23 Eylül 2025 Salı

Bağış Ve Yardımların İndirimi, Oranlar, Sınırlar Ve Uygulama Sorunları

 

ÖZ

Vergi sistemleri, sadece gelir toplama işlevi değil, aynı zamanda toplumsal faydayı yönlendirme işlevi de görür. Türkiye’de bağış ve yardımların beyannamelerde indirim konusu yapılması, Gelir Vergisi Kanunu (m. 89) ve Kurumlar Vergisi Kanunu (m. 10) ile düzenlenmiştir. Ancak bu düzenlemeler, oran sınırları, kazanç yeterliliği ve belgelendirme gibi konularda uygulamada ciddi tereddütler yaratmaktadır. Bu makalede, bağış ve yardımların hangi hallerde ve ne ölçüde indirilebileceği, uygulama örnekleri ve sorun alanlarıyla birlikte ele alınmakta; öneriler sunulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: bağış, vergi indirimi, kazanç yeterliliği, Gelir Vergisi Kanunu, Kurumlar Vergisi Kanunu

1. GİRİŞ

Vergi hukukunda bağış ve yardım indirimleri, devletin sosyal politikalara katılımı teşvik etmesinin en önemli araçlarından biridir. Bu sayede mükellefler, kazançlarından yaptıkları bağışları belirli sınırlar içinde gider yazabilmekte; toplum yararına yapılan harcamalar vergiye tabi olmamaktadır. Ancak uygulamada “hangi bağış indirilebilir, hangisi indirilemez?”, “%5 sınırı nasıl hesaplanır?”, “zarar eden mükellef indirimi kullanabilir mi?” gibi sorular sıkça gündeme gelmektedir.

2. MEVZUAT ÇERÇEVESİ

2.1 Gelir Vergisi Kanunu (GVK) m. 89

  • Genel bağış ve yardımlar(genel/özel bütçeliidareler, il özel idaresi, belediye,köy,kamu yararına dernek, cumhurbaşkanı tarafından vergi muafiyeti tanınan vakıf): Beyan edilen gelirin %5’i (%10 kalkınmada öncelikli yörelerde).
  • Eğitim ve  sağlık tesisleri, ibadethane yatırımları(100 yataklı yurt, köy 50): %100 indirilebilir.
  • Kültür ve turizm amaçlı bağış ve harcamalar projeleri: Bakanlık onaylı projeler – %100.
  • Kızılay ve Yeşilay bağışları( iktisadi işletmeler hariç): Sadece nakdi – %100.
  • Gıda bankacılığı bağışları( gıda,temizlik,giyecek, yakacak): Ayni bağışlar maliyet bedeli üzerinden – %100.

2.2 Kurumlar Vergisi Kanunu (KVK) m. 10

  • Genel bağış ve yardımlar(genel/özel bütçeli idareler, il özel idaresi, belediye,köy,kamu yararına dernek, cumhurbaşkanı tarafından vergi muafiyeti tanınan vakıflar: Kurum kazancının %5’i.
  • Eğitim ve sağlık tesisleri , kültür ve turizm yatırımları (kültür ve turizm bakanlığınca desteleklenen projeler): %100.
  • Cumhurbaşkanınca başlatılan kampanyalarAFAD koordinasyonu dahil):%100. 
  • Kızılay/Yeşilay bağışlarıiktisadi işletmeler hariç): %100.

3. ORAN SINIRLARI VE KAZANÇ YETERLİLİĞİ

3.1 Oranların Hesaplanması

Mükellefler çoğu kez, bağış sınırını ticari bilanço kârı üzerinden hesaplamaktadır. Oysa “esas alınması gereken tutar, vergiye tabi gelir (GVK) veya kurum kazancı (KVK)”dır. Bu ayrım kritik önemdedir.

3.2 Kazanç Yetersizliği Sorunu

Zarar eden veya geçmiş yıl zararlarını mahsup eden mükelleflerin “indirim hakkı” fiilen ortadan kalkmaktadır. Örneğin, 1 milyon TL zarar beyan eden bir kurum, 100 bin TL bağış yapmış olsa bile bunu matrahtan düşemez. Bağış ve yardımların beyannamede indirim konusu yapılabilmesi için mutlaka kazancın bulunması grekmektedir. Bu durum, sosyal faydayı amaçlayan düzenlemenin etkisini sınırlamaktadır.

3.3 Özel Bağışlarda Oran Sınırı Yok

Eğitim tesisi bağışları, Kızılay/Yeşilay bağışları gibi özel hallerde, kazanç yeterli olduğu sürece bağışın tamamı indirilebilir. Ancak burada da “kazanç yoksa indirim yok” kuralı devam eder.

 4. UYGULAMA ÖRNEKLERİ

Örnek 1:

Bir gelir vergisi mükellefi 500.000 TL gelir beyan etmiştir. Genel bağış için üst sınır 500.000 × %5 = 25.000 TL’dir. 30.000 TL bağış yapmış olsa dahi, yalnızca 25.000 TL’si indirilebilir.

Örnek 2:

Bir kurum, 1.000.000 TL kazanç elde etmiş, 70.000 TL bağış yapmıştır. Üst sınır 1.000.000 × %5 = 50.000 TL’dir. İndirilebilecek tutar 50.000 TL’dir.

Örnek 3:

Ayni bağış yoluyla bir okul yapımına 200.000 TL maliyetli malzeme verilmiştir. Kazanç yeterliyse, tamamı indirilebilir.

Bu örnekler, mükelleflerin özellikle “sınırın ticari kârdan mı yoksa vergi matrahından mı hesaplanacağı” konusunda hata yaptıklarını göstermektedir.

5. BELGELENDİRME VE UYGULAMADA KARŞILAŞILAN SORUNLAR

  • Makbuz ve belgeler: Vergi idaresi, indirim için mutlaka resmi bağış makbuzu aramaktadır. Eksik belgeler, bağışın reddine yol açmaktadır.
  • Ayni bağışların değerlemesi: Uygulamada en çok tereddüt yaratan konudur. “Maliyet bedeli mi, piyasa rayici mi?” tartışması yaşanmaktadır. İdare, maliyet bedeli yaklaşımını benimsemiştir.
  • KDV uygulaması: Gıda bankacılığı bağışlarında, KDV istisnası uygulanabilmesi için faturalarda “KDV hesaplanmamıştır” ibaresi bulunmalıdır. Bu ayrıntı çoğu kez gözden kaçmaktadır.

6. DEĞERLENDİRME

Mevzuat, toplumsal fayda için geniş bir bağış imkânı tanımaktadır. Ancak,

  • Oran sınırları, yüksek bağış yapan mükellefleri sınırlamaktadır.
  • Zarar eden mükelleflerin indirimden hiç yararlanamaması, sosyal sorumluluk anlayışıyla çelişmektedir.
  • Belgelendirme ve değerleme şartları fazla teknik olduğundan, çoğu mükellef bu teşviki kullanamamaktadır.

Dolayısıyla, bağış teşviklerinin etkin olabilmesi için;

  • Kazanç yetersizliği nedeniyle indirimin ortadan kalkmaması,
  • Ayni bağışlarda değerleme yönteminin daha netleştirilmesi,
  • Elektronik makbuz uygulamasının yaygınlaştırılması,

önemli reform adımları olacaktır.

7. SONUÇ

 Bağış ve yardımların beyannamede indirim konusu yapılabilmesi için mutlaka işletmenin bir kazancı bulunması gerekmektedir. Uygulamada sıklıkla karşılaşılan yanlış uygulama ticari kazanç üzerinden yapılmaktadır. Bu da yanlış bir bağış ve yardım indirimi olarak vergi zayine neden olamktadır. Bağış ve yardımların beyannamelerde indirim konusu yapılması, vergi hukukunda sosyal faydayı teşvik eden en önemli araçlardan biridir. Ancak oran sınırları, kazanç yeterliliği ve belgelendirme gibi teknik hususlar nedeniyle uygulama karmaşıklaşmakta, mükellefler indirimden tam olarak yararlanamamaktadır. Daha sade ve anlaşılır düzenlemelerle hem vergi sisteminin adaleti güçlenecek, hem de toplumsal dayanışma artacaktır.

KAYNAKÇA

  • 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu, m. 89.
  • 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu, m. 10.
  • 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu, m. 17/2-b.
  • Gelir İdaresi Başkanlığı, Bağış ve Yardımlar Rehberi (2025).
  • Vergi Dünyası Dergisi, Makale Yazım Kuralları, Maliye Hesap Uzmanları Derneği

 

22 Eylül 2025 Pazartesi

Otomobil İthalatında Yeni Düzenleme Etkileri

 

İthalat Rejimi Kararı ile İthalatta İlave Gümrük Vergisi Uygulanmasına İlişkin Kararda Değişiklik Yapılmasına Dair Karar

31/12/2020 tarihli ve 3350 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile yürürlüğe konulan İthalat Rejimi Kararına ekli (II) sayılı listede yer alan ve aşağıda gümrük tarife istatistik pozisyonları belirtilen eşyaya ilişkin satırlar karşılarında gösterildiği şekilde değiştirilmiş ve aynı listeye aşağıdaki dipnotlar eklenmiştir.


Otomobil İthalatında Yeni Düzenlemin Etkileri

·         Amaç: Yerli üretimi ve istihdamı korumak, cari açığı azaltmak, ithalat baskısı ve haksız rekabete karşı önlem almak.

·         Kapsam: Avrupa Birliği ve Serbest Ticaret Anlaşması ülkeleri dışından gelen otomobiller için geçerli.

·         Yeni ek mali yükümlülükler:

o    Konvansiyonel ve hibrit (plug-in hariç) araçlar: %25 veya min. 6.000 USD/adet

o    Plug-in hibrit araçlar: %30 veya min. 7.000 USD/adet

o    Elektrikli araçlar: %30 veya min. 8.500 USD/adet

·         Yürürlük: Resmî Gazete yayımını takip eden 60. gün.

Özetle: Türkiye, otomobil ithalatında ek vergiler getirerek ithalatı sınırlamayı, yerli üretimi ve sektörde istihdamı desteklemeyi hedefliyor.

Kararın İstisnası, Aslında bir istisna bir kıyak;

Kararlardan ilki, Avrupa Birliği ve Serbest Ticaret Anlaşması (STA) kapsamı dışında kalan ülkelerden ithal edilen binek otomobillere ek vergi getirdi.

İkinci karar ise 2018’de ABD menşeli araçlara uygulanan ek gümrük yükümlülüklerini tamamen kaldırdı

Tutar (USD/adet)

Amaç

Tüketiciye Olası Etki

6.000

Yerli üretimi korumak, haksız rekabeti önlemek  

Fiyatlarda artma, ithal model seçeneklerinde azalma

7.000

Yerli üretimi ve istihdama desteklemek

Yerli üretimi ve istihdama desteklemek

8.500

ithalata sınırlayıp yerli elektrikli araç üretimini teşvik etmek

Elektrikli araç fiyatlarında ciddi artma, seçeneklerde sınırlama

 

20 Eylül 2025 Cumartesi

KUR FARKLARI ve ENFLASYON OLUMLU FARKLARI KAZANÇ SAYILIR MI?

 

Kur Farklarının Vergilendirilmesinde Tahakkuk İlkesi,
Yargı Kararları ve Eleştirel Bakış

Özet

Kur farklarının vergilendirilmesi, Türkiye’de uzun yıllar hem kurum kazancı hem de KDV matrahı açısından tartışma konusu olmuştur. Özellikle tahakkuk ilkesi çerçevesinde gerçekleşmemiş kur farklarının vergiye tabi tutulması, hukuki güvenlik, vergide adalet ve mali güç ilkeleri yönünden eleştirilmiştir. 2019 yılında yapılan düzenleme ile kur farklarının KDV matrahına dahil olduğu kanun düzeyinde netleştirilmiş; ancak bu düzenleme vergi politikasının temel ilkeleri açısından sorunları da beraberinde getirmiştir. 2023 yılında enflasyon muhasebesine ilişkin yapılan düzenleme ise, olumlu farkların vergilendirilmesiyle kur farkları tartışmasının benzer bir boyutunu gündeme taşımıştır. Bu makalede, kur farklarının vergilendirilmesine ilişkin yargı kararları, mevzuat değişiklikleri ve akademik görüşler eleştirel bir bakış açısıyla ve muhasebe perspektifi ile değerlendirilmektedir.

I. Giriş

Vergi hukukunda kazancın tanımı ve kapsamı, özellikle “tahakkuk ilkesi” bağlamında önem taşımaktadır. Vergi Usul Kanunu’nun 283. maddesinde ifadesini bulan bu ilkeye göre, gelir ve giderlerin hukuken elde edildiği veya gerçekleştiği anda muhasebeleştirilmesi ve vergilendirilmesi gerekmektedir.[1]

Kur farkları ve enflasyon düzeltmesi farkları, işletmenin gerçek ekonomik faaliyeti sonucu ortaya çıkmayan, yalnızca muhasebe gereği finansal tabloların güncel durumu yansıtması amacıyla yapılan değerlemelerdir. Dolayısıyla gerçekleşmiş kazanç olarak sayılması, muhasebe ilkesine aykırıdır. Bu farkların vergilendirilmesi, muhasebe ve vergi uygulamaları arasında temel bir çelişki doğurmaktadır.

II. Kur Farklarının KDV Açısından Durumu

Düzenleme Öncesi İhtilaflar

KDV Kanunu’nun 24. maddesi uyarınca teslim ve hizmet bedeline dahil unsurlar arasında “kur farkları” sayılmamıştır.[2] Bu nedenle uygulamada, mal veya hizmet tesliminden sonra ortaya çıkan kur farklarının KDV matrahına dahil edilip edilmeyeceği konusunda idare ve yargı arasında ciddi görüş ayrılıkları doğmuştur.

 İdare görüşü: Kur farklarının KDV matrahına dahil edilmesi gerektiği yönündeydi (Maliye Bakanlığı, 60 Seri No.lu KDV Sirküleri).

Danıştay kararları: Çoğunlukla mükellef lehine verilmiş olup, kur farklarının KDV’ye tabi tutulamayacağı sonucuna ulaşılmıştır (Danıştay 4. Daire, 07.12.2016, E.2014/9306, K.2016/5196).[3]

2. 2019 Yılı Düzenlemesi

3065 sayılı KDV Kanunu’nun 24. maddesine 7161 sayılı Kanun’la eklenen hüküm ile kur farklarının KDV matrahına dahil olduğu açıkça düzenlenmiştir.[4] Böylece yargı kararları ile idarenin görüşü arasındaki çatışma kanun yoluyla idare lehine çözülmüştür.

3. Eleştirel Bir Bakış

Bu düzenleme, vergilemede “kanunilik” ve “kıyas yasağı” ilkeleri açısından tutarlılık sağlamış gibi görünse de ekonomik ve hukuki açıdan sorunludur. Ayrıca, kur farklarının ve enflasyon düzeltmesi farklarının vergilendirilmesi, muhasebenin temel ilkesi olan “finansal tabloların doğru ve güncel durumu yansıtması” ilkesine aykırıdır. Muhasebe açısından bu işlemler, vergi matrahı oluşturmak değil, işletmenin bilançosunu ve sonuç hesaplarını doğru göstermek için yapılmaktadır.[5]

III. Kur Farkları ile Enflasyon Muhasebesi Arasındaki Benzerlik

2023 yılında yürürlüğe giren 7352 sayılı Kanun ile enflasyon muhasebesi yeniden gündeme gelmiş, 2023 yılı kazançlarına uygulanmak üzere VUK Geçici 33. madde düzenlenmiştir.[6]
Enflasyon düzeltmesi ve kur farkları muhasebesi, işletmenin öz sermayesini ve bilanço kalemlerini güncel değerleriyle göstermeyi amaçlayan bir muhasebe uygulamasıdır. Bu farkların vergiye tabi tutulması, muhasebenin temel amacını tersine çevirmekte, sanal ve gerçekleşmemiş kazanç üzerinden vergi yükü doğurmaktadır.

IV. Yargı Kararları

2019 öncesi Danıştay kararları: Kur farklarının KDV’ye tabi tutulamayacağı yönünde olup, mükellef lehine bir içtihat oluşturmuştur (Danıştay 4. Daire E.2014/9306, K.2016/5196).
2019 sonrası dönemde: Kanun değişikliği ile bu içtihatların önü kesilmiş, idarenin görüşü kanunlaştırılmıştır.
2023 enflasyon muhasebesi düzenlemesi: Henüz yargı önüne taşınma süreci devam etmektedir. Ancak Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru ve iptal davaları açılabileceği, “mali güce göre vergilendirme” ve “vergide adalet” ilkelerinin ihlali iddiasıyla yeni içtihatların gelişeceği öngörülmektedir.

V. Sonuç ve Öneriler

Kur farklarının KDV’ye tabi tutulması ve enflasyon düzeltmesi farklarının vergilendirilmesi, vergilemenin temel ilkeleri ve muhasebe ilkesiyle bağdaşmayan uygulamalardır.
Ekonomik açıdan: Bu farklar, işletmenin doğrudan bir faaliyetinden kaynaklanmamakta, yalnızca finansal değerleme sonucu ortaya çıkmaktadır.

Hukuki açıdan: Gerçekleşmemiş kazançların vergilendirilmesi, Anayasa’nın 73. maddesinde yer alan “mali güce göre vergilendirme” ilkesine aykırıdır.

Uygulama açısından: Bu yaklaşım, mükelleflerin finansal tablolarında bozulmaya, yatırım ve finansman kararlarında olumsuz etkilere yol açmaktadır.

Öneriler:

1.Reel olmayan kazançların vergilendirilmesinden kaçınılmalıdır.

2.Muhasebe gereği yapılan düzeltmeler üzerinden vergi alınmamalıdır;yalnızca gerçekleşmiş ekonomik kazançlar vergilendirilmeli.

3.Vergi düzenlemeleri yapılırken yargı içtihatları ve akademik görüşler dikkate alınarak öngörülebilir, tutarlı ve adaletli bir mevzuat oluşturulmalıdır.

Sonuç olarak, kur farkları ve enflasyon muhasebesi farklarının vergilendirilmesi, kısa vadeli bütçe gelirlerini artırsa da uzun vadede hukuki güvenlik, vergi adaleti ve ekonomik istikrar açısından sorunludur. Vergi politikasının, kısa vadeli gelir arayışları yerine uzun vadeli güven ve öngörülebilirlik temelinde şekillendirilmesi zorunludur.

Kaynakça

[1] VUK m.283.
[2] 3065 sayılı KDVK m.24.
[3] Danıştay 4. Daire, 07.12.2016, E.2014/9306, K.2016/5196.
[4] 7161 sayılı Kanun m.18.
[5] Akdoğan, A. (2020). Vergi Hukukunda Kazanç Kavramı ve Tahakkuk İlkesi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 69(2), s. 351-378.
[6] 7352 sayılı Kanun, VUK Geçici 33. madde.


17 Eylül 2025 Çarşamba

TCMB REESKONT VE AVANS FAİZ ORANLARININ MUHASEBE MALİ TABLOLARINDA KULLANIMI

 

1. Giriş

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından belirlenen reeskont ve avans faiz oranları, sadece para politikası araçları olarak değil, aynı zamanda muhasebe ve vergi uygulamalarında da önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle dönem sonu değerleme işlemlerinde bu oranların doğru kullanımı, ticari kazancın gerçekçi biçimde tespit edilmesini sağlar. Bu çalışmada, TCMB reeskont ve avans faiz oranlarının mali tablolarda nasıl kullanıldığı örnek olay ve uygulama rehberiyle birlikte ele alınacaktır.

2. Kavramsal Çerçeve

2.1 Reeskont Faizi

Reeskont işlemi, vadesi gelmemiş senetlerin TCMB’ye iskonto ettirilmesi suretiyle nakde çevrilmesidir. Muhasebe açısından, bu işlemdeki iskonto tutarı, dönemsel gelir veya gider olarak kaydedilir. Vergi Usul Kanunu’nun 281. maddesi uyarınca, alacak senetleri reeskonta tabi tutulabilir.

2.2 Avans Faizi

TCMB, reeskonta kabul ettiği senetler karşılığında avans verebilir. Bu avanslara uygulanan faiz oranı, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un 2. maddesi uyarınca ticari işlerde temerrüt faizi olarak kullanılabilir. Bu oran, doğrudan muhasebe kaydı oluşturmasa da hukuki ve vergisel hesaplamalarda referans niteliği taşır.

3. Örnek Olay İncelemesi

3.1 Karar Künyesi

  • Karar No: E.2021/456, K.2022/198
  • Mahkeme: Danıştay 4. Dairesi
  • Karar Tarihi: 15.03.2022
  • İlgili Mevzuat: VUK md. 281, TCMB Tebliği, TTK md. 64
  • Uyuşmazlık Konusu: Dönem sonu itibarıyla reeskont işlemi yapılmayan alacak senedinin ticari kazancın tespitinde hatalı değerleme oluşturup oluşturmadığı

3.2 Olay Özeti

Bir anonim şirket, 31.12.2020 tarihli bilançosunda vadesi 90 gün sonra dolacak 500.000 TL tutarındaki alacak senedini reeskonta tabi tutmamıştır. Vergi incelemesinde, TCMB’nin o tarihte geçerli olan %15,75 oranı dikkate alınarak reeskont hesaplanması gerektiği belirtilmiş; bu işlem yapılmadığı için ticari kazanç olduğundan fazla beyan edildiği iddia edilmiştir.

3.3 Mahkeme Gerekçesi

Mahkeme, reeskont işleminin dönemsellik ilkesi gereği yapılması gerektiğini vurgulamış; TCMB tarafından ilan edilen faiz oranının ekonomik gerçekliği yansıttığını belirtmiştir. Şirketin reeskont işlemi yapmaması, gerçek kazancın tespitini engellemiştir. Bu nedenle, reeskont işlemi yapılmayan tutarın ticari kazançtan indirilmesi gerektiğine hükmedilmiştir.

4. Muhasebe Uygulaması

4.1 Reeskont Hesaplaması

Örnek: 31.12.2025 tarihli bilançoda, 90 gün vadeli 100.000 TL’lik alacak senedi için reeskont hesaplanır:

Reeskont Tutarı = 100.000 TL × (%41,25 / 100) × (90 / 365) ≈ 10.185 TL

Bu tutar, “656 Finansman Giderleri” hesabına kaydedilir ve alacak senedinin bilanço değeri düşürülür.

4.2 Avans Faizi Kullanımı

Ticari alacakların tahsil edilememesi durumunda, TCMB avans faiz oranı üzerinden gecikme faizi hesaplanabilir. Bu tutar, “679 Diğer Olağan Gelir ve Kârlar” hesabında gösterilebilir.

5. Mali Tablolara Etkisi ve Vergisel Sonuçlar

Reeskont işlemi, ticari kazancın doğru tespitini sağlar ve vergi matrahını etkiler. Avans faiz oranı ise temerrüt durumlarında hukuki ve mali hesaplamalara yön verir. Her iki oran da, muhasebe kayıtlarında ve vergi beyannamelerinde dikkatle izlenmelidir.

6. Sonuç

TCMB reeskont ve avans faiz oranları, muhasebe mali tablolarında teknik bir değerleme aracı olmanın ötesinde, vergi matrahının doğru hesaplanmasında da kritik rol oynar. Özellikle dönem sonu işlemlerinde bu oranların dikkate alınmaması, hem muhasebe hem de vergi açısından risk doğurabilir. Danıştay kararları da bu uygulamaların hukuki dayanağını pekiştirmektedir.

Kaynakça

  1. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Reeskont ve Avans Faiz Oranları Tebliği, Resmi Gazete, çeşitli tarihler.
  2. Vergi Usul Kanunu, md. 281.
  3. 3095 Sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun.
  4. Türk Ticaret Kanunu, md. 64.
  5. Danıştay 4. Dairesi, E.2021/456, K.2022/198, Karar Tarihi: 15.03.2022.
  6. GÜMÜŞ, M. (2021), “Muhasebe Değerleme İlkeleri ve Vergi Uygulamaları”, Vergi Dünyası Dergisi, Sayı: 470.

EK–1: Uygulama Rehberi Tablosu

İşlem Türü

Muhasebe Hesabı

Kullanılan Faiz Oranı (TCMB)

Etki Alanı

Vergi Matrahına Etkisi

Reeskont

656 Finansman Giderleri

Reeskont Faizi (%41,25)

Alacak/Borç değerlemesi

Ticari kazançtan indirim

Reeskont

642 Faiz Gelirleri

Reeskont Faizi (%41,25)

Borç senetleri reeskontu

Ticari kazanca eklenir

Avans Faizi

679 Diğer Olağan Gelirler

Avans Faizi (%42,25)

Temerrüt faizi hesaplaması

Ticari kazanca eklenebilir

Avans Faizi

Hukuki Takip Süreci

Avans Faizi (%42,25)

Mahkeme hesaplamaları

Faiz alacağı doğurabilir

 


16 Eylül 2025 Salı

Chp, Ekonomiye Laboratuvarlik Mı Yapiyor?

 

Maliye Bakanı, geçtiğimiz günlerde kürsüden gururla şunu ilan etti, “Bu program test edildi, dayanıklılığı kanıtlandı.”

Kulağa hoş geliyor, değil mi? Ama gerçek duruma bakıldığında ne görünüyor. Halk bu “laboratuvar testini” her gün mutfakta, pazarda ve çarşıda yaşıyor. Test edilen şey gerçekten ekonomi programı mı, yoksa toplumun dayanılmaz acılarına neden olan ve sabrını zorlayankoşulları mı? Sorunun cevabı, biraz da korkutucu: Taabi ki toplumun “şükürler olsun” denilen  sabrı olsa gerek.

Türkiye’de ekonomi artık yalnızca faiz, enflasyon veya bütçe dengesiyle, üretim ve tükedim dengesiyle  yürümüyor. Siyasetin her hareketi, piyasanın kalp atışlarını doğrudan etkiliyor.

Son dönemde yaşanan gelişmeleri hatırlayalım

·         İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın tutuklanması,

·         Çok sayıda CHP’li belediye başkanının gözaltına alınması,

·         CHP İl başkanlıklarına kayyum atanması…

Bu gelişmeler, ekonomiyi anında sarsan şoklar yarattı. Döviz kurları yukarı hareketlendi; Merkez Bankası kurları düşük tutmak üzere  rezervlerini kullanarak  milyarlarca dolar piyasaya sürdü. Borsa düştü, yabancı yatırımcı hızla hisselerini satıp çıktı. Risk primi (CDS) 280 baz puana yaklaştı.

İronik gerçeklik ortya çıktı ki, Maliye bakanının da söylediği gibi CHP’ye yapılan siyasi baskılar, ekonomiyi fiilen bir laboratuvar ortamına çevirdi. Deney tüplerine siyasi hamleler konuldu, tepkiler piyasalardan ölçüldü.

Peki bunca ekonomik sıkıntıya katlanan kobay kim? Halkın cüzdanı, yatırıma ayrılamayan, tarıma destek verilemeyen, işçiye daha fazla asgari ücret önerilemeyen, emekliye insanca yaşayacağı maaş verilemeyen, esnafın nefes alması için destek kredileri kullandırılmayan, geleceği, eğitim ve sağlık alınamayan bir düzen.

Mehmet Şimşek Haziran 2023’te göreve geldiğinde yıllık enflasyon %38,2 idi. Hedef, “Enflasyonu hızla düşüreceğiz, tek haneye indireceğiz.” Söylemiyle iddalı bir politika hedefleyeceğini söylemekteydi.

Bugün, Eylül 2025 itibarıyla yıllık TÜFE %32,9. İki yılda düşüş sadece birkaç puan. Tek hane hedefi mi? Önce 2026’ya, sonra 2027’ye ertelendi. Hedefler, tıpkı pazardaki fiyat etiketleri gibi sürekli yukarı taşınıyor.Halkın gündelik hayatına ne yansıyor, pazarda çarşıda ne görüyor.

·         Politika faizi %8,5’ten %50’ye yükseldi. Krediler lüks hale geldi.

·         Maaş zamları daha cebe girmeden enflasyona yenildi.

·         Türkiye'de gıda maliyeti, önceki yılın aynı ayına göre 2025 Ağustos'unda %33,28 arttı.

·         Kiralar büyükşehirlerde asgari ücreti geçti.

Halkın yaşadığı şok gerçek,halkın alım gücü eriyor, mutfak enflasyonu zirve yapıyor.

Uluslararası yatırımcı açısından program dayanıklı olabilir. Türkiye, siyasi fırtınalara rağmen borcunu ödüyor, faizini yükseltiyor ve yabancı sermayeye güven veriyor.

Ama halk açısından bu dayanıklılık bir yanılsama. Dayanılmazlık testi hâlâ geçiliyor.

·         Fonlar kazanç sağlıyor.

·         Hazine artan faiz yüküyle daha çok borçlanıyor.

·         Fatura halka çıkıyor.

Kısacası test edilen şey, sermaye güvenliği,  kobay ise toplumun bütçesi. Ekonomik Laboratuvarın Gerçekleri,CHP’ye uygulanan baskılarla yaratılan bu laboratuvar ortamı, ekonomiyi test ederken halkın refahını ve geleceğini erozyona uğratıyor.

- Döviz dalgalanmaları doğrudan yaşam maliyetini artırıyor.

- Artan faizler hem devletin hem yurttaşın borcunu yükseltiyor.

- Enflasyon mutfakta, kira kontratında ve ulaşımda hissediliyor.

Programın “dayanıklılığı” uluslararası sermaye için geçerli olabilir; ama toplum için sonuç yüksek hayat pahalılığı ve eriyen alım gücü olarak karşımıza çıkıyor.

CHP’ye uygulanan baskılar, ekonomiyi bir laboratuvar haline getirdi. Deneyin amacı programın başarısını ölçmek olabilir; ama gerçek şu ki, halkın refahı ve geleceği test ediliyor.“Dayanıklılığı kanıtlanan program” aslında halkın sabır taşını sınamak için kullanılıyor. Ve taş çatlamaya çoktan başladı.

Ekonomiye laboratuvara sokup, toplumun refahını ve geleceğini erozyona uğratmak hiç kimseye fayda sağlamaz.


15 Eylül 2025 Pazartesi

Vergi Hatalarının Düzeltilmesi: İdari ve Yargısal Başvuru Yolları

 

Giriş

Vergi idaresi tarafından yapılan işlemler, kimi zaman hesaplama veya vergilendirme sürecinde hatalar içerebilmektedir. Bu hatalar, mükelleften fazla ya da eksik vergi talep edilmesine yol açmakta; dolayısıyla mükelleflerin hak arama yollarına başvurmalarını zorunlu kılmaktadır. Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) 116 ve devamı maddelerinde düzenlenen “vergi hatalarının düzeltilmesi” kurumu, mükelleflerin bu tür mağduriyetlerini gidermeyi amaçlamaktadır.

Uygulamada ise düzeltme–şikâyet başvuruları ile doğrudan dava yoluna gitme hakkı çoğu kez karıştırılmakta; özellikle “idari merci tecavüzü” nedeniyle davaların reddi söz konusu olabilmektedir. Bu çalışmada vergi hatalarının düzeltilme yolları, ilgili kanun hükümleri sırasına bağlı kalınarak; yargı kararları, Gelir İdaresi Başkanlığı özelgeleri ve doktrin ışığında açıklanacaktır.

1. Hatanın Niteliği (VUK m.116 vd.)

Vergi hataları; matrah, mükellefiyet veya vergi miktarına ilişkin yanlışlıklar ile vergilendirme sürecinde yapılan maddi ve hesap hatalarıdır. Örneğin, vergi oranının yanlış uygulanması, mahsupların dikkate alınmaması veya mükellefiyetin yanlış belirlenmesi vergi hatası sayılır. Danıştay 3. Daire, E.2007/2213, K.2009/2345 sayılı kararında; yanlış mükellef adına tarhiyat yapılmasını açık bir vergi hatası olarak nitelendirmiştir.

2. Başvuru Hakkı Sahipleri (VUK m.8/3)

Vergi hatasının düzeltilmesini mükellefler talep edebilir. Ancak, VUK m.8/3’e göre “mükellef” kavramı vergi sorumlularını da kapsar. Bu nedenle stopaj vergilerinde işverenler, KDV tevkifatında alıcılar da düzeltme başvurusu yapabilmektedir. Danıştay 4. Daire, E.2014/1521, K.2017/2124 sayılı kararında; vergi sorumlusunun da düzeltme–şikâyet yoluna başvurabileceğini açıkça belirtmiştir.

3. Düzeltme Yolları

a) İdari Düzeltme (VUK m.116–122)

Mükellef, vergi dairesine dilekçe ile başvurur. Vergi dairesi, hatayı kabul ederse düzeltmeyi re’sen yapar. İşlemin düzeltilmesi halinde verginin hukuki sonuçları, tarh veya tahsilin yapıldığı tarihten itibaren ortadan kalkar. Gelir İdaresi Başkanlığı Özelgesi (B.07.1.GİB.4.99.16.01-2013/34-26), idari düzeltmenin zamanaşımı süresi içinde yapılabileceğini vurgulamaktadır. Vergi dairesinin reddi veya 30 gün içinde cevap vermemesi halinde, dava süresi geçmemişse doğrudan dava açılabilir. Önemli: Dava açma süresi geçmişse, doğrudan dava açılamaz; “şikâyet yoluyla düzeltme”ye başvurmak zorunludur.

b) Şikâyet Yoluyla Düzeltme (VUK m.124)

Vergi dairesi talebi reddettiğinde veya 30 gün içinde cevap vermediğinde, mükellef Gelir İdaresi Başkanlığı’na başvurur. Şikâyet başvurusu üzerine verilen karar da idari işlem niteliğindedir. Danıştay 7. Daire, E.2006/1723, K.2008/3214 sayılı kararında; şikâyet yolunun tüketilmeden açılan davaların, idari merci tecavüzü nedeniyle reddedilmesi gerektiğini belirtmiştir. Başkanlığın şikâyeti reddetmesi veya 30 gün içinde cevap vermemesi halinde, mükellef vergi mahkemesinde dava açabilir.

c) Dava Yoluyla Düzeltme (İYUK m.7; VUK m.116 vd.)

Vergi hatasına konu tarhiyat için mükellef doğrudan dava açabilir. Dava açma süresi, vergi/ceza ihbarnamesinin tebliğinden itibaren 30 gündür (İYUK m.7). Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu, E.2011/624, K.2013/96 sayılı kararında; dava süresi içinde açılan davalarda şikâyet yoluna başvurmaya gerek bulunmadığını açıkça vurgulamıştır.

4. Süreler

Düzeltme talebi için özel bir süre yoktur, ancak tahakkuk zamanaşımı (5 yıl) dolmadan yapılmalıdır. Dava açma süresi (30 gün) geçmişse, mutlaka şikâyet yoluna başvurulmalıdır. Şikâyet başvurusu için ayrıca bir süre öngörülmemiştir; ancak bu da tahakkuk zamanaşımı süresi içinde yapılmalıdır. Danıştay 4. Daire, E.2010/4321, K.2012/2216 sayılı kararı, tahakkuk zamanaşımı süresi geçtikten sonra yapılan düzeltme taleplerinin reddinin hukuka uygun olduğunu teyit etmiştir.

Sonuç

Vergi hatalarının düzeltilmesi müessesesi, mükellefler için etkin bir hak arama yoludur. Ancak idari düzeltme, şikâyet ve dava yollarının birbirine karıştırılması, özellikle dava süresinin kaçırılması halinde hak kayıplarına yol açmaktadır. Bu nedenle uygulayıcıların şu temel kuralları göz önünde bulundurması gerekir:

1. Dava süresi (30 gün) geçmemişse → doğrudan dava veya idari düzeltme mümkündür.
2. Dava süresi geçmişse → yalnızca şikâyet yoluyla düzeltme mümkündür.
3. Tüm başvurular → tahakkuk zamanaşımı süresi (5 yıl) içinde yapılmalıdır.


Kaynakça

1. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, m. 8, 116–124.
2. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, m. 7.
3. Danıştay 3. Daire, E.2007/2213, K.2009/2345.
4. Danıştay 4. Daire, E.2014/1521, K.2017/2124.
5. Danıştay 7. Daire, E.2006/1723, K.2008/3214.
6. Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu, E.2011/624, K.2013/96.
7. Danıştay 4. Daire, E.2010/4321, K.2012/2216.
8. Gelir İdaresi Başkanlığı Özelgesi, B.07.1.GİB.4.99.16.01-2013/34-26.
9. Öncel, Muallâ / Kumrulu, Ahmet / Çağan, Nami, Vergi Hukuku, 25. Baskı, Ankara, 2022.
10. Karakoç, Yusuf, Vergi Usul Hukuku, Seçkin Yayıncılık, 2021.
11. Şenyüz, Doğan / Yüce, Mehmet / Gerçek, Adnan, Vergi Hukuku, Ekin Kitabevi, 2023.
12. Pehlivan, Osman, “Vergi Hatalarının Düzeltilmesi ve Şikâyet Yolu”, Vergi Dünyası Dergisi, Sayı 417, 2017.


VUK 359 Kapsamında Teminat, Ceza ve Mali Suç Bağlantıları Normlar Arası Geçiş ve Uygulama Rehberi

  Giriş Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesi, vergi kaçakçılığı suçlarını düzenleyen temel ceza normudur. Ancak bu madde, uygulamada yalnızca ...