KIRMIZI PAZARTESİ
Ertuğrul KILIÇ
Sihirli
ve mantığımızın almadığı derinden gelen bazı zamanlar olur. Aslında rengini
yansıtan şey, ona bizim vergimiz addır.
Yaşadıklarımıza bakıldığında ortada bir suç var mı? Yok mu? Suçu kim
işledi? Herkes biliyordu da kimse neden ona ses çıkarmadı, ya da az sesi çıktı
dikkate alınmadı mı, bu çok tartışılacak?
Ne
kadar çok soru insanın aklına geliyor. Bazen oluyor ki, her şeyi herkes biliyor
ancak kimse ses çıkarmıyor, uyuyan uyanır diye ya da uyuma numarası yapanlar
rahatsız olur diye, kimse uyartmaya çalışmıyor. Uykudan uyanınca herkesin
felaketi olacağı düşünülüyor belki de. Ya da herkes bazen hiçbir sorun yokmuş
gibi bütün sorunları halının altına süpürür. Vardır ama yoktur. Gerçeği bazen saklarız söylemeyiz. Bazen
yalan söyleyerek gerçeğin ortaya çıkmasını geciktiririz.
İç
çatışmalarımız vardır. Bunlar toplumsal olaylarda da tezahür eder. Siyasiler
çoğu zaman gerçekleri söyleyeceklerine dolambaçlı yollardan söylerler. Bazen de
gerçek olmayan şeyleri abartılı bir şekilde anlatırlar, halk dilinde buna köpürtme
de denilir. Toplumsal iç çatışmalar ve dinamikler her zaman gerçekleri değil de
yalan ve yanlış olan şeyleri çok daha çabuk kabul eder. Toplum neden yalanları
çok çabuk kabul eder de gerçeklere direnir ki? Bu durum her zaman üzerinde
düşünülmeye ve açıklanmaya muhtaçtır.
Bazen
bir olayı anlatmak doğrudan çok zordur. Onun için metafor kullanılır ve bir
benzetmeyle anlatılır. Bu makalenin başlığı da bizim deprem konusuna ne kadar
benziyor. Her şey biliniyor ama kimse var mı?, Sesim duyuluyor mu?, diye ses
çıkaramıyor. Latin Amerika Edebiyatı'nın en tanındık yazarlarından Gabriel
García Márquez’in 1981 tarihli “Kırmızı Pazartesi “adlı kısa romanı. Bizim
yaşadıklarımıza benzemesi açısından ne kadar gerçek. Kırmızı Pazartesi
romanının konusu ise kısaca şöyledir:” Genç ve zengin, ancak zenginliğinin
nereden geldiği bir sır olan Bayardo San Román, bir gün yolda gördüğü Ángela
Vicario ile evlenmeye karar verir ve gösterişli bir düğün yapabilmek için
parasını cömertçe harcamaya başlar. İstediği her şeye sahip olan Bayardo San
Román, Ángela Vicario’yu da elde etmekte zorlanmaz. Gerdek gecesi eşinin bakire
olmadığını fark eden Bayardo San Román, aynı gece Ángela’yı baba evine geri
götürür. Bunun üzerine, ikiz kardeşler Pedro ve Pablo kız kardeşlerinin
yaşadığı bu felâkete kimin sebep olduğunu sorar ve Arap kökenli Santiago
Nasar’ın ismini duyar duymaz ellerine geçirdikleri bıçaklarla sokağa fırlarlar.
Gece boyunca herkese Santiago Nasar’ı öldüreceklerini söyledikleri halde kimse
onlara inanmaz ya da inanmak istemez. Halk, Santiago Nasar’ın öldürüleceğini
bile bile sessiz kalmayı tercih eder.”
Pazartesi
sabaha karşı toplumumuz gerçekliği bilinen bir deprem yaşadı. On ilde büyükçe
bir deprem oldu ve üst üste olması nedeniyle de büyük denecek bir felaketle
karşı karşıya kaldık. Defalarca devletin ve bilim dünyasının bildiği bir deprem
göz göre göre geldi. Depremin geleceği çok belli olmasına rağmen kimse buna
önlem almadı ve sesiz kaldı.
Bu
depremin gerçekleşeceğini bilen yöneticiler, çeşitli senaryolar yaparak, deprem
konusunda bir deprem tatbikatı bile yapmıştı. Sonuçları üzerine çalışmış,
muhtemel etkilerini de ortaya koymuştu. Gerçi her deprem olduğu döneminde
televizyonlarımız ve basınımız çeşitli bilim adamlarını kamuoyu önüne çıkarır,
onlardan depremin nasıl olduğu ve gelecekte nasıl olacağı konusunda düşüncelerini
alırlar. Deprem olduktan sonra siyasiler çıkar, halkımızın başı sağ olsun en
kısa zamanda yaraları saracağız diye demeçler verirler. Büyükçe büyükçe
şeylerden bahsederler.
Sonuçları
belidir. Doğa kendi kurallarını uygular, kendi hareket yasasına karşı çıkanı
önlem alınmamışsa yerle bir eder. Depremin öldürücü olduğunu bildiği halde
kimse yeterli önlemi almaz. Ses çıkarmaz, bir yığın geçici işler yaparak
gerçeğin tam olarak kavranmasına da izin vermez. Uygun yasalar çıkarmaz,
çıkarılan yasaları uygulamakta tereddüt gösterir, yıkıma uğrayacak ve can
kayıbı yaşayacak kentlerimizi sağlamlaştırmaz.
Sonucu
bilinen, yaşama karşı ölümü tercih etmek, bu bir insanlık suçudur. Bu suçu
kabullenmek ve gelecekte olacağı belli olaylar hakkında daha kararlı ve halka
yalan söylemeden bir pozisyon almak belki biraz kabul edilebilir bir durumdur. Üst
üste yaşanılan depremler gerçek bir olgu olarak ortada dururken, buna önlem
almamak, başlıca insan kayıbı olmak üzere milyar dolarları bulan ekonomik bir kayıpla
karşı karşıya kalmaktayız. Belki de yıllarca sürecek toplumsal sarsılmışlık
maddi kayıplardan daha önemli bir hal alacak.
Romandaki gibi sonucu bilinen Kırmızı Pazartesi bizim için sonucu bilinen kap kara pazartesi olarak toplumsal belleğimize kazındı. Ancak, bunca sonucu bilinen bir doğa olayına sessiz kalmak toplumca da bir insanlık suçudur. Yalan ve yanlışı daha çabuk kabul etmeden gerçekliğimizi yüksek bir sesle ifade etmenin ve daha etkili önlemler almanın zamanı geldi de, geçiyor sanıyorum.
17.02.2023
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa