15 Haziran 2025 Pazar

ZORUN BARIŞI: EMPERYALİZMİN GÜNCEL YÜZÜ VE DÖVEREK İKNA DOKTRİNİ

 

Haziran ayının ortasında İsrailin İrana düzenlediği hava saldırısı, Ortadoğuda alışıldık bir kriz gibi görünse de aslında küresel barış anlayışının dönüşümüne işaret ediyor. Diplomasi artık masa başında değil, savaş uçaklarının gölgesinde yapılıyor. Bu yeni dönemin şifresi şu: Barış, ancak zor kullanılarak sağlanır.

Modern emperyalizmin evrildiği bu yeni formda, tanklar barışı getirmek için yola çıkıyor; füzeler diplomasiyi desteklemek adına ateşleniyor. Artık savaş, barışın istisnası değil; onun bir yöntemi, hatta bahanesi haline geldi.

Şiddetin Meşrulaştırılması

Emperyalizmin geçmişi, şiddeti “medenileştirme” ya da “istikrar sağlama adı altında pazarlamakla maluldür. 19. yüzyılda Britanyanın Çine karşı yürüttüğü Afyon Savaşları veya ABDnin Vietnama demokrasi götürme iddiası ile Iraka kitlesel imha silahlarının üretmesi bahanesi ile yapılan müdahale bu anlayışın tarihsel örnekleridir. Bugün ise aynı zihniyet, daha sofistike ama çok daha çıplak bir biçimde karşımızda duruyor.

Ulus devletlerin karar mekanizmaları etkisizleştirilmiş, diplomasi ise çoğu zaman sadece askeri operasyonlardan sonra devreye giren bir formaliteye dönüşmüştür. Barış artık bir sonuç değil; savaşın makul gösterilmesi için kullanılan politik bir söylem haline gelmiştir. Clausewitz'in en ünlü eseri Savaş Üzerine'dir. Ona göre, "Savaş siyasetin başka araçlarla (şiddet araçlarıyla) sürdürülmesidir”düşman iradesinin savaş yoluyla teslim alınmasıdır.

Vekalet Savaşları: Perde Arkasındaki Aklın İzinde

İsrailin İrana yönelik saldırısı, Tel Aviv ile Tahran arasındaki klasik bir çatışmanın ötesindedir. Bu bir vekâlet savaşıdır. Arkasında sadece bölgesel güç hesapları değil, ABD’nin stratejik öncelikleri, İngiltere ve Fransanın açık desteği, küresel silah lobilerinin çıkarları ve enerji güvenliği gibi karmaşık denklemler yatmaktadır.

Bu düzende saldıran da savunan da bölgesel halklar olurken; denklemi kuran, yöneten ve sonuçtan kazanç sağlayan her zaman aynıdır: emperyal güç aklı.

Barışın Militarizasyonu

Kamuoyuna “önleyici saldırı”, “güvenli bölge”, “terörle mücadele” gibi gerekçelerle sunulan operasyonlar, aslında militarist politikaların barış kisvesi altında meşrulaştırılmasıdır. Diplomasi artık diplomatik dille değil, hava saldırısı eşliğinde yürütülmektedir.

Modern emperyalizm, valilerle değil; algoritmalarla, yapay zekâyla, dronlarla ve ekonomik abluka araçlarıyla çalışıyor. Bu düzen içinde hukuk, insan hakları ve özgürlükler; askeri operasyonlardan sonra ve ancak izin verildiği kadarıyla konuşabiliyor.

Tarihin Hafızası: Direniş ve Umut

Bu karanlık senaryo yeni değil. 1953te İran Başbakanı Musaddıka yapılan CIA destekli darbe, petrol kartellerinin siyasal egemenliğe müdahalesinin açık örneğidir. Latin Amerikadaki kirli savaşlar, neoliberal düzenin zorbalıkla kurulduğunun acı kanıtlarıdır.

Ancak bütün bu örnekler aynı zamanda bir şeyi daha gösteriyor: Bu düzen zorunlu değildir. Değiştirilebilir.

Alternatif Mümkün: Yeni Direnç Mimarisi

Bugün, yalnızca şiddetin araçlarını değil, ona karşı geliştirilecek yeni yöntemleri de konuşmanın zamanıdır. Bölgesel dayanışma ağlarının kurulması, yerelden yükselen demokratik modellerin teşviki, dijital sömürgeciliğe karşı bilgi paylaşımının kamusallaştırılması gibi yollarla bu emperyal mimariye karşı savunma hattı inşa edilebilir.

Çünkü barış, dövülerek gelmez. Barış, halkların iradesiyle, özgürlükle ve dayanışmayla kurulur.


12 Haziran 2025 Perşembe

ORTAKLARIN ARSASINA YAPILAN İŞ YERİNİN YAP-İŞLET-DEVRET (YİD) MODELİYLE İNŞASI VE VERGİDEN KAÇINMA AÇISINDAN DEĞERLENDİRME

 

Özet

Bu makalede, şirketin ortağına ait bir arsa üzerine YİD modeliyle işyeri inşa etmesi durumunda vergiden kaçınma stratejileri açısından oluşabilecek riskler ve hukuki sonuçlar incelenmektedir. Vergi Usul Kanunu (VUK), Gelir Vergisi Kanunu (GVK), Katma Değer Vergisi Kanunu (KDVK) çerçevesinde özel maliyet bedeli, stopaj yükümlülüğü, emsal bedel uygulamaları ve ilgili Danıştay kararları değerlendirilmiştir. Amaç, vergi planlaması ile vergiden kaçınma arasındaki sınırın YİD modeli bağlamında nasıl şekillendiğini açıklığa kavuşturmaktır.

1. Vergi Usul Kanunu Kapsamında Özel Maliyet Bedeli Uygulaması

Vergi Usul Kanunu’na göre taşınmaz; arsa, arazi ve üzerindeki yapıları kapsar. Ortakların arsasına yapılan bina, bu kapsamda taşınmaz olarak kabul edilir. VUK m.272'de belirtildiği üzere, kiralanan taşınmazlara yapılan harcamalar özel maliyet bedeli olarak aktifleştirilmelidir[1]. Ancak, bu uygulama vergiden kaçınma açısından kritik noktalar barındırmaktadır:

  • Amortisman yöntemi: Şirketler, özel maliyet bedelini uzun vadeli amortisman sürecine yayarak vergi yükünü azaltabilir[2].
  • Gerçek ekonomik fayda: Yapının ekonomik ömrü ve devri göz önüne alındığında, özel maliyet bedelinin yüksek gösterilmesi vergi avantajı sağlamaya yönelik bir strateji olarak değerlendirilebilir[3].

2. Gelir Vergisi Kanunu ve Peşin Kira – Stopaj Uygulaması

GVK m.94/5-a hükmüne göre, gerçek kişilere yapılan kira ödemelerinde %20 oranında gelir vergisi stopajı yapılması zorunludur[4]. Ancak, YİD modeli kapsamında doğrudan bir kira ödemesi yapılmadığında, Gelir İdaresi bu durumu peşin kira veya aynî kira olarak değerlendirebilir[5].

Bu değerlendirme şunları ortaya koymaktadır:

  • Peşin kira olarak vergilendirme: Gelir İdaresi’nin görüşüne göre, YİD modelinin sonunda yapının bedelsiz devri örtülü kira ödemesi olarak kabul edilebilir[6].
  • Vergiden kaçınma açısından risk: Şirketler, kira ödemesi yapmadıkları için stopaj yükümlülüğünden kaçınabilir, ancak bu durum incelemeye tabi tutulabilir[7].

3. Katma Değer Vergisi ve Emsal Bedel Uygulaması

Katma Değer Vergisi Kanunu gereği, emsal bedel esas alınarak KDV hesaplanmalıdır[8]. Ancak Danıştay kararları, bu tür aynî işlemlerin gerçek bir iktisadi fayda doğurmaması halinde KDV yükümlülüğü doğmayacağını belirtmektedir[9].

Vergiden kaçınma bağlamında şu noktalar öne çıkmaktadır:

  • Emsal bedelin düşük gösterilmesi: Şirketler, YİD modeli kapsamında yapılan harcamaları emsal bedelin altında göstererek vergi yükünü azaltabilir[10].
  • Vergi avantajı sağlamak için fatura düzenlenmemesi: KDV yükümlülüğünü önlemek amacıyla bazı şirketler resmi fatura düzenlemeyerek işlemi kayıt dışı gösterebilir[11].

4. Danıştay Kararları ve Vergiden Kaçınma Stratejileri

Danıştay’ın farklı kararlarında, YİD modeliyle yapılan yatırımların vergisel sonuçları farklı yorumlanmaktadır:

  • Danıştay 3. Dairesi, E.2019/5831, K.2021/2510 sayılı kararında, aynî kira uygulamalarının gerçek ekonomik fayda doğurmaması halinde KDV yükümlülüğünün doğmayacağını belirtmiştir[12].
  • Danıştay 4. Dairesi, E.2020/2362, K.2021/4052 sayılı kararında, şirketin yaptığı harcamaların peşin kira sayılarak vergilendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir[13].

Sonuç ve Değerlendirme

YİD modeliyle yapılan yatırımların vergiden kaçınma stratejileriyle nasıl ilişkilendirilebileceği ve Türk vergi mevzuatındaki uygulamalarla nasıl örtüştüğü değerlendirilmiştir. Özellikle:

  • Özel maliyet bedelinin amortisman yoluyla uzun vadeli vergisel avantaj sağlaması,
  • Peşin kira uygulamasıyla stopaj yükümlülüğünden kaçınılması,
  • Emsal bedelin düşük gösterilerek KDV yükümlülüğünün azaltılması,
  • Danıştay kararlarının vergisel yükümlülükleri sınırlayan içtihatları öne çıkan unsurlar arasındadır.

Kaynakça

[1]: Vergi Usul Kanunu m.272 – Özel maliyet bedeli uygulaması.
[2]: Uygun, Esra. Vergiden Kaçınma ile Mücadele, Sayıştay Dergisi, 2023.
[3]: KPMG Vergi, Risk Analizi Odaklı Vergi İncelemeleri, 2025.
[4]: Gelir Vergisi Kanunu m.94/5‑a – Stopaj yükümlülüğü.
[5]: Gelir İdaresi Başkanlığı Özelgesi, 30.03.2021 tarih, 62030549-120[94-2020/20]-19635.
[6]: OECD BEPS Eylem Planı – Matrah Aşındırma ve Kâr Aktarımı.
[7]: Danıştay 3. Daire, E.2019/5831, K.2021/2510, 29.06.2021.
[8]: Katma Değer Vergisi Kanunu m.27 – Emsal bedel esası.
[9]: Danıştay 4. Daire, E.2020/2362, K.2021/4052, 10.11.2021.

10 Haziran 2025 Salı

“TÜRKİYE SİYASETİNDE LİDERLİK YENİDEN TANIMLANIYOR: ÖZGÜR ÖZEL VE DUYGUDAŞLIK SİYASETİ”

 

Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in talihsiz bir şekilde ölümü, isyaset dünyasında ve toplumda yeni olana karşı bir duygu dünyası yaratı. Yerel anlamda halkla hemhal olmuş, onların dertleri ile dertlenmiş, sevinçleri ile toplumsal bir kaynaşma yaratmış bir belediye başkanına, ölümünün ardından onbinlerce insanın gösterdiği duygudaşlık son zamanlarda bir siyasetçiye gösterilen ve nasip olan  az sayıda bir örnek oluşturmaktadır.

CHP genel başkanı Özgür Özel’in hemşerisi olan, aynı zaman diliminde yaşamış olmaları ve mekan ve zaman bağlılığı nedeniyle belediye başkanı ile özel bir duygu bağı oluşturmuştur. Ancak CHP genel başkanının sergilemiş olduğu insani duygular toplumda bir duygu yoğunlaşmasına ve yeni bir özel bağın oluşmasına neden olmuş gözükmektedir.

Ülkede yaşanılan gerilim ortamında sorunların gittikçe toplumsal kesimleri zorlaması, çok sayıda belediye başkanının tutuklanması nedeniyle siyasetteki fay hatlarının enerji kat sayısını artırması, CHP genel başkanın da liderlik vasıflarının sorgulanmasını gündeme getirmekte idi.

Zor durumlarda liderlik göstermek,  siyasette deneyim kazanarak liderliğini pekiştirmek ya da sorunlar altında ezilerek yok olmak ikilemi ile karşı karşıya gelemekte.

Bu yaşanılan sorunlara bir bütün olarak bakıldığında son zamanlarda iki farklı liderlik fonkisyonunun ortaya çıkmasına ve karşılaştırılmasına neden olmaktadır.

Siyaset, uzun yıllar boyunca “güçlü adam” figürüyle tanımlandı. Sert duruş, az konuşma, çok karar verme... Liderlik, çoğu zaman halkın üzerinde yükselen bir kule gibi algılandı. Oysa çağ değişiyor. İletişim ve ulaşım her şeye kolayca ulaşılmasına, değer yaratmanın güçleşmesine neden olmaktadır.Toplum artık sadece güçlü değil, yakın, ulaşılabilir ve duygudaş liderler arıyor.

  Empatik, duygularını paylaşan, “bizden biri” olan lider

  Duygularını kontrol eden, mesafeli ama güçlü ve kararlı lider

Özgür Özel’in “yoldaşlarıyla aynı duyguları paylaşan”, “acıyı ve sevinci halkla birlikte yaşayan” bir lider profili çizmesi, duygudaşlık ve yakınlık kurmaya yönelik bir stratejidir. Bu tarz liderlik, özellikle demokratik toplumlarda ve halkın siyasetçiden samimiyet ve ulaşılabilirlik beklediği dönemlerde, toplumsal buluşmayı kolaylaştırabilir.

  • Bu yaklaşım, seçmenle duygusal bağ kurar.
  • İnsanlar “o da bizim gibi düşünüyor, hissediyor” diyerek güven duyar.
  • Toplumda kutuplaşma azaldığında, bu tip liderlik daha etkili olur.

Tarihsel olarak, kriz zamanlarında toplumlar çoğu zaman:

  • Güçlü,
  • Soğukkanlı,
  • Duygularını kontrol eden,
  • “Çözüme odaklı” liderleri tercih edebilir.

Bu tip liderlik, özellikle istikrar, güvenlik, ekonomik reform gibi somut adımlar beklendiğinde daha çok destek bulur. Çünkü halk, “kararlılık ve yön gösterme” arar.

Peki hangi liderlik daha etkili?

Bu, toplumun ruh haline ve dönemin ihtiyaçlarına bağlı:

Dönem / Toplumsal Hava

Etkili Liderlik Tipi

Travma sonrası, yıkım, yas

Empatik, duygusal, halkla bütünleşen lider

Ekonomik kriz, güvenlik kaygısı

Güçlü, mesafeli, çözüm odaklı lider

Demokrasiye geçiş / genç kuşak etkisi

Samimi, açık iletişimci lider

Otoriter yönetim sonrası

Duygu paylaşan, insan odaklı lider

Özgür Özel’in yaklaşımı, Türkiye'nin mevcut siyasi ikliminde, özellikle duygusal kutuplaşmadan yorgun düşmüş, daha insani siyaset isteyen kesimlerle buluşmayı kolaylaştırabilir.

Bu dönüşümün Türkiye’deki güncel karşılığı, hiç kuşkusuz Özgür Özel’dir.

Özgür Özel’in liderlik anlayışı, son yaşanılan olaylara karşı gösterdiği tutum, klasik siyaset ezberlerini bozan bir çizgiye oturuyor. O, halkın karşısında değil, yanında durmayı tercih ediyor. Uzaktan bakan değil, acıyı ve sevinci halkıyla birlikte yaşayan bir lider. Ferdi Zeyrek’in cenazesinde gösterdiği içten duygular, birçok kişiye sadece bir siyasetçiyi değil, bir yoldaşı, bir dostu hatırlattı.

Bu sahne, Türkiye siyasetinde nadir rastlanan bir kırılma anını göstermektedir:
Liderlik artık gözyaşını saklayan değil, gerektiğinde gösteren bir cesaret meselesidir.

Siyaset duygusuzlaştıkça toplumla bağlarını yitiriyor. Kutuplaşma arttıkça ortak bir duygu zemininde buluşmak zorlaşıyor. İşte tam bu noktada Özgür Özel’in tarzı, sadece bir muhalefet lideri değil, toplumun vicdanını temsil eden bir figür olarak anlam kazanıyor.

Eleştirilebilir elbette. “Lider duygularını kontrol etmelidir” diyenler çıkacaktır. Fakat bir liderin güçlü olması ile insani olması arasında çelişki yoktur. Hatta günümüzün en etkili liderleri, bu iki unsuru birlikte taşıyabilenlerdir.

Özgür Özel'in çizdiği profil, belki de yeni bir liderlik paradigmasının habercisi. Kararlarında rasyonel, duruşunda kararlı; ama aynı zamanda yüreğinde halkının acılarını taşıyan bir lider.

Toplumun beklediği artık tek başına güçlü olan değil, kendisine güç veren bir toplumla bütünleşebilen liderdir. Özgür Özel, tam da bu nedenle toplumda yarattığı birlik, kardeşlik, vefa, dostluk vb. değerler açısından dikkatle izlenmeli. Çünkü onun liderliği sadece bir siyasal pozisyon değil; aynı zamanda duyguların siyasette yeniden meşrulaşmasının adı olabilir.

SONUÇ:

Bugünün Türkiyesi, sadece kriz çözen değil; halkıyla birlikte üzülen, umutlanan, gülen bir liderlik anlayışına ihtiyaç duyuyor. Bu yaklaşım toplum karşısında kendi derdi ile dertlenen, neşe ve sevinciyle birleştiren bir lidere çok daha ihtiyaç duymaktadır. Toplumun her kesiminin yaşadığı umutsuzluk duygusu, yeni bir umut, yeni bir heycan, yeni bir gelecek yaratılmasında önemli bir yön gösterebilir.

Belki de gerçek güç, halkın yüreğinde yer bulabilmektir.

BELEDİYE BAŞKAN’ININ TRAJEDİSİ DEĞİL, SİSTEMİN AÇIĞI

 

(Manisa Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’ in anısına saygılarımla…)


Basına yansıysan ve yetkili kişilerin açıklamasına göre Manisa Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in, evinin bahçesinde bulunan havuzda meydana gelen bir elektrik kaçağı nedeniyle hayatını kaybetmesi, hepimizi derinden üzdü. Ancak bu acı olay, yalnızca bir insan kaybı değil; uzun süredir ülkece konuşmamız ”bazen başımıza bir toplumsal olay geldiğinde konuştuğumuz ancak hemen unuttuğumuz” gereken, fakat sürekli ertelenen bir sistem sorununun da çarpıcı bir örneği.

Bir belediye başkanının kendi evinin bahçesinde yaşadığı bu kaza, bir anda bizi “kişisel hata mıydı, sistemsel zafiyet mi?” sorusuyla baş başa bıraktı. Hemen sıcağı sıcağına bu soruya cevap aramak yersiz gelebilir ancak bu toplumsal bir dert ve bu dert daha çok can almaktadır. Soruya dönersek, cevap, kuşkusuz ikinci seçenekte gizli.

KURALLARIN DEĞİL, ALIŞKANLIKLARIN ÜLKESİ

Türkiye’de işler çoğu zaman "böyle gelmiş böyle gider" anlayışıyla yürüdüğü anlaşılıyor. İnşaat işlerinden elektrik tesisatına, havuz yapımından bakım onarım süreçlerine kadar birçok teknik iş, ustalara, tanıdıklara, hızlı çözümlere emanet edilir. Ne proje çizilir, ne teknik kontrol yapılır, ne de güvenlik protokolleri tam uygulanır. Yaşanan olayda, bunların var olup olmadığından bağımsız olarak söylüyorum.

Standartlar kâğıt üzerinde kalır; denetim, ancak bir felaket yaşanırsa hatırlanır. En son Bolu Grand Kartal Otel yangını, 21 Ocak 2025'te Kartalkaya'daki Grand Kartal otelinde meydana gelen yangındır. Yangın merdiveni olmadığı gibi bunun yetkili otorite tarafından kurallara uygun olup olmadığının kontrolünün kim yapacağı bile tartışılır oldu.İşte tam da bu yüzden, sıradan bir evde değil, bir büyükşehrin belediye başkanının evinde dahi güvenliğin sağlanamamış olması, hepimize sistemin çıplak gerçeğini gösteriyor.

Ferdi Zeyrek gibi görevine sadık, halkla iç içe olmayı önemseyen bir ismin böyle bir kazada hayatını kaybetmesi, elbette bir “iyi niyetin” trajediye dönüşmesidir. Ancak asıl tartışılması gereken( Ferdi Başkan kastedilmemiştir.) , halkçılık adına her işe müdahale eden, işi uzmanına bırakmayan yönetici profilinin romantik ama tehlikeli bir alışkanlık haline gelmiş olmasıdır.

Gerçek halkçılık, sistem kurmaktır. Her şeyle bireysel olarak ilgilenmek değil, işi ehline vermek, süreci planlamak, riskleri önceden ortadan kaldırmaktır. Başkanın bu olayda doğrudan müdahil olup olmadığı ikinci planda; asıl mesele, o müdahale alanının neden yeterince güvenli olmadığındadır.

Liyakat deyince genelde akla bürokratik atamalar gelir. Oysa liyakat, aynı zamanda elektrik kablosunu döşeyen ustada, malzeme seçimini yapan teknik ekipte, projeyi denetleyen mühendis de olmalıdır. Bu zincir zayıfsa, halk da yönetici de tehlike altındadır.

Bugün Türkiye’de kamu binalarında, okullarda, işyerlerinde olduğu gibi özel mülklerde de bu liyakat ve denetim eksikliği fazlasıyla hissediliyor. Kamunun düzenleyici kuraları yeterli gelmemiş olmalı ki diğer taraftan  “Özel alandır, müdahale edemeyiz” anlayışı, aslında sorumluluktan kaçışın sistemleşmiş halidir.

BİR KİŞİYİ DEĞİL, BİR ALIŞKANLIĞI KAYBETMELİYİZ

Ferdi Başkan’ın kaybı bir liyakat, adanmışlık ve halkala bağ kurmuş bir yönetici bireyin değil, bir kurallar ve standartların uygulanmaması dolayısıyla yönetim kültürünün iflasını da temsil ediyor. Kendisini halkına adamış bir yöneticiyi kaybetmek üzücü; ancak bu olaydan bir ders çıkarmazsak, sistemi sorgulamazsak, kaybettiğimiz yalnızca bir kişi olmayacak.

Her acı olay, aynı zamanda bir uyarıdır. Bu kez o uyarı, tam da en yetkili kişinin başına geldi. Bu vesileyle, yerel yönetim anlayışımızı, güvenlik kültürümüzü, teknik uygulamalarımızı ve liyakat sistemimizi yeniden gözden geçirme vaktidir.

Çünkü bu ülkede, zamanında yapılmayan her denetim, bir gün bir başka hayata mal olabilmektedir.
Ve hiçbir “iyi niyet”, sistemin yerini tutmaz.

8 Haziran 2025 Pazar

BAYRAMIN İKİ YÜZÜ: SERVET UÇURUMU, BORÇLANMA VE HARCAMA ALIŞKANLIKLARI

Bayramlar, paylaşmanın ve dayanışmanın simgesi olsa da, Türkiye’de gelir dağılımı eşitsizliği bayramın anlamını her geçen yıl daha farklı bir noktaya taşıyor. Servet birikimi ve yoksulluk arasındaki uçurum, ekonomik sistemin işleyişini gözler önüne sererken, geniş kesimler için borçlanma artık bir zorunluluk haline geliyor.

İnsanlar Olmayan Paralarını Nereye Harcıyor?

Mahfi Eğilmez’in analizine göre, Türkiye’de hanehalklarının ortalama tüketim harcaması 45.344 TL olarak hesaplanıyor. Ancak, asgari ücretle çalışan bireylerin geliri bu harcamaların yalnızca %37’sini karşılayabiliyor. Bu durum, insanların gelirlerinden fazla harcama yapmalarına ve borçlanmalarına neden oluyor.

Seksenbeş milyon nufusa baklıdığında, 35 milyon insan çeşitli ihtiyaçlarını karşılarken, 50 milyon insan ise gerçek ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda gözüküyor. Bütün ekonomiyi canlı gösteren ve ortalama tüketim harcaması 45.344 TL olarak ifade edilen gelirsahipken, nufusun üçte ikisini olşturan 50 milyon, bu ortalama ücretin kıyısından bile geçemiyor.

TÜİK’in Hanehalkı Bütçe Anketi verilerine göre, konut ve kira giderleri (%26), ulaştırma (%21,6) ve gıda harcamaları (%18,1) gibi temel ihtiyaçlar, gelir yetersizliği nedeniyle borçlanma yoluyla finanse ediliyor. Özellikle kredi kartı ve tüketici kredileri üzerinden yapılan harcamalar, finansal sistemin düşük gelirli kesimleri borçlandırarak sermaye sahiplerine kaynak aktarmasını sağlıyor.

BDDK’nın son verilerine göre Bankalardaki mevduat birikimi, servet eşitsizliğinin bir göstergesi olarak öne çıkıyor. 2,1 milyon kişi, toplam mevduatın %78’ine sahipken, milyonlarca insan finansal güvencesizlik içinde yaşamaya devam ediyor. Milyoner sayısı son bir yılda %49 artarak 2,3 milyonu geçti. Bu tablo, kapitalist sistemin merkezileşmiş sermaye birikimi modelinin, servetin belirli bir azınlık tarafından kontrol edilmesine yol açtığını gösteriyor.

Bankalarda ki tasaruf oranlarına baklıdığında, 2020 yılında 1 milyon TL ve üzeri mevduatlara sahip kişilerin toplam mevduatlardaki payı yüzde 55,37 olarak belirlenmiş, aynı tarihte 10 bin TL’nin altındaki hesapların payı ise yüzde 2,69 düzeyinde hesaplanmıştı.

2025 yılına gelindiğinde, milyonerlere ait mevduatların toplamın içindeki payı yüzde 78'e yükseldiği, 10 bin TL altı hesapların oranı yalnızca yüzde 0,7’ye düştüğü BDDK nın verilerinden ortaya çıkmaktadır.

Orta ve alt gelir gruplar için bu verilere bakıldığında tasarruf yapmanın hayal olduğunu gösteriyor. Dar gelirliler borçlanarak hayatlarını sürdürmeye mahkum edilmiş durumda oldukları bir kez daha gözler ününe seriliyor.

Kurban Bayramı’nın Mizahi Yönü

Ancak, Kurban Bayramı sadece ekonomik sıkıntılarla değil, komik ve beklenmedik olaylarla da hatırlanıyorBasına yansıyan olayalara göre, her yıl olduğu gibi bu bayramda da, kurbanlık kaçış vakaları ülkede adeta gelenek haline geldi. Sahiplerinin elinden kurtulan büyükbaş hayvanlar, sokaklarda kovalamaca sahneleri yaşattı.

Bazı vatandaşlar drone ile kaçan kurbanlıklarını takip ederken, bazıları ise “Kurban kaçtı, bayram tatili uzadı”diyerek durumu esprili bir şekilde karşıladı

Bayramın Gerçek Anlamı

Gelir eşitsizliği ve borçlanma, bayramın herkese eşit anlamda ulaşmasını engelliyor. Toplumun çoğunluguna o eski bayramlar nerede anımsamasını sürekli yaşatıyor.Bir kesim tatil planları yaparken, diğer kesim borçla bayram geçirmeye çalışıyor. Olmayan paralar ile çok geniş kesimler tarafından temel yaşam gereksinimlerini karşalamaya çalışırken, diğer taraftan servetlerine servet katanlar en lüks yaşamlar sürmeye devam ediyorlar.

Alternatif ekonomik modeller, adil gelir dağılımını ve ekolojik uyumu merkeze alarak bu uçurumu kapatabilir. Dağıtılmış ama merkezi karar alma mekanizmalarına dayalı ekonomik modeller, servetin belirli bir kesimde yoğunlaşmasını önleyerek toplumsal refahı artırabilir.

Bayram gerçekten herkese bayram olmalı. Ancak adaletin olmadığı yerde bayram kutlanabilir mi?

 

4 Haziran 2025 Çarşamba

ANAYASA MAHKEMESI’NIN 2025/68 SAYILI KARARI IŞIĞINDA BÜTÇE HAKKI VE TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NIN ANAYASAL KONUMU

 

Özet

Bu makalede, Anayasa Mahkemesi’nin 2025/106 Esas ve 2025/68 Karar sayılı kararı temel alınarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan bütçe hakkı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) anayasal rolü incelenmektedir. Karar, yürütme organına bırakılan düzenleme yetkisinin yasama yetkisinin devri yasağı, bütçe denetimi ve kamu harcamalarının meşruiyeti bakımından anayasal sınırları ihlal ettiğini ortaya koymaktadır. Makale, kararın anayasal ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesini ve TBMM’nin demokratik denetim fonksiyonunu güçlendirme bakımından taşıdığı önemi vurgulamaktadır.

1. Giriş

Parlamenter sistemin temel dayanaklarından biri olan bütçe hakkı, yalnızca kamu gelirlerinin nasıl toplanacağını değil, aynı zamanda bu gelirlerin nasıl harcanacağını belirleme yetkisini de kapsar. Bu hak, halkın temsilcilerinden oluşan yasama organı aracılığıyla yürütme üzerinde denetim kurmasını sağlar. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda bu ilke, başta 87. ve 161–164. maddeler olmak üzere birçok hükümle güvence altına alınmıştır.

Anayasa Mahkemesi’nin 2025 yılında verdiği ve 4 Haziran 2025 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan 2025/68 sayılı kararı, bütçe hakkı ve yasama yetkisinin sınırlarını yeniden tartışmaya açmıştır. Bu bağlamda karar, yalnızca bir normun iptali değil, yasama-yürütme dengesine dair önemli anayasal ilkelerin tekrar teyididir.

2. Kararın Konusu ve İçeriği

Anayasa Mahkemesi’nin iptaline karar verdiği hüküm, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) ek 35. maddesine, 7440 sayılı Kanun ile eklenen ve kamu görevlilerinin görevde yükselme-usulüne dair hususları “Cumhurbaşkanınca belirlenir” ibaresiyle düzenleyen kısımdır.

Mahkeme, söz konusu düzenlemenin:

- Yasama yetkisinin devri yasağına (Anayasa m. 7),

- Kamu personel rejiminin kanunla belirlenmesi zorunluluğuna (Anayasa m. 128),

- Bütçe denetiminin halkın temsilcileri aracılığıyla sağlanması gereğine
aykırı olduğu kanaatine varmıştır.

3. Bütçe Hakkının Anayasal Boyutu

Bütçe hakkı, klasik anlamıyla vergi koyma ve kamu harcamasını onaylama yetkisinin sadece yasama organında bulunmasıdır. Bu yetki Anayasa’nın 73. maddesinde yer alan “vergilendirme kanunla olur” hükmü ile desteklenirken, 87. maddede TBMM’ye “bütçe kanun teklifini görüşmek ve kabul etmek” görevi verilmiştir.


Yürütme organı, bütçeyi teklif etme yetkisine sahiptir. Ancak harcama politikalarının şekillendirilmesi ve onaylanması yetkisi sadece TBMM’ye aittir. Kamu görevlilerinin atama, yükselme ve özlük haklarına ilişkin her düzenleme, dolaylı olarak kamu harcamalarını etkilediğinden, bütçe hakkıyla doğrudan ilişkilidir.

4. TBMM’nin Rolü ve Denetim Yetkisi

TBMM’nin bütçe hakkı kapsamında yürütme üzerindeki en önemli araçlarından biri kamu harcamalarının içeriğini belirleyebilme ve sınırlandırabilme yetkisidir. Personel rejimine dair esaslar da bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Anayasa Mahkemesi bu kararında, yürütmenin "usul belirleme" yetkisinin geniş yorumlanarak meşruiyet zemini zayıf hale getirilmesini anayasal düzen açısından sakıncalı bulmuş ve TBMM’nin denetim ve belirleme fonksiyonunu koruma altına almıştır.

5. Anayasal Denge ve Demokratik Meşruiyet Açısından Değerlendirme

Mahkeme’nin iptal kararı şu ilkeleri güçlendirmektedir:
- Yasama yetkisi devredilemez.

- Kamu kaynaklarının kullanımı, Meclis denetiminde olmalıdır.

- Yürütmenin düzenleyici işlemleri, temel hak ve özgürlükler ile kamu maliyesine ilişkin alanlarda sınırlıdır.

Bütçe hakkı, bu yönüyle yalnızca mali bir denetim mekanizması değil; temel bir demokratik hesap verebilirlik aracıdır. Harcama yetkisi meşruiyetini ancak temsilî organın onayıyla kazanabilir.

6. Sonuç

Anayasa Mahkemesi’nin 2025/68 sayılı kararı, Türkiye’de bütçe hakkının yalnızca bir teknik finansal süreç değil, anayasal bir yetki alanı olduğunun altını çizen önemli bir içtihattır. TBMM’nin yürütme karşısında demokratik denge rolünü koruyabilmesi için bütçe hakkı eksenindeki yetkilerini muhafaza etmesi hayati önemdedir.

Bu karar, bütçe hakkı ve yasama denetiminin yeniden güçlendirilmesi, kamu kaynaklarının şeffaflığı ve hukuki güvenlik ilkeleri açısından da olumlu bir örnek teşkil etmektedir.

Kaynakça

1. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982).
2. Anayasa Mahkemesi, 04.04.2025 Tarih ve 2025/106 Esas, 2025/68 Karar Sayılı Kararı.

2 Haziran 2025 Pazartesi

TÜRKİYE'NİN STRATEJİK SEKTÖRLERİ, EKONOMİK ETKİLERİ VE DEZAVANTAJLARI ( YATIRIM TEŞVİK KARARI -9903 )

 

Giriş

Türkiye ekonomisinin büyüme ve kalkınma hedefleri doğrultusunda yürürlüğe giren 9903 sayılı yatırım teşvik kararı, birçok sektörü doğrudan etkileyerek yatırımcıların yeni fırsatlar yakalamasını amaçlıyor. Bu karar; yüksek teknoloji, yeşil enerji, sanayi ve biyoteknoloji gibi stratejik sektörleri teşvik ederken, bazı uygulama zorlukları ve olası dezavantajları da beraberinde getiriyor.

Kararın Temel Hükümleri

9903 sayılı yatırım teşvik kararı, önceki teşvik sistemine kıyasla önemli değişiklikler ve yenilikler içermektedir. İşte bazı temel unsurlar:

  • Vergi Avantajları: Kurumlar vergisi indirimi, yatırım tutarının %20 ila %60 arasında uygulanacak şekilde güncellenmiştir.
  • Finansman Desteği: Yatırım kredilerine 11,5 ila 18,4 puan faiz/kâr payı sübvansiyonu sağlanacak ve stratejik yatırımlarda 180 milyon TL, teknoloji ve yerel kalkınma hamlelerinde 240 milyon TL nakdi destek verilecektir.
  • SGK Prim Desteği: 6. Bölge OSB’lerinde işveren payı 14 yıl, çalışan payı 10 yıl devlet tarafından karşılanacaktır.
  • Sektörel Öncelikler: Yeni karar ile yeşil ve dijital dönüşüm, yüksek katma değerli üretim ve dış ticaret açığını azaltacak yatırımlara odaklanılmıştır.
  • Bölgesel Destekler: 289 geri kalmış ilçe için “bir üst bölge” teşviki uygulanacak, depremden etkilenen 65 ilçe ve 6. Bölge illeri için genişletilmiş SGK ve faiz desteği getirilecektir.
  • Süre Sınırı: Yeni teşvik sistemi 31 Aralık 2030 tarihine kadar geçerli olacaktır.

Desteklenen Sektörler ve Fırsatlar

1. Yüksek Teknoloji ve Dijital Dönüşüm

Yapay zeka, çip üretimi ve robotik otomasyon alanlarında vergi avantajları ve finansman desteği sunuluyor. Bu sayede Türkiye’nin küresel teknoloji üretiminde daha rekabetçi bir konuma gelmesi hedefleniyor.

Teşvik Oranları:

  • Vergi indirimi %60, yatırıma katkı oranı %50 olarak belirlenmiştir.
  • Teknoloji Hamlesi Programı kapsamında KOSGEB ve TÜBİTAK destekleriyle birleştirilebilir.

2. Yeşil Enerji ve Çevre

Güneş ve rüzgar enerjisi projeleri, karbon salınımını azaltan yatırımlar teşvik edilerek sürdürülebilir kalkınma sağlanması amaçlanıyor.

Teşvik Oranları:

  • Makine desteği sabit yatırım tutarının %15’ine kadar sağlanmaktadır.
  • Karbon ayak izini azaltan yatırımlara öncelikli teşvik verilmektedir.

3. Sanayi ve Üretim

Elektrikli araç batarya üretimi, otomotiv parçaları imalatı ve savunma sanayii yatırımları teşvik ediliyor. Yerel üretimi artırma ve ithalat bağımlılığını azaltma hedefleniyor.

Teşvik Oranları:

  • Yatırım kredilerine %50’ye kadar faiz desteği sağlanmaktadır.
  • Gümrük vergisi muafiyeti ve yatırım yeri tahsisi gibi destekler sunulmaktadır.

4. Sağlık ve Biyoteknoloji

Yerli ilaç üretimi ve biyoteknolojik araştırmalar desteklenerek, Türkiye’nin sağlık alanında küresel oyuncu olması amaçlanıyor.

Teşvik Oranları:

  • Sigorta primi işveren hissesi desteği 6. bölgede 12 yıl, diğer bölgelerde 8 yıl olarak uygulanmaktadır.
  • Medikal cihaz üretimi için yatırım kredisi faiz desteği uygulanmaktadır.

Bölgesel Teşvikler

  • Geri kalmış ilçeler için: “Bir üst bölge” teşviki uygulanarak daha avantajlı destekler sağlanmaktadır.
  • Depremden etkilenen bölgeler için: SGK prim desteği ve faiz sübvansiyonları genişletilmiştir.
  • 1. bölgeden 4., 5. ve 6. bölgeye taşınan yatırımlar: Bölgesel desteklerden yararlanabilmektedir.

Potansiyel Dezavantajlar ve Riskler

Her teşvik sisteminin avantajları olduğu gibi, bazı olumsuz yönleri de bulunmaktadır:

  • Bürokratik Zorluklar: Yeni teşvik sistemine uyum sürecinde yatırımcılar için ek prosedürler ve belge yükümlülükleri doğabilir.
  • Bölgesel Dengesizlikler: Bazı bölgeler teşviklerden daha fazla yararlanırken, diğer bölgeler yeterince desteklenmeyebilir.
  • Finansal Etkiler: Sağlanan teşviklerin devlet bütçesi üzerindeki yükü, uzun vadede ekonomik dengeyi zorlayabilir.
  • Yatırım Riskleri: Belirli sektörlere yöneltilen teşvikler, diğer sektörlerde yatırımcı ilgisinin azalmasına sebep olabilir.
  • Uygulama Zorlukları: Teşviklerin etkin bir şekilde uygulanması ve denetlenmesi karmaşık bir süreç gerektirebilir.

Sonuç

9903 sayılı yatırım teşvik kararı, Türkiye’nin ekonomik büyümesini hızlandırmayı ve stratejik sektörlerde küresel rekabet gücünü artırmayı hedefliyor. Ancak bürokratik, bölgesel ve finansal zorluklar nedeniyle yatırımcılar için dikkatle değerlendirilmesi gereken bir süreç olabilir.

Teşviklerin uzun vadede nasıl bir etki yaratacağını görmek için uygulama süreçlerini takip etmek önemli olacaktır. Yatırımcıların bu yeni sistemin avantajlarından en iyi şekilde faydalanabilmesi için detaylı inceleme yapmaları ve riskleri göz önünde bulundurmaları ayrıca dikkat edilmesi gereken konular olarak gözükmektedir.

Kaynaklar

T.C. Resmî Gazete: 9903 Sayılı Yatırım Teşvik Kararı

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı: Yatırım teşvik mevzuatı

TÜBİTAK Resmî Sitesi: Teknoloji yatırımlarına yönelik teşvikler

 

VUK 359 Kapsamında Teminat, Ceza ve Mali Suç Bağlantıları Normlar Arası Geçiş ve Uygulama Rehberi

  Giriş Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesi, vergi kaçakçılığı suçlarını düzenleyen temel ceza normudur. Ancak bu madde, uygulamada yalnızca ...