20 Şubat 2023 Pazartesi

 

ALINAN DEPREM VERGİSİ, ÇEKMEYEN TELEFONLAR, HABERLEŞME HAKKI

ERTUĞRUL KILIÇ [1]

Giriş

Kahramanmaraş merkezli, on şehirde yaşadığımız depremler bir kez daha gösterdi ki, iletişimin her şeyin üzerinde, vazgeçilmez ve yaşamın parçası olduğu. Arama ve kurtarma faaliyetlerinin organizasyonu, toplumun doğru haber alma özgürlüğü ve kamusal bir mal ve hizmet olması nedeniyle yeterli altyapı eksikliği, iletişime ulaşma özgürlüğü kamuoyunda yeniden tartışılır olmuştur. Bu kadar önemli ve vazgeçilmez olan bir hizmet yeniden düzenlenmeden ve iyileştirilmeden,  bu haliyle toplum ve tüketiciler üzerine daha fazla bir yük olarak yansımaktadır.  Diğer taraftan toplumsal bir yara üzerinden alınan deprem vergisi belirli bir amaca ve süreyle, toplumsal bir ihtiyacın giderilmesine yönelmiş bir ek vergi ( fon) uygulaması, kalıcı hale getirilerek amacından yoksun bırakılmış, sürekli bir vergi kaynağı haline dönüştürülmüştür.

Özel İletişim Vergisi, 31.07.2004 tarih ve 25539 sayılı Resmi Gazetede 5228 sayılı kanunun 38 ’inci maddesiyle değişen, 6802 sayılı Gider Vergileri[2] Kanunu’nun 39’uncu maddesi ile yürürlüğe girmiştir. İlgili maddede; verginin mükellefi, matrahı, nasıl beyan edileceği vb. konular açık bir şekilde yazılmış olmakla beraber, devamında gelir ve kurumlar vergisi uygulamasında gider kaydedilemez hükmü yer almaktadır. 6802 sayılı Gider Vergisi Kanunu’nun gerekçesinde esas olarak çıkartıldığı tarihte üretim üzerinden alınan vergilerin, işletmelerin gelişmesine ve büyümesine engel olması nedeni ile Gider Vergileri Kanunu oluşturulmuştur. Aşağıda açıklanacağı gibi özel iletişim vergisinin üretimden daha çok hizmet giderleri olarak ifade edilen giderler üzerinden tahsil edildiği görülmektedir. Tüketiciler üzerinde aynı KDV,  Özel Tüketim Vergisi gibi bir ek yük olmaya ve beyan üzerinden alınan vergilerden daha çok devlet için bir dolaylı gelir kaynağı olarak görüldüğü sürece, yönetenler tarafından alınmaya devam edeceği itirazsız kabul görmektedir.

ANAHTAR KELİMLER: Vergi, Gider Vergisi, Ek Vergi, Deprem Vergisi, Özel İletişim Vergisi, Elektronik Haberleşme, Tüketici, Doğal Affet, Deprem


 1. ELEKTRONİK HABERLEŞME, YETKİLENDİRME VE KURALLARI

11.05.2008 tarih 5809 sayılı kanunla[3] düzenlenen elektronik haberleşme kanunun amaç kısmında  sektöründe düzenleme ve denetleme yoluyla etkin rekabetin tesisi, tüketici haklarının gözetilmesi, ülke genelinde hizmetlerin yaygınlaştırılması, kaynakların etkin ve verimli kullanılması, haberleşme alt yapı, şebeke ve hizmet alanında teknolojik gelişimin ve yeni yatırımların teşvik edilmesi ve bunlara ilişkin usul ve esasların belirlenmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.

Kanunun kapsamında;

(1) “Elektronik haberleşme hizmetlerinin yürütülmesi ve elektronik haberleşme alt yapı ve şebekesinin tesisi ve işletilmesi ile her türlü elektronik haberleşme cihaz ve sistemlerinin imali, ithali, satışı, kurulması, işletilmesi, frekans dâhil kıt kaynakların planlaması ve tahsisi ile bu konulara ilişkin düzenleme, yetkilendirme, denetleme ve uzlaştırma faaliyetlerinin yürütülmesi bu Kanuna tabidir.

(2) Millî güvenlik ve kamu düzeni ile olağanüstü hal, (…)1 seferberlik, savaş hallerinde ve doğal afet durumlarında elektronik haberleşme hizmetlerinin sağlanmasına ilişkin özel kanunların ve 16.7.1965 tarihli ve 697 sayılı Ulaştırma ve Haberleşme Hizmetlerinin Olağanüstü Hallerde ve Savaşta Ne Suretle Yürütüleceğine Dair Kanun, 9.4.1987 tarihli ve 3348 sayılı Ulaştırma Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, 16.6.2005 tarihli ve 5369 sayılı Evrensel Hizmetin Sağlanması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 3.7.2005 tarihli ve 5397 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 4.5.2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun hükümleri saklıdır.

(3) Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığı ve kuruluş kanunları ile Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde belirtilen görev sahaları ile ilgili konularda olmak üzere Dışişleri Bakanlığı, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün elektronik haberleşme cihaz, sistem ve şebekeleri ile bedeli bu kurumlar tarafından ödenerek işletmeciler tarafından kurulan veya kurulacak elektronik haberleşme cihaz, sistem ve şebekeleri hakkında 36 ncı ve 39 uncu maddeler hariç, bu Kanun hükümleri uygulanmaz” belirlenmiştir.

Yine kanunda ilkeler bölümünde haberleşme alt yapısının kurulması, işletilmesi, makul bir ücret karşılığında yararlanması, rekabetin sağlanması, elektronik haberleşme ağında tarafsızlığın sağlanması ve benzeri gibi birçok maddeyi de kanun bünyesinde taşımaktadır. Elektronik haberleşmede yetkili merciler ve görevleri asasında başlıca sayılan bakanlığın (Ulaştırma Bakanlığı) görevleri arasında kanunun 5/f maddesinde “Elektronik haberleşmenin doğal afetler ve olağanüstü haller nedeniyle aksamamasını teminen gerekli tedbirleri almak ve koordinasyonu sağlamak. Haberleşmenin aksaması riskine karşı önceden haberleşmenin kesintisiz bir biçimde sağlanmasına yönelik alternatif haberleşme alt yapısını kurmak, kurdurmak ve ihtiyaç durumunda söz konusu sistemi devreye sokmak.” olarak belirlenmiştir. Kanunun 5 md. sayılan yükümlülükleri yerine getirmek, tüm bu faaliyetlere yönelik uygulama usul ve esaslarını belirlemek, kurulum, uygulama ve işletim süreçlerini planlamak, yürütmek ve koordine etmek.

Diğer taraftan işletmecilerin yükümlülükleri de bu kanunda düzenlenmiştir. Kanunun 12/ğ maddesinde “Afet durumlarındaki haberleşmenin kesintisiz devam edebilmesi için gerekli tedbirlerin alınması” şeklinde düzenlenmiştir.

Son yaşanan ve toplam 10 il ve daha fazlasında deprem faciasını yaşayan illerimizde bakanlık ve onun yetkilendirmiş olduğu GSM ( Cep telefonunda kullanılan ve bir iletişim protokolü ) operatörleri kanunda sayılan ve kendilerine verilen görevleri uzunca bir zaman yerine getiremez duruma gelmişler, kamuoyunun haber alma hakkı ile arama ve kurtarma işlemelerinin yerine getirilmesini zamanında,  eksiksiz ve kanunda öngörülen şekilde yerine getiremez hale gelmişlerdir.

2.DENETİM VE CEZAİ UYGULAMALAR

Ulaştırma Bakanlığı, re’sen veya kendisine intikal eden ihbar veya şikâyet üzerine, bu Kanunda belirlenen görevleri ile ilgili olarak elektronik haberleşme sektöründe yer alan gerçek ve tüzel kişileri denetleyebilir, denetlettirebilir. Mülki amirler ve diğer kurumlar denetim sürecinde her türlü kolaylığı gösterirler. Denetim yapanlar inceleme veya denetime giderken yanlarında denetimin konusunu, amacını ve yanlış bilgi verilmesi halinde idarî para cezası uygulanacağını gösteren bir yetki belgesi bulundururlar. Haklarında denetim yapılanlar her türlü kolaylığı sağlamakla yükümlüdürler. Denetim sürecinde çeşitli kurumlardan uzaman talebinde bulunabilirler. Kurumun denetim faaliyetlerinde görevlendirilen personeli ile bu faaliyetlerin yönetim ve koordinasyonunu sağlayan görevlilerine görevleri sona erdiğinde, Kurumca, elektronik haberleşme sektöründe bağımsız denetçilik yapabileceğine ilişkin bir belge düzenlenir. Devlet memurluğu hakkındaki düzenlemelerde belirtilen koşulları kaybetmedikleri sürece elektronik haberleşme sektöründe bağımsız denetçi olarak görev alabilirler.

Kurum, kanunlar çerçevesinde denetim hakkını kullanarak “kullanım hakkı ve diğer yetkilendirme şartlarına uyulmasının izlenmesine ve denetlenmesine aykırılık halinde işletmecilere bir önceki takvim yılındaki net satışlarının yüzde üçüne kadar idarî para cezası uygulanır. Millî güvenlik, kamu düzeni veya kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesi ve kanunlarla getirilen hükümlerin uygulanması amaçlarıyla gerekli tedbirleri alır. Gerektiğinde tesisleri tazminat karşılığında devralmaya, belirlediği süre içerisinde yetkilendirme ücretinin ödenmemesi ya da ağır kusur halinde verdiği yetkilendirmeyi iptal etmeye yetkilidir. Yetkilendirmelerin iptalini gerektiren hallerde Bakanlığın görüşünü alır. İşletmecinin işe yeni başlaması ve bir kazanç elde edilip, edilmemesi, iyi niyet ve kendiliğinden bildirimlerde bin liradan bir milyon liraya kadar idarî para cezası ile bu Kanunda belirtilen diğer idarî yaptırımları uygulamaya yetkilidir.

Kurumun belirlediği usul ve esaslar çerçevesinde elektronik haberleşme tesisleri ile ilgili bildirimlerin yapılmaması veya güvenlik sertifikası alınmadan kurulması veya Kurum veya Kurum tarafından yetki verilen kuruluşlarca yapılacak ölçümler sonucu, “kurum tarafından belirlenen elektromanyetik alan şiddeti limit değere uygun bulunmaması hallerinde, bunların sahibine bu Kanuna ekli ücret tarifesinde belirlenen ruhsatname ücretinin elli katı idarî para cezası her bir cihaz için ayrı ayrı “ uygulanır.

Kurum, hizmet sunucularının yetkilendirilmesi ve bu yetkilerin izin almadan kullanılması durumunda belirlenen cezaları dışında hizmet sunumlarının kalitesinin denetlenmesini yeterli ölçüde yapmak ve bunu kamuoyuna açıklaması kamusal bir bilgi alma hakkıdır. Anayasanın 22 maddesindeki tüm vatandaşlara verilen haberleşme hakkının korunmasının sağlanması zorunludur.

GSM operatörlerinin yetkilendirilmeleri ve bu yetkilerini kullanırken ortaya çıkan can ve mal kayıplarına sebep olması; bir hizmet ihmali olabilmektedir. Bu ihmalin boyutlarının ortaya çıkarılması hem kurumun yetkisinde hem de yargıya taşındığında mahkemelerin belirleyeceği ölçüler içerisinde olmalıdır. İlgili Bakanlık telekomünikasyon şirketlerinin olağan üstü durumlarda neden çalışmadığı ve yasada belirtilen kurumun önceden önlem alma görevini yerine getirip getirmedikleriyle ilgili her hangi bir açıklama henüz yapmamıştır.

3. ÖZEL İLETİŞİM VERGİSİNİN YASAL DAYANAĞI, KAPSAM VE MEVCUT UYGULAMA

6802 sayılı Gider Vergileri Kanunu, Madde 39 -

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuyla görev veya imtiyaz sözleşmesi imzalamak suretiyle veya 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu uyarınca bu Kuruma bildirim yapılması veya bu Kurumca kullanım hakkı verilmesi yoluyla yetkilendirilen veya yetkilendirilmiş sayılan işletmecilerin" (kablo TV altyapısı üzerinden teknik olarak verilebilecek her türlü hizmetleri dışında (görev sözleşmesi ile ulusal egemenlik kapsamındaki uydu yörünge pozisyonlarının hakları, yönetimi ve işletme yetkisine sahip olanlar hariç);" telekomünikasyon alt yapısı kurup işleten veya telekomünikasyon hizmeti sunan işletmecilerin,

a) Her nevi mobil telekomünikasyon işletmeciliği kapsamındaki (ön ödemeli kart satışları dâhil) tesis, devir, nakil ve haberleşme hizmetleri % 10,[4]

b) Radyo ve televizyon yayınlarının uydu platformu ve kablo ortamından iletilmesine ilişkin hizmetleri % 10,

c)(5838 sayılı kanunun 14 üncü maddesiyle değişen bent. Yürürlük; 01.03.2009) kablolu, kablosuz ve mobil internet servis sağlayıcılığı hizmeti % 10

d) (5838 sayılı Kanunun 14 üncü maddesiyle eklenen bent. Yürürlük; 01.03.2009) (a), (b) ve (c) bentleri kapsamına girmeyen diğer (5904 sayılı Kanunun 34 üncü maddesiyle değişen ibare. Geçerlilik;10.05.2009. Yürürlük; 03.07.2009)elektronik haberleşme hizmetleri %10,

Oranında özel iletişim vergisine tâbidir

“Birinci fıkradaki oranları ayrı ayrı veya birlikte sıfıra kadar indirmeye, iki katına kadar artırmaya”"Birinci fıkradaki % 25 ve % 15 oranlarını ayrı ayrı veya birlikte % 5'e, % 5 oranını ise sıfıra kadar indirmeye ve bu oranları kanuni oranlarına kadar artırmaya Cumhurbaşkanlığı (Bakanlar Kurulu), vergiye ilişkin usul ve esasları belirlemeye, ön ödemeli hatlara yapılan yüklemelerin farklı oranlara tabi hizmetlerde kullanılması hâlinde fazla tahsil edilen vergiyi kullanıcıya ödenmesi koşuluyla mükellefe iade ettirmeye, verilmesi gereken beyannamelerin şekil, içerik ve eklerini belirlemeye Hazine ve Maliye Bakanlığı yetkilidir."

Mobil telefon aboneliğinin ilk tesisinde (operatör değişiklikleri hariç, 2023 yılı için) 260 TL ayrıca özel iletişim vergisi alınır. Bu tutar, her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre belirlenen yeniden değerleme oranında artırılmak suretiyle uygulanır. Hesaplanan tutarın yüzde beşini aşmayan kesirler dikkate alınmaz. Bakanlar Kurulu, bu şekilde tespit edilen tutarı % 50’sine kadar artırmaya veya yarısına kadar indirmeye yetkilidir.

Verginin mükellefi; birinci fıkrada sayılan telekomünikasyon hizmetlerini sunan işletmecilerdir. Verginin matrahı, katma değer vergisi matrahını oluşturan unsurlardan teşekkül eder. Bir aya ait özel iletişim vergisi, izleyen ayın on beşinci günü akşamına kadar beyan edilerek aynı süre içinde ödenir. Bu verginin beyan ve ödenmesine ilişkin olarak 47 ve 48’nci madde hükümleri uygulanmaz.

Bu maddede hüküm bulunmayan hallerde, 3065 sayılı Katma Değer vergisi Kanunu hükümleri uygulanır. Telekomünikasyon işletmecilerinin imtiyaz veya görev sözleşmeleri, ruhsatlar veya genel izinler uyarınca Hazineye ödeyecekleri payın hesaplanmasında özel iletişim vergisi dikkate alınmaz. Özel iletişim vergisi düzenlenecek faturalarda ayrıca gösterilir.

Bu vergiye ilişkin usul ve esaslar ile verilmesi gereken beyannamelerin şekil, muhteva ve eklerini belirlemeye Maliye Bakanlığı yetkilidir.

Yukarıdaki yasal dayanak incelendiğinde iki önemli husus öne çıkmaktadır;

a) Verginin mükellefi; birinci fıkrada sayılan telekomünikasyon hizmetlerini sunan işletmecilerdir. Verginin matrahı, katma değer vergisi matrahını oluşturan unsurlardan teşekkül eder. Bir aya ait özel iletişim vergisi, izleyen ayın on beşinci günü akşamına kadar beyan edilerek aynı süre içinde ödenir.

b) Bu vergi, katma değer vergisi matrahına dâhil edilmez, gelir ve kurumlar vergisi uygulamasında gider kaydedilmez.

Bakanlar Kurulu, % 25 oranını % 10’a, % 15 oranını ise ayrı ayrı veya birlikte % 5’e kadar indirmeye ve bu oranları kanuni oranlarına kadar artırmaya yetkilidir.

 

 

4. GEÇEN SÜREDE NE KADAR DEPREM (ÖZEL İLETİŞİM) VERGİSİ TOPLANDI

1999 yılında Gölcük’ de yaşanılan deprem nedeniyle,  4481 sayılı Kanunla, depremde zarar gören vatandaşlar kapsamı dışında bırakılarak, mükelleflerin 1998 yılında beyan edilmiş olduğu gelir veya kurumlar vergisi matrahları ile söz konusu yılda elde edilen ve belli miktarın üzerindeki ücretler, bina, arsa ve araziler, motorlu taşıtlar ile cep telefonları üzerinden tek seferlik ek vergi alınması öngörülmüştü.

Deprem giderlerinin karşılanması amacıyla düzenlenen, halk arasında DEPREM VERGİSİ olarak bilinen ÖZEL İLETİŞİM VERGİSİ, 31.12.2000 tarihine kadar geçici olarak alınması öngörülürken, kalıcı hale getirilmiştir.

Yıllara göre hangi vergi çeşitlerinden ne kadar vergi toplandığı Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın bütçe gerçekleşmeleri açıklamalarından elde etmek mümkündür. Buna göre 2000-2022 yıllarını kapsayan 23 senede toplam, 87 milyar 998 milyon lira özel iletişim vergisi toplanmıştır. 2003-2022 arasındaki 20 yıllık AK Parti iktidarında toplanan deprem vergisi ise 86 milyar 138 milyon lira olmuştur.

Uzun yıllar her sene 3-4 milyar civarında seyreden özel iletişim vergisi geliri enflasyonun yükselmesiyle birlikte 2021’de 6,62 milyar liraya; 2022’de ise 9,3 milyar liraya yükselmiştir. [5]

Deprem için toplanan ve adı halk arasında Deprem Vergisi olarak bilinen vergilerin nereye harcandığı bilinmemekle birlikte eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2011 Van depreminden sonra yaptığı açıklamada toplanan paraların duble yollar, havalimanları ve sağlık harcamalarında kullanıldığını söylemişti. Şimşek, deprem vergileri için şu ifadeleri kullanmıştı: “Bu, duble yollara gidiyor, demiryollarına, havayollarına, çiftçimize, eğitime gidiyor.”

 Ancak, devletin gelirleri tek hazinede toplanıyor. Bütün harcamalar, bu hazineden harcanıyor. Buna vergi teorisinde bütçede genellik ilkesi deniliyor. Bir hizmete karşılık gösterilmeksizin tüm kamu gelirleri tüm kamu harcamaları için toplanıyor. Bu yüzden toplanan deprem vergilerinin doğrudan deprem harcamalarının finansmanında kullanılıp kullanılmadığını belirlenememektedir. Bu tek bir amaç için alınan vergilerin genel bütçe içerisinde genel harcamalar için yapılması her ne kadar Sayıştay denetimine tabi olsa da doğrusu gelirin takibi, şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkelerine, fon oluşturma anlayışına uygun düşmemektedir.

Halktan ne adla toplanıyor ise vergilerin o alana özgülenmesi ve ilgili yer için harcanması fon yönetimi muhasebesi açısından düşünülmelidir. Fon muhasebesi konusunda “Devletler vergi mükelleflerinden deprem amaçlarıyla topladıkları fonları fon muhasebesi yöntemine göre yönetmekle ve yerinde harcamakla yükümlüdürler. Devlet genellikle belirli bir amaç için yasal düzenlemelerle fonları toplarlar.  Fon muhasebesi, bu fonların kullanımına ilişkin bir sınırlama ve kısıtlamanın gözetilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda fon muhasebesinin odağı iyi yönetişim ve hesap verebilirliktir.

Fon muhasebesi yöntemi, fon teorisi üzerine kurulmuştur. Fon teorisi belirli faaliyet ve olayları, muhasebe işlemlerinin temeli olarak kabul eder. Bu yöntemde, fon deprem için toplanmışsa, fonun deprem amacıyla kullanılması gerekir.  Fon şu an işsizlik sigortası fonu gibi işletilerek nemalandırılır.

Fon muhasebesi yöntemde, fonun nakit ve diğer mali kaynaklara ait hesapları bunlarla ilişkili borç ve alacaklarla birlikte ve bunlarda meydana gelen değişiklikleri, belirlenmiş yönetmelikler ve sınırlamalar çerçevesinde bazı amaçlara ve belli faaliyetleri yürütme amacına uygun olarak birbirinden ayrılmış ancak dengeli olarak kayda geçen bağımsız mali ve muhasebe yöntemidir.”[6]  Ancak deprem vergisi(ÖİV) ihtiyaç duyulan amaçlardan sapılarak, genel bütçe içerisinde değerlendirilmiş ve yukarıda eski Maliye Bakanın ifade ettiği gibi farklı ihtiyaçlar için kullanılmıştır.

Belirli bir amaç için özgülenmesi gereği sınırlı bir amaca hizmet etmesi ve o ihtiyaçlar için kullanılması fon yönetiminin kendi bağımsız karakterinden de kaynaklanmaktadır.

5.TÜKETİCİ AÇISINDAN DEPREM (ÖZEL İLETİŞİM ) VERGİSİ

Yukarıda anılan kanun metninden anlaşılacağı üzere kanun koyucu her ne kadar Özel İletişim Vergisi’nin  (ÖİV) mükellefini, telekomünikasyon hizmetlerini sunan işletmeciler olarak belirlemiş ise de esas olarak telekomünikasyon hizmetlerini sunan işletmeciler nihai tüketicilerden bu vergileri faturalarla toplayarak ilgili idareye beyan etmekte ve ödemektedirler.

Tüketiciler veya nihai kullanıcılar açısından ise bu gelirleri üzerinden beyan ettikleri vergilerden ayrı olarak ödemiş oldukları bir vergi olmaktadır. Hiç bir suretle herhangi bir gelir üzerinden elde edilen vergiden ödemiş oldukları ÖİV indirememektedirler. Her telefon kullanıcısının ödemiş olduğu bu vergi her yıl Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın belirlemiş olduğu yeniden değerleme tutarları kadar artırılmaktadır. Bu tutar çoğu zaman ücretle çalışanlara yapılan zamlardan daha yüksek bir tutarı bulmaktadır.

Hâlbuki vergi, yapısı itibariyle devlet ve devletin uyruğunda olan yurttaşları arasında yapılmış olan bir ( verginin kanunla konulup kanunla kaldırılması)[7] sözleşmedir. Bu sözleşme karşılığında devlet yurttaşlarına tam kamusal mal ve hizmet sunar. Tam kamusal mal ve hizmet sunumu devletin asli unsurlarındandır ve varlık nedenlerinin başında gelmektedir.

Tam kamusal mal ve hizmetlerin temel özellikleri şöyle sıralanabilir;[8]

1-Parçalanamaz ve bölünemez

2-Birimlere(ölçümlemeye)ayrılamaz

3-Tüketimi kısıtlanamaz ve sınırlanamaz

4-Dışsallık yayar,

5-Beleşçiliğe (vatandaşlar tarafından karşılıksız kullanmaya) uygundur

6-Etkin fiyatlama yapılamaz

7-Yukarıdaki altı özellik nedeniyle özel sektörce üretilemez

Devlet tarafından üretilen ve sunulan tam kamusal mal ve hizmet kapsamında” Temel İletişim Hizmetleri (posta, telefon altyapısı vb.)” bulunmaktadır. Tüketicilere vergisi alınarak karşılıksız yapılması gereken hizmetler devletin, vatandaşı ile yapmış olduğu sözleşmeye uymayarak ek bir vergi ihsas edilmiştir. Alınan bu vergi de sürekli hale getirilerek, devlet ile vatandaş arasında yapılan sözleşmeye uygun düşmemektedir. Çağdaş devletlerde artık zora dayalı vergi koyma anlayışından çıkıp, devlet ile yurttaş arasında yapılan sözleşme gereği, vergi karşılıklı etkileşim, paylaşım, bölüşüm ve yönetişim, şeffaf bir anlayış haline gelmiştir.

SONUÇ

Devlet ile uyruğunda bulunan vatandaşlar arasında yapılmış olan sözleşme gereği sunulan mal ve hizmetler bir vergi karşılığıdır. Ödenen vergiler karşılıksız değildir. Devletin sunması gereken TAM KAMUSAL mal ve hizmetlerin karşılığıdır. Bunlar için ek vergi alınması ve yaygın olarak bütün vatandaşları kapsaması anayasanın eşitlik ilkesine ve verginin vatandaşın mali gücüne göre alınması ilkesini bozmaktadır. Adaletsiz bir vergi sistemi gelir dağılımını eşit yurttaşlık ilkesini ve bireyin hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırıcı etkileri ortaya çıkarmaktadır.

Ülkemizde yaşanan son depremler de gösterdi ki, iletişimi sağlayanlar ile bunları denetleyenlerin tam kanunda belirlenen hak ve sorumluluklarını yerine getiremedikleri, yaşanılan aksaklıklarla ortayı çıktı ki,  ihtiyaçlar fazlasıyla kamuoyunun bilgisi dâhilinde ortada durmaktadır. Arama ve kurtarma faaliyetlerini aksatıp, kurtarma ekiplerinin sağlıklı bir can kurtarma çalışmaları yürütmelerini sağlayamamamın yanında Anayasanın 22. Md.’sine göre halkın doğru haber alma hakkının yerine getirilmesini de sağlayamamışlardır.

Kanunla, bakanlığa “Elektronik haberleşmenin doğal afetler ve olağanüstü haller nedeniyle aksamamasını teminen gerekli tedbirleri almak ve koordinasyonu sağlamak yasal bir görev olarak verilmiştir. Haberleşmenin aksaması riskine karşı önceden haberleşmenin kesintisiz bir biçimde sağlanmasına yönelik alternatif haberleşme alt yapısını kurmak, kurdurmak ve ihtiyaç durumunda söz konusu sistemi devreye sokmak” ihtiyacını yerine getirememişlerdir. Kanundan kaynaklanan hakları kamu idareleri yerine getirerek afet nedeniyle sunulamayan ayıplı hizmetleri dolayıysa iletişim operatörlerinin görevleri ve sorumlulukları yeniden gözden geçirilmelidir.

Belirli amaçla toplanan vergilerin bir fon özelliği taşıdığıdır.  Fon muhasebesi kuralları içerisinde, bu fonların kullanımına ilişkin bir sınırlama ve kısıtlamanın gözetilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda fon muhasebesinin odağı, iyi yönetişim ve hesap verebilirlik olmaktadır. Toplanan Deprem Vergileri, bu anlayışın dışında değerlendirilerek her defasında halkın belirli amaç için katlandığı maliyeti, tekrardan önüne bir defa daha konulmak zorunda kalınmamalıdır.

Deprem vergisi olarak konulan daha sonra sürekli bir vergi haline getirilen Özel İletişim Vergisi, tam kamusal bir hizmet olması ve “iletişimin ve haberleşmenin” devletin temel görevleri arasında olması nedeniyle yeniden gözden geçirilmelidir. Alınması halinde ise fon yönetimi anlayışıyla tek bir amaç için özgülenmelidir.

20.02.2023

[1] SMMM- Bağımsız Denetçi Sorumlu Ortak

[2] 23.7.1956 ve Sayı: 9362 sayılı R.G. 6802 sayılı Kanun.

[3] 10.11.2008 tarih Sayı: 27050 Mükerrer R.G 5809 Sayılı Kanun.

[4] 6518 sayılı Kanun’un 3. mad. ile değişen ibare. Yür:01.03.2014

[7] 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 6 “Vergi Ödevi”ni 73’üncü maddesinde düzenlemektedir. Buna göre, “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. Vergi, resim ve harçlar ve benzeri mali yükümler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir” (m. 73).

[8]  EROL, Ahmet ”Vergi Felsefesi ” İstanbul, 2011,İSMMO  Yay. no:140, s.107.

Etiketler: , , , ,

17 Şubat 2023 Cuma

 

KIRMIZI PAZARTESİ

Ertuğrul KILIÇ

Sihirli ve mantığımızın almadığı derinden gelen bazı zamanlar olur. Aslında rengini yansıtan şey, ona bizim vergimiz addır.  Yaşadıklarımıza bakıldığında ortada bir suç var mı? Yok mu? Suçu kim işledi? Herkes biliyordu da kimse neden ona ses çıkarmadı, ya da az sesi çıktı dikkate alınmadı mı, bu çok tartışılacak?

Ne kadar çok soru insanın aklına geliyor. Bazen oluyor ki, her şeyi herkes biliyor ancak kimse ses çıkarmıyor, uyuyan uyanır diye ya da uyuma numarası yapanlar rahatsız olur diye, kimse uyartmaya çalışmıyor. Uykudan uyanınca herkesin felaketi olacağı düşünülüyor belki de. Ya da herkes bazen hiçbir sorun yokmuş gibi bütün sorunları halının altına süpürür. Vardır ama yoktur.  Gerçeği bazen saklarız söylemeyiz. Bazen yalan söyleyerek gerçeğin ortaya çıkmasını geciktiririz.

İç çatışmalarımız vardır. Bunlar toplumsal olaylarda da tezahür eder. Siyasiler çoğu zaman gerçekleri söyleyeceklerine dolambaçlı yollardan söylerler. Bazen de gerçek olmayan şeyleri abartılı bir şekilde anlatırlar, halk dilinde buna köpürtme de denilir. Toplumsal iç çatışmalar ve dinamikler her zaman gerçekleri değil de yalan ve yanlış olan şeyleri çok daha çabuk kabul eder. Toplum neden yalanları çok çabuk kabul eder de gerçeklere direnir ki? Bu durum her zaman üzerinde düşünülmeye ve açıklanmaya muhtaçtır.

Bazen bir olayı anlatmak doğrudan çok zordur. Onun için metafor kullanılır ve bir benzetmeyle anlatılır. Bu makalenin başlığı da bizim deprem konusuna ne kadar benziyor. Her şey biliniyor ama kimse var mı?, Sesim duyuluyor mu?, diye ses çıkaramıyor. Latin Amerika Edebiyatı'nın en tanındık yazarlarından Gabriel García Márquez’in 1981 tarihli “Kırmızı Pazartesi “adlı kısa romanı. Bizim yaşadıklarımıza benzemesi açısından ne kadar gerçek. Kırmızı Pazartesi romanının konusu ise kısaca şöyledir:” Genç ve zengin, ancak zenginliğinin nereden geldiği bir sır olan Bayardo San Román, bir gün yolda gördüğü Ángela Vicario ile evlenmeye karar verir ve gösterişli bir düğün yapabilmek için parasını cömertçe harcamaya başlar. İstediği her şeye sahip olan Bayardo San Román, Ángela Vicario’yu da elde etmekte zorlanmaz. Gerdek gecesi eşinin bakire olmadığını fark eden Bayardo San Román, aynı gece Ángela’yı baba evine geri götürür. Bunun üzerine, ikiz kardeşler Pedro ve Pablo kız kardeşlerinin yaşadığı bu felâkete kimin sebep olduğunu sorar ve Arap kökenli Santiago Nasar’ın ismini duyar duymaz ellerine geçirdikleri bıçaklarla sokağa fırlarlar. Gece boyunca herkese Santiago Nasar’ı öldüreceklerini söyledikleri halde kimse onlara inanmaz ya da inanmak istemez. Halk, Santiago Nasar’ın öldürüleceğini bile bile sessiz kalmayı tercih eder.”

Pazartesi sabaha karşı toplumumuz gerçekliği bilinen bir deprem yaşadı. On ilde büyükçe bir deprem oldu ve üst üste olması nedeniyle de büyük denecek bir felaketle karşı karşıya kaldık. Defalarca devletin ve bilim dünyasının bildiği bir deprem göz göre göre geldi. Depremin geleceği çok belli olmasına rağmen kimse buna önlem almadı ve sesiz kaldı.

Bu depremin gerçekleşeceğini bilen yöneticiler, çeşitli senaryolar yaparak, deprem konusunda bir deprem tatbikatı bile yapmıştı. Sonuçları üzerine çalışmış, muhtemel etkilerini de ortaya koymuştu. Gerçi her deprem olduğu döneminde televizyonlarımız ve basınımız çeşitli bilim adamlarını kamuoyu önüne çıkarır, onlardan depremin nasıl olduğu ve gelecekte nasıl olacağı konusunda düşüncelerini alırlar. Deprem olduktan sonra siyasiler çıkar, halkımızın başı sağ olsun en kısa zamanda yaraları saracağız diye demeçler verirler. Büyükçe büyükçe şeylerden bahsederler.

Sonuçları belidir. Doğa kendi kurallarını uygular, kendi hareket yasasına karşı çıkanı önlem alınmamışsa yerle bir eder. Depremin öldürücü olduğunu bildiği halde kimse yeterli önlemi almaz. Ses çıkarmaz, bir yığın geçici işler yaparak gerçeğin tam olarak kavranmasına da izin vermez. Uygun yasalar çıkarmaz, çıkarılan yasaları uygulamakta tereddüt gösterir, yıkıma uğrayacak ve can kayıbı yaşayacak kentlerimizi sağlamlaştırmaz.

Sonucu bilinen, yaşama karşı ölümü tercih etmek, bu bir insanlık suçudur. Bu suçu kabullenmek ve gelecekte olacağı belli olaylar hakkında daha kararlı ve halka yalan söylemeden bir pozisyon almak belki biraz kabul edilebilir bir durumdur. Üst üste yaşanılan depremler gerçek bir olgu olarak ortada dururken, buna önlem almamak, başlıca insan kayıbı olmak üzere milyar dolarları bulan ekonomik bir kayıpla karşı karşıya kalmaktayız. Belki de yıllarca sürecek toplumsal sarsılmışlık maddi kayıplardan daha önemli bir hal alacak.

Romandaki gibi sonucu bilinen Kırmızı Pazartesi bizim için sonucu bilinen kap kara pazartesi olarak toplumsal belleğimize kazındı. Ancak, bunca sonucu bilinen bir doğa olayına sessiz kalmak toplumca da bir insanlık suçudur. Yalan ve yanlışı daha çabuk kabul etmeden gerçekliğimizi yüksek bir sesle ifade etmenin ve daha etkili önlemler almanın zamanı geldi de, geçiyor sanıyorum.

17.02.2023

TÜRKİYE SOLUNDA BİR “DENİZ BAYKAL” GELİP GEÇTİ

ERTUĞRUL KILIÇ

Öncelikli olarak yaşadığımız deprem, geçtiğimiz süreç, toplumsal bir travma olarak hayatımızda yer edindi. Büyük bir yer sarsıntısı toplumda zayıf ve eksik olan şeyleri adeta gözümüze sokacak şekilde açığa çıkarması, içimizi derinden yaralamaktadır. Bunun yanında olağanüstü toplumsal dayanışma, değerlerimizi ve birlik kültürümüzü yitirmediğimizi göstermesi de övünülecek bir haslet olarak belleklerde yer etti. Bütün halkımızın başı sağ olsun ve yakınlarını kaybedenlere sabırlar diliyorum. Depremden zarar görenlerin bütün acılarının giderilmesi yanında yeni bir hayat kurmalarının bir önce sağlanması için her türlü toplumsal dayanışmanın sağlanması bu yaraları azaltacak ve tedavi edecektir.

Deniz Baykal, uzunca sayılacak bir toplumsal siyasi tarihi dönemin aktörü. Kimilerine göre siyasi bir iflah olmaz müzmin muhalif, kimilerine göre siyasi hırslarına hapis olan bir siyasi lider. Ama siyasi hayatı, parti içi mücadelenin en önde giden muhalefet lideri ve bu mücadele sonucunda elde edilmiş bir genel başkanlık. Baykal, her defasında çalkantılı bir dönemin parti içi ve/veya toplumsal hayatınsiyasalbir aktörü oldu.

Baykal, 1938 yılında Antalya'da doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Baykal, 1960 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne asistan olarak girdi. Doktora çalışmalarını tamamladıktan sonra iki yıl ABD'de kalarak, üniversitelerde akademik çalışmalarını sürdürdü.

Yurda dönüşünden sonra, Bülent Ecevit’in 14 Mayıs 1972'de CHP Genel Başkanlığına seçilmesinden sonra siyasal bilgiler fakültesinde öğretim üyesi iken, siyasete taşıdığı Deniz Baykal, yer aldığı partilerin içindeki mücadeleleriyle öne çıktı.

Baykal, 1973 yılında Antalya'dan milletvekili seçildi.

Ecevit'in başbakanlığında kurulan CHP-Milli Selamet Partisi (MSP) koalisyon hükümetinde Maliye Bakanı oldu. CHP-MSP koalisyonu, Kıbrıs Barış harekâtından sonra anlaşmazlığa düşerek hükümet dağıldı.

CHP'nin 14 Aralık 1974 tarihinde yapılan kurultayında, hükümetin dağılması ve parti içinde ''demokratik sol'' ve ''ortanın solcuları'' kavramı üzerindeki tartışmalar da eklendi. Kurultaydan sonra Baykal, genel sekreter yardımcılığına getirildi.  Parti içerisindesürdürülentartışmalarda Baykal, çalışma yöntemleri ve yönetim anlayışından kaynaklanan anlaşmazlıklar nedeniyle 8 Mart 1976'da bu görevinden istifa etti. Merkez Yönetim Kurulu'nun 4 üyesi de Baykal ile hareket etti. CHP tarihinde bu olay ''5'ler Hareketi'' olarak yer aldı.

1977 yılında yapılan seçimlerde CHP yüzde 41,4 oy oranı ile 213 milletvekili çıkardı. Ecevit, azınlık hükümetini kurdu, ancak güvenoyu alamadı. Bülent Ecevit, AP'den istifa eden 11 bağımsız milletvekili ile Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) ve DP'nin desteğinde, kurulan hükümette Deniz Baykal, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı oldu.

24 Mayıs 1979 tarihinde yapılan CHP'  kurultayında 1976 yılında kaldırılan Parti Meclisi'nin yeniden oluşturulması ve tüzüğe konulması tartışmalarıyla gidildi.

Parti içi muhalefeti oluşturan Deniz Baykal, parti içerisinde bir uyumun olması için Parti meclisinin gerekli olduğunu Ali Topuz’la birlikte savundu. Ancak yapılan kurultayda önermiş olduğu parti meclisinin tekrardan parti tüzüğüne konulması kabul görmedi. 1979 yılında yapılan ara seçimlerde beş milletvekilliğini AP partisi kazandı.

Toplumsal çalkantılarının yaygın olarak genişlemesi ve çeşitli toplumsal olayların hızla toplumun her kesimine yayılması sonucu 12 Eylül 1980 yılında ordu yönetime el koydu. Parlamento feshedildi, siyasi partilerin faaliyetleri yasaklandı. Deniz Baykal da göz altına alınan bir siyasetçi oldu.

Askeri yönetimin anayasaya koyduğu siyasi yasaklarla ilgili Anayasanın konuya ilişkin Geçici 4. Maddesinin kaldırılıp kaldırılmaması konusunda halk oylamasında gidildi. 12 Eylül sonrasında, 1987 tarihinde halk oylamasıyla Anayasa’da yapılan değişikliklerle yasaklı siyasi liderlere siyaset yapma olanağı yeniden doğdu. Ecevit, kurulmuş olan DSP’nin başına geçti; Baykal ise 12 Eylül sonrası kurulan SHP'de yer aldı. SHP'nin 25 Haziran 1988'de ikinci kurultayı toplandı. Erdal İnönü yeniden genel başkanlığa getirildi,  Parti Meclisi Deniz Baykal'ı destekleyen ekipten oluştu ve Baykal genel sekreter oldu. Baykal görüş aykırılıkları nedeniyle genel sekreterlikten istifa ettikten sonra yapılan kurultaylarda genel başkanlığa üç defa aday olduysa da hiç birinde başarı sağlayamadı.

19 Haziran 1992'de TBMM’de 12 Eylül döneminde kapatılan siyasi partilerin açılabilmesini sağlayan yasa kabul edildi. 9 Eylül 1992 tarihinde CHP yeniden açılarak Türk siyasi yaşamındaki yerini aldı. Baykal, 24 cü kurultay delegeleri ile yapılan 25 ci kurultayda rakibi Erol Tuncer'i geçerek genel başkan oldu.

CHP yeniden kurulup siyasi hayata döndükten sonra Baykal parti içinde başarılı olduysa da genel seçimlerde başarılı olmadı. 18 Nisan 1999 yılında yapılan seçimlerde pati baraj altında kaldı ve Baykal istifa etti. Deniz Baykal, 1 Ekim 2000 tarihinde toplanan 11. Olağanüstü Kurultay'da, yaklaşık 15 ay aradan sonra yeniden CHP genel başkanlık koltuğuna oturdu.

Kaset skandalı olarak tarihe geçen videonun internette yayınlanmasından sonra bir kez daha parti genel başkanlığından istifa etmek durumunda kaldı. Siyasi hayatı sürekli bir mücadele ve çalkantılarla geçen Baykal’ın 12 Eylülden sonra ulusal ve uluslararası, ekonomik ve sosyal olarak solda yaşanılan alternatif toplumsal önermelerin geri planda kalması, ulusal ve yerel bir çıkış olarak ANADOLU SOLU anlayışını politik bir parti anlayışı olarak formüle etti. İngiliz işçi partisi başkanı Toni Blair ‘in seçim propagandasındaki uygulamasından esinlenerek kurultay delegelerinin karşısına parıltılı bir gösteriyle çıkması, ve 1 Mart tezkeresi, Irak krizi konusunda hükümet tarafından 25 Şubat 2003'te TBMM'ye sunulup genel kurulda reddedilen "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükümet' e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi" ne karşı sergilediği karşı duruş, akıllarda kalan bir görüntü olarak parti ve siyasi tarihinde yer aldı.

Yaklaşık Elli yıllık toplumsal ve siyasal tarihimizden bir DENİZ BAYKAL gelip geçti. 

3 Şubat 2023 Cuma

Finansal Mali Tablolardan Kimler Faydalanıyor, Neden Farklılaşıyor? (E-Yaklaşım)


Yazar: Ertuğrul KILIÇ*

E-Yaklaşım / Şubat 2023 / Sayı: 362

I- GİRİŞ

Finansal tablolar, işletmenin belirli bir tarihte finansal durumunu, işletmenin performansını ve işletmenin bir dönemde yaratmış olduğu nakit akışları hakkında kullanıcılara bilgi vermektedirler. Kullanıcılar, bu bilgilere göre karar alma aşamasında fayda sağlayacakları bilgiler vasıtasıyla doğru kararlar almak isterler. Finansal tablolar geçmişe ait olması nedeniyle işletmelerin geçmişine ait finansal durumlarını yansıtır. Bu nedenle de işletmenin röntgenini çekmek ve durumunu olduğu gibi görmek, resim etmek açısından da önemli bir araç olarak görülmektedir. Finansal tabloları ayrıştıran, Vergi Usul Kanunlarına göre hazırlanan mali tablolar ile Kamu Gözetim Kurumu’nun bağımsız denetiminden geçmiş, işletmeler için hazırlanan mali tablolar arasında farklılıklar oluşmaktadır. Bu da ülkemizde işletmelerin % 99,8’nin (KOBİ'ler 2020 yılında toplam girişim sayısının % 99,8'ini oluşturdu)([1]) küçük ve orta boy işletmelerden oluşması düşünüldüğünde amaçlanan faydanın nasıl sağlanacağı ve finansal tabloları oluşturun serbest muhasebeci mali müşavirler ile tablo kullanıcıları açısından belirsiz bir yük haline gelmektedir.

Küçük ve orta boy işletmelerin, MUST’ne göre ve BOBİ FRS’ye göre hangi bilgilerle finansal tabloları hazırlayacağı bu çalışmanın konusu olacaktır.

II- FİNANSAL TABLOLARA GENEL BAKIŞ

Tarihsel olarak çok eski dönemlere dayanan finansal tablolar bir dönem içerisindeki kârlılık sonuçları hakkında bilgi verirler. Muhasebe sistemi, işletmenin finansal olaylarına ilişkin gerçekleşen ve gerçekleşme ihtimali olan bilgileri toplayan ve bunları işleyerek raporlayan bir sistemdir. İlgili verileri toplar, bunları işler ve raporlama aşamasına getirerek sunar. Muhasebe sisteminin verilerini toparlayarak işlediği ve raporladığı tablolara finansal tablolar denilmektedir. Finansal bilginin temelini Finansal tablolar oluşturur. Bilanço (Finansal Durum tablosu), Gelir Tablosu, Nakit Akım Tablosu ve Öz kaynak Değişim Tablosu genel finansal tablolardır([2]).

Muhasebe, işletmedeki mali karaktere sahip ekonomik olayları para birimi belirterek, belirli bir tarih sırasına göre kaydeden muhasebe iki ayrı işlevi daha yerine getirmek durumundadır. Muhasebe kayıtlarını yapan muhasebeciler bu işlevlerden mali tabloları hazırlama ve bu mali tabloları yorumla durumunda kalmaktadırlar. Muhasebe kavramının yerine getirdiği ekonomik olaylara ilişkin raporlama finansal tablo kavramını doğurmaktadır([3]).

İşletmenin sahip olduğu varlıklar ve bu varlıklarda meydana gelen değişiklerle ilgili para ile ifade edilen işlemlerin raporlanması mali tablo kavramını ortaya çıkarmaktadır. İşletme ile yakından ilgilenen sahibi, ortakları, kredi verenler ile diğer ilgililer işletmenin sahip olduğu ve bunların nelerden sağlandığı, nasıl sağlandığı ve bunların nasıl dağıtılacağını bilmek isterler. Muhasebenin bilgi verme işlevi mali tablolarla sağlanmaktadır([4]).

TTK’nun Beşinci kısmında 68 Md.’sinde açılış bilançosu ve yılsonu finansal tablolarında “Tacir faaliyetlerinin başında ve her faaliyet döneminin sonunda, varlık ve borçlarının tutarlarının ilişkisini gösteren finansal tabloyu çıkarmak zorundadır.” Aynı maddenin sonunda Türkiye Muhasebe Standartlarının bu konudaki hükümleri saklıdır demiştir.

Muhasebe terminolojisinde ülkeden ülkeye farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. Muhasebenin bir dili ve sembolleri vardır. Bu dil farklı ülkelerde farklı şekillerde uygulanabilmektedir. Bunun başlıca sebebi ülkelerin kültür yapısına bağlı olarak oluşan muhasebe sistemi ve bu sistemi besleyen diğer unsurlardır. Ekonomik, soysal ve politik yapı ile tarihsel geçmiş, kullanılan muhasebe terminolojisini etkilemekte bunun sonucu olarak muhasebe sembolleri veya diliyle anlatılmak istenen konular farklı algılanabilmektedir([5]). 

III- MUHASEBE UYGULAMA TEBLİĞİNE GÖRE FİNANSAL TABLOLAR

Tek düzen muhasebe uygulama tebliğinin çıktığı zamanlarda adı Maliye Ve Gümrük Bakanlığı olan Devlet Bakanlığı’nın 26.12.1992 tarih 21447 sayılı Resmi Gazete’de, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 175 ve mükerrer 257. maddelerinin Bakanlığa verdiği yetkiye dayanılarak yayınladığı 1 Sıra No.lu Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği’ne göre;

a) Muhasebenin Temel Kavramları,

b) Muhasebe Politikalarının Açıklanması,

c) Mali Tablolar İlkeleri,

d) Mali Tabloların Düzenlenmesi ve Sunulması

e) Tekdüzen Hesap Çerçevesi Hesap Planı ve İşleyişi,

konularında düzenlemeler yapılmış ve bu düzenlemeler Tebliğin ekini oluşturmuştur.

Tebliğin düzenlenme amacı kısmında işletmelerin “bilanço usulünde defter tutan gerçek ve tüzel kişilere ait teşebbüs ve işletmelerin faaliyet ve sonuçlarının sağlıklı ve güvenilir bir biçimde muhasebeleştirilmesi, mali tablolar aracılığı ile ilgililere sunulan bilgilerin tutarlılık ve mukayese edilebilirlik niteliklerini koruyarak gerçek durumu yansıtmasının sağlanması ve işletmelerde denetimin kolaylaştırılması amacıyla yapılmıştır” denilmektedir. Finansal tablolarının ortaya çıkardığı bilgilerden işletme ilgililerinin faydalanması, düzenlemenin bu durumda niteliği ise “Bir işletmenin faaliyet ve sonuçları ile doğrudan ilgili olan kesim sadece o işletmenin sahip veya ortakları değildir. İşletmelerle doğrudan ilgili olan işletme sahip veya ortaklarının yanı sıra o işletme ile ticari, mali ve ekonomik ilişkiler kuran işletmeler veya toplum bireyleri, kredi, finans ve yatırım kuruluşları ile çeşitli kamu kurum ve kuruluşları işletmenin faaliyet ve sonuçları ile ilgilenmekte ve bu konuda sağlıklı ve güvenilir bilgi sahibi olmak istemektedirler. İşletmelerin faaliyet ve sonuçları konusunda bilgi kaynağı ise o işletmenin muhasebe kayıt ve belgeleri ile bunlara dayanılarak hazırlanmış mali tablolardır.” diye ifade ederek işletme ilgililerinin kimler olduğu ve bunların finansal tablolardan beklentisinin sağlıklı ve güvenilir bilgi sahibi olmak istemeleri olarak belirliyor.  Sağlıklı ve güvenilir bilgi esasında işletme ilgililerinin karar almalarını kolaylaştırmayı sağlayacağı, işletmelerin birden çok ihtiyaçlarının işletme ilgilileri tarafından karşılanmasında kolaylaştırıcı rol oynayacağı amaçlanmaktadır.

O zamanki adıyla “Maliye Ve gümrük Bakanlığı” bugünkü adıyla “Maliye Ve Hazine Bakanlığı” “Makro açıdan milli gelir hesapları ve benzeri istatistiklerin çıkarılmasında, kalkınma planlarının hazırlanmasında, ulusal ve uluslararası sermaye hareketlerinin düzenlenmesinde, ekonomik faaliyetlerin Devlet tarafından kontrol edilmesi ve yönetilmesinde muhasebede tekdüzeliğin sağlanması büyük önem arz etmektedir.” Mali tablolardan büyük beklentiler içerisine girerek ülkenin çeşitli ihtiyaçlarına özellikle istatistikî verilere aracılığıyla yeni kararlar almasından, kamunun temel bir ihtiyacı olan vergi alınmasında, bu düzenlemeden, tekdüzelik sağlanarak denetim ve uygulamanın tekleştirilmesinden fayda beklenmektedir.

Bu düzenlemenin kapsamı açısından farklı muhasebe uygulaması yapan işletmeleri de belirleyerek onların ayrı muhasebe sistemleri olması nedeniyle belirlenen "Muhasebenin Temel Kavramlarına”, "Muhasebe Politikalarının Açıklanmasına” ve "Mali Tablolar İlkeleri”ne uymaları kaydıyla bu Tebliğin diğer mecburiyetlerini yerine getirmekle yükümlü değillerdir, denilerek kapsam dışında bırakılmıştır.

Bu işletmeler;

a) Banka ve Sigorta Şirketleri,

b) Özel Finans Kurumları

c) Finansal Kiralama Şirketleri (faktoring v.b alanlarda faaliyet gösterenler dâhil),

d) Menkul Kıymet Yatırım Fonları Aracı Kurumlar ve Yatırım Ortaklıkları,

olarak belirlenmiştir. Bu işletmeler sigorta ve finans alanında faaliyet gösteren işletmelerden oluşmaktadır.

Bu tebliğde mali tablolar için, mali politikaların açıklanmasından, mali tablo ilkelerine uyulmasından, mali tabloların amaçlarından, mali tabloların özelliklerinden bahsederek bunların uygulanmasına ilişkin belirlemeleri de yapmış bulunmaktadır. İşletmelerin durumunu açıklayan mali tablolar hangilerinden oluşmaktadır.

Mali Tablolar aşağıdaki tabloları içerir:

1. Bilanço

2. Gelir Tablosu

3. Satışların Maliyeti Tablosu

4. Fon Akım Tabloları

5. Nakit Akım Tablosu

6. Kâr Dağıtım Tablosu

7. Öz Kaynaklar Değişim Tablosu

Muhasebe Usul ve Esaslarının "Mali Tabloların Düzenlenmesi ve Sunulmasına” ilişkin bölümünün "Temel Mali Tablolarla” ilgili kısmına uymakla yükümlü işletmeler ise bilanço esasında defter tutan ve aktif toplamı 5 milyar lira ile ticari faaliyet işlem hacmi 10 milyar lirayı arka arkaya iki yıl aşmayan;

• Ferdi işletmeler,

• Adi ortaklıklar,

• Kollektif şirketler.

• Adi komandit şirketlerdir.

Bu işletmelerin temel mali tabloların yanı sıra diğer mali tabloların düzenlenmesi ve sunulmasına ilişkin usul ve esaslara uymaları ihtiyaridir.

Mali tabloları ve uygulamalarını belirlerken bilanço usulüne göre defter tutan işletmelerin hangi mali tabloları düzenleyeceğini, belirli bir aktif toplam büyüklüğüne bağlamış ve bu büyüklükleri aşmayanların, Temel mali tabloların dışında sayılan tabloları düzenlemeyeceği istisnasını oluşturmuştur.

Bu istisna aslında mali tablolardan yararlananların sağlıklı ve karşılaştırılabilir bilgilerin elde edilmesinde Tek Düzen Muhasebe Uygulamaları Tebliği uygulamaları açısından güvenilir bilgilere ulaşılmasına, karar vericilerin tüm yönleriyle mali bilgilere vakıf olarak karar almasına yetmemektedir.

Mali tabloların değiştirilmesi konusunda ise “Mali tabloların hazırlanmasında esas alınan kavram ve ilkeler ile Türk Ticaret Kanunu ve ilgili diğer mevzuat hükümlerinin farklı uygulamalara yer verdiği durumlarda, işletmeler söz konusu mevzuat hükümleri uyarınca istenilen bilgileri sağlayacak şekilde gerekli düzenlemeleri yaparlar. Ancak, bu düzenlemeler bu bölümde yer alan ilkeler çerçevesinde düzenlenecek mali tabloların tekliği ilkesini değiştiremez” TTK'ya atıfta bulunmasına rağmen teklik ilkesinin değiştirilmemesine de izin vermemektedir.

18.09.1994 tarih ve 22055 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 3 sıra No.lu muhasebe sistemi uygulama tebliği ile ek mali tabloları düzenlemek zorunda olan işletmelerin belirlenmesinde net aktif toplamı ve net satışların toplamı ölçütü getirilmiştir. 8 sıra numaralı MUGT’de, ek mali tabloları düzenlemek zorunda olan mükelleflerin 1998 yılından itibaren verecekleri yıllık gelir veya kurumlar vergisi beyannamelerine ek mali tablolardan sadece “Kâr Dağıtım Tablosu”nu eklemelerinin yeterli bulunduğu belirtilmişti.

10 Sıra No.lu MSUGT’de; tebliğde yer alan parasal hadlerin, takip eden yıllarda Bakanlıklarca ayrıca bir belirleme yapılmadığı takdirde, her yıl bir önceki yıl için Vergi Usul Kanunu hükümleri uyarınca tespit edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanacağı; bu şekilde yapılacak hesaplamada 50 lira ve daha düşük olan tutarlar dikkate alınmayacağı, 50 liradan fazla olan tutarların ise 100 liraya yükseltileceği belirtilmiştir.

Gelir idaresi başkanlığı finansal mali tabloların oluşturulmasında, Vergi Kanunlarına göre düzenlenecek finansal tabloların oluşturulmasında değerleme farklarından gelen, gelir ve giderlerin mali tablolara yansıtılmasında ve işletmelerin yapmış olduğu bazı giderler kabul edilmemektedir. Bu giderlerin mali tablolara alınması ihtiyari hale getirilmiş, beyanname üzerinden ilave ve indirim olarak düzenlenmesi istenmektedir. Bu yaklaşım diğer finansal çerçeveye göre düzenlenmiş finansal tablolarla arasında önemli farklılıklar doğurmaktadır. Ortaya çıkan finanssal tabloların hem dar anlamada hem de taşıdığı bilgilerin piyasa gerçekliğini yansıtmasından daha çok mali ilk kayıt yönteminin değerlerini taşıması (defter değeri) günün gerçek değerlerini kullanıcılara doğru bir şekilde sunmamaktadır.

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nca çıkarılan ve 24.11.2022 tarihli ve 32023 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 542 seri No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nde, yeniden değerleme oranı 2022 yılı için % 122,93 olarak tespit edilmiştir. 2022 yılı aktif toplamı 84.051.300 TL veya net satışlar toplamı 186.779.000 TL’yi aşan mükelleflerin, 2023 yılında verecekleri yıllık gelir veya kurumlar vergisi beyannamelerine temel mali tabloların yanı sıra ek mali tabloları da eklemeleri gerekmektedir.Bu kapsamda, ek mali tablolardan sadece kar dağıtım tablosunun eklenmesi yeterlidir.

IV- BAĞIMSIZ DENETİME TABİ FİNANSAL MALİ TABLOLAR

Finansal Tabloların, bağımsız denetiminin yürütülmesi için 26.09.2011 tarih ve 660 sayılı Kanunla KAMU GÖZETİMİ, MUHASEBE VE DENETİM STANDARTLARI KURUMU kurulmuştur. Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu kendi tanıtım broşüründe kendini şöyle “Kamu Gözetimi alanında uluslararası gelişmelerin gereği olarak yeni Türk Ticaret Kanunu uyarınca öngörülen bağımsız denetim alanını düzenlemek üzere 660 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 2 Kasım 2011 tarihinde kurulmuştur. Hazine ve Maliye Bakanlığıyla ilişkili, idari özerkliğe sahip bir Üst Kuruldur. KGK’nin temel amacı, yatırımcıların çıkarlarını ve denetim raporlarının doğru ve bağımsız olarak hazırlanmasına ilişkin kamu yararını korumak ile doğru, güvenilir ve karşılaştırılabilir finansal bilginin sunumunu sağlamaktır. Yürüttüğümüz kamu gözetimi sistemi süreçleri Avrupa Birliği ile eşdeğerliliğe sahiptir. Bu doğrultuda başta halka açık şirketler, borçlanma araçları ihraç eden şirketler, bankalar, sigorta şirketleri olmak üzere bağımsız denetime tabi olmaya ilişkin cari limitlere göre Türkiye’nin en büyük 10.000 işletmesinin bağımsız denetim süreçlerini incelemek ve gözetmek için kurulmuştur.”([6]) tanıtmaktadır.

KGK kendi tanıtım yazısında TTK’nu([7]) uyarınca belirlenen bağımsız denetim alanını denetlemek üzere kurulduğunu belirtmektedir. Aynı ibareyi VUK’na göre belirlenen MUSGT Tebliğinde de görmüştük. TTK’nun üçüncü bölümünde Denetleme yan başlığıyla yayınlanan denetim, Bakanlar kurulunca belirlenen şirketlerin denetim standartlarına göre denetlenmesini 397. madde ila 404. maddelerindeki kurallara göre denetlenmesini belirlemektedir.

Bakanlar Kurulu‘nun ( şimdi Cumhurbaşkanlığı) belirlemelerine göre bağımsız denetime tabi olan şirketlerin uluslararası denetim standartlarına ve muhasebe standartlarına göre denetlenmesini sağlamaktadır. İşletmeleri ölçülerine göre sınıflandırarak halka açık şirketlerden başlayarak fayda maliyet ilişkisi içerisinde hangi ölçülerde uygulanacak standartlar doğrultusunda, mali tablolarının denetimini yaptırmaktadır. Halka açık şirketlerin mali tabloları dışında kalan şirketlerin mali tablolarının oluşturulmasında yeni standartları belirleyerek uygulanacak ilkelere göre mali tabloların Bağımsız Denetim Şirketleri’nce denetlenmesini sağlamaktadır. Muhasebe standartları uluslararası kurumlar tarafından belirlenmekte ve bunların çevirisi yapılarak ülkemizde uygulanmaktadır. Buna göre işletmelerin finansal tabloları TFRS, BOBİ FRS ve henüz yayınlanamamış olan KÜMİ standartları olmak üzere üç ayrı standartlar çerçevesinde denetlenmektedir. Burada MUSTG ile BOBİ standartları tarafından oluşturulan mali tablolar değerlendirilmiştir. TFRS ye göre yapılan işletmelerin mali tabloları zorunlu ve halka açık şirketler olması nedeniyle daha kapsamlı tablolar şeklinde düzenlenmektedir. KÜMİ FRS ise henüz yayınlanmadığı için karşılaştırmanın dışında tutulacaktır.

V- BOBİ FRS MALİ TABLOLARI([8])

Büyük ve Orta Boy İşletmeler için Finansal Raporlama Standardı (BOBİ FRS), bağımsız denetime tabi olup, TFRS’yi uygulamayan işletmelerin gerçeğe uygun, finansal bilgi ihtiyacını karşılayan ve karşılaştırılabilir finansal tablolar düzenlemesini sağlamak amacıyla 29.07.2017 tarihinde yayımlanmış ve 01.01.2018 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiştir. Kurul kararları yayınlanmasından itibaren ihtiyaçlar doğrultusunda sürümler şeklinde revize edilerek kamuoyuna sunulmaktadır.

Tebliğin tanımlar kısmında “c) Türkiye Muhasebe Standartları (TMS): Kurum tarafından yayımlanan, (b) bendinde tanımlanan Türkiye Finansal Raporlama Standartları ile Büyük ve Orta Boy İşletmeler için Finansal Raporlama Standardını ve Kurum tarafından farklı işletme büyüklükleri, sektörler ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlar için belirlenen standartları ve bunlarla ilişkili diğer düzenlemeleri,” ifade ettiği belirlenmiştir.

Tebliğin altıncı maddesinde ise işletme büyüklükleri belirlenmiştir. “BOBİ FRS’nin uygulanması açısından, aşağıdaki üç ölçütten en az ikisinin eşik değerlerini, varsa bağlı ortaklıklarıyla birlikte, art arda iki raporlama döneminde aşan işletmeler müteakip raporlama döneminde büyük işletme olarak değerlendirilir([9]) Büyük işletme statüsünde sahip olan işletmelerin denetim hadleri şöyledir;

a) Aktif toplamı 200 milyon ve üstü Türk Lirası.

b) Yıllık net satış hâsılatı 400 milyon ve üstü Türk Lirası.

c) Ortalama çalışan sayısı 250 ve üstü.”

BOBİ FRS’de finansal tabloların amacı, iletmenin finansal durumu, finansal performansı ve nakit akışları hakkında ilgili tarafların alacakları kararlarda faydalı olacak nitelikte finansal bilgi sunmaktır. Finansal tablolar ayrıca yöneticilerin işletmenin kaynaklarını ne etkinlikte kullandıklarını gösteren bilgiler sağlar.( Paragraf 1.2)

Finansal tablolar asgari olarak aşağıdakilerden oluşur:

   a) Finansal Durum Tablosu(Bilanço)

   b) Kâr Veya Zarar Tablosu

   c) Nakit Akış Tablosu

   d) Öz kaynak Değişim Tablosu ve

   e) Önemli Muhasebe politikalarını ve diğer açıklayıcı bilgileri içeren dipnotlar( paragraf 1.3)

 

Finansal tablolar, standart hükümlerine uygun olarak, açık ve anlaşılır bir şekilde hazırlanır. Finansal tabloların standart hükümleriyle tam olarak uyumlu olduğu dipnotlarda açık bir şekilde belirtilir (Paragraf 1.4).

Faydalı Finansal Bilginin özellikleri; ihtiyaca uygunluk, gerçeğe uygun sunum, anlaşabilirlik, karşılaştırılabilirlik ve zamanında sunumdur. İhtiyaca uygunluk ve gerçeğe uygun sunum faydalı finansal bilginin temeli iken, anlaşılabilirlik, karşılaştırılabilirlik ve zamanında sunum destekleyici özelliklerdir (Paragraf1.7).

İşletme ilgilileri bağımsız denetime tabi mali tablolardan bekledikleri bilginin özelliklerini, ihtiyaca uygun, geçeğe uygun, anlaşılabilir bir bilgi, karşılaştırılabilir ve zamanında sunulması olarak beklemektedirler. BOBİ frs ye göre düzenlenen mali tablolardan devletin vergi beklentisinden çok işletme ile ilgilenen yatırımcıların en doğru bilginin sunulmasının amaçlandığı ve buna uygun mali tabloların oluşturulması gerektiği düzenlenmektedir.

Vergi için düzenlenen finansal tablolarla farklılığı oluşturun temel yaklaşım, ölçüm( değerleme) farkları ile Vergi Kanunların Kabul etmediği giderlerin finansal tablolara yansıtılmasında kısıtlama unsurlarını dikkate almaz ve ilgili yerlere kayıtlarını yaparak finansal tabloların oluşmasında gerçekçi bir yaklaşım benimser. Diğer yandan şeklen de sunum ilişkin farklılıklar vardır. MUST’de muhasebe sistemi kodları nümerik olarak belirlenmişken, BOBİ FRS’de bu nümerik kodlar kullanılmamaktadır ve ülkemizde en likit olandan likit olmayana göre bir sunum benimsenmiştir.

VI- SONUÇ

İşletmelerin faaliyet sonuçlarının durumunu gösteren finansal mali tablolar ihtiyaçlara göre düzenlenmektedir. Bu ihtiyaçlar işletme ilgililerinin aynı zamanda beklentilerinin karşılanmasından ibaret olmaktadır. Devlet vergi alacak, denetim yapacak, istatistikî verilerden yararlanacak ve toplumsal mali ve ekonomik gelişmenin ihtiyaçlarını karşılayacak ise ona göre mali tabloların düzenlenmesini, Maliye Ve Hazine Bakanlığı’na bildirilmesini istemektedir.  İşletmelere kaynak sağlayacak ve borç verecek finans kurumları ise işletmenin nakit yaratıp yaratmayacağına bakarak kredi vermektedirler. Tedarik zincirinde işletmeye mal ve hizmet sağlayanlar işletmenin aldıkları mal ve hizmetinin karşılığını ödeyip ödemeyeceklerine göre mali tablolarla ilgilenmektedirler.

Bu anlamda MUST için hazırlanan mali tabloların işletme ilgililerinin genelinin ihtiyaçlarını karşılamadığı, daha çok vergi idaresinin ihtiyaçları doğrultusunda ve kamu denetiminin kolaylaştırılmasını sağlamak için düzenlendiği görülmektedir. Amaçlanan finansal mali tabloların sağlıklı ve karşılaştırılabilir olması beklenirken yeterli açıklayıcı ve ihtiyaca uygun nitelikte ve sayıda olması da aranmamaktadır.

KGK tarafından yayınlanan uluslararası denetim standartlarına uygun muhasebe standartlarına ilişkin yayınlanan mali tablolar ise gerçeğe uygun ve işletme ilgililerinin en açık biçimde bilgi edinmesine yönelik sayıda mali tablo düzenlenerek tarafların bilgisine sunulmaktadır. İşletme ile ilgili karar alacaklar, işletmenin sunduğu bilgilerin kendi gereksinimlerini karşılayacak ihtiyaca uygun, gerçeği yansıtan, anlaşılabilir, dönemler arasında karşılaştırma yapılabilir ve zamanında sunum yapılması özelliklerini taşıması gerektiğini aramaktadır.

Tek düzen muhasebe sisteminde sınırlı olarak düzenlenen mali tablolar, bilgiden daha çok mali verilerden ortaya çıkacak kamu maliyesinin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde tablolar olmaktadır. Her ne kadar birçok bilgi elde etmeyi amaçlamışlar ise de sıklıkla çıkarılan vergi kanunları ve işletmelerin mali durumlarını değiştiren af niteliğindeki kolaylaştırıcı düzenlemelerle, işletmelerin gerçek durumlarının ortaya çıkarılmasındaki mali tablolar, daha fazla bozulur hale gelmiş, karşılaştırılabilir olmaktan çıkmıştır.

Bağımsız denetime tabi finansal([10]) tablolarda bu durumlar, Finansal tablolarda gerçeğe uygun bir şekilde hazırlanan açıklayıcı notlar ile daha anlaşılır bir şekilde finansal tablolardan yararlananların, bilgilerine sunularak gerçek bilginin elde edilmesi ve kararlarının doğru verilmesine yardımcı olacak, gerçekte amaçlan faydayı sağlar duruma gelebilmektedir.

Finansal tabloların, vergi alma kaygısından kaynaklanan kısıtlayıcı finansal bilgilerin ortadan kaldırılarak, işletme ilgilileri tarafından doğru ve faydalı bilginin en iyi şekilde almasını sağlayacak sunumların sağlanması açısından, kamusal faydaya daha fazla hizmet edebilecektir.

 



*  SMMM, Bağımsız Denetçi Sorumlu Ortak 

[1] Çevirim içi:https://www.kosgeb.gov.tr/site/tr/genel/detay/8044/kucuk-ve-orta-buyuklukteki-girisim-istatistikleri-2020, 08.01.2022

[2]  Aydın KARAPINAR, Figen AYIKOĞLU ZAİF, Finansal Analiz, Gazi Kitapevi, Ankara, Eylül,2013, s.15.

[3][3] Nalân AKDOĞAN, Nejat TENKER, Finansal Tablolar ve Analizi, Savaş Yay. Ankara,1985, s.1.

[4] Ertuğrul ÇETİNER, Yönetim Muhasebesi, Gazi Kitapevi, Ankara, Şubat 2008, s.29.

[5] Hayrettin UYSAL, Davranışsal Muhasebe, Asil Yayın Dağıtım, Ankara,1. Baskı 2007,s.59.

[6] Çevirim İçi:https://www.kgk.gov.tr/Portalv2Uploads/files/PDF%20linkleri/Tan%C4%B1t%C4%B1m/Kariyer_Uzman%C4%B1.pdf  08.01.2023

[7] 6102 sayılı TTK 14.02.2011 tarih 27846 sayılı R.G

[8] Büyük Ve Orta Boy İşletmeler İçin Finansal Raporlama Standardı Hakkında Tebliğ 56, 2.0.2017 tarih, 30138 sayılı R.G

[9] 2022 tarihinde başlayan hesap dönemlerinde uygulanmak üzere BOBİ FRS. Büyük işletmeye tabi işletmeler;a) Aktif toplamı 200 milyon ve üstü Türk Lirası.b) Yıllık net satış hâsılatı 400 milyon ve üstü Türk Lirası.c) Ortalama çalışan sayısı 250 ve üstü.” olarak uygulanacaktır. Diğer taraftan büyük işletme statüsünde olamayan Cumhurbaşkanlığı 6434 No.lu kararına göre Bağımsız denetime tabi işletmeler 2023tarihinde: Aktif toplamı 75 milyon Türk Lirası.   b) Yıllık net satış hasılatı 150 milyon Türk Lirası.    c) Ortalama çalışan sayısı 150 kişi

[10] Uygulamaya ilişkin esaslar(2023 Bağımsız Denetime Tabi Şirketlerin Belirlenmesine Dair Karar (30.11.2022 tarih R.G.32029 karar Sayısı:6434))

MADDE 5- (1) Eşik değerlere tabi şirketler, bu Kararda belirtilen üç ölçütten en az ikisinin eşik değerini art arda iki hesap döneminde aştığı takdirde müteakip hesap döneminden itibaren bağımsız denetime tabi olur.

(2) Eşik değerleri aştığı için bağımsız denetime tabi şirket, art arda iki hesap döneminde üç ölçütten en az ikisine ait eşik değerlerin altında kaldığı ya da bir hesap döneminde bu ölçütlerden en az ikisine ait eşik değerlerin yüzde 20 veya daha fazla oranda altında kaldığı takdirde müteakip hesap döneminden itibaren bağımsız denetim kapsamından çıkar.

(3) Eşik değerlerin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde; aktif toplamı ve yıllık net satış hâsılatı bakımından şirketin tabi olduğu mevzuat uyarınca hazırlanmış olan son iki yıla ait finansal tablolar, çalışan sayısı bakımından ise son iki yıla ait ortalama çalışan sayısı esas alınır.

(4) Eşik değerlerin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde şirketler bağlı ortaklık ve iştirakleriyle birlikte dikkate alınır. Bağlı ortaklıkları ve iştirakleri bulunan şirketlerde; aktif toplamı ve yıllık net satış hâsılatı bakımından ana ortaklık ve bağlı ortaklığa ait finansal tablolarda yer alan kalemlerin toplamı (varsa grup içi işlemler yok edilir), çalışan sayısı bakımından ise ana ortaklık ve bağlı ortaklığın son iki yıla ait ortalama çalışan sayılarının toplamı dikkate alınır. İştirakler açısından, iştirake ait söz konusu kalemler şirketin iştirakteki hissesi oranında dikkate alınır.

(5) Bağımsız denetime tabi şirketlerin ara dönem sınırlı bağımsız denetim yükümlülükleri, mevzuatta hüküm bulunmaması halinde Kurum tarafından belirlenir.

(6) Bu Kararın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ve ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye Kurum yetkilidir.