GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEDEN SOSYAL DEMOKRASİ İKTİDAR OLABİLİR Mİ? “ORTANIN SOLU ANLAYIŞI”
GİRİŞ
Gündelik
hayat sürekli kendini tekrarlayan bir şekilde doğrusal olarak yaşanmaktadır.
Tekrar yaşanan hayat içerisinde çok da düşünmeye, yaşanılan hayatın sorgulanmasına
ihtiyaç duyulmamaktadır. Genel eğitim sistemi de verili düzenin sadece
tekrarına yarayacak bilgiler sunmaktadır. İnsanın gelişmesine ve hayatın
sorgulanıp değiştirilmesine yönelik bir eğitim sunmamaktadır. Çalışanların
örgütlü olmaması ve emeklerini yeterli piyasa şartlarında satamaması toplumsal
yaşam içerisinde “zayıflatılmasına” neden olmaktadır.
Toplumsal yaşam içerisinde çalışanların
”zayıflaması” bir başka ekonomik ve sosyal biçimi ortaya çıkartmaktadır,”
Borçlanma”. Türkiye toplumu Cumhuriyet’ten bu yana ekonomik sosyal birkaç dönüm
noktasından geçmiştir. En temel sosyal olgu göç ve kentleşme olgusu olarak
ortaya çıkmıştır. Ekonomi, kapitalist sistemin seyrine uygun gelişmemiştir.
Kendi içerisinde çeşitli ekonomik modeller denenmiş ise de bir türlü kapitalist
üretim biçimini yakalayamamıştır. Son zamanlarda ekonomik sistemi etkileyen
bilişim sektöründeki gelişmeleri yakalamış gibi gözükse de gelişmiş ülkelerin
çok gerisinde seyretmektedir.
Bir bütün olarak ekonomideki gelişmeler
ve sosyal yansımaları toplumu oluşturan kesimlerin üretimdeki almış oldukları
konumlara göre davranış biçimlerini etkilemiştir. Sanayideki iş gücü
ihtiyacından kaynaklanmasa da Türkiye’nin temel sosyal ve siyasal yapısını
belirleyen etken nüfus göçleri ve kentleşme oluşturmuştur.
1960-1980 tarihsel döneminde yaşanan sosyal ve siyasal
olaylar, CHP’nin kurucu bir unsur olarak toplumsal konumlanmasında kendini
sorgulama ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu
süreci toplumun ihtiyaçları doğrultusunda ele alarak toplumun gelişme yasaları,
partinin bu gelişmeye koşut olarak kendini yeniden tanımlama ve konumlama
gereği çeşitli dönemlerden geçmiştir. Ortanın solu olarak toplumda da bilinen
siyasal projenin ortay çıkışı, gelişmesi ve sonuçları oluşmuştur. Bu çalışmada
bütün bunlar tarihi, ekonomik ve sosyal koşullar çerçevesinde okuyucuya bir
bütün olarak gösterilmeye ve anlatılmaya çalışılmıştır. Esasında, 1945 yılında
başlayan “Refah Devleti” olarak bilinen anlayışı “dar anlamda “ CHP’nin ve
Bülent Ecevit’in “ortanın solu” projesiyle paralel olduğu görülmektedir.
1.KENTLEŞME VE GÖÇ (1950-1980)
1. 1.Kentleşme
Kentleşme,
dar anlamda, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artmasını anlatır.
Kentlerde doğumlar ile ölümler arasındaki farkın doğumlar lehine artması ile
aynı zamanda kırsaldan (köylerden) ve kasabalardan kentlere gelenlerle yani
göçlerle artar. İdari sınır
ölçütünden nüfus ölçütüne, sosyolojik ölçütten ekonomik ölçüte birçok
yaklaşımla ele alınan kent ile ilgili tanımlamaların hepsi bir noktayı
aydınlatıcı ve bir birini tamamlayıcı niteliktedir.
Kentleşme
sadece bir doğum ve ölüm olgusu üzerinden ele alınırsa eksik kalır. Kentleşme
bir toplumun ekonomik ve toplumsal yapısındaki değişmelerden doğar. Kentleşmeyi
ifade ederken toplumdaki ekonomik ve sosyal değişmelere de yer vermek gerekir.
Bu gelişmeleri de dikkate alan bir geniş tanım yapmak gerekirse” Sanayileşmeye
ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin
büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleşme, işbölümü
ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere
yol açan bir nüfus birikim süreci. Kentleşmenin önemli boyutlarından biri olan,
siyasal davranış değişikliklerini de, bu tanımın, kentlere özgü davranış
değişiklikleri içinde bulmak olanağı vardır.”[1]
İdari yapısına göre yapılan tanımlamada
kent; belli bir yönetim biriminin sınırları içinde kalan yerlerdir. Kent,
nüfusları ne olursa olsun il ve ilçe merkezi konusunda bulunan yerleşmelerdir.[2]
Nüfus ölçütüne (demografik ölçüte) göre
kent; belli bir nüfus düzeyini aşmış olan yerleşim yeridir. 442 Sayılı Köy
Yasası’nın 1. maddesine göre nüfusu, 2.000’den aşağı olan yurtlara köy; 2.000-20.000
arasında olanlara kasaba; 20.000’den yukarı olanlara da şehir denmektedir.[3]
“Türkiye’de Kentleşme Süreci 1950
sonrası hızlanmıştır. 1950 hem demokrasiye geçiş ve sanayileşme dönemi, hem de
kentleşme dönemidir.”[4]
Bugün nüfusumuz 80 milyon kişidir ve nüfusun %70’i kentlerde yaşar.

Kaynak: www.yildiz.edu.tr/~ealtinok/kentlesme.ppt,20.06.2017
Kaynak:
Ercan Koç’un Kentleşme Kavramı, Türkiye’de Kentleşme ve Kentlileşme sunumu, www.yildiz.edu.tr/~ealtinok/kentlesme.ppt,20.06.2017
İktisadi etkinlik ölçütüne göre kent;
mal ve hizmetlerin üretim, dağıtım ve tüketimi sürecinde toplumun sürekli
olarak değişen gereksinmelerini karşılamak üzere ortaya çıkan ekonomik bir
mekanizmadır.[5] Buna göre bir yerleşim
yerinin kent olabilmesi için nüfusun tarım dışı işlerde çalışması gerekir.
Yönetsel sınır ölçütüne göre; belli bir yönetsel birimin sınırları içinde kalıp,
bu sınırlar içerisinde çeşitli işlevleri bünyesinde toplayan ve belirli bir
yönetsel yapıya sahip olan yerlerdir.[6]
Toplumbilimciler de zaman zaman farklı
tanımlar yapmışlardır. Örneğin; Marx ve Engels kente; işbölümünün arttığı bir
yerleşim yeri olarak bakmış, Weber ise sürekli bir pazaryeri olma özelliği
üzerinde durmuştur. Louis Wirth ise toplumsal bakımdan benzerlik göstermeyen
bireylerin oluşturduğu, göreceli olarak geniş, yoğun nüfuslu ve mekânda
süreklilik niteliği olan yerleşim yeri olarak tanımlamıştır. Queen ve Carpenter
kenti, yerine ve zamanına göre geniş sayılacak biçimde bir araya gelmiş ve bir
takım ayırt edici özellikleri bulunan insanlar ve yapılar topluluğu olarak
tanımlamışlardır. Emile Durkheim ise kenti, işbölümü ve dayanışma kavramları
ile birlikte değerlendirmiştir.[7]
Sosyal bilimcilerin tüm bu kent tanımlamalarının ortak özelliklerine göre;
belli bir nüfusu ve yoğunluğu olan, işbölümü ve uzmanlaşması olan ve akraba
olmayan insanların yerleşim yerlerine kent denmektedir. Sosyo-ekonomik ve
kültürel açıdan kent; toplumsal yaşamın mesleklere, işbölümüne, farklı kültür
gruplarına göre örgütlendiği, kurumlaşmanın yoğunluk kazandığı, karmaşık insan
ilişkilerinin tüm günlük yaşamı etkilediği yerleşme merkezidir.[8]
Çevrebilimcilerin ölçütüne göre kent; çeşitli işlevlerin ekolojik açıdan denge
içinde olduğu, hukukun normları çevresinde düzenlediği mekânsal yapıdır.
Kentlerin nitelikleri bir birinden
farklılıklar gösterirler. Yerleşme sistemleri kentlerin kademelenmesini
gösterir. Bu kadelenme içerisindeki kentlerin en üstündeki ile en altındaki
arasındaki nitelikler farklıdır. O nedenle her dönemin yerleşme kademelerinin
ve kentlerin ne türde değişimler gösterdiği incelenmelidir.[9]
Aynı zaman da bu kentleşme ile toplumsal gelişmenin yönünün ortaya çıkması,
üretim ilişkileri ile toplumsal yaşamın belirgin özelliklerini ortaya koyması
anlamında da belirgin bir yol gösterici olmaktadır.
1.2. Göç Olgusu
Türkiye
toplumunda yapısal olarak 1950’ li yıllardan itibaren önemli değişiklikler
gözlenmektedir. Toprağa bağlı olarak yaşayan kırsal kesimdeki kimseler, kısmen
fabrikalarda büyük bir bölümü ise marjinal sayılan işlerde (işportacılık,
seyyar satıcılık, inşaat sektöründe) çalışmaya başladılar.[10]
“Göç olgusu insanlık tarihi kadar eskidir. Göç, nüfusun en genel anlamıyla bir
yerden başka bir yere hareket ederek yer değiştirmesidir. Göç denildiğinde her
hangi bir idari birimden, yaşamının kalan kısmının tamamını veya belirli bir
bölümünü geçirmek üzere uzun süreli olarak başka bir yerleşim birimine gitmesi
şeklinde gerçekleşen nüfus hareketi anlaşılır.[11]
İnsanların göç etmesi ve sonuçları birçok olayla ilgilidir. Burada göç
Türkiye’nin belirli bir döneminde ortaya çıkan ve birkaç uzun on yılları
kapsayan ekonomik ve sosyal etkisiyle ele alınacaktır.
Göçlerin var oluş nedenlerine
bakıldığında;
·
İnsanlar niçin göç ederek yaşadıkları
alanları bırakmaktadırlar
·
Göçleri çeken yeni yaşam alanları
nerelerdir
·
Göçler nasıl sınıflandırılabilir
·
Mekânsal, sosyal, kültürel ve ekonomik
etkileri göçlerin varış alanlarında nasıl açığa çıkmaktadır.[12]
Kırsal
alandan kentlere göç sadece yurt içinde olmadı, ülke sınırlarında aşarak
Avrupa’ya göç şeklinde olmaktaydı. Tarımsal etkilerde bulunan kırsal nüfus
makinalarda, fabrikalarda çalışmaya başladılar. Sadece mekân değişmedi aynı
zamanda çevre değişikliği de ortaya çıktı. Kırsal alanda yatay olarak oluşmuş
evlerinin yerini apartman katları veya kentlerin varoşlarındaki sağlıksız
konutlar aldı. Birçok yan gelirden mahrum kalarak sadece gündelik ücretle
yetinmek zorunda kaldılar.
Göçün,
insanlar üzerindeki etkisini ülkemizde inceleyen, M.KIRAY; ”Gerçekten kırsal
alandan göç edenlerin göç nedeni olarak %52 si toprak yitirimini ve %22
işsizliği göstermektedirler. Bu oranlar kırsal çevrede insan-toprak
ilişkilerinin temelden değişmekte olduğunu “köylülerin” artık köylü olmadıklarının ve olayın dönüşü olmayan bir
süreç niteliği taşıdığını ortaya koymaktadır.[13]
“Kentleşme ve
kentlileşme aynı kavram değildir Kentleşme; kent diye kabul edilen il, ilçe ve
belediye örgütü olan yerleşmelerde yaşayanların sayısının artması iken
Kentlileşme; yaşam şeklinin de değişmesi anlamına gelir. Kentte yaşayanlar inek
besleyip, onun sütünden yoğurt yapıyorsa, bahçesinde patates yetiştiriyorsa,
hiç tiyatroya gitmiyorsa,..vb. kentlileşmiş sayılmıyor”[14]
Sayım
tarihi
|
Nüfus
|
Yıllık
nüfus artış hızı ‰
|
İl
sayısı
|
İlçe
sayısı
|
Bucak
ve köy sayısı
|
Yüzölçümü
Km2(1)
|
Nüfus
yoğunluğu
|
22.
10. 1950
|
20
947 188
|
21.73
|
63
|
422
|
34
252
|
767
119
|
27
|
23.
10. 1955
|
24
064 763
|
27.75
|
66
|
493
|
34
787
|
767
119
|
31
|
23.
10. 1960
|
27
754 820
|
28.53
|
67
|
570
|
35
441
|
772
091
|
36
|
24.
10. 1965
|
31
391 421
|
24.62
|
67
|
571
|
35
638
|
774
810
|
41
|
25.
10. 1970
|
35
605 176
|
25.19
|
67
|
572
|
35
995
|
774
815
|
46
|
26.
10. 1975
|
40
347 719
|
25.00
|
67
|
572
|
36
115
|
774
815
|
52
|
12.
10. 1980
|
44
736 957
|
20.65
|
67
|
572
|
36
155
|
774
815
|
58
|
1)
Yüzölçümüne
göller dâhil değildir
2)
Yüzölçümüne
doğal göller ve baraj gölleri dâhil değildir. Harita Genel komutanlığından
temin edilen1/1 000 000 ölçekli harita baz alınarak hesaplanmıştır.
Kaynak:
Ercan Koç’un Kentleşme Kavramı, Türkiye’de Kentleşme ve Kentlileşme sunumundan
düzenlemiştir.
www.yildiz.edu.tr/~ealtinok/kentlesme.ppt,20.06.2017
Uzunca bir dönem
Türkiye’de kırsaldan kentler doğru itici bir çekimi, kentlerin ise bir çekici
çekim gücü üzerine göçler ele alınmıştır. Son dönemlerde ise terör olaylarını
Güney ve Doğu Anadolu da artması nedeniyle göç toplumsal yaşamı etkilemektedir.
Göçün nedenlerinden birinin de terör olaylarının olduğu ortadadır. Özellikle
işsizlik ve terörizmin bölgelerin Sosyo-Ekonomik şartlarını yakından
ilgilendirmekte ve bölge dışına gerçekleşen göçü arttırmaktadır. Ayrıca terör
sebebi ile büyük oranda okulların kapalı kalması, öğretmen açığı, gençleri
sosyal ve sportif yönden meşgul edecek tesislerin yetersizliği söz konusu
bölgede üretimi, istihdamı ve eğitimi de olumsuz etkilemektedir.
“Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu 1997
yılında yapmış olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Terörden Kaynaklanan
Göçlerin Aile Yapısına Etkileri araştırmasının bulgularını da kullanarak “Doğu
ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde Terörün Neden ve Sonuçları” başlıklı bir
çalışmaları bulunmakladır. Ayrıca, Erkan ve Bağlı (2005) 1990-2003 yılları
arasında Diyarbakır’a göç eden veya göç etmek zorunda kalan ailelerden 200
kişilik örneklem grubu ile yüz yüze anket tekniği ile bir araştırma yapmıştır.
Kırsal kesimden Diyarbakır kent merkezine göç edenler üzerinde yapılan bu alan
araştırmasında, katılımcıların; %37,5’si terör, %22’si çocuklarının eğitimi ve
%21,5’i ise iş arama-bulma nedeniyle göç ettiklerini ifade etmiştir. Söz konusu
iç göç yapan nüfusun yarıya yakını terör olaylarının yoğun yaşandığı 1990-1995
yılları arasında kırsal alandan Diyarbakır kent merkezine göç etmiştir. Genel
olarak, kırsal alandan göreli olarak daha gelişmiş kentlere iç göç trendinden
farklı olarak, Yüksekova’nın ekonomik, iklim, sosyal ve tarih gibi iç göçe
neden olan çekici faktörle sahip olmadığı halde kent 1990 sonrası ilçede büyük
bir nüfus patlaması yaşanmıştır. Gökburun, Yüksekova’ya yapılan göç olgusunun
temel nedeni olarak bölgede yaşanan terör olduğunu vurgulamaktadır (Gökburun,
2014).”[15]
2.TÜRİYE’DE EKONOMİK VE SOSYAL GÖRÜNÜM(1961-1980)
2.1. Ekonomik Görünüm(Planlı Dönem)
27 Mayıs
1960 Askerlerin ülke yönetimine el koyması ile birlikte, askeri yönetimin “27
Mayıs İnkılâp Hareketi Niçin Yapıldı?” adını taşıyan 8 Temmuz 1960 tarihli
açıklamasının “Plansız bir yatırım politikası ve suiistimaller” başlıklı ikinci
kısmında ekonomik durum şöyle eleştiriliyordu.
“Düşük
iktidarın takip ettiği iktisadi ve mali politika maalesef memleketi mali bir
uçuma sürüklemiştir. Her iktidar memleketinin kalkınması için çalışmak ve
eserler meydana getirmek mevkiindedir. Ancak bu kalkınmanın her şeyden evvel
bir plana, bir hesaba dayanması gerekir. Eski iktidarın “Görülmemiş kalkınma”
diye vasıflandırdığı kalkınma hiçbir plan ve hesaba istinat etmiyordu”
Yerli ve yabancı uzmanlardan oluşan bir grubun çalışmaları
sonunda hazırlanan Devlet Planlama Teşkilatı kuruluş ve görevlerini belirleyen
yasa tasarısı Milli Birlik Komitesince onaylanarak Ekim 1960’da yürürlülüğe (91
sayılı karar olarak) girdi.[16]
Türkiye 1962’ den itibaren planlı kalkınma dönemine
girmiştir. Plan yolu ile kalkınmayı deneme çabasını göstermek Türkiye
Cumhuriyeti’nin tarihinde yeni bir durum değildir. Dünyada da iktisadi ve
sosyal planlı kalkınma tekniklerinde büyük gelişmeler olmuş, demokratik bir
siyasi düzen içerisinde planlı kalkınma tecrübelerine önemli ilerlemeler elde
edilmiştir. İktisadi ve sosyal kalkınma planlarının yapılması bir görev olarak
Anayasa tarafından, Devlete verilmiştir.1961 anayasasının 41. maddesi “İktisadi
ve sosyal hayat adalete, tam çalışma ve herkes için insanlık haysiyetine
yaraşır bir yaşayış seviyesinin sağlanması amacına göre düzenlenir. İktisadi,
sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek, bu maksatla
milli tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere
yöneltmek ve kalkınma planı yapmak Devletin ödevidir”. 129’ncu madde ise şöyle
demektedir: “İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma, plana bağlanır. Kalkınma bu
plana göre gerçekleştirilir. Devlet Planlama Teşkilatının kuruluş ve görevleri
planının hazırlanmasında, yürürlüğe konulmasında, uygulanmasında ve
değiştirilmesinde gösterilecek esaslar ve planın bütünlüğünü bozacak
değişikliklerin önlenmesini sağlayacak tedbirler özel yasalarla düzenlenir”[17]
Diğer taraftan 1963 yılından itibaren ithal ikameci
politikaların izlendiği bir planlı kalkanıma dönemi yaşanmıştır. DPT
kurulduktan sonra 1963-1980 arasında dört tane beş yıllık kalkınma planı hazırlanmıştır.
Hazırlanan dört plandan 1963-1967 arasındaki Birinci Beş Yıllık Planda 1962
yılı sabit fiyatlar ile (1968 yılı fiyatlarıyla) GSMH içinde tarımın payı %34,6
iken sanayinin payı %16,7 idi. Dönem sonunda bu paylar sırasıyla %29,3 ve %20,7
olmuştur. “Kalkınma özdeştir sanayileşme” ilkesine uygun olarak sanayi sektörü
büyürken tarımın payı azalmıştır. Bu dönemden en ilginç sonuçlardan birini
oluşturan nedenlerden biri, özel sektör sınaî yatırımlarının yıllık veya toplam
olarak plan hedeflerini aşmış olmasıdır. 1968-1972 arasındaki İkinci Beş Yıllık
Planda benimsenen hedeflere göre büyüme hızı %7 olacak.
Ekonomide sanayi yılı sektörü “sürükleyici” görev yapacak ve
ortalama, %12 oranında büyüyecek ve dönem sonunda, GSMH içindeki payı %10,4’den
%20,5’e çıkacak, tarım sektörü yılda %4,1 oranında büyüyecek, ekonomi
enflasyonist ve deflasyonist eğilimlere karşı çıkılacak, yurt içi tasarrufların,
GSMH ’ya oranı %22,6 ya çıkarılacak, dış tasarrufların, GSMH içindeki payı
%2’den %1,7’ye düşürülecek ve ithalatın yılda %7,9, ihracatın %7,7 ve işçi
dövizlerinin %5,5 oranında artacağı hesabı ile dönem sonunda cari işlemler
açığının 226 milyon dolar civarında kalacağı öngörülmüştür. Büyüme hızı bu
dönemde % 7 oldu. İkinci planda sanayileşme sektörü için öngörülen ortalama
büyüme hızına ulaşılamadı. Özel sektör için hükümet eliyle bütün özendirici
önlemler alınmasına rağmen. Dış ticaret açığı yıldan yıla artmış, dönem başında
% 65 iken 1972 sonunda % 56,6’ ya düşmüştür. Kur politikasında sabit kur
politikası uygulanmış ve 1970 yılında 15 TL olan Dolar kuru tırmanan enflasyona
rağmen Ağustos 1971 ‘den itibaren Dolar kuru 14 TL’ye indirilmiştir. Oysa ABD
dolarının altın paritesinden ayrılmasına ve fiilen başlıca ülkelerin
paralarında “dalgalı kur” sisteminin uygulanmasına geçilmişti.[18]
1973-1977 dönemini kapsayan Üçüncü Beş Yıllık Plan
matematiksel bir modele dayandırılmış, bu modelden üretilen veriler Planının
temelini oluşturmuştur. İkinci plandan farklı olarak 37 sektörlü bir girdi
çıktı kullanılmış, planın temel hedefleri 22 yıllık bir perspektife uygun
olarak belirlenmişti. Bu planla Türkiye’yi 1955’de 1970’li yılların
İtalya’sının sahip olduğu sanayileşme düzeyine çıkaracağı hesaplanmıştı.
GSMH’nın oluşumunda tarım % 11,6, sanayi % 35 ve hizmetler % 53,4 olacaktı.
Nüfusun 1995 yılında 65 milyonu aşmaması yönünde önlemler alınacak, büyüme
ortalama yılda % 7,9 büyüyecek, tarım % 4-4,5, sanayide % 11,5-12 düzeyinde
gerçekleşecek, GSYİH’nın oluşumunda sektörlerin payı tarım %23, sanayi %27 ve
hizmetler % 50 olacak, plan döneminde, 291 milyar TL’lik yatırım yapılacak,
yatırımların % 12’si tarımda, % 45’i sanayide, % 43’de hizmetlerde
gerçekleşecek idi. Ancak bu dönemde büyüme hızı ortalama % 6,5 olmuş, Tarım % 3,5
oranında büyümüştür.[19]
Sanayileşmede ilk üç kalkınma planı döneminde yaklaşık büyüme % 10 olmuştur.[20]
1979-1983 dönemini kapsayan Dördüncü
Beş Yıllık Planda yılda yüzde 8’lik bir GSMH büyümesi öngörülmüştür. Piyasa
fiyatlarıyla, tarım sektörünün % 5,5, sanayinin % 9,9 ve hizmet sektörlerinin %
8,5 oranında genişlemesi, sanayi sektörünün büyürken yapı değişikliğine
uğraması, imalat sanayi içinde tüketim mallarının payının 1978’de % 42,1 iken
1983’de % 36,8’e düşmesi ara ve yatırım mallarının payının % 57,9’dan % 63,2
‘ye yükselmesi, GSİYH’nin oluşumunda piyasa fiyatlarıyla 1978 ‘de sanayinin
payının %29 iken 1983’te, % 32’ye yükselmesi, tarımın payının ise % 22’den % 19’a
düşmesi, sanayileşmeye uygun olarak iç tasarrufların GSMH’ ya oranının % 16,4’den
% 22,4’ye yükselmesi öngörülmüştü. Bu dönem öylesine siyasal, sosyal ve
ekonomik olaylarla çalkalanmıştır ki, plan uygulanamamıştır.[21]
Bu planlarda genellikle
para-kredi-kambiyo politikaları ilgi alanı dışında bırakılmıştır. Planlarda
egemen olan bir karma ekonomi mantığıdır. Gelişmenin devlet ve özel kesimin
birlikte gayretiyle gerçekleştirileceği kabul edilmektedir. Plan kararlarının
kamu kesimi için emredici, özel kesim için yol gösterici olacağı
varsayılmaktadır.[22]
14.10.1979 tarihinde yapılan ara seçimlerinde başarısız olan Ecevit hükümeti
istifa etmiş, Demirel altıncı kez başbakan olmuştu. Turgut Özal’ı da
Başbakanlık Müsteşarlığına ve DPT Müsteşar Vekilliğine getirmişti. Birlikte “24 Ocak Kararları” diye bilinen
istikrar programını hazırlamışlardı.[23]
Kalkınma sürecinin bir sonucu olarak,
GSYİH’nın tarım, sanayi ve hizmetler sektörü itibariyle planlı dönemin
başlangıcına göre sanayi sektörünün payı artmıştır.
1963
|
1970
|
1980
|
|
Tarım
|
39
|
37
|
26
|
Sanayi
|
16
|
17
|
19
|
Hizmetler
|
45
|
56
|
55
|
Toplam
|
100
|
100
|
100
|
Kaynak: Bayram Meral, Mesut Gülmez, Yıldırım
Koç, Alpaslan Işıklı, Behzat Akdoğan, Türkiye’de
İşçi Hakları, Der. Türkiye Yol İş Sendikası, Ankara, Yorum Matbaası, Yayın
No:1986/8, 1986, s.147-148.
2.2.Sosyal
Görünüm
Ülkemizde,
Batı’dan farklı olarak demokrasi, sanayileşmenin ve dolayısıyla işçi
hareketinin, örgütlü desteğinden yoksun olarak yürütülmüştür. Çalışan işçilerin
karşısında despotik bir rejimin olmaması da karşılıklı çatışmayı değil yüzeyselde
olsa belli ölçüde demokratik kurallara aralayan bir ortamda yön bulmaya
başlayan 1960 sonrası döneminin işçi hareketi, bazı unsurların da yanı sıra
demokratik erdemlerden de kaynaklanan rahatlıktan da yararlanmıştır. 1960
dönemi sonrası sendika özgürlüğü ve grev hakkı ile ilgili hukuksal düzenleme
1961 anayasasının yanı sıra esas olarak, 24.07.1963’te yürürlüğe girmiş olan
274 sayılı Sendikalar Yasası ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt
Yasası ile belirlenmiştir.[24]
1963
yılından itibaren, Toplu İş Hukuku, tümüyle İş Yasası dışına çıkarılması ile
çeşitli değişikliklerle, yamalı bohça haline gelen, 3008 sayılı İş Yasası, 1967
yılında yerini, 931 sayılı yeni İş Yasası’na bırakacaktı. Daha sonra şekil
yönünden Anayasa Mahkemesi tarafından bu yasanın da iptal edilmesi ile 2003
yılana kadar yürürlükte kalacak ve daha sonra yerine, 1475 sayılı İş Yasası
kabul edilecekti. Bu yasa, Fikir işçilerini ve tek işçi çalıştıran iş
yerlerinde yeni iş yasası kapsamına almaktaydı. Bu dönemde yine Deniz İş Yasası
ile Basın İş Yasası da değiştirilerek, mevcut haklarda artış yaratıldı. Asgari
ücret uygulaması 1951 yılında bazı il ve iş kollarında uygulanmasına
başlanmıştı, bu dönemde daha da yaygınlaştırıldı. Dağınık ve tedrici bir
şeklide 1945 yılından beri gelişen Sosyal Sigortalar Mevzuatı, 1964’te
çıkarılan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu ile toplu ve sistematik bir hale
gelmiştir.[25]
1961
Anayasası sendika hakkını, tüm çalışanlar (işçi-memur) tanımış, 1965 yılında
çıkarılan 624 Sayılı Devlet Personeli Sendikaları Yasası ile yasal olarak
düzenlenmiştir. Ancak bu hak 12 Mart 1971 yılı döneminde Anayasada yapılan
değişiklikle “çalışanlar” yerine “işçiler” ifadesi konularak memurlara tanınmış
olan bir hak ortadan kaldırılmıştır. Sanayi kuruluşlarının işyeri büyüklüklerine
göre (TÜİK büyüklük konusunu çalışan kişi sayısını ölçü alıyor) küçük
işletmeler sayıca ağırlıklıdır.
1963
|
1970
|
1980
|
|
İşyeri
Sayısı
|
|||
Büyük
|
1,9
|
2,75
|
4,9
|
Küçük
|
98,1
|
97,25
|
95,1
|
Çalışan
Sayısı
|
|||
Büyük
|
69,4
|
61,0
|
62,0
|
Küçük
|
30,6
|
39,0
|
38,0
|
Katma
Değer
|
|||
Büyük
|
80,6
|
88,3
|
87,1
|
Küçük
|
19,4
|
11,7
|
12,9
|
Kaynak: Yakup Kepenek ve Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, Ankara, 6. bs., Remzi Kitapevi, s. 47.
1963
yılında yaklaşık %2 olan büyük işyeri oranı, 1980 de yaklaşık %5’e
yükselmiştir.1963 yılı itibariyle büyük işletmelerde sanayideki tüm
çalışanların yaklaşık %70’i istihdam edilmektedir. 1980’ne gelindiğinde bu oran
yaklaşık %63’e düşmüştür. Küçük işletmelerde ise sırasıyla küçük işyerleri
sayısı 1963 de %98,1 den, 1980’da %95,1’e düşmüş, çalışan sayıları ise 1963’te
%30,6’dan, 1980 yılına ise %38,0’e çıkmıştır. [26]
3.CUMHURİYET HALK
PARTİSİ VE İLK HEDEFLER BİLDİRİSİ
3.1.Cumhuriyet Halk
Partisi
Cumhuriyet
Halk Partisi( CHP)’si 9 Eylül 1923 ‘de Mustafa Kemal Paşa tarafından “Halk
Fıkrası” adıyla kuruldu. 20 Kasım 1923 ‘te “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti” halk fıkrasına katıldı. CHP 1959 yılına kadar kuruluşundan bu tarafa
13.Olagan, 3 Olağanüstü olmak üzere 16. Kurultay yapmıştır.
Ekonominin düzenlenmesinden, sosyal ve
siyasal hayata dair birçok karar almıştır. Bu makalede CHP’nin siyasal tarihini
incelemekten ziyade, çok partili hayata geçtikten sonra Demokrat Partinin (DP)
iktidara gelmesiyle birlikte, birden çok siyasal oluşumun halk nezdinde ortaya
koymuş oldukları siyasal projelerin nasıl karşılık bulduğunun tartışılmasını
incelmektedir. Burada makalede incelen ise CHP’nin ortanın solu projesinin
ortaya çıkışı, gelişimi ve bu süreçlerde parti ve toplumda ki karşılığının
sonuçları.
Türkiye’nin ekonomik ve sosyal çehresi
ile toplumsal yaşamda 1950 yılından itibaren bir farklılaşma ortaya
çıkmaktadır. Özellikle kırsal kesimde toprağa bağlı olarak yaşayan kimseler,
kentler göç ederek, kısmen fabrikalarda büyük bir kısmı ise marjinal işlerde
çalışmaya başladılar. 1960 ihtilalinden sonra yapılan Anayasa çalışması ve yasalar
yeni demokratik haklar ortaya koymaktadır. Toplumsal yapıda ise göç olgusuyla
sadece büyük kentlere değil, yurt dışına da çalışmaya giden yeni topluluklar oluşmuştur.
Bu gelişmenin toplumsal yaşama etkisi 1950 yılının ikinci yarısından itibaren
toplumda yavaş yavaş ortaya çıkan sosyal hareketlilik etkisini göstermektedir.
3.2. İlk Hedefler Bildirisi
1959 yılında CHP ’nin yöneticilerine
özelliklede Genel Başkanına yönelik çeşitli saldırıların olması, gazetecilerin
tutuklanması, bütün zorlukları yenmesini bilen milletin demokrasi davasını da
tam olarak gerçekleştireceği, baskı ve tahakküm zihniyetinin, hak ve adalet ile
özgürlüklerin mutlaka zafere ulaşacağı inancı ile toplanan kurultayda bir takım
demokrasi vurguları öne çıkarılarak 14. Kurultaya gitmişlerdir.
12.01.1959 yılında CHP ‘nin kendi
tarihinde belirttiği gibi, önemli kurultaylarından biri olan 14. Kurultayıdır.
Bu kurultayda, ”İlk Hedefler Bildirisi”
kabul edildi. Bu bildiride iktidara yürüyen bir parti düşüncesiyle “düzen değişikliği” önerisini sunuyordu.[27]
“İşte, “İlk
Hedefler Bildirgesi” o günün sorunlarına çare getiren, bir
anlamda “ideolojik değişim, kendini yenileme, kitlelere kabul ettirme” çabası.
O bildirgede, o yıllar için hayal bile edilemeyecek önemli bir sözler veriyor
CHP:
“-Grev hakkı tanıyacağız.
-Baskıya son vereceğiz.
-Demokrasiye aykırı yasaları kaldıracağız.
-Basın ve ifade özgürlüğünü yeniden işleteceğiz.
-Çalışmayan Meclisi çalıştırıp, ikinci bir Meclis daha getireceğiz, yani
Senatoyu.
-Yargı bağımsızlığını yerleştireceğiz.
-Cumhurbaşkanını tarafsız çizgiye çekeceğiz.
-Dış politikada bozulmuş ilişkileri yeniden kuracağız”.
Bazıları sanki bugünkü
sıkıntıları giderme sözü gibi. Bu bildirge büyük oy çekiyor. 1954 seçimlerinde
30 milletvekili çıkaran CHP, 57 seçimlerinde 173 milletvekiline sahip oluyor.
Seçim sistemi nedeniyle DP yine tek başına iktidar ama artık yaldızları
dökülmeye başlıyor. Ayrıca, bildirge farklı bir etki daha yaratıyor, bazı
hedefleri 1961 Anayasasının temel maddelerine dönüşüyor.”[28]
CHP ‘nin 14. Kurultayından
sonra parti külliyatı içerisine “Ortanın
Solu” kavramı giriyor ve bu tarihten itibaren parti içi tartışmalar ve
ayrışmalar da ortaya çıkmaya başlıyor.
4.ORTANIN SOLU’NUN DOĞUŞU
CHP’de yeni politik çizgiye ilişkin adımlar 1961 yılında
ilan edilen “temel hedefler beyannamesi” ile 1964 yılında yapılan kurultayda
raportörlüğünü Bülent Ecevit’in yaptığı “ileri Türkiye ülkümüz” bildirisiyle
atılmıştır. 1965 yılının Şubatı’nda ise partinin yeni politikasının “ortanın
solu” olduğu açıklanmıştır.
4.1. Parti’ de Fikir
Çatışması Ve Ayrışma
“Ortanın Solu politikası, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün,
1965 seçimlerinden kısa bir süre önce Milliyet gazetesine yaptığı açıklama ile
resmen ilân edilmiştir. Kavram olarak, 1965’te çıkmasına rağmen Ortanın Solu
akımının, 27 Mayıs öncesine kadar uzanan bir entelektüel geçmişi bulunmaktadır.
Bu durumu anlayabilmek için Ortanın Solu akımının içinde yer alan ve iç içe
geçmiş üç olguyu/süreci ortaya koymak gerekir. Ortanın Solu akımı, üç süreci
bir arada barındırmaktadır:
·
İlkin,
bir kamu örgütü/kurumu görünümündeki CHP’yi bir siyasal parti hâline getirmek;
·
İkinci
olarak, CHP’yi demokratlaştırmak;
·
Son
olarak da, CHP’yi sosyal demokratlaştırmak
Özetle
ve topluca söylemek gerekirse, Ortanın Solu akımının esas amacı, CHP’yi “sosyal demokrat bir parti” hâline
getirmektir.
Ortanın Solu akımının ilk fikrî izleri, CHP’nin 1959 yılında
yapılan 14. Kurultay’ında ilân edilen “İlk
Hedefler Beyannamesi” nde görülebilir. Bu Kurultay’ın özelliği, genel
olarak liberal çizgide bir parti olan Hürriyet Partisi’nin (HP), CHP’ye
katılmasından sonra yapılan ilk kongre olmasındadır. Bu Kurultay, Hürriyet
Partisi ile yapılan mutabakat sonucu varılan konuların görüşülmesi amacıyla
toplanmıştır. Kurultaya damgasını da HP’liler vurmuştur. İlk Hedefler
Beyannamesi’nin raportörü HP’li Turan Güneş, bu Beyanname’nin okunduğu oturumun
başkanı da yine bir HP’li olan Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu’dur. İleride de
görüleceği gibi, HP’li Turan Güneş, Ortanın Solu akımının entelektüel dokusunu
oluşturmada birincil derecede önemli bir rol oynamıştır.”[29]
Söz konusu İlk Hedefler Beyannamesi’nde ana hatlarıyla şu
konuların altı çizilmiştir: “Antidemokratik yasalar, yöntem ve anlayış
kaldırılacaktır. (...) Yasaların Anayasaya uygunluğunu denetleyecek bir anayasa
mahkemesi oluşturulacaktır. Demokratik anlayışta, halk egemenliğine dayanan,
sosyal adalet ve güvenlik ilkelerine dayanan bir devlet düzenine uygun anayasa
oluşturulacaktır. Devlet başkanı yansız olacaktır. Yargıç güvencesi
sağlanacaktır. Partizanca yönetime ve sosyal adaletsizliğe son verilecektir.
Seçim güvenliği sağlanacak, nisbi temsile geçilecektir...”[30]
1965 genel seçimleri Türkiye ve CHP açısından çok büyük
değişiklikleri beraberinde getirdi. % 28,7 oranında oy alan CHP, çok partili
dönemde il kez % 30 un altında oy almıştı. AP buna karşılık, %52 oranında çok
yüksek bir oy alarak Meclise girmişti. CMKP ile TİP meclisin yeni partileriydi.
CHP ‘de partinin almış olduğu bu oy oranı “ortanın
solu” konusuna bağlandı. İsmet İnönü’nün 29 Temmuz 1965 tarihinde Abdi İpekçi’ye
verdiği bir röportajda CHP‘nin yolunun ortanın solunda olduğunu, ilk kez
gündeme getirdiğini ve parti içerisinde kimsenin haberinin olmadığını
söylüyordu. Ama işin aslı partide uzun süredir ortanın solu konuşulan ve
üzerinde tartışılan konuydu. İsmet İnönü sadece bunu resmi olarak dile getirmiş
ve bu konuda net çizgiler de çizmişti. ”CHP, bünyesi itibariyle devletçi bir
partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştır.” [31]
Ortanın solu, 1965 genel seçimi sonrasında uzun yıllar
boyunca en fazla tartışılan ve üzerinde durulan konu oldu.18. kurultay
çalışmaları başlamıştı. Parti içerisindeki tartışmalar artık çatışma haline
dönüşmeye başlamıştı. CHP’nin sosyalist bir parti olduğunu iddia edenlerle,
karşı çıkanlar arasında bir çatışma yaşanıyordu. Diğer taraftan son seçimde
alının yenilgi sonuçları üzerinden de bir tartışma yürüyordu. CHP‘nin sola
açıldığı için seçimleri kaybettiğini savunanlar, diğer tarafta ise “ortanın
solunun “ iyi anlatılamadığını, bu nedenle de az oy alındığını savunanlar.
Parti içerisinde tartışmaları yürütenlere basın tarafından kısa sürede yeni
isimler bulundu. Birinci gruptaki milletvekillerine “göbekçiler”, ikinci gruptakilere “ortanın solcuları” ya da “yenilikçiler”,
dediler.
Birinci grupta ”göbekçiler” yer alanlar partinin ileri
gelenleri idi. Bunlar; Turhan Feyzioğlu, Nihat Erim, Kemal Satır, Coşkun Kırca,
Emin Paksüt, Hıfzı Oğuz Bekata, Suphi Baykam, İsmail Rüştü Aksakal.
İkinci grupta “yenilikçiler” arasında yer alanlar ise;
Bülent Ecevit, Turan Güneş, Seyfi Şadi Şencap, Mustafa Ok, Ferda Güley,
Hayrettin Uysal, Nazif Aslan, Yaşar Akal, Kemal Ataman, Nermin Abadan, İbrahim
Öktem gibi isimler vardı.[32]
18. Kurultayda parti içi tartışmalar iyice su yüzüne çıkmış ve kıyasıya bir
mücadele başlamıştı. Göbekçilerin genel sekreter adayı Turhan Feyzioğlu,
yenilikçilerin ise Bülent Ecevit’ ti. Divan başkanlığı seçiminde Yenilikçilerin
adayı Muammer Aksoy, Göbekçilerin adayı Sırrı Atalay’ı geride bırakarak divan
başkanlığına seçildi. Bu kurultayda herkes eteğindeki taşları dökerek
tartışmalar yapıldı. Söz İsmet İnönü’ye geldiğinde seçim yenilgisini
değerlendirirken, aşırı sağ ve sol akımların CHP’ye insafsızca ithamları
karşısında “ortanın solu” teriminin hacmini, karakterini anlatmak için
toplandığını, partiye gelen isimlere haksız ithamlar hatta dinsizlik ithamıyla
karşılaşanların olduğunu belirterek, ortanın solunun parti içerisinde
tartışılmadığını ve kurultayın bur tartışmayı yürütmesi ve kesin bir kararı
olarak bir sonuca bağlaması gerektiğini söylemiştir. Konuşmasında partinin
sınırlarını tarif ederek sol ve/veya sağ bir parti olmadığını bu sınırları
çizerek seçim beyannamesinin sınırlarını geçmeyeceğini söylemiştir. CHP bu
sınırlar içerisinde altı okuna bağlı ortanın solunda bir partidir.
Feyzioğlu, söz alarak reformlar seçmenden oy alacak, ancak
reformların ortaya atılması seçmeni ürkütecek ise karşı karşıya kalınan mesele
iki tarafıyla, reformlara karşı çıkmamak gerektiğini ve bunu söyleye söyleye oy
almak gerektiğini, diğer taraftan ise ortanın solu kavramının partinin altı
oku, seçim bildirgesi dışında yeni bir anlayış ve ilke değil, partinin
kuruluşundan beri sahip olduğu ilerici ve reformcu hürriyetini tam bir
açıklayan ve tutarlı bir şekilde ifade eden resmi belgelerimizdir. Feyzioğlu
konuşmasının devamında ortanın solu kavramını benimserken, partinin İsmet İnönü
gibi aşırı sağ ve sola karşı dikkatli olması gerektiği genel sınırları
içerisinde kalmasının, sol derken partinin sosyalist olmadığını ifade etmiştir.
Özgürlük tanımını yapmış Fransız ihtilalindeki özgürlük tanımını kabul ettiğini
belirtmiştir. Fransız ihtilalcilerinin yaptığı özgürlük tanımında başlıca dört
öğenin yer aldığını belirterek, bunların; bir neslin gelişmesi imkânı, iki,
giyinmek, üç, gıda almak, dört, dünya nimetlerinden yaralanmak. Bunlar Türkiye’de
ki bütün vatandaşlar için var olan şeylermidir?[33]
Tartışmalar sırasında değişik şekillerde ortanın solu ’nu
savunanlar da bu durumu komik şekilde ifade ediyorlardı. GÜLEK; Biz ne sağcıyız
ne solcu, halkçıyız. Ortanın solu da ortadadır diyordu. Suphi BAYKAM;” ortanın
solu CHP’nin göbek adıdır. Kalp soldadır; abdeste de soldan başlanır” diye
açıklama yapıyordu.[34]
Bu kurultayda Gülek’in genel başkanlığa aday olduğu
kurultayda, ismet İnönü tekrar seçilmiştir. Genel sekreterliğe Bülent ECEVİT tekrar
seçildi. CHP teşkilat ve meclis grupları olmak üzere, iki farklı gruptan
oluşmuş gibi bir görüntü ortaya çıktı. CHP de yapılan bu seçimler sonucu sanki
iki eğilim ortaya çıkarak partinin bir bölünmüşlük görüntüsü verdiği ve parti
içindeki tartışmaları azaltacak yerde daha da şiddetlendirdi. Teşkilatlar
ortanın solunu savunurken, Meclis grup başkanvekilleri bu değişikliği kabul
etmiyor gibi görünüyordu.
28-29 Nisan 1967 yapılacak 4. Olağanüstü Kongreye gidilme
kararı alındı. Bu süreçte partiden kopmaların önlenmesi için ciddi çalışmalar
yapıldı. Olağanüstü toplantıdan sonra yenilikçiler ile göbekçiler arasındaki
tartışma çok daha zirveye çıkmış oldu. Pati meclisine hâkim olan ortanın solu
bir bildiri yayınlayarak ortanın solunu parti meclisi kararı olarak duyurdu. Bu
bildiriye pati meclisi içerisinden sekiz kişi karşı çıkmıştır. Partinin siyasi hayatında sekizler adıyla anılan
bu grup disiplin kuruluna sevk edildi. İsmet İnönü sekizlerle birlikte
ayrılanların sayısını kontrol altında tutabilmek için partinin ahenkle birlikte
çalışması gerektiğini belirten bir konuşma yaparak, durumu kontrol altında
tutmaya çalışmıştır. 30 Nisanda Turhan Feyzioğlu ve arkadaşları disiplin
kararını beklemeden kırk yedi milletvekili ve bir senatör CHP’den istifa
ettiklerini açıklayarak, Güven Partisini(GP) kurdular.
Böylece, 1965 seçimleri sonunda bir düşünce ayrılığı olarak
başlayan tartışma, CHP tarihinde en büyük bölünmenin gerçekleşmesiyle
sonuçlanmıştır.
4.2. İsmet İnönü-Bülent Ecevit Çatışması
12.03.1971 muhtırası İsmet İnönü ile
Bülent Ecevit’in temsil ettiği görüş arasında ayrılık doğması çatışmanın da
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Muhtıra verildikten sonra CHP bir bildiri
yayınlayarak muhtıra hakkında olumlu ya da olumsuz tezahürat yapmamaları
istenmiştir. 21.05.1971 tarihi yolların ayrıldığı bir dönüm noktası olmuştur.
İsmet İnönü yeni kurulacak hükümete katılmayı isteyince Bülent Ecevit ve Genel
Yönetim Kurulu toptan istifa etmiştir.
Bu duruma rağmen grup toplanmış ve hükümete
katılma oylanmıştır. İsmet İnönü’nün tehdit dolu konuşmasına rağmen 50 ‘ye
yakın milletvekili ve senatör karşı oy kullanarak Bülent Ecevit’i
desteklemiştir. İsmet İnönü 15 Mart’ta, muhtıranın demokrasiyi engellediğini
söylerken, 16 Mart’ta görüşünü değiştirmiş ve pek çok kişiyi şaşırtan grupta
yaptığı konuşmasında İnönü; ”Geçen 24 saat memleket için çok önemli bir devre idi.
Büyük hadiselerden sonra, ne gibi olayla ve ne gibi ihtimaller
belirebileceğini, bütün dünya ile beraber biz de vatandaşlar olarak merak
ediyorduk. Fakat size kalp huzuru ile söyleyebilirim ki, bu geçen 24 saat
zarfında Türkiye, millet olarak bünyesindeki sarsılmaz metanetinin bir defa
daha örneğini vermiştir”[35] diyerek geçici bir hükümet ve erken seçim
isteğinden vaz geçerek bir reform hükümetinin oluşturulmasını ve CHP’nin
elinden gelen yardımı bu hükümete göstermesini istemiştir.
İnönü; ”Bülent Ecevit, hükümet kurulmaz
ise kurulmasın, bizi alakadar etmez diyor.” Bu fikre iştirak etmiyorum. Genel
sekreterin bu iş istifaya kadar götürmesi kararının kesin olduğunu gösteriyor.
5.BÜLENT ECEVİT ve ORTANIN
SOLU
Bülent Ecevit, düşüncelerini 1966 yılında yazmış olduğu
Ortanın Solu kitabında ortaya koymuştur. Parti içerisindeki “ortanın solu” tartışmaları
aynı zamanda parti içi bir ayrışmaya giderek partide bir arınma ortaya çıkartmıştı.
Nitekim Ecevit’te,1968 yılında kitabın dördüncü baskısında “CHP’nin içerisinde
büyük gelişmeler oldu. Ortanın solu hareketi, bütün engelleri yenerek, Parti
içinde kesin başarıya ulaştı. CHP ‘si devrimci bir parti olarak, kendi kendini
yenileme yeteneğini bir kez daha ortaya koydu. O bakımdan parti içi
tartışmalarla ilgili bölümler siyasal tarihimizin artık kapanmış bir aşaması
olarak okunmalıdır” önsözüne bu görüşünü yazarak tamamlıyor. Ama bu görüşü uzun
sürmüyor ve iyimserlik olarak belirliyor. Partide, önceki tartışmadan daha
şiddetli bir tartışma ortaya çıkıyor. Ecevit iyimser olmaya devam edeceğini
tekrarlıyor Detaylarını yukarıda aktardığım için burada tekrar etmeyeceğim.
Kendini bu durumdan bahsederken aşırı iyimser olarak nitelerken, yine de
iyimser olmaktan vaz geçmiyor.
1966 yılında ortanın solu kavramı üzerinden partinin nasıl
bir yöne gitmesi ve yörüngesinin ne olmasını yazarken, altı yıl sonra “CHP’yi
eski yörüngesine oturtacağız” slogana parti içerisinde karşı çıkışlar oldu.
Ecevit; bu karşı çıkanların mağlubiyetini ”Halkın ve örgütün gücü ve kararlığı
karşısında onlar yenilip gittiler, CHP yeni yörüngesine eskisinden daha tutarlı
ve güçlü olarak yerleşti” tespitinde bulunuyor.[36]
5.1.Ortanın Solu
Ecevit, ortanın solunu ifade ederken;
eskimiş düzen ilişkileri içerisinde bir durum tespiti yaparak, ortanın solunda “geçmişe” ait olandan “geleceğe” ait olanı ortaya çıkararak
kavramsal açıklamasını;
1. İnsan
Boyutundan
2. Örgütsel
boyutundan
3. Toplumsal
Boyutundan,
Ele alarak bir düşünsel program ortaya koymuştur. 1966
yılında yazmış olduğu ortanın solu kitabında; Kategorize etmemesine rağmen
ortay koyduğu ve incelemeye tabi tuttuğu konuların kronolojisine bakıldığında
yukarıdaki sıralamaya uygun bir anlatımı benimsemiştir.
5.1.1.Ortanın Solunda Kendini Hisseden İnsan Portresi(Yeni
İnsan Tipi)
Bir insanın kendini siyaset sahnesinde nerede hissetmesi
konusunda bir duruşu bulanmasını, toplumda dışlanmışlıkları oluşturan ve
yaratılan katma değerden faydalanamayan insanlar için;”… hem o kimselerin
kendileri hesabına, hem de toplum ve insanlık hesabına isyan edebiliyorsanız,
bunu insanlık için bir yoksunluk ve haksızlık olarak görebiliyorsanız; toplumda
bu yoksunluğu ve haksızlığı doğuran adaletsizlikleri ve tutkuları gidermek
üzere bir şeyler yapma güdüsünü, isteğini duyabiliyorsanız ortanın solunda bir
insansınız demektir” onların yerine kendinizi koyup, duygudaşlık
kurabiliyorsanız, ortanın solunda bir birey olarak görüyor.[37]
Eğitimden, sağlıktan vb. haklardan yokusun kalan çocukların,
küçük yaşta çalışmalarına Anayasal Hak olmasına kullanamamaları nedeniyle, çalışma
hayatına başlamaları, küçük bedenlerinde ve ruhlarında oluşan çöküntüyü
duyumsayabiliyorsanız ortanın soluna bir insansınız. Çalışanların, özelliklede
kitapta örnek olarak verdiği “maden işçilerinin” yerin altında çalışmaları ve
elde ettiği ücretlerin ancak geçimlerini sağlayamayan çalışanların ıstırabını
ve acılarını duyumsayabiliyorsanız-ki onlar size oy vermeseler bile onların
ıstırabını duyumsayabiliyorsanız, onların yaşamına biraz ışık katabilmek,
insanca yaşayabilme olanağına kavuşturabilmek için kendinizi ödevli
sayabiliyorsanız- ortanın solunda bir insansız demektir.
Yardıma ihtiyaç duyanlara doğduğu yerde insanca duygularla
sosyal yardımda bulunma insan için asil bir çabadır. Asıl olan ise bu yardım
ihtiyaç duymayacak sosyal güvenlik v adalet düzeni kurmaktır. Merhamet duyarlı
insanların, iyi insanların, düşünebilen insanların yapabilecekleri bir
duygudur. Toplumda asıl olan toplumsal açıdan merhamet duyguları uyandıracak
insanları bırakmamaktır. İnsanlar açısından hayır işleri, merhamet, sosyal
yardımlar asil davranıştır.
“Ama kurtarmak ve yüceltmek istediğimiz insanların onuruna,
asıl saygılı davranış, onların dertlerini, sıkıntı ve yoksulluklarını temelden
giderebilecek davranış onların, bu tür
ilgililere, kişisel merhametlere ihtiyaç duymayacakları bir toplum düzene
ulaştırmaktır”[38]
Ortanın
solu içerisinde, düzenin çeşitli nedenlerle toplumsal faydadan yararlanamayan
insanların, kesimlerin çaresizliklerine duyarlı olmak, onlarla duygudaşlık
kurarak bu dışlanmışlıklarının giderilmesinde onlar gibi düşünen, onlar gibi
acı çeken, onlar gibi duyumsayan insanların doğal olarak ortanın solunda yer
alan insanlar olduğunu ifade ediyor. Bu yasal haklarını kullanamayan ve
toplumsal faydadan yararlanamayan insanların haklarının sağlanması için mücadele
eden ve toplumsal bir düzen kurmaya çalışan insan da ortanın solundadır.
Ortanın
solunda kendini hisseden ”ortanın solu
tabiatındaki insanların” izleyeceği siyaset ve mücadelesini şöyle ifade
etmektir.
·
İçlerindeki insanlık duygularını ve
bilincini böyle bir toplum düzenini(ortanın solu) kurmak için bir siyasal
hareket haline getirdikleri vakit, o siyaset ortanın solunda bir siyasettir.
İnsanın en büyük gücünü, insanı insan
yapan gücü, düşünme gücünü, baskı altında tutmak, insanlığa karşı en büyük
ihanettir. İnsan kişiliğinin gelişmesine, insanlığın ilerleyip, yücelmesine en
büyük engeldir.
·
Ortanın solu insanı özgür insandır.
·
Özgürlüğü insanlığın yararına,
insanlığı yücelmesine, uğruna kullanan insandır.
·
Kendi onur ve mutluluğunu bütün
insanların onur ve mutluluğunda arayan insanlardır.
·
Ortanın solu böyle bir insan ülküsüne
yönelir.[39]
5.1.2. Örgütsel Boyut
Ortanın solu CHP
ve Türk siyasi hayatında önemli bir duruşu ifade etmektedir. Siyasi yelpaze
açısından CHP’nin konumlandığı duruş, hem parti içerisinde bir tartışma konusu
olmuş hem de, parti dışında diğer partilerle arasındaki sosyal proje anlamında
bir ayrışmaya gitmiştir. Parti içerisinden “CHP” nin kimliğini ve siyasal
yönünü değiştiriyor,” ortanın solu, solun ortası” gibi tekerlemelerle toplumsal
zihinleri karıştırma “ ortanın solu, Moskova’nın yolu” tartışmalarla kafalarda
kuşkular uyandırmaya uğraşanlar çıkmıştır.
1965 yılı
seçimlerinde partinin almış olduğu seçim yenilgisini “ortanın solun” da
olduğunu söylediği için bu yenilgiye uğradığı diyenler de olmuştur.
Ortanın solu tartışmaları
uzunca bir dönemi kapsamış yaklaşık 14 seneyi bulmuştur. İlk kavram olarak
söylendiğinde ve takip eden seçimler dolayısıyla almış olduğu yenilgilerde
toplumun ve dış siyasetin etkileri düşünülmeden partideki değişikliklerin
çeşitli kesimlerce kabul edilmemesi CHP’nin siyaset yelpazesinde nerede durduğu
tartışmalarının özünü oluşturmuştur. Siyasi yelpazenin sağını ve solunu
oluşturan partilerin varlığı CHP’nin kuruluş felsefesi ve devletle ilişkileri
kendi ambleminde yer tutan ilkeleri siyasi yelpazede yer bulmasında kendi
ilkeleri üzerinden tartışmaların şiddetli geçmesine ve ayrışmaların olmasına
neden olmuştur.
Ecevit bu durumu,
1965 seçimi sonuçları üzerinden”…oysa toprak reformu yapacağını açıkça
söyleyerek, büyük topraklıları ürküten; vergi reformları geçirerek kolaylıkla
vergi kaçırmaya veya hiç vergi vermeye, ödememeye alışmış olan bazı bol
gelirlilerin canını sıkan; işçiye bütün demokratik hakları tanımayarak, işçi
sömürmeyi bir hak sayanların huzurunu bozan; ulusal yerimizi ve onurumuzu
koruyucu bazı dış politika değişikliklerine başlayarak bir takım büyük
devletleri gücendiren ulusal petrol davasını benimseyerek ‘te, devletler üstü dev
petrol ortaklarını gücendiren bir parti” ortanın sağındayım” demiş bulunsaydı
sonuç gene de baka türlü olmazdı”[40]
çeşitli kesimleri rahatsız etmesinin altında yatan nedeni yelpazenin neresinde
olduğundan çok izlenen politikaların içeriğinden kaynaklandığını ortaya
koymaktaydı.
“Ortanın solu “
kavramıyla CHP’si, 1965 yılı siyasal ortamında seçimlere giren altı parti
arasında dünya görüşü olarak temsil ettiği yeri dürüstçe, açıkça tanımlayıp
söylemiş oldu.
Ecevit, CHP’nin
siyasal yelpazede yerini tanımlaya ortanın solu kavramını tam olarak anlaşılır
kılmak için, siyasal yelpaze de o, dönemde yer alan partilerin sağdan sola
doğru sıralanışını “aşırı sağ, ortanın sağı, orta-veya merkez, ortanın solu,
aşırı sol…”şeklinde ifade ederek bunların toplumsal karşılıklarının ne olduğunu
açıklamıştır. Böylece bu karşılaştırma üzerinden siyasal yelpazedeki bu
partilerin toplumsal projeleri vasıtasıyla halkla nasıl bir etkileşim
kurdukları, toplumla nasıl bir söylev ve beklenti üzerinden düzen tahayyül
ettiklerini analiz etmiştir. Partilerin bir biriyle yarışırken sağ partilerin
halkı nasıl kandırdıklarını aslında bir toplumsal projelerinin olmadığı
tespitinde bulunmuştur.
Aşırı Sağ’ın; toplumu varmış oldukları noktadan
geriye çekmeye çalıştıklarını, bunların gerici olduklarını, duygusal nedenle
geçmişin özlemi içerisinde olduklarını, çoğunlukla halkın taassubun
karanlığında tutmak, sosyal ve ekonomik haklardan yoksun bırakma; öylelikle
halkı bir avuç egemen ve güçlü zümrenin baskısı altında köle gibi çalıştırmak
istedikleri ve eski toplum düzenini bu isteklerine daha elverişli buldukları
için geçmişi özler. Demokrasiden huzursuzluk duyarlar ve arzuladıkları düzeni
kurmayı kolaylaştırdığı ölçüde ve biçimde isterler ve ellerine fırsat geçtiğinde
demokrasiyi sona erdirirler. [41]
Ortanın sağında; Muhafazakârlar vardır. Toplum
yapısında değişiklik olmasından ürkerler. Her şeyin olduğu gibi kalmasını
isterler. Çıkarlarının bozulmasını istemedikleri için her türlü yeniliğe ve
reforma, devrime karşıdırlar. Devletin ekonomik ve sosyal hayata müdahale
etmesini istemezler. Teşebbüs ve mülkiyet hakkında her türlü kısıtlamaları ret
ederler. Yeniliklere gericiler kadar direnirler.[42]
Orta ve Merkez; Devrimci değildirler, toplumun zamanla
değişmesini, toplum yapısında bir değişmenin olmasını isteseler de, istemeseler
de tabi karşılarlar. Köklü reformlar yapmaktan kaçınırlar. Değişime karşı fazla
bir direnişleri yoktur. Pasiftirler. Demokrasiyi isterler. Sosyal adalete az
çok değer verirler. Sosyal adalet ve ekonomide devletin fazla ödev
yüklenmesinden hoşlanmazlar. Özel sermaye desteklemez ise kalkınma olmayacağını
düşünürler. Planlamaya da yatkın değildirler.[43]
Ortanın Solu;
·
Ortanın solundakiler; insancıldırlar.
İnsana en üstün değeri verirler. Düzenin
insanın kişiliğinin gelişmesine, her kesme imkân tanınmasının olmasını
isterler.
·
Ortanın solundakiler; halkçıdır.
Geniş halk topluluklarının yararlarını dar zümrenin çıkarlarının üzerinde
tutarlar. Halkın köklü sınıf duvarıyla bölünmesini insanlık onuru ve toplum
esenliğine aykırı sayarlar. Sınıf ayrılıklarını eşitsizlikleri ortadan
kaldırarak sağlamayı isterler.
·
Ortanın solundakiler; sosyal
adaletçi ve sosyal güvenlikçilerdir. Sosyal adalet
ve güvenlik sağlamayı eşit bir toplum düzeni kurabilmesinin kesin şartı
sayarlar.
·
Ortanın solundakiler; ilerici, devrimci
ve reformcudurlar. En hızlı bir biçimde toplumun
yapısını değiştirerek insanlık ve halkçılık anlayışına uygun duruma getirmek
isterler.
·
Ortanın solundakiler; devletçidirler.
Devletçilikleri halkı gözeticidir. Halkı devletin hizmetinde değil, devleti
halkın hizmetinde sayarlar. İktisadi hayatın ve üretim araçlarının tümü ile
devletleştirilmesini, teşebbüs özgürlüğünüm yok edilmesini isteyen bir
devletçilik değildir. Her türlü iktisadi hayatın toplum yararına düzenlenmesini
ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak yönetilmesini, üretim araçlarının
toplum yararına kullanılmasını, tasarruf ve yatırım kaynaklarının devlet
müdahalesi veya devlet işletmeciliği yollarıyla artırılmasını öngören bir
devletçiliktir.
·
Ortanın solundakiler; plancıdırlar.
İktisadi ve sosyal gelişmeyi tesadüflere bırakmazlar. Amaçlarına nasıl
varacaklarını iktisadi faaliyeti toplum yararına yönlendirip sosyal adalete
uygun olarak düzenleyici bir planla gelişmeyi hızlandırmak isterler.
·
Ortanın solundakiler; özgürlüğe
bağlıdırlar.
Amaçlarına özgürlük ve demokratik düzen içerisinde varmak isterler. İnsan ve
insanlığa saygılıdırlar. İnsan hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasını ret
ederler. İnsanlığın çalışma istek ve gücünün, insanlardaki yaratıcılığın,
sosyal sorumluluk ve dayanışmanın en çok demokratik düzenle ortaya
çıkabileceğine inanırlar.
·
Ortanın solundakiler; sosyal
demokrasiden yandırlar.
Halkın irade serbestliği ekonomik ve sosyal baskılardan
kurtulmadıkça demokrasinin halk yararına işlemeyeceğini bilirler. Onun için
demokrasinin biçimsel yönü kadar, sosyal özüne de önem verirler.[44]
Aşırı sol; Aşırı
sol teşebbüs özgürlüğünü ve özel mülkiyeti reddeder. Demokrasiyi her zaman
açıktan red etmese de uyguladığı iktisadi ve sosyal düzen açısından demokrasi
kendiliğinden ölür. İnsanların iyiliğini isterler. Fakat isteklerinin dogmatik
yol ve yöntemleri uğrunda, insanları, yaşayan kuşakları, feda etmekten, köle
durumuna getirmekten kaçınamazlar.
Ortanın solunun, aşırı sağ ve aşırı solun tehlikelerine
karşı en sağlam duvar ve en etkili set olduğunu, uyguladıkları politikalar
açısından, en uygun yolun olduğunu, baskıcı ve toplumu engelleyici güçleri
durdurabileceğini ifade etmiştir. Aşırı sağa ve aşırı sola karşı toplumu
gelişmesinde bir sigorta görevi görebileceğini belirtmiştir.
Ülke de kurulu partilerin yerlerini belirlenmesinde, Adalet Partisini(AP),
parti programına göre ortanın sağında olduğunu, içindeki unsurların ortanın
sağından en aşırı sağa kadar kümelendiğini, küçük grupların aktivist grup
olmaları nedeniyle bu partiyi etkileyebilecekleri, sağa kaydığı şeklinde
değerlendirmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi’ni ortanın solunda tanımlamıştır.
Demokrasi ve özgürlükle bağdaşabilecek ölçüde sola gidebileceğini ifade
etmiştir.
Yeri belli olmayan partiler; Millet partisi, Yeni Türkiye
Partisi ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ‘nin yelpazedeki yerini tanımlamak
henüz mümkün görünmemektedir.
Türkiye İşçi Partisi; Cumhuriyet Halk Partisinin daha solundadır
şeklinde tespit etmiştir.
5.1.3. Toplumsal Boyut
Ortanın solunu, diğer soldan ayıran temel ayrım miras hukuku
ile özel mülkiyetin var olmasıdır. Demokrasinin yaşamasını anacak bu
özgürlüklerin varlığında görür. Bu hakların olması mutlaka demokrasinin olduğu
anlamına gelmeyeceğini de bilir. Teşebbüs özgürlüğü, miras ve mülkiyet
özgürlüğü başıboş(denetimsiz bana ait) kalırsa demokrasi o zamanda yaşayamaz,
halk o zamanda ezilir. Ortanın solunda bu haklar Anayasanın da belirlediği gibi
“kamu yararı” ile sınırlıdır.
“Ortanın solunda devletçilik anlayışı ekonomik gelişmeyi,
ulusal kalkınma amaçlarına ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak
hızlandırmanın gerektirdiği ölçüde devlet işletmeciliği öngörür.”[45]
Devletçilik özel mülkiyeti ortadan kaldırmak değil onu halk yararına
düzenlemeyi esas alır. Servete değil, servet diktatörlüğüne karşı bir tutumu
vardır.[46]Toplumsal
yapısı her tür diktatörlüğü kabul etmeyecek bir yapısının olduğunu, halkın
karakterinin bazı bakımlardan demokratik sayılabilecek gelenekler içerisinde
oluştuğunu, yönetiminde politikacı-asker karışımı bir yönetimle kurulmuştur.
Osmanlı-Türk toplumsal düzeninde asalet yoktu, imtiyaz yoktu. Küvetteler
öylesine dağılmış, merkezi yönetim öylesine sınırlanmıştı ki devlet ve toplum
adeta hareketsizliğe varan bir dengeye ulaşmış ki kıpırdanmaz, ilerleyemez,
kendini yenileyemez olmuştu. Düzeni değiştirmek gerekiyordu, fakat
değiştirilmeyecek kadar tutucu duruma geldiği için düzeni yıkmaktan başka çare
yoktu.[47]
Osmanlının son zamanından gelen, yöneticilerin halkı hor
görmesi Devlet ile toplum arasındaki küskünlüğün oluşmasına neden olmuştur.
Halkı devlete küstüren bu davranış Cumhuriyetin döneminde de sürdü. Bu
küskünlüğün istismarı çok partili döneme geçildiğinde Demokrat Parti’nin (DP)
kullandığını ve parti baskısı kullanmaya çalıştı. DP döneminde sınırsız parti
otoritesi kurulmak istendiği ve bunun Adalet Partisi(AP) de bu istekle
kıvrandığını ifade etmiştir. Demokratik iç disiplin kuralları içerisinde
devletin yetkilerini ve sorumluluklarını tedrici olarak ve mümkün olduğu kadar
geniş ölçüde halka dağıtabilmektir. Hal ile devlet ilişkisini düzenleyerek
halkın devleti anlayışını oluşturmak istenmiştir. Çünkü Türk halkı, halk
yararına da olsa bir diktatörlüğe, aşırı ölçüde otoriter bir yönetime
katlanamaz.[48]
Halk ve toplumculuk anlayışını bir
zümrenin iktidarda kalarak halk yararına işler yapmaya çalışsa bile, halkın
bunu kabul etmeyeceği, toplumculuğun halk tarafından tutunması ve kabulü gerçek
demokrasiyle bağdaşacak nitelikte olmasına ve halkın buna inanmasına bağlı
olduğu vurgulanmıştır. Kalkınmanın demokrasiyle başarılı olabileceği normal devlet
yönetimi bile demokrasiyle yürütülebileceği tespiti yapılarak buna göre bir
toplumculuk belirlenmiştir. Demokrasinin gerekli olduğunu, sadece siyasal
demokrasinin değil, aynı zamanda sosyal temele dayanan, sosyal özü bulunan bir
demokrasi, bununda sosyal demokrasi olması gerektiğidir.
Demokrasinin özünün sosyal temele
dayanması gerektiği, toplumsal gelenekler açısından da toplumun bunu
benimsediği, ancak toplumun böyle bir rejim ile kalkınabileceği üzerinde
durulmuştur. Özden yoksun bir demokrasinin işlemeyeceğini topluma yararı
olmayacağını ve halk tarafından benimsenmeyeceği 1950 sonrası dönem deneyimi
bunu göstermiştir. Sosyal özün, yeni bir
Anayasanın kâğıt üzerinde değil bütün ekonomik, sosyal ilke koşul ve kurallarıyla
toplum dokusuna kök salmasını o doku içerisinde güç kazanmasını sağlamak
gerektiğini ve işte o zaman demokrasinin sosyal öze kavuşmuş olabileceği
anlayışı ifade edilmiştir.
Ortanın solu anlayışı çerçevesinde, ele
alınan ve yapılmaya çalışılan konular, bu proje içerisinde sayılarak, düşünce
ve vicdan özgürlüğü, demokrasi, dürüstlük ve devrimcilik, temel ilkeler ve
uygulamalar başlıkları altında topladığı konuların detaylandırılması, partinin
bu konudaki tutum ve uygulamaları açıklanarak ortanın solu ile toplumsal
uygulamalar çelişki, çatışma ve düzelterek sosyal demokrasinin tutumunu
anlatmıştır.
Her bir başlık altında öncelikle durum
tespiti yapılmış, bu durum tespitinden kalkarak partinin tutum ve
uygulamalarının nasıl olması gerekti anlatılmıştır.
5.1.4.Halk Gönüllüleri
Uygulama anlamında bugünü de belirleyen
normal hayatın akışı içerisinde gelişecek olanı anlamak ve ona göre bir çalışma
yapmak açısından bugün de önemli olan bir kavram olarak halk gönüllüleri
kavramına yakından bakmak istedim.
Ecevit, o zamanlarda partinin gençlik
ve kadın kollarından yararlanarak “halk gönüllüleri” örgütünün kurulması
gerektiğinin tespitini yapıyor. Buradan anlaşılıyor ki sadece partide bulunan
kolların çalışmasının yeterli olmadığını görüyor. Bu çalışmanın “halk
gönüllüleri” ile genişletilmesini çalışmanın, daha muhalefetteyken sosyal
hizmet çalışmasına başlamasını istiyor. Çalışmanın içeriğini belirterek “sosyal
yardım” değil “sosyal hizmet” yapması gerektiğini ortaya koyuyor. CHP’nin
“yardım” değil “hizmet” ruhuyla halka gitmesi gerektiğini, dar gelirli halk
topluluklarına, geçim zorlularını azaltabilmeleri için daha verimli üretim
yolları bulabilmeleri için toplu çabalarıyla ve dayanışma yoluyla mesleki
eğitimle kalkınabilmeleri ve kültürlerini geliştire bilmeleri için “hizmet
etmeli” bilgi vermeli ve yol göstermelidir. CHP’nin devlet eliyle hizmet
götürdüğü için devlet imajı ile karıştırılan partinin, muhalefetteyken devlet
gücünü kullanmaksızın, devlete sırtını dayamaksızın, halkın hizmetine giderse
ve gerektiğinde haksız ve kötü bir şekilde kullanılan devlet gücüne karşı,
halkla birlikte, halkın içinde, meşru yollardan vaziyet alırsa, halkın bağrında
layık olduğu yeri bulabilir.[49]
Ecevit’in 1966 yılında tespit ettiği ve bugün yaşanan
toplumsal olaylarda da kendini gösteren çalışma biçimi alternatif yolların
bulunmasını gerekliliğini göstermektedir. Son
birkaç on yıl içerisinde partilerin ve örgütlerinin tek başına toplumsal
gelişmedeki dinamikleri örgütlemede eksik kaldıkları gözükmektedir. Teknoloji
ve ulaşımdaki değişim toplumsal yapıda ve üretim ilişkilerinde yeni durumlar
ortaya çıkardı. Türkiye’de deneyimlenen “Gezi olayları” olarak bilinen ve
toplum dinamiklerinin bütün kentlerde nerdeyse katılımın olduğu, karşı
koyuşlarda, yeni ve önemli bir unsur ortaya çıktı. Parti organları tek başına
toplumsal dinamikleri belli sakilerle örgütleyemiyor ve normatif bir kurallar
içerisinde tutamıyor.
Günümüzde başarılı olunmanın diğer bir yolu da
normatif bir çalışma ortamından uzak duran, ancak toplumun gidişinden
endişelenen ve değiştirme talebinde bulunan, yeni toplumsal odaklar ortaya
çıkmaktadır. Mevcut siyasi partilerin (toplumu yönetme) farklılıklarını topluma
gösterememesi, aynıymış (aynılaşma) görüngüsünün ortaya çıkması bu toplumsal
kesimi dışarıda bırakmaktadır. Memnun olunmayan yaşanan toplumsal
dışlanmışlıklardan kurtulma, doğaya, çevreye, yaşanan ilişkilere dair
değiştirme talepleri olan özellikle genç kuşakları kucaklayıcı, yenilikçi
fikirler geliştirilmelidir. Son İngiltere seçimlerinde, İşçi partisinin
yapmış olduğu çalışma parti üyeleri dışında gelişen ve gidişattan memnun
olmayan birçok toplumsal kesimi harekete geçirerek, parti gönüllüleri haline
dönüştürmüş ve beklenmeyen bir başarı sağlamıştır. Özellikle kapitalist
sistemde gençliğin, gelecek beklentisinin azalması, siyasal partilerin çözüm
önerilerinin mevcut düzenin sürdürülmesi yönünde değiştirici bir etki
yaratmaması, bu kesimlerin değişimden yana açık yer alındığını göstermiştir.
6.SONUÇ
Toplumların hayatlarında tarihsel geçiş
dönenmeleri olmaktadır. Sanayi devrimi ile birlikte kırların çözülerek kentlere
göç etmesi ekonomik ve sosyal hayatta değişmeler oluşturmuştur.
Türkiye’de ise kentleşme kırın
çözülmesine dayanmasına rağmen, sanayinin gelişmesine bağlı olarak
gelişmemiştir. Kırdaki toprak yetersizliği ve üretimin nüfusu besleyecek
yeterlilikte olmaması kentlere göçü doğurmuştur. Toprağa bağlı olarak yaşayan
kırsal kesimdeki kimseler, kısmen fabrikalarda büyük bir bölümü ise marjinal
sayılan işlerde (işportacılık, seyyar satıcılık, inşaat sektöründe) çalışmaya
başladılar. Kentin varoşlarına yerleşerek yeni yerleşim alanları
oluşturmuşlardır. Değişik bölge ve şehirlerden göç edenler, sağlıksız koşular
içerisinde, çeşitli gelir noksanlıkları içerisinde yaşamaktadırlar. Yeterli
eğitim, sağlık ve konuttan yoksun olan büyük bir nüfus hemşerilik bağları
içerisinde bir birine dayanışma ve bağlanma karşılıklı bağımlılık ilişkisi
içerisinde yaşmağa devem etmişlerdir. Tarihsel koşullar içerisinde sosyal
dışlanmışlık içerisinde yaşayan bu yeni kentlilerin sorunları da geldikleri
yerler bakımından değişik olmakla birlikte geniş bir taban oluşturmuştur.
Bu dönemde yeni Anayasanın göreli
özgürlük ortamı içerisinde yeni partiler ortaya çıktığı gibi örgütlenme
olanakları da genişlemiştir. Yeni sınıfların ortaya çıkması siyaset yapma
biçimini de yeniden düzenlemiştir.1946 yılından sonra çok partili hayata geçen
ülke, 1950’li yıllarla birlikte iktidar değişimine gitmiştir. İktidar olan DP
uygulamalarıyla ve siyaset yapma biçimiyle rekabeti artırmakla birlikte
toplumsal gelişmeye koşut olarak huzursuzluklar artmış çeşitli nedenlerle 1960
Askeri darbesi iş başına gelmiştir. Yeni yapılan Anayasa özgürlük ortamını
geliştirmiş, siyaset hayatına yeni patiler katılmıştır. En önemlilerinden
birisi Türkiye İşçi Partisidir. Türkiye
işçi partisinin solda olması ve yeni bir projeyle ortaya çıkması CHP’nin
kendini yeniden konumlandırma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.1959 yılında İlk
Hedefler Beyannamesini yayınlamıştır. İsmet İnönü’n Milliyet gazetesine vermiş
olduğu bir beyanatla CHP’nin ortanın solunda olduğunu söylemesi ile ilk defa
siyaset yelpazesinde CHP’nin nerede olduğunu belirlemiştir.1965 yılı
seçimlerinde CHP’nin oy kaybetmesi sonucu yapılan tartışmalarda “ortanın solu”
kavramı üzerinden parti içi tartışmalara neden olmuş ve partiden bir kesimin
ayrılmasına neden olmuştur. Bu tartışmaların esasını oluşturan partinin
savunduğu ortanın solu görüşünün CHP’nin temel ilkelerine aykırı olduğu, altı
ok olarak bilinen ilkelerinin devlet perpektifi, bakış açısından yeterli
olduğu, ortanın solu anlayışının sadece parti bildirgesinde kalması gerektiği
görüşü savunulur hale gelmiştir. İsmet İnönü’nün açıklamaları doğrultusundan
partinin siyasi yelpazenin ortanın solunda olduğunu açıklaması da bunda etkili
olmuştur.
Bülent Ecevit ve arkadaşları daha sonra
İsmet İnönü ile anlaşmazlığa düşmüş, ayrışmalar pati içerisinde sürmüştür.1970
Asker darbesinde İsmet İnönü’nün önce karşı çıkması sonra ise içerisinde yer
alması Bülent Ecevit’in istifa etmesine neden olmuştur. Bu süreçte parti içi
süreçte sürdürülen tartışmalar sonucu 1966 yılında Bülent Ecevit’in yazmış
olduğu ortanın solu kitabında görüşleri bir bütün olarak ifadesini bulmuştur.
Ortanın solu anlayışı, yeni insan
tipinin oluşumundan, sosyal ve ekonomik politikalara, devlet düzeninden,
siyasal hayata yön veren siyasal partilerin siyaset yelpazesinde neyi temsil
ettiklerine ve neresinde durduklarına, demokratik düzenin unsurlarının
açıklamalarına yer vermiştir. CHP’nin kendi özgün durumundan kaynaklanan
(devlet gücünü kullanarak yapılan işlerin artık muhalefetteyken kendini
kanıtlayarak, kendini halka kabul ettirmesini) görümünün değiştirilmesi ve yeni
bir halkla ilişkiler kurması bunun yol ve yöntemlerinin tartışılmasını ilke ve
temsilini ortaya koymuştur. Demokratik devletin temel unsurunun sosyal
unsurunun özünün sosyal demokrasi olduğunu detaylı bir şekilde vicdan ve
düşünce özgürlüğünün geliştirilmesine bağlı olduğunu ortaya koymuştur.
İnsan odaklı bir yönetim ve sorun çözme
anlayışına dayanan yeni insan tipi ile toplumun ekonomik ve sosyal hayatını
değiştirerek demokratik bir düzenin politik projesi olduğunu göstermiştir.
Sosyal demokrat partinin ülkenin koşullarına göre çalışma prensiplerinde
geliştirici ve yenilikçi bir örgütlenme anlayışıyla iktidara taşıyacağını
göstermiştir.
[1]
Ruşen Keleş, Kentleşme Politikaları, İmge
Kitapevi yay.13. Bs.2.Ankara,1993, s.19
[3]Hande
SUHER, “Hızlı Şehirleşmenin Şehircilik Uygulamaları Açısından Yarattığı
Sorunlar”,” Hızlı Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar”, İstanbul, Siyasal ve Sosyal
Araştırmalar Vakfı Yayını, 1986, s. 185.
[5]KELEŞ, a.g.e.,
s. 74.
[6]Fevzi ALTUĞ,” Kent Ekonomisinin İlkeleri”, Bursa, Bursa Uludağ Ü. Yayınları,
1989, s. 5.
[7] KELEŞ, a.g.e.,
s. 75.
[8] İlhan SEZAL, ” Şehirleşme”, İstanbul, Ağaç Yayıncılık, 1992, s. 22.
[9] İlhan TEKELİ, Türkiye’de Kentleşme Yazıları, Turhan
Kitapevi Yayınları, Ankara, 1982,s,3.
[10] Birsen Ersel, Kentleşme Göç ve Yoksulluk, Ed. Ahmet
Alpay Dikmen, Türk Sosyal Bilimler Derneği, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2002,
s,55.
[11] Salih
Şahin, Geçmiş Günümüz ve Gelecekte Nüfus Gerçeği, Gazi Kitapevi, Ankara,
2007,s,111.
[12]
A.e,s,111
[13] H. Sami
Güven, Dış Göç ve İşçi Yatırım Ortaklıkları, TODAİE Yay. No:168,
Ankara,1977,s,16.
[15] Engin DÜCAN, Türkiye’de İç Göçün Sosyo-Ekonomik
Nedenlerinin Bölgesel Analizi, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt
12, Yıl 12, Sayı 2, 2016,s,171-172.
[16] Erdinç
Tokgöz, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz, Der. Ahmet Şahinöz, Ankara,
Turhan Kitapevi, 1998, s 16.
[17] Cahit Talas, Türkiye’nin
Açıklamalı Sosyal Politika Tarihi, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1991, s.176-177.
[18] Tokgöz, a. g. e., s,19-20-21.
[19] Tokgöz, a.g. e., s,21-22-23-24.
[20]Meral Tecer, Türkiye Ekonomisi, Ankara, 2bs,Türkiye
Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü, 2005, s. 24.
[21] Tokgöz, a.g. e., s. 24-25.
[22] Çevrimiçi,
http://www.konrad.org.tr/index.php?id=97, 23.11.1012
[23] Tokgöz, a.g. e., s,24.
[24] Bayram Meral, Mesut Gülmez,
Yıldırım Koç, Alpaslan Işıklı Behzat Akdoğan, Türkiye’de İşçi Hakları, Der. Türkiye Yol İş Sendikası, Ankara,
Yorum Matbaası, Yayın No:1986/8, 1986, s.147-148.
[25]Ahmet Makal, Cumhuriyetin 80.Yılında
Türkiye’de Çalışma İlişkileri, Sosyal
Siyaset Konferansları Dergisi, 2012,S.62, s.123-171.
43 Yakup Kepenek ve Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, Ankara, 6.bs, Remzi Kitapevi, s. 47.
[27] CHP ve
Aydınlanmanın Kısa Tarihi(1919-1960),Gözden Geçirilmiş 2.bs.,Ankara,Nisan
2012,s.99.
[28] Çevrim
içi; http://t24.com.tr/yazarlar/yalcin-dogan/ilk-hedefler-bildirgesi-ortanin-solu,13136,
07.06.2017
[29] Çevrim
içi, , http://www.libertedownload.com/LD/arsiv/33/18-Cemal-Fedayi.pdf, 06.06.2017
[30] CHP
tarihinde önemli bir metin olan Beyanname’nin tam ve özgün metni için bakınız:
“İlk Hedefler Beyannamesi”, Ulus, 15.1.1959, s. 4.
[31] İsmail
Hakkı Birler, CHP’li yıllar(1946-1992), Türkiye İş Bankası kültür Yay.No:11213,1.bs.,2010, s.88-89.
[32] A.e., s.89.
[33] BİRLER,
a.g.e.,s.92-115.
[35] Çevirim
içi; http://kisi.deu.edu.tr//gurcan.bozkir/CHP'de%20B%C3%BClent%20Ecevit%20ve%20OScilt4_sayi11_gurcan_bozkir.pdf,07.06.2012
[36] Bülent
Ecevit, Ortanın Solu, Tekin Yayınevi,7.bs.,İstanbul,1975.s,8-9.
[37]
A,e.,s.12.
[38]
A,e.,s.14.
[39]
A,e.,s.15.
[40]
A,e.,s.17-18.
[41]
A,e.,s.21.
[42]
A.e.,s.22-23.
[43]
A.e.,s.24.
[44]
A.e.,s.27.
[45]
A.e.,s.44.
[46]
“Servet diktatörlüğü” deyimi, CHP’nin “servet düşmanı değil, servet
diktatörlüğü düşmanı” olduğunu belirten bir ifade içinde 1966 Cumhuriyet
Senatosu seçim sonuçlarıyla ilgili T.B.M.M. grup görüşmeleri sırsında C.H.P
Tunceli Milletvekili Sn. Hasan Ünlü tarafından kullanılmıştır.
[47]
A.e.,s.47.
[48]
A.e.,s.50.
[49]
A.e.,s.100.
Etiketler: BASIN, BASKI, BÜLENT ECEVİT, CHP, DEMOKRASİ, FİKİR ÇATIŞMASI, İLK HEDEFLER BEYANNAMESİ, İNSAN, İSMET İNÖNÜ, ORTANIN SOLU, ÖRGÜT, SOL, SOSYAL DEMOKRASİ