Milyon EURO’ nun üzerinde olması nedeni ile Kurumsal KOBİ sınıfına girerken diğer bir bankada 1 Milyon EURO’ nun altında kredi kullanması nedeni ile Perakende KOBİ sınıfına girmesidir.Diğer önemli bir konu ise, İşletmenin ana çalışma faaliyet alanının net olarak seçilmesi ve birden çok alanda faaliyetini dağıtmaması; hatta ana konu üzerinde alt çeşitlendirme yapması, önemli bir avantaj sağlayabilir.
SONUÇ;
         Bu makalede, finans sektöründe yaşanan risk algılaması ile oluşan riskin, şirketler için kurumsal bir yapı haline gelmenin niçin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu ortaya koymak, kurumsallaşmanın ne olduğunu anlatmak için yardımcı olmak ve aynı zamanda Basel II kriterleri açısından da olmazsa olmaz unsurlardan biri olan “kurumsal kimlik “ oluşturmanın firmalar için neden kaçınılmaz bir ihtiyaç olması gerektiği ve Basel II kriterlerini işletmeleri nasıl etkileyeceği ve şirketlerimizin bu kriterlere nasıl hazırlanılması konusunda Küçük ve Orta Ölçekli şirket ortaklarına, yöneticilerine faydalı olmasıdır. Vergi kanunları açısından bu makale daha geniş yazılabilirdi. Kısa süreli çıkarılan teşvik amaçlı birleşmeler istenilen amaca varmayı sağlamayacaktır. Vergi kanunlarımızdaki hükümler, vergi matrahını aşındırmayı önleyici niteliğe büründürüldüğü ve kısa süreli uygulamalar için teşvik edici olmamaktadır (8). Birleşmeler, karmaşık ekonomik süreçleri kapsaması, zaman alması ve maliyetinin yüksek olması birleşme yapmak isteyen KOBİ’leri yorabilmektedir. Vergi kanunları açısından KOBİ’lerin birleşmeleri ve kurumsal yapılar haline dönüşmelerinde, birleşmeleri kolaylaştırıcı, anlaşılır ve bürokratik prosedürlerden uzaklaştırıcı ve vergi kaygısı gütmeden pratik düzenlemelerin çıkarılması KOBİ’lerin kurumsallaşmalarına hizmet edeceği ortadadır.







(*)SMMM -Sorumlu Ortak Başdenetçi

KAYNAKÇA

1-Sektörel dernekler federasyonu “Aile Şirketlerinde Yönetim ve Kurumsallaşma”
2-Kobi’lerdeki Toplam Kalite Yönetimi Uygulamalarının Kurumsallaşma Üzerindeki Etkileri Araş. Gör. Ufuk ALPŞAHİN AKSOY, Prof. Dr. Âdem ÇABUK, Sosyal Bilimler Dergisi Syf 41
3-Ebru Karpuzoğlu, (2004), “Aile Şirketlerinin Sürekliliğinde Kurumsallaşma” , T.C.İstanbul Kültür Üniversitesi 1. Aile İşletmeleri Kongre Kitabı. 1, S. 45
4-Arman Kırım, (2003), Aile Şirketlerinin Yönetimi. İstanbul: Sistem Yayıncılık, S. 11
5- Sektörel dernekler federasyonu “Aile Şirketlerinde Yönetim ve Kurumsallaşma”
7- http://www.abank.com.tr/pages.aspx?pgID=81
8–5904 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun 3 Temmuz 2009 tarih 27277 sayılı R.G


İHALELİ İŞLERDE, PERSONEL ÇALIŞTIRILMASINA DAYALI HİZMET ALIMLARINDA, SGK PRİMİ VE İŞSİZLİK SİGORTASI TEŞVİKLERİNDEN ÖZEL SEKTÖR İŞVERENLERİ YARARLANABİLİR Mİ?



ERTUĞRUL KILIÇ
SMMM-Sorumlu Ortak Başdenetçi

          Yaşanan ekonomik daralmanın dünyayı ahtapot gibi sarması, yürüyen ekonomik faaliyetlere yeni sorunlar eklemektedir. Üretim faktörlerinden biri olan işgücü, oluşan ekonomik krizden en çok etkilenen unsurlardan biri olarak yeni ekonomik ve sosyal sorunlarla birlikte bütün işverenlerin, sabit maliyetlerini artırıcı bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Var olan işsizler ordusuna yeni elamanların katılması ve bu durumun olağan olmaktan çıkıp süreklilik arz etmesi nedeniyle de Devleti Yönetenlerin önüne, ekonomik krizle birlikte yeni bir sosyal olgu olarak bazı devlet teşviklerinin (maliyetleri kamunun üstlenmesi) özel sektöre verilmesi, işsizliğin hafifletilmesi açısından geçici çözüm olarak ortaya çıkmaktadır. İşsizlik sorunun hafifletilmesi ve sosyal faydanın artırılması amacıyla, hükümet tarafından yeni teşvik politikaları oluşturulmaktadır. Bu makalede İhaleli konularda personel çalıştırılmasına dayılı hizmet alımlarında SGK ve İşsizlik Sigortasından nasıl yararlanılıp/yararlanılamayacağı konu edilecektir.
          26 Mayıs 2008 tarih,26887 sayılı Resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5763 sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik yapılması hakkında ki kanun ile 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (1) ile 4447 sayılı İşsizlik Kanunun da (2) değişiklikler yaparak, işveren primlerinde belli koşulları sağlaması durumunda çalıştırılan işçilerden özel sektör işveren primlerimler’ inden indirimlerin uygulanacağını karara bağlamıştır.
5763 SAYILI KANUNLA 5510 SAYILI SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASINDA YAPILAN DEĞİŞİKLİK
        5763 sayılı kanunun 24 maddesi ile değiştirilerek,31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 81 inci maddesinin birinci fıkrasına (ı) bendi eklenmiştir. Buna göre " Bu Kanunun(4857 sayılı İş Kanununun) 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki sigortalıları çalıştıran özel sektör işverenlerinin, bu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine göre “malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinden, işveren hissesinin beş puanlık kısmına isabet eden tutar Hazinece karşılanır….” İşveren hissesine ait primlerin Hazinece karşılanabilmesi için, işverenlerin çalıştırdıkları sigortalılarla ilgili olarak bu Kanun uyarınca aylık prim ve hizmet belgelerinin yasal süresi içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumuna vermeleri, sigortalıların tamamına ait sigorta primlerinin sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile Hazinece karşılanmayan işveren hissesine ait tutarı yasal süresinde ödemeleri, Sosyal Güvenlik Kurumuna prim, idari para cezası ve bunlara ilişkin gecikme cezası ve gecikme zammı borcu bulunmaması şarttır. Ancak Kuruma olan prim, idari para cezası ve bunlara ilişkin gecikme cezası ve gecikme zammı borçlarını 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesine göre tecil ve taksitlendiren işverenler ile 29/7/2003 tarihli ve 4958 sayılı Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna göre yapılandıran işverenler bu tecil ve taksitlendirme ile yapılandırmaları devam ettiği sürece bu fıkra hükmünden yararlandırılır. Bu fıkra hükümleri Kamu idareleri işyerleri ile bu Kanuna göre sosyal güvenlik destek primine tabi çalışanlar ve yurt dışında çalışan sigortalılar hakkında uygulanmaz. Hazinece karşılanan prim tutarları gelir ve kurumlar vergisi uygulamalarında gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınmaz. Bu fıkrayla düzenlenen destek unsurundan diğer ilgili mevzuat uyarınca ayrıca yararlanmakta olan işverenler aynı dönem için ve mükerrer olarak bu destek unsurundan yararlanamaz. Bu durumda, işverenlerin tercihleri dikkate alınmak suretiyle uygulama, destek unsurlarından sadece biriyle sınırlı olarak yapılır.
Bu Kanun gereğince yapılan kontrol ve denetimlerde çalıştırdığı kişileri sigortalı olarak bildirmediği tespit edilen işverenler bir yıl süreyle bu fıkrayla sağlanan destek unsurlarından yararlanamaz.
 Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı tarafından müştereken belirlenir."(3)denilmektedir.
Değişiklik yapılan maddedeki yararlanama koşullarını özetlersek;
a) 4/1-a maddesini kapsamının da sigortalıları çalıştıran özel sektör işverenleri,
b) İşverenlerin çalıştırdıkları sigortalılarla ilgili olarak bu Kanun uyarınca aylık prim ve hizmet belgelerinin yasal süresi içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumuna vermeleri,
c) Sigortalıların tamamına ait sigorta primlerinin sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile Hazinece karşılanmayan işveren hissesine ait tutarı yasal süresinde ödemeleri,
d) Sosyal Güvenlik Kurumuna prim, idari para cezası ve bunlara ilişkin gecikme cezası ve gecikme zammı borcu bulunmaması,
e) 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesine göre tecil ve taksitlendiren işverenler ile 29/7/2003 tarihli ve 4958 sayılı Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna göre yapılandıran işverenler bu tecil ve taksitlendirme ile yapılandırmaları devam ettiği sürece bu fıkra hükmünden yararlandırılır,
f) Kamu idareleri işyerleri ile bu Kanuna göre sosyal güvenlik destek primine tabi çalışanlar ve yurt dışında çalışan sigortalılar hakkında uygulanmaz,
g) Bu teşvikler işverenlerce gider veya maliyet unsuru olarak değerlendiremezler,
h) Diğer mevzuatlar uyarınca ayrıca yararlananlar tercih kullanarak bunlardan sadece birinden yararlanabilirler,
5763 SAYILI KANUNLA 4447 SAYILI İŞSİZLİK KANUNUNDA YAPILAN DEĞİŞİKLİK
        Değişiklik yapan 5763 sayılı kanunun 20 ci maddesi ile 4447 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici 7 nci madde eklenmiştir. Buna göre ” 18 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük olanlar ile yaş şartı aranmaksızın 18 yaşından büyük kadınlardan; bu maddenin yürürlük tarihinden önceki altı aylık dönemde prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı sigortalılar dışında olması şartıyla, bu maddenin yürürlük tarihinden önceki bir yıllık dönemde işyerine ait prim ve hizmet belgelerinde bildirilen ortalama sigortalı sayısına ilave olarak bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren bir yıl içinde işe alınan ve fiilen çalıştırılanlar için; 506 sayılı Kanunun 72 nci ve 73 üncü maddelerinde sayılan ve 78 inci maddesi uyarınca belirlenen prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin;
a) Birinci yıl için yüzde yüzü,
b) İkinci yıl için yüzde sekseni,
c) Üçüncü yıl için yüzde altmışı,
d) Dördüncü yıl için yüzde kırkı,
e) Beşinci yıl için yüzde yirmisi,
İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanır.
        İşveren hissesine ait primlerin İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanabilmesi için işverenlerin çalıştırdıkları sigortalılarla ilgili olarak 506 sayılı Kanun uyarınca aylık prim ve hizmet belgelerinin yasal süresi içerisinde Sosyal Güvenlik Kurumuna verilmesi ve sigortalıların tamamına ait sigorta primlerinin sigortalı hissesine isabet eden tutarı ile İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanmayan işveren hissesine ait tutarın ödenmiş olması şarttır. Bu maddeye göre işveren tarafından ödenmesi gereken primlerin geç ödenmesi halinde, İşsizlik Sigortası Fonundan Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılacak ödemenin gecikmesinden kaynaklanan gecikme zammı, işverenden tahsil edilir.
Bu madde hükümleri; 
a) 1/10/2003 tarihinden sonra özelleştirme kapsamında devir alınan işyerleri hariç olmak üzere, mevcut ve faaliyette bulunan işyerlerinin devredilmesi, birleşmesi, bölünmesi veya nevi değiştirmesi gibi hallerde yeni işe başlama olarak değerlendirilmez.
b) Mevcut bir işyerinin kapatılarak; değişik bir ad veya unvan ya da bir iş birimi olarak aynı faaliyette açılması veya çalışan sigortalıların bütün olarak devredilmesi halinde, bu işyerleri hakkında uygulanmaz.
c) Yönetim ve kontrolü elinde bulunduracak şekilde doğrudan veya dolaylı ortaklık ilişkisi bulunan şirketler arasında istihdamın kaydırılması, şahıs işletmelerinde işletme sahipliğinin değiştirilmesi gibi ek bir kapasite ve istihdam artışına neden olmayan, sadece teşviklerden yararlanmak amacıyla yapılan işlemler hakkında uygulanmaz.
d) 506 sayılı Kanun gereğince yapılan kontrol ve denetimler sonucunda çalıştırdığı kişileri sigortalı olarak bildirmediği tespit edilen işyerleri hakkında bir yıl süreyle uygulanmaz.
e) 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ile 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ve uluslararası anlaşma hükümlerine istinaden yapılan hizmet ve yapım konulu işyerlerine yönelik işyerleri hakkında uygulanmaz.
f) Kamu idareleri işyerleri hakkında uygulanmaz.
g) 506 sayılı Kanuna göre sosyal güvenlik destek primine tabi çalışanlar ile yurt dışında çalışan sigortalılar hakkında uygulanmaz.
        İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanan prim tutarları gelir ve kurumlar vergisi uygulamalarında gider veya maliyet unsuru olarak dikkate alınmaz.
        Bu maddeyle düzenlenen destek unsurundan diğer ilgili mevzuat uyarınca ayrıca yararlanmakta olan işverenler; aynı dönem için ve mükerrer olarak bu destek unsurundan yararlanamaz. Bu durumda, işverenlerin tercihleri dikkate alınmak suretiyle uygulama, destek unsurlarından sadece biriyle sınırlı olarak yapılır.
        Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından belirlenir."denilmektedir.
4734 SAYILI KAMU İHALE KANUNU GENEL TEBLİĞİ VE DEĞİŞİKLİĞİ
         Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve İşsizlik Kanunda yapılan İşveren hisselerinin teşviki, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunun 25886 sayılı ve 25.07.2005 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Kamu İhale Kanunu Genel Tebliğinin “G” Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinin 9 uncu maddesi ve Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamelerin “Teklif Fiyata Dâhil Olan Masraflar” başlıklı maddesi çerçevesinde personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımı ihalelerinde teklif fiyata dâhil olacak maliyetler belirlenmiş ve tek tek sayılmıştır ve Tebliğin ”G” bölümünün 6 numaralı bendinde Uygulanması gerekecek iş kazaları ile meslek hastalıkları sigortası prim oranları, idari şartnamede yazıldığı şekilde işin niteliği ayrıntılı olarak belirtilmek suretiyle ilgili sigorta müdürlüğünden alınacak yazı ile tespit edilerek yaklaşık maliyet hesabı buna göre yapılacak, yaklaşık maliyet hesabında dikkate alınan iş kazaları ile meslek hastalıkları sigortası prim oranı idari şartnamenin ilgili maddesinde belirtilecektir. Ancak idari şartname ve sözleşme tasarısında sadece “genel temizlik” veya “bina içi temizliği” yazan işlerde Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının 7/4/2005 tarih ve 16-335 Ek sayılı Genelgesine göre bu tür işler için İş Kazaları İle Meslek Hastalıkları Sigortası Prim tarifesinin 5 inci maddesi gereği (8592) iş kodu ile (II) tehlike sınıfına göre tasnif edilerek % 2 oranının uygulanması gerekeceğinden, idari şartname ve sözleşme tasarısında sadece “genel temizlik” veya “bina içi temizliği” yazan işlerde, ilgili sigorta müdürlüğüne başvurulmadan iş kazaları ve meslek hastalıkları prim oranı idari şartnameye % 2 olarak yazılabilecektir. İdareler, idari şartnamede yazan prim oranı üzerinden aylık prim ve hizmet belgelerinin düzenlenip düzenlemediğini kontrol ederek hakediş ödemelerini yapacaklardır, Şeklinde düzenlenen bent 27035 sayılı  Resmi Gazete’nin 25.10.2008 tarihli sayısına Kamu İhale Genel Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ’ nin 4’cü maddesi ile değiştirilerek “Aynı Tebliğin Birinci Bölümünün XIII üncü maddesinin "Personel Çalıştırılmasına Dayalı Hizmet Alımlarında Teklif Fiyata Dâhil Olacak Masraflar" başlıklı (G) alt maddesinin (6) numaralı fıkrası aşağıdaki şekilde ve (7) numaralı fıkrasındaki “%2” ibaresi “%3” olarak değiştirilmiş, aynı maddeye aşağıdaki (17) numaralı fıkra eklenmiştir.
        6 nolu fıkra- İhale konusu hizmetin iş kazası ve meslek hastalığı bakımdan gösterdiği tehlike sınıf ve derecelerine ilişkin prim oranı, Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünden alınacak yazı ile tespit edilerek yaklaşık maliyet hesabı buna göre yapılacak ve bu prim oranına idari şartnamenin ilgili maddesinde yer verilecektir. Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğüne yazılacak yazılarda; prim oranının doğru belirlenmesi için ihale konusu işin niteliği ihale dokümanında yapılan düzenlemeler esas alınarak ayrıntılı bir şekilde belirtilecektir.
        İdareler, sözleşmenin uygulanması aşamasında aylık prim ve hizmet belgelerindeki prim oranının prim tarifesine uygun olup olmadığını kontrol ederek, hakediş ödemelerini yapacaklardır.”
        17 nolu fıkra- 15.5.2008 tarihli ve 5763 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi ile 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 81 inci maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ı) bendinde; özel sektör işverenlerinin, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinden, işveren hissesinin beş puanlık kısmına isabet eden tutarın Hazinece karşılanacağı hüküm altına alınmıştır.
        İhale dokümanında personel sayısının belirlendiği ve haftalık çalışma saatlerinin tamamının idare için kullanıldığı tüm hizmet alımı ihalelerinde, teklifler Hazine tarafından karşılanacak olan işveren sigorta primi tutarı dikkate alınmadan, işveren payları üzerinden hesaplanarak sunulacak ve değerlendirilecektir. Bu çerçevede, fiyat farkı hesaplanması öngörülen ihalelerde sözleşmenin yürütülmesi aşamasında, yüklenicinin yukarıda anılan Kanun hükmü uyarınca prim teşvikinden yararlanması halinde 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa Göre İhalesi Yapılacak Olan Hizmet Alımlarına İlişkin Fiyat Farkı Hesabında Uygulanacak Esasların 8 inci maddesinde yer alan, “b) İhale (son teklif verme) tarihi itibarıyla işveren tarafından karşılanacak olan sosyal sigorta primi ve işsizlik sigortası primine ilişkin toplam tutarda; asgari ücret değişikliği veya sigorta primi alt sınır değişikliği ile prim oranları değişikliği gibi sebeplerle meydana gelecek fark,
          …506 sayılı Kanun gereğince işveren nam ve hesabına Hazinece yapılacak olan ödemeler de dikkate alınmak suretiyle bu Esasların 7 nci maddesi uygulanmaksızın ödenir veya kesilir.” hükmü gereğince, Hazine tarafından karşılanan prim tutarı, idare tarafından yüklenicinin hak edişinden kesilecektir.
        Diğer taraftan, 5763 sayılı Kanunun 20 nci maddesi ile 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununa eklenen geçici 7 nci maddede;
        “18 yaşından büyük ve 29 yaşından küçük olanlar ile yaş şartı aranmaksızın 18 yaşından büyük kadınlardan; bu maddenin yürürlük tarihinden önceki altı aylık dönemde prim ve hizmet belgelerinde kayıtlı sigortalılar dışında olması şartıyla, bu maddenin yürürlük tarihinden önceki bir yıllık dönemde işyerine ait prim ve hizmet belgelerinde bildirilen ortalama sigortalı sayısına ilave olarak bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren bir yıl içinde işe alınan ve fiilen çalıştırılanlar için; 506 sayılı Kanunun 72 nci ve 73 üncü maddelerinde sayılan ve 78 inci maddesi uyarınca belirlenen prime esas kazanç alt sınırı üzerinden hesaplanan sigorta primine ait işveren hisselerinin;
        a) Birinci yıl için yüzde yüzü,
        b) İkinci yıl için yüzde sekseni,
        c) Üçüncü yıl için yüzde altmışı,
        d) Dördüncü yıl için yüzde kırkı,
        e) Beşinci yıl için yüzde yirmisi,
        İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanır, hükmüne yer verilmiştir. Ancak aynı maddenin 3 üncü fıkrasının (e) bendi gereğince 4734 sayılı Kanun kapsamında ihalesi yapılan hizmet alımlarında yukarıda belirtilen sigorta primine ait işveren hissesinin İşsizlik Sigortası Fonundan karşılanmayacağı belirtildiğinden, tekliflerin verilmesi ve değerlendirilmesinde söz konusu teşvikten yararlanılamayacağının dikkate alınması gerekmektedir.”(4)
  İlgili tebliğlerde yapılan değişiklerle ilgili olarak, Kamu İhale Kanununa göre Hizmet Alımlarında Uygulanacak Tip İdari Şartnamelerin “Teklif Fiyata Dâhil Olan Masraflar” şeklinde belirtilen masraflara ilişkin olarak 5510 sayılı SGK’ nun 81 maddesi ile 4447 sayılı İşsizlik Kanununa eklenen Geçici 7 maddesine göre iş yapanlar indirimlerden yararlanamazlar.
5763 sayılı kanunundan yararlanan Hizmet alım sözleşmesi ile iş yapan Özel sektör işverenlerinin yapmış oldukları, SGK ve İşsizlik Sigortası primleri ile ilgili Kamu İhale makamları araştırma yapacaklardır. İhale makamı, bu durumda olan ve personel hizmet ve prim bildirgesinde işveren primi indiriminden yararlanan işverenlerden, mükerrer faydalanmış olmaları nedeni ile bu tebliğ gereği hak ediş bedellerinden kamunun uğramış olduğu zararları da keserek, hak edişlerini ödeyeceklerdir.
SONUÇ;
  5763 sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik yapılması hakkında ki kanun ile yapılan İş Kanunun 4/1-a bendini ile 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 81 inci maddesinin birinci fıkrasına (ı) bendine göre çalışanlara ilişkin özel sektör işverenlerinin faydalanmış oldukları yukarıda detayları ile açıklanan teşviklerle ilgi olarak, Kamu İhale Kanunun Hizmet alım ihaleleri için çıkartılmış olan tebliğ ile zaten çalışan personelin tam zamanlı olarak ihale konusu iş ile çalıştırıldığı, işin ihale edilirken işveren primi paylarının da hizmet alım sözleşmesi ile masrafların içerisinde işverene ödendiği belirtilmektedir. İşverenin yapmış olduğu hizmet alım sözleşmesinden kaynaklanan hak edişleri içerisinde ödenen primlerden dolayı, SGK işveren primi ve İşsizlik Sigortasından kaynaklanan indirimlerin, işveren tarafından mükerrer olması nedeniyle tekrar yararlanmasının önlemesidir. Mühendislik, Müşavirlik ve Danışmanlık vb. işleri yapan Özel sektör işverenlerinin ihaleli işlerinde, bu yönetmelik ve tebliğ hükümlerinde çalıştırmış olduğu aylık personel hizmet ve prim bildirgesinde %5 lik işveren primi veya İşsizlik sigortası primlerinden, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununu ile İşsizlik Kanunun’ da belirtilen indirimleri, esas primlerinden düşmemeleri, herhangi bir ceza ile karşılaşmamaları için doğacak aylık primlerin tam olarak yatırılması gerekmektedir.
(*)SMMM-Sorumlu Ortak Başdenetçi
KAYNAKÇA
1- Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, Resmi Gazete Tarihi: 16 Haziran 2006 ve sayılı; 26200
2- İşsizlik Sigortası Kanunu Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 08.09.1999  ve Sayısı: 23810
3- 5763 sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik yapılması hakkında ki Kanun Resmi Gazete Tarihi:26 Mayıs 2008 tarih, sayı;26887
4- Kamu İhale Genel Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ Madde; 4 Resmi Gazete Tarih 25.10.2008 ve Sayısı: 27035,

BİR ETKİ; BİREYSEL BORÇLANMA (TOPLUMSAL DÜŞÜNMEDE DEĞİŞİM)



Ertuğrul Kılıç
15.10.2019-Salı

Meta- Emek ilişkisi ve ortaya çıkardığı değerlerin paylaşılması uzun bir zamandır tartışılmaktadır. Üretim sürecinde ortaya çıkan kâr’a sermayenin el koyması-yaratılan değerin emeğin bir sonucu olduğu görüşü bilinmektedir. Para piyasasında 1970 li yıllarla birlikte ABD tarafından doların basımının altına bağlı olmaktan çıkarılması, karşılıksız olarak basılması yeni bir tartışmanın da odağını oluşturmuştur.
Finanslaşma, metadan bağımsız olarak değerlendirilmiş olmasa bile, zamanla uluslararası ilişkilerde farklı amaçlar için kullanılmaktadır. Uluslararası ilişkilerde verilen borçlar ülkelerin finansal ihtiyaçlarını karşılamak üzere borçlandırma yöntemi olarak kullanılmıştır. Ülkeler bazı dönemlerde faiz oranının düşük olması nedeniyle bu borçlanmayı yapmış ve kendi kalkınmalarında kullanmışlardır. Sermayenin yeni yatırım araçlarına duyduğu ihtiyaç, 1970’li yıllarda başlayan finanslaşma, 1980’ li yıllara gelindiğinde borçlanma krizi olarak ortaya çıkmış ve bazı ülkeler aldığı paraları ödeyemez hale gelmişlerdir.
Alınan uluslararası kredilerin (borçların) ödenmemesi yeni bir dünya ekonomik sisteminin oluşumuna dayanak yapılarak, birçok ülkede yeni liberal ekonomik dönüşümlerin araçsallığı  ( Türkiye’ de 24 Ocak kararları gibi vb.) haline getirilmiştir. Sermaye birikimi günümüzde de yoğunlaşarak ve daha fazla bir bağımlılık yaratarak ülkelerarası ilişkilerde, özellikle geri kalmış ülkelerde gelir dağılımını bozucu, kaynakların merkez ülkelere aktarılması sonucu, birçok sosyal ve siyasal etkilere neden olabilmektedir.
Diğer taraftan, sermayenin bankacılık aracıyla yürütülen işlemlerde yeni alanların yaratılması ve finanslaşmanın gelişmesini yaratacak yeni araçların (bilgisayar teknolojisinin gelişmesiyle birlikte-türev piyasalar- vadeli işlem piyasaları vb.) doğmasına sebep olmuştur. Hanehalkı’nın ihtiyaçlarının genişleyen pazar ilişkisi üzerinden yeni finansal araçlarla desteklenmesi, kişisel borçlanmanın yolunu açmıştır. Bankalar verilen borçların bir kısmının, geri dönmeyeceğini bilerek, borçlandırma politikalarını sürdürmesi, bu kâr’lı alanın devamında önemli bir belirleyiciliği olmuştur. Dünya genelinde Hanehalkı borcu yüzde 60, şirketlere ait borçlar yüzde 91, kamuya ait borçlar yüzde 87 ve banka gibi finansal şirketlerine ait borçlar da yüzde 81’e ulaşmış durumda.
“Türkiye’de ise 2018 Mart ayı itibarıyla son bir yılda hane halkı varlıkları 191,5 milyar lira, yükümlülükleri (borçları) ise 74,5 milyar lira arttı. Merkez Bankası'nın yayınladığı yılın ilk Finansal İstikrar Raporu'na göre, vatandaşın banka, finansal kurumlara, TOKİ ve varlık yönetim şirketlerine 574,6 milyar lira borcu var. Borçlu sayısının ise yaklaşık 32 milyon olduğu tahmin ediliyor. Hanehalkı’nın tasarruf ve fonları ise 1 trilyon 253 milyar liraya ulaştı.”[1] Nüfusun yaklaşık %40 ‘ı borçlu durumda ve günümüze geldiğinde bu daha da artmış bulunmaktadır.
Bireyler, ihtiyaçları için bankalardan çekmiş olduğu kredileri, gelecek zamanda elde edeceği kazançları bankalara ipotek vererek, finansal kurumlara bu gününü ve geleceğini bağımlı hale getirebilmektedir.
Emek gücünün, gelecek zamanda kazanacağı paranın bir kısmını bankalara ödemesi, emeğiyle kazananların, sosyal hayatta ve/veya işgücü piyasasında, her koşul altında çalışmasına ve daha az kazanır hale gelmesinde belirleyici bir faktör olmaktadır. Çalışma hayatında, esnek çalışma ve yalın iş yapma biçimi, işgücünün yana yana gelmesini, kendi sorunları üzerinde birlikte düşünmesini ve örgütlenmesini fiilen engelleyen sebepleri oluşturabilmektedir.
Hanehalkı’nın gelecekte elde edeceği gelirin bir kısmını finansal sermayeye ödemesi ve tekrar eden bir döngüde, bu borç sarmalının büyüyerek devam ediyor olması, bağımlılık ilişkilerinin artmasına neden olmaktadır. Bu durum, emeğiyle geçinenlerin düşünce biçiminin değişmesine ve kendi için bilinç olmaktan çıkmasına yol açabilmektedir. Emeğiyle geçinenler sermaye mantığı içerisinde düşünmeye ve davranmaya başlamaktadır. Borçlanma süreçleri içerisinde, toplumda bireylerin elde edeceği emek gelirine borçlanma ile el konulmasının artmış olması, bağımlılık ilişkilerinden dolayı bireyin kendi çıkarları üzerine düşünme gücünü olumsuz etkileyebilmektedir.
Hanehalkı’nda borçlanma etkisiyle düşüncesinde bir kayma ve sermayeye bağımlılığı artarken, üretken bir ekonomik sistemden oluşmayan ve borçlanma yoluyla gelişen pazar ekonomisinin ihtiyaçlarını karşılayan emek gücü, zamanla sermayenin baskısı altında yoksullaşarak çıkarlarından uzaklaşabilmektedir. Toplumsal olaylara duyarsızlaşarak, bireysel hak arayışına mesafeli durabilmekte ve sermaye bağımlılığı sarmalına hapis olabilmektedir.
Sosyal devletin fonksiyonlarını yerine getirememesi, bireyin günlük ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak bir duruma düşmesi, yönetenlerin işlerini daha da kolaylaştırmaktadır. Bu ekonomik ve sosyal hayat üzerine inşa edilen algı yöntemleriyle,  sermayeye bağımlılığını artıran yönetim biçimi bir yerde değişmez olarak zihinlerde yer edilmesini sağlayabilmektedir.
Bağımlılığı artan bireylerde ortaya çıkan kendine yabancı düşünme tarzı gelişirken, kendi için kendi olmayan birey üzerindeki sömürü çarkı da, git gide ağırlaşmaktadır. Yeterli örgütlenmeden mahrum kalan geniş halk yığınları, yalnızlığa mahkûm olabilmekte ve yabancılaşabilmektedir. İhtiyaçlar üzerinden kurulan ve borçlanmayla sürdürülen borca bağımlılık baskısı, değişen düşünme yöntemiyle sermayeye teslim olma ve onun düşünme tarzına meyil etme, finansalın hayali dünyasını kendi gerçek dünyasıymış ve geleceğiymiş gibi algılamaya (yanılsama), devam edebilmektedir.
Gerçek krizin sebebi üretim ve dağıtımda yaşanan yüksek derecedeki adaletsizlikten kaynaklanmaktadır. Bu adaletsizliği körükleyen en önemli diğer bir etken ise Hanehalkı’nın yüksek derecede borçlanmasıdır. Bireyi yalnızlaştırarak etkisiz hale getirdiği gibi, kendi gibi bir yaşama tarzına sahip olanlarla yana yana durmayı da zayıflatan bir etki oluşturabilmektedir. Sermayedar gibi düşünme bağımlılığını artırırken, kendi gibi olanlara güven eksikliğini artırmakla birlikte, yeniyi kurma ve birlikte mücadele etme azmini ortadan kaldırmaktadır. Değişmeden ve değişiklikten korkar hale gelmektedir. Yenilik, korkutucu olurken, bilinen kutsanmakta, değişiklikten nefret eder hale gelmektedir. Var olanı korumak en iyi yol olarak gözükmektedir.
Borçlanmanın etkilerinin giderilmesinde, sermayenin pazar payının artırılması ve sürekli genişleyen yapısının denetim altına alınması, hukuksal hak ve menfaatlerin dağılımının iyi bir şekilde yapılarak gelir adaleti sağlanabilmelidir. Hanehalkı’nın borçluluğunun giderilerek gelecekte toplumsal bir krizin ateşleyici unsuru olmasının önlenmesi çabasının artırılması, önümüzde çözülmesi gereken sosyal bir sorun olarak ortaya çıkabilmektedir.
Ülkemizde toplumsal muhalefeti yapan kesimlerin sermayenin emek üzerindeki geleceğini ipotek altına alan Hanehalkı borçluluğunun ve bağımlılık yaratan toplumsal yaşam biçimine çözüm üretmesi vazgeçilmez gibi durmaktadır. Kendi için olanı korumak (geleceğini ortadan kaldıran borçlanmayı ve bağımlılığı azaltan) ve geliştirmek, toplumun geleceğini sürdürülebilir olmasını sağlayacağı anlamını taşıyacaktır.




19 Kasım 2019 Salı

Muhasebe Mesleği Yok Mu Oluyor?



DİJİTALLEŞME SÜRECİNDE DEĞİŞEN İŞ HAYATI ve MUHASEBE MESLEĞİNİN YENİDEN YAPILANMASI


GİRİŞ
Meslek mensuplarımızın dikkatini çekeceği gibi bu başlığı 5-6 Ekim 2018 tarihlerinde İstanbul’da, TÜRMOB ev sahiplinde gerçekleşecek olan XX. Türkiye Muhasebe Kongresi’ne ele alınacak, dijitalleşme sürecinde muhasebe mesleğinin gideceği yer tartışılacak.
Konu başlığına bakıldığında konu çok merak uyandıran bir başlık ve geleceği biraz “yakınlaştırma çabası” na ışık tutma arayışı olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak TÜRMOB un şimdiye kadar ortaya koymuş olduğu mesleğe bakış açısıyla çok da uyumlu değil. Bu kanaate götüren şey, bu güne kadar meslek mensuplarının elde etmiş olduğu üretimdeki, muhasebe mesleğinin, meslektaşların ekonomik ve sosyal hayattaki konumlanışı, bu mesleği yapmaktan dolayı ortaya çıkan çıktılar.
Toplumların, geçirmiş olduğu evrelere baktığımızda yerleşik hayata geçişleri, önce tarım toplumu daha sonra sanayi toplumuna geçiş ve şimdide tartışılan Endüstri (Dijitalleşme4,0 ile bilişim toplumuna geçileceği (bazılarına göre geçildiği, bazılarına göre ise daha net olarak belirtilerinin ortaya tam olarak çıkmadığı vb.) gibi tartışmaları da içinde taşıyan birçok meslekte değişimler yaratacağı hatta ortadan kaldıracağı tartışmaları sürüp gitmektedir.
Bu tartışmalar altında makalemde, Endüstri (Dijitalleşme) 4.0 mesleğimizde ne gibi değişiklikler yaratabilir, sonuçları bu mesleği yapanları nasıl etkiler, bunları ele almaya çalışacağız.
1.TOPLUMLARIN KAREKTERİNİ ORTAYA ÇIKARAN ÜRETİM İLİŞKİLERİ
Toplumlar göçebe yaşamdan yerleşik duruma geçtiklerinde toplumsal üretim ilişkileri toprağa bağlı olarak yaşamaya başladılar. Toprağı sahiplenerek etrafını çitlerle çevirmeleriyle birlikte özel mülkiyetin ortaya çıkması üretim birimini ve insan ilişkilerini değiştirdi. Toprak aracılığıyla üretilen bu maddeler başka maddeler ile değiştirilmeye başlandı. Zamanla üretimin kolaylaşmasını sağlayan üretim araçlarının gelişmesi daha fazla ürün elde edilmesine neden oldu. Bu değişim zaman içerisinde paranın da ortaya çıkması ile ticaretinin yapılır hale gelmesine neden oldu ve yeni üretim ilişkisini ortaya çıkardı. Üretim araçların ortaya çıkması üretim biçimini ve ihtiyaç skalasının da değişmesine neden oldu.
Makinelerin bulunması, üretimin artmasını sağlayarak, kitlesel üretime geçişe neden oldu. Sermaye birikimi zaman içerisinde üretim artışı, üretimde geçen zamanın iyi kullanılması arayışları, dolayısıyla uzmanlıkların doğmasına neden olmuştur. Üretimin biçimindeki değişme ile yeni bulunan yönetim teknikleri, yeni bir sermaye birikim sistemini ortaya çıkarmıştır. Geldiğimiz zaman durumunda ise sermaye önündeki engeller kaldırılarak bir dönüşüm sağlanmıştır. Her dönüşüm başka bir biçime geçmeyi ifade etmektedir. Sermaye birikimi üzerindeki engeller ortadan kaldırılarak globalleşme ortaya çıkmıştır. Rekabetçiliğin ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin en önemli sağlayıcılarından birinin verimlilik artışı olduğu bilinmektedir. Bilgi toplumuna dönüşümde, ana sağlayıcı olan bilgi ve iletişim teknolojilerini gelişmesi üretim, tüketim ve tüm ekonomik, sosyal alanların belirleyici faktörü olmaktadır.
Bilgi ve iletişim teknolojileri verimlilik artışının yaratılmasında anahtar rol oynamaktadır. Kablolanmış bir dünyada, planlama, bütçelendirme ve denetleme gibi temel yönetim islerinin; posta, tele-konferans veya grup yazılımlar gibi araçlarla aradaki mesafe farkını kaldırması ve ağlarla silinen şirket sınırlarına aldırış etmeden birlikte çalışma imkânı vermesi gibi nedenlerle daha farklı yapılmasını gerektirmektedir. Son yıllarda bilgi teknolojilerindeki gelişmelere bağlı olarak gelişen, bilgi işleme teknikleri ve muhasebe sistemleri, finansal verilerin ve muhasebe işlemlerinin elektronik ortama aktarılmasını sağlamıştır. Bu nedenle bilişim sistemleri, içinde yer aldığı organizasyon ve bulunduğu çevredeki, konular, yerler ve insanlar hakkında önemli bilgilere sahiptir. Bilindiği gibi bilgi, kişisel ve örgütsel kararların temelini oluşturur. Çünkü kişisel ve örgütsel hedeflere ulaşmak için, organizasyonun her aşamasında bilgiye ihtiyaç duyulsa da her bilgi kullanıcısının bilgi ihtiyacı, birbirinden farklılık göstermektedir.
Ekonomik faaliyetlerde bilginin artan etkisi, önemli bir bölümü bilgiye dayalı olan ekonomilerin bilgi ekonomisi olarak tanımlanmasını gündeme getirmiştir. Bu süreç üretim faktörlerindeki basit bir değişiklik olmayıp, bilgi yoğun üretimin yapıldığı, nitelikli insan faktörünün ve hayat boyu eğitimin ön plana çıktığı, bilginin ve ticaretin internet gibi elektronik ağlar aracılığıyla yapı değiştirdiği bir ortamda toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel olarak gelişme kaydetmesini sağlayan kapsamlı ve kalıcı bir dönüşümü ortaya çıkarmış ve bu gelişmeler sonucunda şekillenen yeni toplumsal yapı, bilgi toplumu olarak tanımlanmaya başlanmıştır.([1])
2.BİLİŞİM TEKNOLOJİ KAVRAMI
Bilişim teknolojisi, bilginin toplanmasında, işlenmesinde, depolanmasında, ağlar aracılığıyla bir yerden bir yere iletilip kullanıcıların hizmetine sunulmasında kullanılan iletişim ve bilgisayarlar dâhil bütün teknolojileri kapsayan teknolojilerdir.([2]) Bilişim teknolojisi kavram incelendiğinde, bu kavram ile; kuruluşlara bilgi sağlamak için kullanılan ve hızla gelişmekte olan araçların (bilgisayar, veri toplama araçlar, ağ ve iletişim araçları), uygulamalar ve hizmetlerin tamamının kastedildiği görülmektedir.([3])Bilişim teknolojisi iletişim ve bilgisayar sistemleriyle bağlanabilen bilgi hizmetlerinin tamamı için kullanılan bir kavramdır. Yani bu kavramı sadece bilgisayar donanım ve yazılımlarıyla sınırlı tutamayız. Bilişim teknolojisinin dört temel kategorisi bulunmaktadır.[4]
1. Yazılım
2. Hizmetler
3. Donanım
4. Ekipmanlar
Bilişim teknolojileri devrimsel nitelikli değişimlere neden olmaktadırlar. Bu teknolojiler, ülkelerin birinci veya üçüncü sınıf olmalarını belirleyecek kadar büyük bir öneme sahiptirler. Bilişim teknolojileri vasıtasıyla bilgiler istenilen noktalara geleneksel yollardan milyonlarla ifade edilebilecek bir oranda daha hızlı ulaştırılabilmektedir. Bilişim toplumunun yolunun açılması ve gerçekleşmesi, "içerik" (bilgi) ve ''teknoloji"nin (bilgi teknolojisi) bütünleşmesiyle sağlanacaktır. Bilişim teknolojisinin altyapısı bilgisayar ve diğer iletişim araçlarına dayanır ancak bu teknolojide insani unsuru yok sayılamaz. Bu teknolojiyi yarısı donanım, yarısı yazılımdan oluşan bir elmaya benzetirsek; insanı da bu elmanın oluşumunu sağlayan özsuya benzetebiliriz. Zira donanımın da yazılımın da geliştirilmesi insanın yaratıcılığına ihtiyaç duymaktadır. Bu teknolojiler esasen insan aklının yansımasından başka bir şey değildirler. Bilişim teknolojisi, yaşamımızın her alanında her türlü işimizin yapılmasında bize yardımcı olmakla beraber bizi birçok angaryadan da kurtarmaktadır. Yani bize özümüze daha fazla zaman ayırma ve yoğunlaşma imkânı ermektedir. Buna imkân bulmuş insan zekâsının daha neler başarabileceğini hayal etmek bile gerçekten zordur.
Bilişim teknolojisi diğer bütün disiplinler ile ilgidir ve bunun neticesi olarak çok farklı biçimlerde uygulanarak bize sınırsız bir etki ve gelişme olanağı sunuyor. Bilişim teknolojileri, bilişim toplumunun hammaddesi olan bilgiye istenildiği zaman ve mekânda hızlı bir şekilde ulaşılmasını sağlar. Bununla da yetinmeyip sürekli olarak yeni bilgilerin üretilmesine aracılık ederler. Bu teknolojilerle birlikte toplum yeniden şekillendirilmektedir. Tarım toplumunda dönüşümün motoru saban, sanayi toplumunda buhar makinesi, bilişim toplumunda ise bilgisayardır. Bilgi akış hızının artması beraberinde, bilim, teknoloji ve üretim üçgenin çevrimini hızlandırmaktadır. Bilişim teknolojileri yeni ekonomik yapının kaynağını oluşturmaktadır.
3.BİLİŞİM TEKNOLOJİLERİNİN DENETİMDE KULLANILMASI
Bilgisayar destekli denetim teknikleri 1960’lardan beri sürekli gelişmektedir: 1960 ’larda ICL1900 gibi ana bilgisayarların ortaya çıkmasıyla çok sayıda bilginin elektronik olarak saklanması mümkün hale geldi. Veri girişine/elde edilmesine ilişkin metotlar oluşturuldu. Ayrıca büyük dosyaların hızla incelenmesi de olanaklı hale geldi. Denetim raporlarından, bir dosyanın güvenilirliğinin kanıtlanmasında yararlanılmaya başlandı. Ayrıca endeksleme, toplam alma ve istisnaî raporlama gibi verilerin basit şekilde incelenmesi/belli amaçlar için kullanılması da olanaklı hale geldi.
1.    Veri transferinin gelişmesiyle bu uygulamalar daha fazla yaygınlaştı. Denetlenen kuruluşun verilerini uzaktan inceleme olanağı doğdu. Veri saklama (manyetik teypler, disketler (floppy), bir modem bağlantısı yoluyla ana bilgisayarda incelenmesi gereken farklı dosyalar oluşturulmasını sağladı. George ve VME gibi işletim sistemlerinden yararlanılarak derlenen inceleme/örnekleme uygulamalarını sürdürülebildi.
2.     1980’lerde, masa başı kişisel bilgisayarların ortaya çıkması, muhasebe amaçlı yazılımların gelişmesini sağladı. Muhasebe ile ilgili bütün defterler elektronik olarak tutulabildi ve endeksleme, toplam alma, istisnaî raporlama gibi karmaşık uygulamalar daha kolaylıkla yürütülebildi. MS-DOS gibi işletim sistemlerinden yararlanan kişisel bilgisayarların uyumluluğu, dosyanın daha kolay transfer edilebilirliğini sağladı ve denetçiler denetim dosyalarına daha kolay erişebildi.
3.     Kişisel bilgisayarların hızı ve kapasitesi daha fazla arttığından çok daha fazla sayıda dosya işlenebiliyordu. Dosyaların sistemden sisteme ve bilgisayardan bilgisayara aktarılabilesi amacıyla yazılım ve donanım geliştirildi.
4.     Muhasebe yazılımına paralel olarak dosya inceleme yazılımı geliştirildi. 1980’lerin sonunda IDEA ve ACL gibi araçlar kişisel bilgisayardaki dosyaların incelenmesi için geliştirildi. Şirketler de bilgisayar programlama dillerinden yararlanarak daha önceki ana bilgisayar incelemelerine benzeyen inceleme yolları yazmaya başlamışlardı.
5.     Bu eğilim, kişisel bilgisayarların muhasebe ve dosya incelemesine yönelik başlıca araç haline geldiği 1990’lara dek sürdü. Dosya uyumluluğu, çoğu dosya formatına ulaşabilen Windows ve Win95 programlarının gelişmesiyle birçok paketi standart hale getirmeyi sürdürdü.([5])
Devamlı gelişen bilgi teknolojileri ve artan bilgisayar kullanımı, denetçilerin, denetim sürecinde elde edecekleri denetim kanıtlarının bir kısmının elektronik ortamda elde etmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu durum, ortak bir “elektronik delil kavramının” geliştirilmesini ve bu kavramın meslek standartları içerisine dâhil edilmesini gerektirmiştir. “The American Institute of Certified Public Accountants (AICPA)”nın, “Denetim Standartları Kurulu” tarafından çıkarılan 80 no’lu denetim standardı tebliği, (Satatement on Auditing Standarts-SAS- No.80) ve delillendirme ile ilgili 31 no’lu denetim standardında değişiklik (Amendmentto SAS No.31) yapan tebliğ ve “Bilgi Teknolojisi Çağında Delillendirme Sorunu” isimli denetim süreciyle (AuiditingProceduresStudy) ilgili yayınlamış olduğu çalışma ile denetçilere 80 no’lu tebliğ hükümlerinin uygulanması konusunda yardımcı olmaya çalışmıştır. AICPA’nın bilgisayarlı denetim ile ilgili denetim alt komitesi de (Computer Auditing Subcommittee-CAS) finansal tabloların denetiminin planlanması sırasında denetçilerin dikkate alması gereken 11 temel bilgi teknolojisi üzerinde çalışmaktadır (Helms ve Mancino, 1998; 48). ([6])
AICPA tarafından çıkartılan bu standartlardan ilki, SAS No: 80’dir. Bu standart içerisinde yer alan maddeler, denetçilerin, elektronik bir formatta denetim işlemlerini gerçekleştirebilmelerinde önemli bir konu olan “delile dayanma” konusunda ortak bir kavram geliştirilebilmesini sağlamıştır. Denetçiler, alan çalışmalarının bir kısmını oluşturan “yeterli ve doyurucu denetim kanıtı elde etme” gereğini yerine getirmeye çalışırken, firmaların düzenledikleri finansal tablolarda yer alan verilerin altında yatan yönetim öngörülerini de değerlendirmeye çalışmalıdırlar. SAS No: 80, finansal verilerin altında yatan temel faktörler ve ilave destekleyici bilgiler ile denetim kanıtı arasında temel bir ilişki kurmaya çalışır. Ancak denetim kanıtlarının doğasında meydana gelen değişimleri içermez (AICPA,1997). ([7])
Elektronik kanıt denetçinin yapacağı değerlendirmelere yeni açılar ekler. Örneğin, sistemin ürettiği ve kontrol ettiği kanıtların güvenilirliği gibi. Elektronik kanıt, genelde, oluşmasını sağlayan bilgi teknolojisine bağlıdır. Ayrıca raporların basılması gibi konularda da geleneksel kanıtların üretimine yardımcı olacaktır. Satın alma emirlerinin elektronik ortamda işlenmesi elektronik kanıtların oluşmasını sağlayacaktır. Bu emirin bilgisayar sistemi içerisinde onaylanması yeni elektronik kanıtların oluşumuna neden olacaktır.
Denetim süreci içerisinde yer alan veriler gittikçe elektronikleşirken, denetçilerin, bu verilerin geçerliliğini, güvenilirliğini ve eksiksizliğini test etmeleri gerekmektedir. Özellikle 80’no’lu standart, denetçilerin, müşterilerinin önemli ölçüdeki elektronik bilgi içeren gönderi, süreç ve girişlerini, elektronik kanıtlarının sağlıklılığı açısından test edilmesini istemektedir. Böylece olumlu veya olumsuz denetçi görüşü ortaya çıkacaktır. Esas (defter-i kebir gibi muhasebe defterleri) veya ikincil muhasebe defterleri, elektronik fon transferleri (EFT), gönderilen faturalar, anlaşmalar gibi bilgilerin hepsi de muhasebe verileri içermektedir. Ayrıca, bu belgelerin bir kısmı, sadece elektronik formda alınabilmektedir. ([8])
4.MUHASEBE MESLEĞİ, BİLGİ TEKNOLOJİSİYLE YOK OLMAYA MI GİDİYOR
            Bilgi teknolojilerinin gelişmesi aynı zamanda çeşitli mesleklerin ortadan kalkmasına da neden olmaktadır. Bilgi teknolojisinde ortaya çıkan data yazılımlarının gelişmesi bir taraftan çalışma biçimini değiştirirken diğer taraftan bilginin ve bilgi teknolojilerin üretim güçlerinin de dönüşümüne neden olmaktadır. Mesleklerin ortaya çıkması gibi ortadan kalkması da bir dönüşümün ortaya çıkmasıyla oluşmaktadır.Peki, günümüzde meslekleri tehdit eden nedir. Bilgi teknolojilerinde ortaya çıkan yazılım algoritmalarının gelişim düzeyi yapay zekânın ortaya çıkmasına neden oldu.
            Üretimin robotlara devredildiği ve yapay zekânın insanların yaptığı pek çok işte kullanıldığı biliniyor. Uzmanlara göre önümüzdeki yıllarda işsizlik sayısı giderek artacak ve bazı meslekler yok olacak.Yok olacak meslekler içerisinde biride muhasebe mesleğidir. Muhasebe ile yakından alakalı olan hesaplamalar ve parasal işlemler giderek dijital dünyanın hâkimiyetine giriyor. Tüm hesapların bilgisayar kaydı altında gerçekleştirildiği ve analizlerin bilgisayarlar ve çeşitli programlar aracılığıyla yapıldığı düşünülürse yakın gelecekte muhasebeciler ve analistler işsizlikle karşı karşıya kalacak.[9]
             Birçok mesleğin yok olmaya yüz tutması bu alanlarda istihdam edilen iş gücünün ne yapacağına kilitlenmektedir. Birçok üniversite geleceğin nesillerini yeni gelişen meslekler için eğitim için bölümler açmaktadır. İş Kur kod yazım kursları açarak genç neslin gelişen ekonomik isteme ve iş gücünün hazırlanmasını sağlamak rekabetçi ve verimli bir ekonomik sistem kurma çabası içerisine girmektedir.
            Hal böyle iken Ülkemizde Muhasebe mesleğine yöneliş ve giriş, yaşanan işsizlikle birlikte had safhaya ulaşmıştır. Üniversitelerde mesleğe giriş bölümleri (İİBFve Hukuk Fakülteleri) hızla çoğalmaktadır. Buralarda verilen klasik eğitim düzeyi günümüzü anlamada ve geleceğe çözüm üretecek düzeyde henüz değildir. Meslek örgütleri yeterli düzeyde ülkenin ekonomik ve sosyal yapısını anlama düzeyinde bir birikime sahip değildir. Üretim biçiminin ve üretim araçlarının değişiminin meslektaşlar üzerindeki etkileri konusunda herhangi bir çalışması da yoktur. Bilgi teknolojileri, iş yapma biçimini kolaylaştırırken yüksek derecede nitelikli bilgi yoğunluğu istemektedir. Bilgi girişi, analiz ve sonuçlarının doğru sunumu algoritmik işlemler ve data yazılımı (yapay zeka) bu hızla giderse çok da uzak olmayan bir zamanda muhasebe mesleğini tehdit eder hale gelecek hatta ortadan kaldırabilecektir.
E- Maliye dönüşüm planı içerisinde mesleğimizde hızlı değişimler olmaktadır. “E-Dönüşüm ilk olarak 2003-2004 yılı eylem planında ‘Vergi beyanı, tahakkuku ve ödemelerinin elektronik ortamda yapılması’ şeklinde açıklanmış, 2005 tarihinden itibaren de elektronik beyanname ile uygulanmaya başlamıştır. Daha sonra ise elektronik fatura ve elektronik defter olarak iki önemli hedef belirlenmiştir. E-Dönüşüm, işletmelerin muhasebe düzenlerini büyük ölçüde etkilemiş ve değiştirmiştir. Bu etkiler kayıt, defter, belge ve arşiv gibi alanlarda muhasebe sisteminin elektronik ortama aktarılması şeklinde gerçekleşmiştir. E dönüşümün Muhasebe mesleğine etkileri;
·         Kayıtlara etkisi,
·         Belgeleye etkisi,
·         Arşive etkisi,
·         Raporlamaya etkisi,
·         Personele etkisi”,
Açısından ele alınmıştır.[10] Bu kolaylılar sağlanmış olsa bile muhasebe mesleğinin tanımı açısından gelinen bilgi teknolojileri (yapay zeka vb uygulamalar )açısından çok daha ileri bir noktaya gelinmiştir.
            Her ne kadar 23.06.2018 tarih 30457 sayılı RG’ de yayınlanan Türkiye Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Ve Yeminli Mali Müşavirler Odaları Birliği Sürekli Mesleki Geliştirme Eğitimi Yönetmeliğinde, ana başlıklar halinde bazı konular yazılmış ve amacı” Serbest Muhasebeci Mali Müşavir ve Yeminli Mali Müşavirlerin,  yaşam boyu öğrenme sürecini benimsemelerini, uzmanlık alanları, üst unvanlar ve yeni iş alanları için hazırlanmalarını, uygulama, mevzuat ve yöntem bilgilerinde yeterli ve yetkin olmalarını, müşterilerine ve diğer paydaşlara yüksek kaliteli hizmet sunmaları için mesleki yetkinliklerini artırmalarını ve geliştirmelerini sağlamak; sürekli mesleki gelişim fırsat ve kaynaklarına erişimlerini kolaylaştırmak; kamu çıkarının korunması ve kamu güveninin sağlanması için mesleki yeterliklerini geliştirmek ve korumak; mesleki standartlar ile etik kurallara uyumunu tesis ve teşvik etmek üzere gerçekleştirilecek katılımı zorunlu eğitim faaliyetlerini, bu faaliyetlerin gerçekleştirilme yöntemlerini, zorunlu eğitim faaliyetlerine katılmama halinde uygulanacak yaptırımları belirlemektir.” şeklinde belirtilmiş olsa da mesleğin sürdürülebilir olmasını sağlayamayacaktır. Bilgi teknolojilerindeki gelişmelerin önüne geçemeyecektir.
TÜRMOB gelini anlamada ve buna çözüm üretmede meslek mensuplarını sadece sistemin bir parçası haline getirme ve bunları devletin dönüşümünde ücretsiz işçi olmalarına itiraz etmemiş bundan kısa dönemde fayda sağlayacağı konusunda yanılmıştır. Meslek mensupları teknolojik dönüşümde sadece elektronik araçları sağlayan ve bunlara belge kayıt yapan olarak düşünülmüştür. E-Dönüşüm hızla sürmekte e-fatura, e-defter gibi kayıt sisteminin alt yapısının oluşturulmasının zaman içerisinde daha da gelişeceğidir. Örneğin gerçek kişilerin T.C. kimlik numarası üzerinden gelir ve giderlerin, tüzel kişiliklerin vergi veya mal ve hizmetin türüne göre barkot numarası üzerinden yerinde kayıt sistemi oluşturulabilecektir. Bu basit bir data yazılımıyla doğrudan yapılabilecek işlemler haline gelmiştir. Zaten E-Dönüşümde muhasebeciler hızla veri sağlayıcılar(operatör) konumuna gelmektedirler.
Muhasebe mesleği teknolojideki değişimle(yapay zekânın da gelişmesiyle) ortadan kalkmaya hızla aday bir meslek olarak durmaktadır.
5.SONUÇ
Bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişim üretim biçimi ve üretim araçlarının kullanımında bir dönüşüm sağlamaktadırlar. Bu üretim araçları hayatı bazen kolaylaştırırken, bezende yıkıcı etkiler ortaya çıkarmaktadır.
Muhasebe mesleği açısından da ilk zamanlarda gelişen bu teknolojiden yararlanmış, temel iş yapma biçimlerini değiştirerek zaman ve maliyetten önemli ölçüde fayda elde etmiştir. Son zamanlardaki bilgi teknolojilerindeki gelişmeler sadece muhasebe mesleğinde değil hayatımızda önemli değişiklikler yapacak düzeye gelmiştir. İnsan beyninin faaliyetlerinin keşfedilmesiyle, yazılım algoritmalarında önemli değişimler oluşmuştur. Yapay zekânın gelişim seyri bir çok mesleği tehdit eder hale gelmiş hatta ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Bu konu üzerine kafa yoran insanlar ortadan kalkacak mesleklerin başında muhasebe mesleğinin geldiğini ifade etmektedirler.
Dijitalleşme sürecinde iş hayatında yaşanacak değişimler mesleğin yeniden ele alınması ve yeniden uygun sonuçlar ortaya çıkaracak şekilde düzenlenmesi önem arz etmektedir. Binlerce insanın iş yaptığı ve nitelikli bir meslek olarak gördüğü sosyal bir alanın ortadan kalkması yeni toplumsal sorunlar da ortaya çıkaracaktır. Devlet-İşveren ve Meslek örgütlerince bu gelişmeler dikkatice yeniden ele alınmalı bu mesleğe gireceklerin eğitimini yeniden düzenleyerek günümüz koşullarına uygun hale getirilmesi konusunda hemfikir olmaları kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır.
TÜRMOB’un XX. Türkiye Muhasebe Kongresindeki arayışlarında bu mesleği icra edenler için yeni bir arayış toplantısı olması, sonuçlarının sadece konuşmak değil, aynı zamanda geleceği anlamada ve anlamlandırmada bir yol açmasını beklemek olmaktadır.
KAYNAKÇA
1.    T.C Başbakanlık DPT” 9.Kalkınma planı”, 2007-2013.
2.    Yaşar Tona,”Bilgi toplumu ve Bilgi Teknolojisi” Türk Kütüphaneciliği 13(4):363-375, 1999(12.11.2011),http://yunus.hun.edu.tr/-tonta /yayınlarbiltop99a.htm
3.    Orhan Güvenen”,Küreselleşme Sürecinde Bilgi Teknolojileri ve Bilgi Sistemleri Stratejileri,” DPT, Ön Çalışma Raporu, İstanbul, 1998.
4.    Sönmez Pamuk,”Dünya Parmağınızın Ucunda”, 1 bs, Ankara, Akyıldız Bilgisayar Yay.,1999.
5.    Çevirim; http://www.sayistay.gov.tr/yayin/yayinicerik/hiz09bildesdentek.pdf   (Erişim 25.11.2011).
6.    Cengiz Toraman,”Gelişen Bilgi Teknolojilerinin Denetime Etkisi” Mali Çözüm Dergisi, S,60 S.3,2002.
7.    Çevirim: http://www.hurriyet.com.tr/galeri-yakin-gelecekte-bu-meslekler-yok-olabilir-40612106?p=2,02.10.2018


VUK 359 Kapsamında Teminat, Ceza ve Mali Suç Bağlantıları Normlar Arası Geçiş ve Uygulama Rehberi

  Giriş Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesi, vergi kaçakçılığı suçlarını düzenleyen temel ceza normudur. Ancak bu madde, uygulamada yalnızca ...