Brütüs
içerideyse, kale zaten düşmüştür.
Bir
ülkenin kaderi, bazen meydanlarda atılan nutuklarla değil; arka odalarda
kurulan cümlelerle, çekilen suskunluklarla şekillenir. Tarih, dışardan gelen darbelerle
değil, içeriden gelen ihanetlerle altüst olmuş yığınların sessiz çığlıklarıyla
doludur. Bugün de durum farklı değil. İktidarlar artık yalnızca yönetmiyor;
aynı zamanda algı inşa ediyor, korku yayıyor, sadakat talep ediyor. Ve tüm
bunları yaparken, en büyük yardımı bazen muhalefetin içindeki “sessiz
kahramanlardan” alıyor: işbirlikçilerden, Brütüs’lerden.
Sadece Bir Kurşun Değil, Bir Plan,
Modern
çağın siyasi mühendisliklerinde kurşunlar artık görünmez: algılarla,
manşetlerle, yargı kararlarıyla, ekran konuklarıyla şekillenir. İktidar
sahipleri, meşruiyetlerini sadece oyla değil, korkuyla pekiştirir.
Milliyetçilik, bayrak ve din; ortak değer olmaktan çıkar, iktidarın kalkanına
dönüşür. Muhalefet sustuğunda veya içeriden konuşulan dil iktidarın diliyle
örtüştüğünde, toplumda yankılanan tek ses “zaten değişmez” olur.
İşte o an, umut kaybeder; halk, değişimin değil, sadece değişimi beklemenin
yorgunluğunda tükenir.
Brütüs Aramızda Konuşuyor,
Her
muhalif görüntü veren samimi değildir. Kimisi öfkeyi soğutur, kimisi talepleri
pasifleştirir. Kimileri ise iktidarın önünü açmak için içerde fren görevi
görür. Kimi zaman aday listelerine bilinçli isimler sokulur, kimi zaman “yanlışlıkla”
yanlış cümleler kurulur. Dışarıdan gelen baskılara karşı dik duran muhalefet,
içerideki ittifaklarla zayıflatılır. Bu figürler, bir partide olabilir, bir
sivil toplum örgütünde ya da kalemini kiralayan bir köşe yazarı maskesiyle
karşımıza çıkabilir.
CHP Davası: Sessizliğin En Gürültülü Hali,
Bugün
Cumhuriyet Halk Partisi, tarihinin en çalkantılı iç hesaplaşmalarından birini
yaşıyor. 38. Olağan Kurultay sonrası açılan dava, yalnızca bir seçim sürecinin
değil, bir siyasi kimliğin de yargılandığı bir sürece dönüştü. Delegelere para
karşılığı oy kullandırıldığı iddiaları, “mutlak butlan” talebiyle
mahkemeye taşındı. Ancak bu davanın gölgesinde asıl dikkat çeken, eski Genel
Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun pozisyonu oldu.
Kılıçdaroğlu,
kurultayda kaybettiği koltuğa yargı kararıyla geri dönme ihtimali karşısında, “Kayyum
gelirse daha mı iyi olur?” diyerek görevi kabul etmeye hazır olduğunu
açıkladı. Bu açıklama, bazı çevrelerde “partiyi koruma refleksi” olarak
yorumlansa da, birçok partili için bu tutum, içeriden gelen bir müdahale olarak
algılandı. Çünkü bu süreçte Kılıçdaroğlu’nun açıklama yapması istenmiş, ancak
kendisi bu çağrılara kulak tıkamıştı. Bu suskunluk, partideki mevcut yönetimi
yalnızlaştırırken, içerideki hiziplerin cesaretini artırdı.
Kontrollü Muhalefet: Sistemin Sadık Muhafızı,
Halk
değişim beklerken, muhalefetin kendi içinde statükoyu yeniden üretmesi en büyük
trajedidir. Kontrollü muhalefet, değişimi değil, değişiyormuş gibi yapmayı vaat
eder. Gerçek sorulara suni cevaplar üretir; iktidara değil, sadece rakiplere
muhalif olur. Bu da halkta güvensizlik üretir. “Hepsi aynı” sözü, bir
gerçeğin ifadesinden çok, bir çaresizliğin çığlığıdır aslında.
Umutsuzluğun Topyekûn Tespiti
Bir
ülkede yalnızca adaletin eksikliği değil; adaletsizliğe karşı çıkanların
cesaretsizliği çürütür sistemi. Çünkü suskun kalmak, bir tercihten fazlasıdır:
bir işbirliği biçimidir. Muhalefetin kendi içindeki sessizlik, dışardaki
baskıdan çok daha yıkıcıdır. Politik ahlakın yok sayıldığı yerde, stratejik
hata gibi gösterilen ihanetler, kalıcı hasarlar bırakır.
Bazen Sessizliği Yıkmak, Tarihi Yeniden Yazmaktır,
Gerçek
muhalefet sadece iktidara değil, kendi içindeki karanlığa da ışık tutandır.
Koltuğunu değil, ilkesini savunan; alkışı değil, vicdanı gözeten bir anlayışla
mümkün olur değişim. Eğer sustukça yaralanıyorsak, konuşarak iyileşmek
zorundayız. CHP’nin düzenledği ve halkın sokağa çıkarak dayanışmasını artırıcı
yüksek ve cesaret verici buluşmaları, konuşarak iyileşmenin melhemi olacak gibi
gözükmektedir.
Ve evet, bazen sessizlik bir kurşundan daha keskindir.
Ama her sessizliği bölen bir ses vardır: cesaretin, vicdanın ve hakikatin sesi.