Beş
bin yıl önce insanlar basit ihtiyaçlarını karşılamak üzere fazla olan mallarını birbiriyle
değiş tokuş yaparlardı. Birinde olan şey diğeri için ihtiyaç ise ona kendinde
olanı verir, karşılığın da ise kendi ihtiyacını sağlayacak başka bir mal alırlardı.O
zamanlar henüz para icat edilmemişti.
İhtiyaçların
çeşitlenmesi mal mübadelesi yerine, bu alış verişi kolaylaştıracak başka bir
değişim aracına ihtiyaç duyulmuştur. Lidyalıların icat ettiği bu değişim aracı paradır.
Parayı
elde etmek için belirli bir çabaya, emeğe ihtiyaç vardır. Bu işçi için emektir.
Sermaye için kardır. Mevduat sahibi için faizdir.
Mübadelede
kullanılan bu değişim aracının da bir maliyeti vardır. Para da bir mal sonuçta,
değiş tokuş aracı. Karşılıklı paraya ihtiyaç duyanlar,günümüzde finans
kurumları aracılığıyla bu değişimi yaparlar.
Paranın
elde edilmesi için iş gücü emeğini satar. Sermaye bir yatırım yapıyor ise bu
yatırım sonucunda bir kar beklentisi vardır. Sermayenin kar getirisi için bir
organizasyon yaratır. Bunun için makine, ham madde, iş gücü, sermaye, ulaşım vb.
gibi araçlara ihtiyaç duyar.
Yatırım
yapabilmek için gerekli olan sermaye yok ise,
başkalarının biriktirdiği tasarrufların var olması gerekir. Eğer bir
toplumda işletmelerin ve bireylerin tasarruf oranları yeterli değil ise yatırım
borçlanarak yapılabilir.
Bireylerin
yaptığı tasarruf, finansman kurumları aracığıyla toplanarak, toplumda bir güven
müessesi olan,Bankalara mevduat olarak yatırılır.
Bankalar
toplumda güven duyulan kurumlardır. Bireylerin ve işletmelerin tasarruflarını toplarlar, ihtiyacı olanlara uygun koşullarla borç verirler. Borç alanlar ise
bu aldıkları paralar için belirli bir faiz öderler.
Borçlanmanın
maliyeti, parayı kullananlar tarafından karşılanabilir olması gerekir. Aksi
takdirde alınan borçlar ödenemez hale geldiğinde güven aracı olan bankalar prestijlerini kaybederler, bankaya parasını yatıran tasarruf sahipleri
paralarını geri isterler ve bankada o kadar para olmadığı zaman iflas edebilirler.
Bu
da gösteriyor ki bir güven kurumunun kaynakları sınırlı, yeterince para
olmadığı için yerine değerli kağıtlar düzenlerler. Çek, senet, banka mektubu,
türev piyasada yapılan alım satımlar gibi birçok araçları birlikte kullanırlar.
İşletmeler
sermaye yetersizliği nedeniyle borçlanmaya ihtiyaç duyuyorlar. Kriz dönmelerinde
arz talep dengesi olmadığı için işletmelerde yeterli satış yapamamaları, sabit
giderlerin artması nedeniyle işlerini yürütmek için ya işlerini küçültür ya da
işçi çıkarır. İşçi çıkarması toplumsal sorunlara neden olabilir. İşsizlik
artar, işletmeler kapanır.
İşçinin
emeğinin karşılığı ücrettir. İşçi hayatını sürdürürken elde ettiği ücretle bütün
ihtiyaçlarını karşılayamaz. Ücret gelirleri ülkemizde olduğu gibi çalışanların
yüzde kırkının asgari ücret gelir elde ettiğini düşünürsek, bu hiçbir zaman mümkün olmaz.
Emeğiyle geçinen sürekli borçlanır. Gelecekte emeğini satarak elde edeceği
ücreti,aldığı borcu karşılamak üzere bir kısmını ayırmak zorunda kalır. Bu
zaman içerisinde gittikçe yoksullaşmasına ve temel ihtiyaçlarını
karşılayamamasına neden olur.
Ülkemizde
aylık ihtiyaçlarınızı karşıladıktan sonra, tasarruf yapma imkanınız oluyor mu, sorusuna her 100 kişiden 72,3’ü ‘hayır' cevabını veriyor. Türkiye'nin
Eğilimleri Araştırmasında (2019) vatandaşın tasarruf yapma durumunu,
bireylerin kazançlarının yetmediğini göstermesi açısından önemli bir veridir.
Temel
ihtiyaçlarını ücretiyle karşılayamayacaksa, bankalardan borç alarak
karşılayacaktır. Bankalarda uygulanan son dönemdeki kredi faiz indirimleri ve
bireysel kredi kullanım uygulamasının kolaylaştırılması, borçların bir yerden
diğer bir yere “transfer”edilmesini
sağlamaktadır.
Uygulanan
faiz politikaları ile inşaat şirketlerinin ellerinde birikmiş olan konut
stoklarının eritilmesi ve iflaslarının önlenmesi amacıyla konut faizlerini
düşürülmesi, konut satışlarını bir nebze de olsa artırmış bulunmaktadır.
İnşaat
şirketlerinin elindeki stoklar erirken, hem kar elde ediyorlar, hem de
borçlarını bireysel tüketicinin üzerine yüklüyorlar. Böylece kazanan firmalar
oluyor, kaybeden ve geleceklerini ipotek altına veren tüketiciler oluyor.
Bankalar ise şirketlerden alacaklarını kredi vererek vatandaşlardan tahsil
etmiş oluyorlar, sadece borçluları değişiyor, bu işlemden komisyon alarak
karlarını artırıyorlar.
Türkiye
Bankacılık Denetleme ve Düzenleme kurumun yayınlamış olduğu haftalık
bültenlerde Vatandaşların borçlarındaki artış, 3 Ocak –7 Şubat 2020 tarihleri arasındaki
verilere göre 23 milyon Lira artmış bulunmaktadır.
Takipteki
alacaklar ise 3 Ocak 2020 de 19 milyon iken, 14 Şubat 2020 tarihinde, takipteki
alacaklar 20,1 milyona çıkmış bulunmaktadır. 2019 yılı içinde, bankacılık risk
merkezinin yayınladığı bültene göre sadece bireysel kredisi, sadece kredi kartı
ile hem bireysel kredisi hem de kredi kartından dolayısıyla yasal takibe intikal
etmiş 1.403.546 tekil kişi bulunmaktadır.
İhtiyaç
kredileri tüketimi artıran unsurlar arasında yer alırken, tüketimdeki artışın
bir kısmı ithalat talebi yarattığı için cari açığa olumsuz yansıyabiliyor. Aynı
zamanda iç talebin kuvvetlenmesi enflasyonu da artıran unsurlar arasında yer
alıyor.
Gelirleri
yetersiz olan bireylerin, temel ihtiyaçlarını karışlamak üzere bankalardan
borçlanmaları zaman içerisinde sorun oluşturabilecektir. Ödenemeyen banka
kredileri, bankaların elinde biriken konut stokları, bankaların toplamış
oldukları mevduatın yetersiz olması nedeniyle, yetersiz kalan kendi sermayeleri
büyük bir risk altına girebilecektir.
Tüketim
toplumuna yönelik yaratılan bir ekonomik sistem içerisinde yaşayan bireylerin,
yetersiz gelirleri nedeniyle borçlanmayan birey kalmayacaktır.Ödenemeyen
borçlar çoğalacak, dağılan yaşamlar sonucu mutsuz ve sosyal sorunları artmış
bir toplum. Bu kısır döngüden çıkılmaz ise Fırtınaya kapılmış, rotasını
kaybetmiş, bir gemi gibi bir oraya, bir buraya sallanıp duracaktır.