19 Kasım 2019 Salı

GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEDEN SOSYAL DEMOKRASİ İKTİDAR OLABİLİR Mİ? “ORTANIN SOLU ANLAYIŞI”



GİRİŞ


         Gündelik hayat sürekli kendini tekrarlayan bir şekilde doğrusal olarak yaşanmaktadır. Tekrar yaşanan hayat içerisinde çok da düşünmeye, yaşanılan hayatın sorgulanmasına ihtiyaç duyulmamaktadır. Genel eğitim sistemi de verili düzenin sadece tekrarına yarayacak bilgiler sunmaktadır. İnsanın gelişmesine ve hayatın sorgulanıp değiştirilmesine yönelik bir eğitim sunmamaktadır. Çalışanların örgütlü olmaması ve emeklerini yeterli piyasa şartlarında satamaması toplumsal yaşam içerisinde “zayıflatılmasına” neden olmaktadır.
         Toplumsal yaşam içerisinde çalışanların ”zayıflaması” bir başka ekonomik ve sosyal biçimi ortaya çıkartmaktadır,” Borçlanma”. Türkiye toplumu Cumhuriyet’ten bu yana ekonomik sosyal birkaç dönüm noktasından geçmiştir. En temel sosyal olgu göç ve kentleşme olgusu olarak ortaya çıkmıştır. Ekonomi, kapitalist sistemin seyrine uygun gelişmemiştir. Kendi içerisinde çeşitli ekonomik modeller denenmiş ise de bir türlü kapitalist üretim biçimini yakalayamamıştır. Son zamanlarda ekonomik sistemi etkileyen bilişim sektöründeki gelişmeleri yakalamış gibi gözükse de gelişmiş ülkelerin çok gerisinde seyretmektedir.
         Bir bütün olarak ekonomideki gelişmeler ve sosyal yansımaları toplumu oluşturan kesimlerin üretimdeki almış oldukları konumlara göre davranış biçimlerini etkilemiştir. Sanayideki iş gücü ihtiyacından kaynaklanmasa da Türkiye’nin temel sosyal ve siyasal yapısını belirleyen etken nüfus göçleri ve kentleşme oluşturmuştur.
1960-1980 tarihsel döneminde yaşanan sosyal ve siyasal olaylar, CHP’nin kurucu bir unsur olarak toplumsal konumlanmasında kendini sorgulama ihtiyacı ortaya çıkmıştır.  Bu süreci toplumun ihtiyaçları doğrultusunda ele alarak toplumun gelişme yasaları, partinin bu gelişmeye koşut olarak kendini yeniden tanımlama ve konumlama gereği çeşitli dönemlerden geçmiştir. Ortanın solu olarak toplumda da bilinen siyasal projenin ortay çıkışı, gelişmesi ve sonuçları oluşmuştur. Bu çalışmada bütün bunlar tarihi, ekonomik ve sosyal koşullar çerçevesinde okuyucuya bir bütün olarak gösterilmeye ve anlatılmaya çalışılmıştır. Esasında, 1945 yılında başlayan “Refah Devleti” olarak bilinen anlayışı “dar anlamda “ CHP’nin ve Bülent Ecevit’in “ortanın solu” projesiyle paralel olduğu görülmektedir.

1.KENTLEŞME VE GÖÇ (1950-1980)

1. 1.Kentleşme

         Kentleşme, dar anlamda, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artmasını anlatır. Kentlerde doğumlar ile ölümler arasındaki farkın doğumlar lehine artması ile aynı zamanda kırsaldan (köylerden) ve kasabalardan kentlere gelenlerle yani göçlerle artar. İdari sınır ölçütünden nüfus ölçütüne, sosyolojik ölçütten ekonomik ölçüte birçok yaklaşımla ele alınan kent ile ilgili tanımlamaların hepsi bir noktayı aydınlatıcı ve bir birini tamamlayıcı niteliktedir.
         Kentleşme sadece bir doğum ve ölüm olgusu üzerinden ele alınırsa eksik kalır. Kentleşme bir toplumun ekonomik ve toplumsal yapısındaki değişmelerden doğar. Kentleşmeyi ifade ederken toplumdaki ekonomik ve sosyal değişmelere de yer vermek gerekir. Bu gelişmeleri de dikkate alan bir geniş tanım yapmak gerekirse” Sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim süreci. Kentleşmenin önemli boyutlarından biri olan, siyasal davranış değişikliklerini de, bu tanımın, kentlere özgü davranış değişiklikleri içinde bulmak olanağı vardır.”[1]
İdari yapısına göre yapılan tanımlamada kent; belli bir yönetim biriminin sınırları içinde kalan yerlerdir. Kent, nüfusları ne olursa olsun il ve ilçe merkezi konusunda bulunan yerleşmelerdir.[2]
Nüfus ölçütüne (demografik ölçüte) göre kent; belli bir nüfus düzeyini aşmış olan yerleşim yeridir. 442 Sayılı Köy Yasası’nın 1. maddesine göre nüfusu, 2.000’den aşağı olan yurtlara köy; 2.000-20.000 arasında olanlara kasaba; 20.000’den yukarı olanlara da şehir denmektedir.[3]

“Türkiye’de Kentleşme Süreci 1950 sonrası hızlanmıştır. 1950 hem demokrasiye geçiş ve sanayileşme dönemi, hem de kentleşme dönemidir.”[4] Bugün nüfusumuz 80 milyon kişidir ve nüfusun %70’i kentlerde yaşar.




 













   Kaynak: www.yildiz.edu.tr/~ealtinok/kentlesme.ppt,20.06.2017

  Kaynak: Ercan Koç’un Kentleşme Kavramı, Türkiye’de Kentleşme ve       Kentlileşme sunumu,  www.yildiz.edu.tr/~ealtinok/kentlesme.ppt,20.06.2017

İktisadi etkinlik ölçütüne göre kent; mal ve hizmetlerin üretim, dağıtım ve tüketimi sürecinde toplumun sürekli olarak değişen gereksinmelerini karşılamak üzere ortaya çıkan ekonomik bir mekanizmadır.[5] Buna göre bir yerleşim yerinin kent olabilmesi için nüfusun tarım dışı işlerde çalışması gerekir. Yönetsel sınır ölçütüne göre; belli bir yönetsel birimin sınırları içinde kalıp, bu sınırlar içerisinde çeşitli işlevleri bünyesinde toplayan ve belirli bir yönetsel yapıya sahip olan yerlerdir.[6]
Toplumbilimciler de zaman zaman farklı tanımlar yapmışlardır. Örneğin; Marx ve Engels kente; işbölümünün arttığı bir yerleşim yeri olarak bakmış, Weber ise sürekli bir pazaryeri olma özelliği üzerinde durmuştur. Louis Wirth ise toplumsal bakımdan benzerlik göstermeyen bireylerin oluşturduğu, göreceli olarak geniş, yoğun nüfuslu ve mekânda süreklilik niteliği olan yerleşim yeri olarak tanımlamıştır. Queen ve Carpenter kenti, yerine ve zamanına göre geniş sayılacak biçimde bir araya gelmiş ve bir takım ayırt edici özellikleri bulunan insanlar ve yapılar topluluğu olarak tanımlamışlardır. Emile Durkheim ise kenti, işbölümü ve dayanışma kavramları ile birlikte değerlendirmiştir.[7] Sosyal bilimcilerin tüm bu kent tanımlamalarının ortak özelliklerine göre; belli bir nüfusu ve yoğunluğu olan, işbölümü ve uzmanlaşması olan ve akraba olmayan insanların yerleşim yerlerine kent denmektedir. Sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan kent; toplumsal yaşamın mesleklere, işbölümüne, farklı kültür gruplarına göre örgütlendiği, kurumlaşmanın yoğunluk kazandığı, karmaşık insan ilişkilerinin tüm günlük yaşamı etkilediği yerleşme merkezidir.[8] Çevrebilimcilerin ölçütüne göre kent; çeşitli işlevlerin ekolojik açıdan denge içinde olduğu, hukukun normları çevresinde düzenlediği mekânsal yapıdır.
Kentlerin nitelikleri bir birinden farklılıklar gösterirler. Yerleşme sistemleri kentlerin kademelenmesini gösterir. Bu kadelenme içerisindeki kentlerin en üstündeki ile en altındaki arasındaki nitelikler farklıdır. O nedenle her dönemin yerleşme kademelerinin ve kentlerin ne türde değişimler gösterdiği incelenmelidir.[9] Aynı zaman da bu kentleşme ile toplumsal gelişmenin yönünün ortaya çıkması, üretim ilişkileri ile toplumsal yaşamın belirgin özelliklerini ortaya koyması anlamında da belirgin bir yol gösterici olmaktadır.

 1.2. Göç Olgusu

         Türkiye toplumunda yapısal olarak 1950’ li yıllardan itibaren önemli değişiklikler gözlenmektedir. Toprağa bağlı olarak yaşayan kırsal kesimdeki kimseler, kısmen fabrikalarda büyük bir bölümü ise marjinal sayılan işlerde (işportacılık, seyyar satıcılık, inşaat sektöründe) çalışmaya başladılar.[10] “Göç olgusu insanlık tarihi kadar eskidir. Göç, nüfusun en genel anlamıyla bir yerden başka bir yere hareket ederek yer değiştirmesidir. Göç denildiğinde her hangi bir idari birimden, yaşamının kalan kısmının tamamını veya belirli bir bölümünü geçirmek üzere uzun süreli olarak başka bir yerleşim birimine gitmesi şeklinde gerçekleşen nüfus hareketi anlaşılır.[11] İnsanların göç etmesi ve sonuçları birçok olayla ilgilidir. Burada göç Türkiye’nin belirli bir döneminde ortaya çıkan ve birkaç uzun on yılları kapsayan ekonomik ve sosyal etkisiyle ele alınacaktır.
         Göçlerin var oluş nedenlerine bakıldığında;
·         İnsanlar niçin göç ederek yaşadıkları alanları bırakmaktadırlar
·         Göçleri çeken yeni yaşam alanları nerelerdir
·         Göçler nasıl sınıflandırılabilir
·         Mekânsal, sosyal, kültürel ve ekonomik etkileri göçlerin varış alanlarında nasıl açığa çıkmaktadır.[12]

         Kırsal alandan kentlere göç sadece yurt içinde olmadı, ülke sınırlarında aşarak Avrupa’ya göç şeklinde olmaktaydı. Tarımsal etkilerde bulunan kırsal nüfus makinalarda, fabrikalarda çalışmaya başladılar. Sadece mekân değişmedi aynı zamanda çevre değişikliği de ortaya çıktı. Kırsal alanda yatay olarak oluşmuş evlerinin yerini apartman katları veya kentlerin varoşlarındaki sağlıksız konutlar aldı. Birçok yan gelirden mahrum kalarak sadece gündelik ücretle yetinmek zorunda kaldılar.
         Göçün, insanlar üzerindeki etkisini ülkemizde inceleyen, M.KIRAY; ”Gerçekten kırsal alandan göç edenlerin göç nedeni olarak %52 si toprak yitirimini ve %22 işsizliği göstermektedirler. Bu oranlar kırsal çevrede insan-toprak ilişkilerinin temelden değişmekte olduğunu “köylülerin” artık köylü olmadıklarının ve olayın dönüşü olmayan bir süreç niteliği taşıdığını ortaya koymaktadır.[13]
        
“Kentleşme ve kentlileşme aynı kavram değildir Kentleşme; kent diye kabul edilen il, ilçe ve belediye örgütü olan yerleşmelerde yaşayanların sayısının artması iken Kentlileşme; yaşam şeklinin de değişmesi anlamına gelir. Kentte yaşayanlar inek besleyip, onun sütünden yoğurt yapıyorsa, bahçesinde patates yetiştiriyorsa, hiç tiyatroya gitmiyorsa,..vb. kentlileşmiş sayılmıyor”[14]
Sayım tarihi
Nüfus
Yıllık nüfus artış hızı ‰
İl sayısı
İlçe sayısı
Bucak ve             köy sayısı
Yüzölçümü Km2(1)
Nüfus yoğunluğu
22. 10. 1950
20 947 188
21.73
63
422
34 252
767 119
27
23. 10. 1955
24 064 763
27.75
66
493
34 787
767 119
31
23. 10. 1960
27 754 820
28.53
67
570
35 441
772 091
36
24. 10. 1965
31 391 421
24.62
67
571
35 638
774 810
41
25. 10. 1970
35 605 176
25.19
67
572
35 995
774 815
46
26. 10. 1975
40 347 719
25.00
67
572
36 115
774 815
52
12. 10. 1980
44 736 957
20.65
67
572
36 155
774 815
58
1)    Yüzölçümüne göller dâhil değildir
2)    Yüzölçümüne doğal göller ve baraj gölleri dâhil değildir. Harita Genel komutanlığından temin edilen1/1 000 000 ölçekli harita baz alınarak hesaplanmıştır.
Kaynak: Ercan Koç’un Kentleşme Kavramı, Türkiye’de Kentleşme ve Kentlileşme sunumundan düzenlemiştir. www.yildiz.edu.tr/~ealtinok/kentlesme.ppt,20.06.2017

Uzunca bir dönem Türkiye’de kırsaldan kentler doğru itici bir çekimi, kentlerin ise bir çekici çekim gücü üzerine göçler ele alınmıştır. Son dönemlerde ise terör olaylarını Güney ve Doğu Anadolu da artması nedeniyle göç toplumsal yaşamı etkilemektedir. Göçün nedenlerinden birinin de terör olaylarının olduğu ortadadır. Özellikle işsizlik ve terörizmin bölgelerin Sosyo-Ekonomik şartlarını yakından ilgilendirmekte ve bölge dışına gerçekleşen göçü arttırmaktadır. Ayrıca terör sebebi ile büyük oranda okulların kapalı kalması, öğretmen açığı, gençleri sosyal ve sportif yönden meşgul edecek tesislerin yetersizliği söz konusu bölgede üretimi, istihdamı ve eğitimi de olumsuz etkilemektedir.
          Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu 1997 yılında yapmış olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Terörden Kaynaklanan Göçlerin Aile Yapısına Etkileri araştırmasının bulgularını da kullanarak “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde Terörün Neden ve Sonuçları” başlıklı bir çalışmaları bulunmakladır. Ayrıca, Erkan ve Bağlı (2005) 1990-2003 yılları arasında Diyarbakır’a göç eden veya göç etmek zorunda kalan ailelerden 200 kişilik örneklem grubu ile yüz yüze anket tekniği ile bir araştırma yapmıştır. Kırsal kesimden Diyarbakır kent merkezine göç edenler üzerinde yapılan bu alan araştırmasında, katılımcıların; %37,5’si terör, %22’si çocuklarının eğitimi ve %21,5’i ise iş arama-bulma nedeniyle göç ettiklerini ifade etmiştir. Söz konusu iç göç yapan nüfusun yarıya yakını terör olaylarının yoğun yaşandığı 1990-1995 yılları arasında kırsal alandan Diyarbakır kent merkezine göç etmiştir. Genel olarak, kırsal alandan göreli olarak daha gelişmiş kentlere iç göç trendinden farklı olarak, Yüksekova’nın ekonomik, iklim, sosyal ve tarih gibi iç göçe neden olan çekici faktörle sahip olmadığı halde kent 1990 sonrası ilçede büyük bir nüfus patlaması yaşanmıştır. Gökburun, Yüksekova’ya yapılan göç olgusunun temel nedeni olarak bölgede yaşanan terör olduğunu vurgulamaktadır (Gökburun, 2014).”[15]

2.TÜRİYE’DE EKONOMİK VE SOSYAL GÖRÜNÜM(1961-1980)

2.1. Ekonomik Görünüm(Planlı Dönem)

27 Mayıs 1960 Askerlerin ülke yönetimine el koyması ile birlikte, askeri yönetimin “27 Mayıs İnkılâp Hareketi Niçin Yapıldı?” adını taşıyan 8 Temmuz 1960 tarihli açıklamasının “Plansız bir yatırım politikası ve suiistimaller” başlıklı ikinci kısmında ekonomik durum şöyle eleştiriliyordu.
“Düşük iktidarın takip ettiği iktisadi ve mali politika maalesef memleketi mali bir uçuma sürüklemiştir. Her iktidar memleketinin kalkınması için çalışmak ve eserler meydana getirmek mevkiindedir. Ancak bu kalkınmanın her şeyden evvel bir plana, bir hesaba dayanması gerekir. Eski iktidarın “Görülmemiş kalkınma” diye vasıflandırdığı kalkınma hiçbir plan ve hesaba istinat etmiyordu”
Yerli ve yabancı uzmanlardan oluşan bir grubun çalışmaları sonunda hazırlanan Devlet Planlama Teşkilatı kuruluş ve görevlerini belirleyen yasa tasarısı Milli Birlik Komitesince onaylanarak Ekim 1960’da yürürlülüğe (91 sayılı karar olarak) girdi.[16]
Türkiye 1962’ den itibaren planlı kalkınma dönemine girmiştir. Plan yolu ile kalkınmayı deneme çabasını göstermek Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde yeni bir durum değildir. Dünyada da iktisadi ve sosyal planlı kalkınma tekniklerinde büyük gelişmeler olmuş, demokratik bir siyasi düzen içerisinde planlı kalkınma tecrübelerine önemli ilerlemeler elde edilmiştir. İktisadi ve sosyal kalkınma planlarının yapılması bir görev olarak Anayasa tarafından, Devlete verilmiştir.1961 anayasasının 41. maddesi “İktisadi ve sosyal hayat adalete, tam çalışma ve herkes için insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesinin sağlanması amacına göre düzenlenir. İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek, bu maksatla milli tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek ve kalkınma planı yapmak Devletin ödevidir”. 129’ncu madde ise şöyle demektedir: “İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma, plana bağlanır. Kalkınma bu plana göre gerçekleştirilir. Devlet Planlama Teşkilatının kuruluş ve görevleri planının hazırlanmasında, yürürlüğe konulmasında, uygulanmasında ve değiştirilmesinde gösterilecek esaslar ve planın bütünlüğünü bozacak değişikliklerin önlenmesini sağlayacak tedbirler özel yasalarla düzenlenir[17]
Diğer taraftan 1963 yılından itibaren ithal ikameci politikaların izlendiği bir planlı kalkanıma dönemi yaşanmıştır. DPT kurulduktan sonra 1963-1980 arasında dört tane beş yıllık kalkınma planı hazırlanmıştır. Hazırlanan dört plandan 1963-1967 arasındaki Birinci Beş Yıllık Planda 1962 yılı sabit fiyatlar ile (1968 yılı fiyatlarıyla) GSMH içinde tarımın payı %34,6 iken sanayinin payı %16,7 idi. Dönem sonunda bu paylar sırasıyla %29,3 ve %20,7 olmuştur. “Kalkınma özdeştir sanayileşme” ilkesine uygun olarak sanayi sektörü büyürken tarımın payı azalmıştır. Bu dönemden en ilginç sonuçlardan birini oluşturan nedenlerden biri, özel sektör sınaî yatırımlarının yıllık veya toplam olarak plan hedeflerini aşmış olmasıdır. 1968-1972 arasındaki İkinci Beş Yıllık Planda benimsenen hedeflere göre büyüme hızı %7 olacak.
Ekonomide sanayi yılı sektörü “sürükleyici” görev yapacak ve ortalama, %12 oranında büyüyecek ve dönem sonunda, GSMH içindeki payı %10,4’den %20,5’e çıkacak, tarım sektörü yılda %4,1 oranında büyüyecek, ekonomi enflasyonist ve deflasyonist eğilimlere karşı çıkılacak, yurt içi tasarrufların, GSMH ’ya oranı %22,6 ya çıkarılacak, dış tasarrufların, GSMH içindeki payı %2’den %1,7’ye düşürülecek ve ithalatın yılda %7,9, ihracatın %7,7 ve işçi dövizlerinin %5,5 oranında artacağı hesabı ile dönem sonunda cari işlemler açığının 226 milyon dolar civarında kalacağı öngörülmüştür. Büyüme hızı bu dönemde % 7 oldu. İkinci planda sanayileşme sektörü için öngörülen ortalama büyüme hızına ulaşılamadı. Özel sektör için hükümet eliyle bütün özendirici önlemler alınmasına rağmen. Dış ticaret açığı yıldan yıla artmış, dönem başında % 65 iken 1972 sonunda % 56,6’ ya düşmüştür. Kur politikasında sabit kur politikası uygulanmış ve 1970 yılında 15 TL olan Dolar kuru tırmanan enflasyona rağmen Ağustos 1971 ‘den itibaren Dolar kuru 14 TL’ye indirilmiştir. Oysa ABD dolarının altın paritesinden ayrılmasına ve fiilen başlıca ülkelerin paralarında “dalgalı kur” sisteminin uygulanmasına geçilmişti.[18]
1973-1977 dönemini kapsayan Üçüncü Beş Yıllık Plan matematiksel bir modele dayandırılmış, bu modelden üretilen veriler Planının temelini oluşturmuştur. İkinci plandan farklı olarak 37 sektörlü bir girdi çıktı kullanılmış, planın temel hedefleri 22 yıllık bir perspektife uygun olarak belirlenmişti. Bu planla Türkiye’yi 1955’de 1970’li yılların İtalya’sının sahip olduğu sanayileşme düzeyine çıkaracağı hesaplanmıştı. GSMH’nın oluşumunda tarım % 11,6, sanayi % 35 ve hizmetler % 53,4 olacaktı. Nüfusun 1995 yılında 65 milyonu aşmaması yönünde önlemler alınacak, büyüme ortalama yılda % 7,9 büyüyecek, tarım % 4-4,5, sanayide % 11,5-12 düzeyinde gerçekleşecek, GSYİH’nın oluşumunda sektörlerin payı tarım %23, sanayi %27 ve hizmetler % 50 olacak, plan döneminde, 291 milyar TL’lik yatırım yapılacak, yatırımların % 12’si tarımda, % 45’i sanayide, % 43’de hizmetlerde gerçekleşecek idi. Ancak bu dönemde büyüme hızı ortalama % 6,5 olmuş, Tarım % 3,5 oranında büyümüştür.[19] Sanayileşmede ilk üç kalkınma planı döneminde yaklaşık büyüme % 10 olmuştur.[20]
1979-1983 dönemini kapsayan Dördüncü Beş Yıllık Planda yılda yüzde 8’lik bir GSMH büyümesi öngörülmüştür. Piyasa fiyatlarıyla, tarım sektörünün % 5,5, sanayinin % 9,9 ve hizmet sektörlerinin % 8,5 oranında genişlemesi, sanayi sektörünün büyürken yapı değişikliğine uğraması, imalat sanayi içinde tüketim mallarının payının 1978’de % 42,1 iken 1983’de % 36,8’e düşmesi ara ve yatırım mallarının payının % 57,9’dan % 63,2 ‘ye yükselmesi, GSİYH’nin oluşumunda piyasa fiyatlarıyla 1978 ‘de sanayinin payının %29 iken 1983’te, % 32’ye yükselmesi, tarımın payının ise % 22’den % 19’a düşmesi, sanayileşmeye uygun olarak iç tasarrufların GSMH’ ya oranının % 16,4’den % 22,4’ye yükselmesi öngörülmüştü. Bu dönem öylesine siyasal, sosyal ve ekonomik olaylarla çalkalanmıştır ki, plan uygulanamamıştır.[21]
Bu planlarda genellikle para-kredi-kambiyo politikaları ilgi alanı dışında bırakılmıştır. Planlarda egemen olan bir karma ekonomi mantığıdır. Gelişmenin devlet ve özel kesimin birlikte gayretiyle gerçekleştirileceği kabul edilmektedir. Plan kararlarının kamu kesimi için emredici, özel kesim için yol gösterici olacağı varsayılmaktadır.[22] 14.10.1979 tarihinde yapılan ara seçimlerinde başarısız olan Ecevit hükümeti istifa etmiş, Demirel altıncı kez başbakan olmuştu. Turgut Özal’ı da Başbakanlık Müsteşarlığına ve DPT Müsteşar Vekilliğine getirmişti. Birlikte “24 Ocak Kararları” diye bilinen istikrar programını hazırlamışlardı.[23]
Kalkınma sürecinin bir sonucu olarak, GSYİH’nın tarım, sanayi ve hizmetler sektörü itibariyle planlı dönemin başlangıcına göre sanayi sektörünün payı artmıştır.
Tablo 4. Sektörlerin GSYİH İçindeki Payları (%)  (Cari Fiyatlarla)

1963
1970
1980
Tarım
39
37
26
Sanayi
16
17
19
Hizmetler
45
56
55
Toplam
100
100
100

Kaynak: Bayram Meral, Mesut Gülmez, Yıldırım Koç, Alpaslan Işıklı, Behzat Akdoğan, Türkiye’de İşçi Hakları, Der. Türkiye Yol İş Sendikası, Ankara, Yorum Matbaası, Yayın No:1986/8, 1986, s.147-148.

2.2.Sosyal Görünüm

Ülkemizde, Batı’dan farklı olarak demokrasi, sanayileşmenin ve dolayısıyla işçi hareketinin, örgütlü desteğinden yoksun olarak yürütülmüştür. Çalışan işçilerin karşısında despotik bir rejimin olmaması da karşılıklı çatışmayı değil yüzeyselde olsa belli ölçüde demokratik kurallara aralayan bir ortamda yön bulmaya başlayan 1960 sonrası döneminin işçi hareketi, bazı unsurların da yanı sıra demokratik erdemlerden de kaynaklanan rahatlıktan da yararlanmıştır. 1960 dönemi sonrası sendika özgürlüğü ve grev hakkı ile ilgili hukuksal düzenleme 1961 anayasasının yanı sıra esas olarak, 24.07.1963’te yürürlüğe girmiş olan 274 sayılı Sendikalar Yasası ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası ile belirlenmiştir.[24]
1963 yılından itibaren, Toplu İş Hukuku, tümüyle İş Yasası dışına çıkarılması ile çeşitli değişikliklerle, yamalı bohça haline gelen, 3008 sayılı İş Yasası, 1967 yılında yerini, 931 sayılı yeni İş Yasası’na bırakacaktı. Daha sonra şekil yönünden Anayasa Mahkemesi tarafından bu yasanın da iptal edilmesi ile 2003 yılana kadar yürürlükte kalacak ve daha sonra yerine, 1475 sayılı İş Yasası kabul edilecekti. Bu yasa, Fikir işçilerini ve tek işçi çalıştıran iş yerlerinde yeni iş yasası kapsamına almaktaydı. Bu dönemde yine Deniz İş Yasası ile Basın İş Yasası da değiştirilerek, mevcut haklarda artış yaratıldı. Asgari ücret uygulaması 1951 yılında bazı il ve iş kollarında uygulanmasına başlanmıştı, bu dönemde daha da yaygınlaştırıldı. Dağınık ve tedrici bir şeklide 1945 yılından beri gelişen Sosyal Sigortalar Mevzuatı, 1964’te çıkarılan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu ile toplu ve sistematik bir hale gelmiştir.[25]
1961 Anayasası sendika hakkını, tüm çalışanlar (işçi-memur) tanımış, 1965 yılında çıkarılan 624 Sayılı Devlet Personeli Sendikaları Yasası ile yasal olarak düzenlenmiştir. Ancak bu hak 12 Mart 1971 yılı döneminde Anayasada yapılan değişiklikle “çalışanlar” yerine “işçiler” ifadesi konularak memurlara tanınmış olan bir hak ortadan kaldırılmıştır. Sanayi kuruluşlarının işyeri büyüklüklerine göre (TÜİK büyüklük konusunu çalışan kişi sayısını ölçü alıyor) küçük işletmeler sayıca ağırlıklıdır.
Tablo 5. Sanayi İşletmelerinin Büyük ve Küçük İşyerleri Olarak Dağılımı (%)

1963
1970
1980
İşyeri Sayısı



Büyük
1,9
2,75
4,9
Küçük
98,1
97,25
95,1
Çalışan Sayısı



Büyük
69,4
61,0
62,0
Küçük
30,6
39,0
38,0
Katma Değer



Büyük
80,6
88,3
87,1
Küçük
19,4
11,7
12,9

Kaynak: Yakup Kepenek ve Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, Ankara, 6. bs.,  Remzi Kitapevi,  s. 47.

1963 yılında yaklaşık %2 olan büyük işyeri oranı, 1980 de yaklaşık %5’e yükselmiştir.1963 yılı itibariyle büyük işletmelerde sanayideki tüm çalışanların yaklaşık %70’i istihdam edilmektedir. 1980’ne gelindiğinde bu oran yaklaşık %63’e düşmüştür. Küçük işletmelerde ise sırasıyla küçük işyerleri sayısı 1963 de %98,1 den, 1980’da %95,1’e düşmüş, çalışan sayıları ise 1963’te %30,6’dan, 1980 yılına ise %38,0’e çıkmıştır. [26]

 

 

3.CUMHURİYET HALK PARTİSİ VE İLK HEDEFLER BİLDİRİSİ


3.1.Cumhuriyet Halk Partisi


         Cumhuriyet Halk Partisi( CHP)’si 9 Eylül 1923 ‘de Mustafa Kemal Paşa tarafından “Halk Fıkrası” adıyla kuruldu. 20 Kasım 1923 ‘te “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” halk fıkrasına katıldı. CHP 1959 yılına kadar kuruluşundan bu tarafa 13.Olagan, 3 Olağanüstü olmak üzere 16. Kurultay yapmıştır.
         Ekonominin düzenlenmesinden, sosyal ve siyasal hayata dair birçok karar almıştır. Bu makalede CHP’nin siyasal tarihini incelemekten ziyade, çok partili hayata geçtikten sonra Demokrat Partinin (DP) iktidara gelmesiyle birlikte, birden çok siyasal oluşumun halk nezdinde ortaya koymuş oldukları siyasal projelerin nasıl karşılık bulduğunun tartışılmasını incelmektedir. Burada makalede incelen ise CHP’nin ortanın solu projesinin ortaya çıkışı, gelişimi ve bu süreçlerde parti ve toplumda ki karşılığının sonuçları.
         Türkiye’nin ekonomik ve sosyal çehresi ile toplumsal yaşamda 1950 yılından itibaren bir farklılaşma ortaya çıkmaktadır. Özellikle kırsal kesimde toprağa bağlı olarak yaşayan kimseler, kentler göç ederek, kısmen fabrikalarda büyük bir kısmı ise marjinal işlerde çalışmaya başladılar. 1960 ihtilalinden sonra yapılan Anayasa çalışması ve yasalar yeni demokratik haklar ortaya koymaktadır. Toplumsal yapıda ise göç olgusuyla sadece büyük kentlere değil, yurt dışına da çalışmaya giden yeni topluluklar oluşmuştur. Bu gelişmenin toplumsal yaşama etkisi 1950 yılının ikinci yarısından itibaren toplumda yavaş yavaş ortaya çıkan sosyal hareketlilik etkisini göstermektedir.

 

3.2. İlk Hedefler Bildirisi


         1959 yılında CHP ’nin yöneticilerine özelliklede Genel Başkanına yönelik çeşitli saldırıların olması, gazetecilerin tutuklanması, bütün zorlukları yenmesini bilen milletin demokrasi davasını da tam olarak gerçekleştireceği, baskı ve tahakküm zihniyetinin, hak ve adalet ile özgürlüklerin mutlaka zafere ulaşacağı inancı ile toplanan kurultayda bir takım demokrasi vurguları öne çıkarılarak 14. Kurultaya gitmişlerdir.
         12.01.1959 yılında CHP ‘nin kendi tarihinde belirttiği gibi, önemli kurultaylarından biri olan 14. Kurultayıdır. Bu kurultayda, ”İlk Hedefler Bildirisi” kabul edildi. Bu bildiride iktidara yürüyen bir parti düşüncesiyle “düzen değişikliği” önerisini sunuyordu.[27]
         İşte, “İlk Hedefler Bildirgesi” o günün sorunlarına çare getiren, bir anlamda “ideolojik değişim, kendini yenileme, kitlelere kabul ettirme” çabası. O bildirgede, o yıllar için hayal bile edilemeyecek önemli bir sözler veriyor CHP:
“-Grev hakkı tanıyacağız.
-Baskıya son vereceğiz.
-Demokrasiye aykırı yasaları kaldıracağız.
-Basın ve ifade özgürlüğünü yeniden işleteceğiz.
-Çalışmayan Meclisi çalıştırıp, ikinci bir Meclis daha getireceğiz, yani Senatoyu.
-Yargı bağımsızlığını yerleştireceğiz.
-Cumhurbaşkanını tarafsız çizgiye çekeceğiz.
-Dış politikada bozulmuş ilişkileri yeniden kuracağız”.
         Bazıları sanki bugünkü sıkıntıları giderme sözü gibi. Bu bildirge büyük oy çekiyor. 1954 seçimlerinde 30 milletvekili çıkaran CHP, 57 seçimlerinde 173 milletvekiline sahip oluyor. Seçim sistemi nedeniyle DP yine tek başına iktidar ama artık yaldızları dökülmeye başlıyor. Ayrıca, bildirge farklı bir etki daha yaratıyor, bazı hedefleri  1961 Anayasasının temel maddelerine dönüşüyor.”[28]
         CHP ‘nin 14. Kurultayından sonra parti külliyatı içerisine “Ortanın Solu” kavramı giriyor ve bu tarihten itibaren parti içi tartışmalar ve ayrışmalar da ortaya çıkmaya başlıyor.

4.ORTANIN SOLU’NUN DOĞUŞU

        
CHP’de yeni politik çizgiye ilişkin adımlar 1961 yılında ilan edilen “temel hedefler beyannamesi” ile 1964 yılında yapılan kurultayda raportörlüğünü Bülent Ecevit’in yaptığı “ileri Türkiye ülkümüz” bildirisiyle atılmıştır. 1965 yılının Şubatı’nda ise partinin yeni politikasının “ortanın solu” olduğu açıklanmıştır.

4.1. Parti’ de Fikir Çatışması Ve Ayrışma


“Ortanın Solu politikası, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün, 1965 seçimlerinden kısa bir süre önce Milliyet gazetesine yaptığı açıklama ile resmen ilân edilmiştir. Kavram olarak, 1965’te çıkmasına rağmen Ortanın Solu akımının, 27 Mayıs öncesine kadar uzanan bir entelektüel geçmişi bulunmaktadır. Bu durumu anlayabilmek için Ortanın Solu akımının içinde yer alan ve iç içe geçmiş üç olguyu/süreci ortaya koymak gerekir. Ortanın Solu akımı, üç süreci bir arada barındırmaktadır:
·         İlkin, bir kamu örgütü/kurumu görünümündeki CHP’yi bir siyasal parti hâline getirmek;
·         İkinci olarak, CHP’yi demokratlaştırmak;
·         Son olarak da, CHP’yi sosyal demokratlaştırmak
 Özetle ve topluca söylemek gerekirse, Ortanın Solu akımının esas amacı, CHP’yi “sosyal demokrat bir parti” hâline getirmektir.
Ortanın Solu akımının ilk fikrî izleri, CHP’nin 1959 yılında yapılan 14. Kurultay’ında ilân edilen “İlk Hedefler Beyannamesi” nde görülebilir. Bu Kurultay’ın özelliği, genel olarak liberal çizgide bir parti olan Hürriyet Partisi’nin (HP), CHP’ye katılmasından sonra yapılan ilk kongre olmasındadır. Bu Kurultay, Hürriyet Partisi ile yapılan mutabakat sonucu varılan konuların görüşülmesi amacıyla toplanmıştır. Kurultaya damgasını da HP’liler vurmuştur. İlk Hedefler Beyannamesi’nin raportörü HP’li Turan Güneş, bu Beyanname’nin okunduğu oturumun başkanı da yine bir HP’li olan Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu’dur. İleride de görüleceği gibi, HP’li Turan Güneş, Ortanın Solu akımının entelektüel dokusunu oluşturmada birincil derecede önemli bir rol oynamıştır.”[29]
Söz konusu İlk Hedefler Beyannamesi’nde ana hatlarıyla şu konuların altı çizilmiştir: “Antidemokratik yasalar, yöntem ve anlayış kaldırılacaktır. (...) Yasaların Anayasaya uygunluğunu denetleyecek bir anayasa mahkemesi oluşturulacaktır. Demokratik anlayışta, halk egemenliğine dayanan, sosyal adalet ve güvenlik ilkelerine dayanan bir devlet düzenine uygun anayasa oluşturulacaktır. Devlet başkanı yansız olacaktır. Yargıç güvencesi sağlanacaktır. Partizanca yönetime ve sosyal adaletsizliğe son verilecektir. Seçim güvenliği sağlanacak, nisbi temsile geçilecektir...”[30]
1965 genel seçimleri Türkiye ve CHP açısından çok büyük değişiklikleri beraberinde getirdi. % 28,7 oranında oy alan CHP, çok partili dönemde il kez % 30 un altında oy almıştı. AP buna karşılık, %52 oranında çok yüksek bir oy alarak Meclise girmişti. CMKP ile TİP meclisin yeni partileriydi. CHP ‘de partinin almış olduğu bu oy oranı “ortanın solu” konusuna bağlandı. İsmet İnönü’nün 29 Temmuz 1965 tarihinde Abdi İpekçi’ye verdiği bir röportajda CHP‘nin yolunun ortanın solunda olduğunu, ilk kez gündeme getirdiğini ve parti içerisinde kimsenin haberinin olmadığını söylüyordu. Ama işin aslı partide uzun süredir ortanın solu konuşulan ve üzerinde tartışılan konuydu. İsmet İnönü sadece bunu resmi olarak dile getirmiş ve bu konuda net çizgiler de çizmişti. ”CHP, bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştır.” [31]
Ortanın solu, 1965 genel seçimi sonrasında uzun yıllar boyunca en fazla tartışılan ve üzerinde durulan konu oldu.18. kurultay çalışmaları başlamıştı. Parti içerisindeki tartışmalar artık çatışma haline dönüşmeye başlamıştı. CHP’nin sosyalist bir parti olduğunu iddia edenlerle, karşı çıkanlar arasında bir çatışma yaşanıyordu. Diğer taraftan son seçimde alının yenilgi sonuçları üzerinden de bir tartışma yürüyordu. CHP‘nin sola açıldığı için seçimleri kaybettiğini savunanlar, diğer tarafta ise “ortanın solunun “ iyi anlatılamadığını, bu nedenle de az oy alındığını savunanlar. Parti içerisinde tartışmaları yürütenlere basın tarafından kısa sürede yeni isimler bulundu. Birinci gruptaki milletvekillerine “göbekçiler”, ikinci gruptakilere “ortanın solcuları” ya da “yenilikçiler”, dediler.
Birinci grupta ”göbekçiler” yer alanlar partinin ileri gelenleri idi. Bunlar; Turhan Feyzioğlu, Nihat Erim, Kemal Satır, Coşkun Kırca, Emin Paksüt, Hıfzı Oğuz Bekata, Suphi Baykam, İsmail Rüştü Aksakal.
İkinci grupta “yenilikçiler” arasında yer alanlar ise; Bülent Ecevit, Turan Güneş, Seyfi Şadi Şencap, Mustafa Ok, Ferda Güley, Hayrettin Uysal, Nazif Aslan, Yaşar Akal, Kemal Ataman, Nermin Abadan, İbrahim Öktem gibi isimler vardı.[32] 18. Kurultayda parti içi tartışmalar iyice su yüzüne çıkmış ve kıyasıya bir mücadele başlamıştı. Göbekçilerin genel sekreter adayı Turhan Feyzioğlu, yenilikçilerin ise Bülent Ecevit’ ti. Divan başkanlığı seçiminde Yenilikçilerin adayı Muammer Aksoy, Göbekçilerin adayı Sırrı Atalay’ı geride bırakarak divan başkanlığına seçildi. Bu kurultayda herkes eteğindeki taşları dökerek tartışmalar yapıldı. Söz İsmet İnönü’ye geldiğinde seçim yenilgisini değerlendirirken, aşırı sağ ve sol akımların CHP’ye insafsızca ithamları karşısında “ortanın solu” teriminin hacmini, karakterini anlatmak için toplandığını, partiye gelen isimlere haksız ithamlar hatta dinsizlik ithamıyla karşılaşanların olduğunu belirterek, ortanın solunun parti içerisinde tartışılmadığını ve kurultayın bur tartışmayı yürütmesi ve kesin bir kararı olarak bir sonuca bağlaması gerektiğini söylemiştir. Konuşmasında partinin sınırlarını tarif ederek sol ve/veya sağ bir parti olmadığını bu sınırları çizerek seçim beyannamesinin sınırlarını geçmeyeceğini söylemiştir. CHP bu sınırlar içerisinde altı okuna bağlı ortanın solunda bir partidir.
Feyzioğlu, söz alarak reformlar seçmenden oy alacak, ancak reformların ortaya atılması seçmeni ürkütecek ise karşı karşıya kalınan mesele iki tarafıyla, reformlara karşı çıkmamak gerektiğini ve bunu söyleye söyleye oy almak gerektiğini, diğer taraftan ise ortanın solu kavramının partinin altı oku, seçim bildirgesi dışında yeni bir anlayış ve ilke değil, partinin kuruluşundan beri sahip olduğu ilerici ve reformcu hürriyetini tam bir açıklayan ve tutarlı bir şekilde ifade eden resmi belgelerimizdir. Feyzioğlu konuşmasının devamında ortanın solu kavramını benimserken, partinin İsmet İnönü gibi aşırı sağ ve sola karşı dikkatli olması gerektiği genel sınırları içerisinde kalmasının, sol derken partinin sosyalist olmadığını ifade etmiştir. Özgürlük tanımını yapmış Fransız ihtilalindeki özgürlük tanımını kabul ettiğini belirtmiştir. Fransız ihtilalcilerinin yaptığı özgürlük tanımında başlıca dört öğenin yer aldığını belirterek, bunların; bir neslin gelişmesi imkânı, iki, giyinmek, üç, gıda almak, dört, dünya nimetlerinden yaralanmak. Bunlar Türkiye’de ki bütün vatandaşlar için var olan şeylermidir?[33]
Tartışmalar sırasında değişik şekillerde ortanın solu ’nu savunanlar da bu durumu komik şekilde ifade ediyorlardı. GÜLEK; Biz ne sağcıyız ne solcu, halkçıyız. Ortanın solu da ortadadır diyordu. Suphi BAYKAM;” ortanın solu CHP’nin göbek adıdır. Kalp soldadır; abdeste de soldan başlanır” diye açıklama yapıyordu.[34]
Bu kurultayda Gülek’in genel başkanlığa aday olduğu kurultayda, ismet İnönü tekrar seçilmiştir. Genel sekreterliğe Bülent ECEVİT tekrar seçildi. CHP teşkilat ve meclis grupları olmak üzere, iki farklı gruptan oluşmuş gibi bir görüntü ortaya çıktı. CHP de yapılan bu seçimler sonucu sanki iki eğilim ortaya çıkarak partinin bir bölünmüşlük görüntüsü verdiği ve parti içindeki tartışmaları azaltacak yerde daha da şiddetlendirdi. Teşkilatlar ortanın solunu savunurken, Meclis grup başkanvekilleri bu değişikliği kabul etmiyor gibi görünüyordu.
28-29 Nisan 1967 yapılacak 4. Olağanüstü Kongreye gidilme kararı alındı. Bu süreçte partiden kopmaların önlenmesi için ciddi çalışmalar yapıldı. Olağanüstü toplantıdan sonra yenilikçiler ile göbekçiler arasındaki tartışma çok daha zirveye çıkmış oldu. Pati meclisine hâkim olan ortanın solu bir bildiri yayınlayarak ortanın solunu parti meclisi kararı olarak duyurdu. Bu bildiriye pati meclisi içerisinden sekiz kişi karşı çıkmıştır.  Partinin siyasi hayatında sekizler adıyla anılan bu grup disiplin kuruluna sevk edildi. İsmet İnönü sekizlerle birlikte ayrılanların sayısını kontrol altında tutabilmek için partinin ahenkle birlikte çalışması gerektiğini belirten bir konuşma yaparak, durumu kontrol altında tutmaya çalışmıştır. 30 Nisanda Turhan Feyzioğlu ve arkadaşları disiplin kararını beklemeden kırk yedi milletvekili ve bir senatör CHP’den istifa ettiklerini açıklayarak, Güven Partisini(GP) kurdular.
Böylece, 1965 seçimleri sonunda bir düşünce ayrılığı olarak başlayan tartışma, CHP tarihinde en büyük bölünmenin gerçekleşmesiyle sonuçlanmıştır.

4.2. İsmet İnönü-Bülent Ecevit Çatışması


12.03.1971 muhtırası İsmet İnönü ile Bülent Ecevit’in temsil ettiği görüş arasında ayrılık doğması çatışmanın da ortaya çıkmasına neden olmuştur. Muhtıra verildikten sonra CHP bir bildiri yayınlayarak muhtıra hakkında olumlu ya da olumsuz tezahürat yapmamaları istenmiştir. 21.05.1971 tarihi yolların ayrıldığı bir dönüm noktası olmuştur. İsmet İnönü yeni kurulacak hükümete katılmayı isteyince Bülent Ecevit ve Genel Yönetim Kurulu toptan istifa etmiştir.
Bu duruma rağmen grup toplanmış ve hükümete katılma oylanmıştır. İsmet İnönü’nün tehdit dolu konuşmasına rağmen 50 ‘ye yakın milletvekili ve senatör karşı oy kullanarak Bülent Ecevit’i desteklemiştir. İsmet İnönü 15 Mart’ta, muhtıranın demokrasiyi engellediğini söylerken, 16 Mart’ta görüşünü değiştirmiş ve pek çok kişiyi şaşırtan grupta yaptığı konuşmasında İnönü; ”Geçen 24 saat memleket için çok önemli bir devre idi. Büyük hadiselerden sonra, ne gibi olayla ve ne gibi ihtimaller belirebileceğini, bütün dünya ile beraber biz de vatandaşlar olarak merak ediyorduk. Fakat size kalp huzuru ile söyleyebilirim ki, bu geçen 24 saat zarfında Türkiye, millet olarak bünyesindeki sarsılmaz metanetinin bir defa daha örneğini vermiştir”[35]  diyerek geçici bir hükümet ve erken seçim isteğinden vaz geçerek bir reform hükümetinin oluşturulmasını ve CHP’nin elinden gelen yardımı bu hükümete göstermesini istemiştir.
         İnönü; ”Bülent Ecevit, hükümet kurulmaz ise kurulmasın, bizi alakadar etmez diyor.” Bu fikre iştirak etmiyorum. Genel sekreterin bu iş istifaya kadar götürmesi kararının kesin olduğunu gösteriyor.

5.BÜLENT ECEVİT ve ORTANIN SOLU


Bülent Ecevit, düşüncelerini 1966 yılında yazmış olduğu Ortanın Solu kitabında ortaya koymuştur. Parti içerisindeki “ortanın solu” tartışmaları aynı zamanda parti içi bir ayrışmaya giderek partide bir arınma ortaya çıkartmıştı. Nitekim Ecevit’te,1968 yılında kitabın dördüncü baskısında “CHP’nin içerisinde büyük gelişmeler oldu. Ortanın solu hareketi, bütün engelleri yenerek, Parti içinde kesin başarıya ulaştı. CHP ‘si devrimci bir parti olarak, kendi kendini yenileme yeteneğini bir kez daha ortaya koydu. O bakımdan parti içi tartışmalarla ilgili bölümler siyasal tarihimizin artık kapanmış bir aşaması olarak okunmalıdır” önsözüne bu görüşünü yazarak tamamlıyor. Ama bu görüşü uzun sürmüyor ve iyimserlik olarak belirliyor. Partide, önceki tartışmadan daha şiddetli bir tartışma ortaya çıkıyor. Ecevit iyimser olmaya devam edeceğini tekrarlıyor Detaylarını yukarıda aktardığım için burada tekrar etmeyeceğim. Kendini bu durumdan bahsederken aşırı iyimser olarak nitelerken, yine de iyimser olmaktan vaz geçmiyor.
1966 yılında ortanın solu kavramı üzerinden partinin nasıl bir yöne gitmesi ve yörüngesinin ne olmasını yazarken, altı yıl sonra “CHP’yi eski yörüngesine oturtacağız” slogana parti içerisinde karşı çıkışlar oldu. Ecevit; bu karşı çıkanların mağlubiyetini ”Halkın ve örgütün gücü ve kararlığı karşısında onlar yenilip gittiler, CHP yeni yörüngesine eskisinden daha tutarlı ve güçlü olarak yerleşti” tespitinde bulunuyor.[36]

5.1.Ortanın Solu


         Ecevit, ortanın solunu ifade ederken; eskimiş düzen ilişkileri içerisinde bir durum tespiti yaparak, ortanın solunda “geçmişe” ait olandan “geleceğe” ait olanı ortaya çıkararak kavramsal açıklamasını;
1.   İnsan Boyutundan
2.   Örgütsel boyutundan
3.   Toplumsal Boyutundan,

Ele alarak bir düşünsel program ortaya koymuştur. 1966 yılında yazmış olduğu ortanın solu kitabında; Kategorize etmemesine rağmen ortay koyduğu ve incelemeye tabi tuttuğu konuların kronolojisine bakıldığında yukarıdaki sıralamaya uygun bir anlatımı benimsemiştir.

 

5.1.1.Ortanın Solunda Kendini Hisseden İnsan Portresi(Yeni İnsan Tipi)


Bir insanın kendini siyaset sahnesinde nerede hissetmesi konusunda bir duruşu bulanmasını, toplumda dışlanmışlıkları oluşturan ve yaratılan katma değerden faydalanamayan insanlar için;”… hem o kimselerin kendileri hesabına, hem de toplum ve insanlık hesabına isyan edebiliyorsanız, bunu insanlık için bir yoksunluk ve haksızlık olarak görebiliyorsanız; toplumda bu yoksunluğu ve haksızlığı doğuran adaletsizlikleri ve tutkuları gidermek üzere bir şeyler yapma güdüsünü, isteğini duyabiliyorsanız ortanın solunda bir insansınız demektir” onların yerine kendinizi koyup, duygudaşlık kurabiliyorsanız, ortanın solunda bir birey olarak görüyor.[37]
Eğitimden, sağlıktan vb. haklardan yokusun kalan çocukların, küçük yaşta çalışmalarına Anayasal Hak olmasına kullanamamaları nedeniyle, çalışma hayatına başlamaları, küçük bedenlerinde ve ruhlarında oluşan çöküntüyü duyumsayabiliyorsanız ortanın soluna bir insansınız. Çalışanların, özelliklede kitapta örnek olarak verdiği “maden işçilerinin” yerin altında çalışmaları ve elde ettiği ücretlerin ancak geçimlerini sağlayamayan çalışanların ıstırabını ve acılarını duyumsayabiliyorsanız-ki onlar size oy vermeseler bile onların ıstırabını duyumsayabiliyorsanız, onların yaşamına biraz ışık katabilmek, insanca yaşayabilme olanağına kavuşturabilmek için kendinizi ödevli sayabiliyorsanız- ortanın solunda bir insansız demektir.
Yardıma ihtiyaç duyanlara doğduğu yerde insanca duygularla sosyal yardımda bulunma insan için asil bir çabadır. Asıl olan ise bu yardım ihtiyaç duymayacak sosyal güvenlik v adalet düzeni kurmaktır. Merhamet duyarlı insanların, iyi insanların, düşünebilen insanların yapabilecekleri bir duygudur. Toplumda asıl olan toplumsal açıdan merhamet duyguları uyandıracak insanları bırakmamaktır. İnsanlar açısından hayır işleri, merhamet, sosyal yardımlar asil davranıştır.
“Ama kurtarmak ve yüceltmek istediğimiz insanların onuruna, asıl saygılı davranış, onların dertlerini, sıkıntı ve yoksulluklarını temelden giderebilecek davranış onların,  bu tür ilgililere, kişisel merhametlere ihtiyaç duymayacakları bir toplum düzene ulaştırmaktır”[38]
Ortanın solu içerisinde, düzenin çeşitli nedenlerle toplumsal faydadan yararlanamayan insanların, kesimlerin çaresizliklerine duyarlı olmak, onlarla duygudaşlık kurarak bu dışlanmışlıklarının giderilmesinde onlar gibi düşünen, onlar gibi acı çeken, onlar gibi duyumsayan insanların doğal olarak ortanın solunda yer alan insanlar olduğunu ifade ediyor. Bu yasal haklarını kullanamayan ve toplumsal faydadan yararlanamayan insanların haklarının sağlanması için mücadele eden ve toplumsal bir düzen kurmaya çalışan insan da ortanın solundadır.
Ortanın solunda kendini hisseden ”ortanın solu tabiatındaki insanların” izleyeceği siyaset ve mücadelesini şöyle ifade etmektir.
·         İçlerindeki insanlık duygularını ve bilincini böyle bir toplum düzenini(ortanın solu) kurmak için bir siyasal hareket haline getirdikleri vakit, o siyaset ortanın solunda bir siyasettir. İnsanın en büyük gücünü,  insanı insan yapan gücü, düşünme gücünü, baskı altında tutmak, insanlığa karşı en büyük ihanettir. İnsan kişiliğinin gelişmesine, insanlığın ilerleyip, yücelmesine en büyük engeldir.
·         Ortanın solu insanı özgür insandır.
·         Özgürlüğü insanlığın yararına, insanlığı yücelmesine, uğruna kullanan insandır.
·         Kendi onur ve mutluluğunu bütün insanların onur ve mutluluğunda arayan insanlardır.
·         Ortanın solu böyle bir insan ülküsüne yönelir.[39]

5.1.2. Örgütsel Boyut


Ortanın solu CHP ve Türk siyasi hayatında önemli bir duruşu ifade etmektedir. Siyasi yelpaze açısından CHP’nin konumlandığı duruş, hem parti içerisinde bir tartışma konusu olmuş hem de, parti dışında diğer partilerle arasındaki sosyal proje anlamında bir ayrışmaya gitmiştir. Parti içerisinden “CHP” nin kimliğini ve siyasal yönünü değiştiriyor,” ortanın solu, solun ortası” gibi tekerlemelerle toplumsal zihinleri karıştırma “ ortanın solu, Moskova’nın yolu” tartışmalarla kafalarda kuşkular uyandırmaya uğraşanlar çıkmıştır.
1965 yılı seçimlerinde partinin almış olduğu seçim yenilgisini “ortanın solun” da olduğunu söylediği için bu yenilgiye uğradığı diyenler de olmuştur.
Ortanın solu tartışmaları uzunca bir dönemi kapsamış yaklaşık 14 seneyi bulmuştur. İlk kavram olarak söylendiğinde ve takip eden seçimler dolayısıyla almış olduğu yenilgilerde toplumun ve dış siyasetin etkileri düşünülmeden partideki değişikliklerin çeşitli kesimlerce kabul edilmemesi CHP’nin siyaset yelpazesinde nerede durduğu tartışmalarının özünü oluşturmuştur. Siyasi yelpazenin sağını ve solunu oluşturan partilerin varlığı CHP’nin kuruluş felsefesi ve devletle ilişkileri kendi ambleminde yer tutan ilkeleri siyasi yelpazede yer bulmasında kendi ilkeleri üzerinden tartışmaların şiddetli geçmesine ve ayrışmaların olmasına neden olmuştur.
Ecevit bu durumu, 1965 seçimi sonuçları üzerinden”…oysa toprak reformu yapacağını açıkça söyleyerek, büyük topraklıları ürküten; vergi reformları geçirerek kolaylıkla vergi kaçırmaya veya hiç vergi vermeye, ödememeye alışmış olan bazı bol gelirlilerin canını sıkan; işçiye bütün demokratik hakları tanımayarak, işçi sömürmeyi bir hak sayanların huzurunu bozan; ulusal yerimizi ve onurumuzu koruyucu bazı dış politika değişikliklerine başlayarak bir takım büyük devletleri gücendiren ulusal petrol davasını benimseyerek ‘te, devletler üstü dev petrol ortaklarını gücendiren bir parti” ortanın sağındayım” demiş bulunsaydı sonuç gene de baka türlü olmazdı”[40] çeşitli kesimleri rahatsız etmesinin altında yatan nedeni yelpazenin neresinde olduğundan çok izlenen politikaların içeriğinden kaynaklandığını ortaya koymaktaydı.
“Ortanın solu “ kavramıyla CHP’si, 1965 yılı siyasal ortamında seçimlere giren altı parti arasında dünya görüşü olarak temsil ettiği yeri dürüstçe, açıkça tanımlayıp söylemiş oldu.
Ecevit, CHP’nin siyasal yelpazede yerini tanımlaya ortanın solu kavramını tam olarak anlaşılır kılmak için, siyasal yelpaze de o, dönemde yer alan partilerin sağdan sola doğru sıralanışını “aşırı sağ, ortanın sağı, orta-veya merkez, ortanın solu, aşırı sol…”şeklinde ifade ederek bunların toplumsal karşılıklarının ne olduğunu açıklamıştır. Böylece bu karşılaştırma üzerinden siyasal yelpazedeki bu partilerin toplumsal projeleri vasıtasıyla halkla nasıl bir etkileşim kurdukları, toplumla nasıl bir söylev ve beklenti üzerinden düzen tahayyül ettiklerini analiz etmiştir. Partilerin bir biriyle yarışırken sağ partilerin halkı nasıl kandırdıklarını aslında bir toplumsal projelerinin olmadığı tespitinde bulunmuştur.
Aşırı Sağ’ın; toplumu varmış oldukları noktadan geriye çekmeye çalıştıklarını, bunların gerici olduklarını, duygusal nedenle geçmişin özlemi içerisinde olduklarını, çoğunlukla halkın taassubun karanlığında tutmak, sosyal ve ekonomik haklardan yoksun bırakma; öylelikle halkı bir avuç egemen ve güçlü zümrenin baskısı altında köle gibi çalıştırmak istedikleri ve eski toplum düzenini bu isteklerine daha elverişli buldukları için geçmişi özler. Demokrasiden huzursuzluk duyarlar ve arzuladıkları düzeni kurmayı kolaylaştırdığı ölçüde ve biçimde isterler ve ellerine fırsat geçtiğinde demokrasiyi sona erdirirler. [41]
Ortanın sağında; Muhafazakârlar vardır. Toplum yapısında değişiklik olmasından ürkerler. Her şeyin olduğu gibi kalmasını isterler. Çıkarlarının bozulmasını istemedikleri için her türlü yeniliğe ve reforma, devrime karşıdırlar. Devletin ekonomik ve sosyal hayata müdahale etmesini istemezler. Teşebbüs ve mülkiyet hakkında her türlü kısıtlamaları ret ederler. Yeniliklere gericiler kadar direnirler.[42]
Orta ve Merkez; Devrimci değildirler, toplumun zamanla değişmesini, toplum yapısında bir değişmenin olmasını isteseler de, istemeseler de tabi karşılarlar. Köklü reformlar yapmaktan kaçınırlar. Değişime karşı fazla bir direnişleri yoktur. Pasiftirler. Demokrasiyi isterler. Sosyal adalete az çok değer verirler. Sosyal adalet ve ekonomide devletin fazla ödev yüklenmesinden hoşlanmazlar. Özel sermaye desteklemez ise kalkınma olmayacağını düşünürler. Planlamaya da yatkın değildirler.[43]
         Ortanın Solu;
·         Ortanın solundakiler; insancıldırlar. İnsana en üstün değeri verirler.  Düzenin insanın kişiliğinin gelişmesine, her kesme imkân tanınmasının olmasını isterler.
·         Ortanın solundakiler; halkçıdır. Geniş halk topluluklarının yararlarını dar zümrenin çıkarlarının üzerinde tutarlar. Halkın köklü sınıf duvarıyla bölünmesini insanlık onuru ve toplum esenliğine aykırı sayarlar. Sınıf ayrılıklarını eşitsizlikleri ortadan kaldırarak sağlamayı isterler.
·         Ortanın solundakiler; sosyal adaletçi ve sosyal güvenlikçilerdir. Sosyal adalet ve güvenlik sağlamayı eşit bir toplum düzeni kurabilmesinin kesin şartı sayarlar.
·         Ortanın solundakiler; ilerici, devrimci ve reformcudurlar. En hızlı bir biçimde toplumun yapısını değiştirerek insanlık ve halkçılık anlayışına uygun duruma getirmek isterler.
·         Ortanın solundakiler; devletçidirler. Devletçilikleri halkı gözeticidir. Halkı devletin hizmetinde değil, devleti halkın hizmetinde sayarlar. İktisadi hayatın ve üretim araçlarının tümü ile devletleştirilmesini, teşebbüs özgürlüğünüm yok edilmesini isteyen bir devletçilik değildir. Her türlü iktisadi hayatın toplum yararına düzenlenmesini ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak yönetilmesini, üretim araçlarının toplum yararına kullanılmasını, tasarruf ve yatırım kaynaklarının devlet müdahalesi veya devlet işletmeciliği yollarıyla artırılmasını öngören bir devletçiliktir.
·         Ortanın solundakiler; plancıdırlar. İktisadi ve sosyal gelişmeyi tesadüflere bırakmazlar. Amaçlarına nasıl varacaklarını iktisadi faaliyeti toplum yararına yönlendirip sosyal adalete uygun olarak düzenleyici bir planla gelişmeyi hızlandırmak isterler.
·         Ortanın solundakiler; özgürlüğe bağlıdırlar. Amaçlarına özgürlük ve demokratik düzen içerisinde varmak isterler. İnsan ve insanlığa saygılıdırlar. İnsan hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasını ret ederler. İnsanlığın çalışma istek ve gücünün, insanlardaki yaratıcılığın, sosyal sorumluluk ve dayanışmanın en çok demokratik düzenle ortaya çıkabileceğine inanırlar.
·         Ortanın solundakiler; sosyal demokrasiden yandırlar. Halkın irade serbestliği ekonomik ve sosyal baskılardan kurtulmadıkça demokrasinin halk yararına işlemeyeceğini bilirler. Onun için demokrasinin biçimsel yönü kadar, sosyal özüne de önem verirler.[44]
Aşırı sol; Aşırı sol teşebbüs özgürlüğünü ve özel mülkiyeti reddeder. Demokrasiyi her zaman açıktan red etmese de uyguladığı iktisadi ve sosyal düzen açısından demokrasi kendiliğinden ölür. İnsanların iyiliğini isterler. Fakat isteklerinin dogmatik yol ve yöntemleri uğrunda, insanları, yaşayan kuşakları, feda etmekten, köle durumuna getirmekten kaçınamazlar.
Ortanın solunun, aşırı sağ ve aşırı solun tehlikelerine karşı en sağlam duvar ve en etkili set olduğunu, uyguladıkları politikalar açısından, en uygun yolun olduğunu, baskıcı ve toplumu engelleyici güçleri durdurabileceğini ifade etmiştir. Aşırı sağa ve aşırı sola karşı toplumu gelişmesinde bir sigorta görevi görebileceğini belirtmiştir.
Ülke de kurulu partilerin yerlerini belirlenmesinde, Adalet Partisini(AP), parti programına göre ortanın sağında olduğunu, içindeki unsurların ortanın sağından en aşırı sağa kadar kümelendiğini, küçük grupların aktivist grup olmaları nedeniyle bu partiyi etkileyebilecekleri, sağa kaydığı şeklinde değerlendirmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi’ni ortanın solunda tanımlamıştır. Demokrasi ve özgürlükle bağdaşabilecek ölçüde sola gidebileceğini ifade etmiştir.
Yeri belli olmayan partiler; Millet partisi, Yeni Türkiye Partisi ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ‘nin yelpazedeki yerini tanımlamak henüz mümkün görünmemektedir.
Türkiye İşçi Partisi; Cumhuriyet Halk Partisinin daha solundadır şeklinde tespit etmiştir.

 

5.1.3. Toplumsal Boyut


Ortanın solunu, diğer soldan ayıran temel ayrım miras hukuku ile özel mülkiyetin var olmasıdır. Demokrasinin yaşamasını anacak bu özgürlüklerin varlığında görür. Bu hakların olması mutlaka demokrasinin olduğu anlamına gelmeyeceğini de bilir. Teşebbüs özgürlüğü, miras ve mülkiyet özgürlüğü başıboş(denetimsiz bana ait) kalırsa demokrasi o zamanda yaşayamaz, halk o zamanda ezilir. Ortanın solunda bu haklar Anayasanın da belirlediği gibi “kamu yararı” ile sınırlıdır.
“Ortanın solunda devletçilik anlayışı ekonomik gelişmeyi, ulusal kalkınma amaçlarına ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak hızlandırmanın gerektirdiği ölçüde devlet işletmeciliği öngörür.”[45] Devletçilik özel mülkiyeti ortadan kaldırmak değil onu halk yararına düzenlemeyi esas alır. Servete değil, servet diktatörlüğüne karşı bir tutumu vardır.[46]Toplumsal yapısı her tür diktatörlüğü kabul etmeyecek bir yapısının olduğunu, halkın karakterinin bazı bakımlardan demokratik sayılabilecek gelenekler içerisinde oluştuğunu, yönetiminde politikacı-asker karışımı bir yönetimle kurulmuştur. Osmanlı-Türk toplumsal düzeninde asalet yoktu, imtiyaz yoktu. Küvetteler öylesine dağılmış, merkezi yönetim öylesine sınırlanmıştı ki devlet ve toplum adeta hareketsizliğe varan bir dengeye ulaşmış ki kıpırdanmaz, ilerleyemez, kendini yenileyemez olmuştu. Düzeni değiştirmek gerekiyordu, fakat değiştirilmeyecek kadar tutucu duruma geldiği için düzeni yıkmaktan başka çare yoktu.[47]
Osmanlının son zamanından gelen, yöneticilerin halkı hor görmesi Devlet ile toplum arasındaki küskünlüğün oluşmasına neden olmuştur. Halkı devlete küstüren bu davranış Cumhuriyetin döneminde de sürdü. Bu küskünlüğün istismarı çok partili döneme geçildiğinde Demokrat Parti’nin (DP) kullandığını ve parti baskısı kullanmaya çalıştı. DP döneminde sınırsız parti otoritesi kurulmak istendiği ve bunun Adalet Partisi(AP) de bu istekle kıvrandığını ifade etmiştir. Demokratik iç disiplin kuralları içerisinde devletin yetkilerini ve sorumluluklarını tedrici olarak ve mümkün olduğu kadar geniş ölçüde halka dağıtabilmektir. Hal ile devlet ilişkisini düzenleyerek halkın devleti anlayışını oluşturmak istenmiştir. Çünkü Türk halkı, halk yararına da olsa bir diktatörlüğe, aşırı ölçüde otoriter bir yönetime katlanamaz.[48]
         Halk ve toplumculuk anlayışını bir zümrenin iktidarda kalarak halk yararına işler yapmaya çalışsa bile, halkın bunu kabul etmeyeceği, toplumculuğun halk tarafından tutunması ve kabulü gerçek demokrasiyle bağdaşacak nitelikte olmasına ve halkın buna inanmasına bağlı olduğu vurgulanmıştır. Kalkınmanın demokrasiyle başarılı olabileceği normal devlet yönetimi bile demokrasiyle yürütülebileceği tespiti yapılarak buna göre bir toplumculuk belirlenmiştir. Demokrasinin gerekli olduğunu, sadece siyasal demokrasinin değil, aynı zamanda sosyal temele dayanan, sosyal özü bulunan bir demokrasi, bununda sosyal demokrasi olması gerektiğidir.
         Demokrasinin özünün sosyal temele dayanması gerektiği, toplumsal gelenekler açısından da toplumun bunu benimsediği, ancak toplumun böyle bir rejim ile kalkınabileceği üzerinde durulmuştur. Özden yoksun bir demokrasinin işlemeyeceğini topluma yararı olmayacağını ve halk tarafından benimsenmeyeceği 1950 sonrası dönem deneyimi bunu göstermiştir. Sosyal özün,  yeni bir Anayasanın kâğıt üzerinde değil bütün ekonomik, sosyal ilke koşul ve kurallarıyla toplum dokusuna kök salmasını o doku içerisinde güç kazanmasını sağlamak gerektiğini ve işte o zaman demokrasinin sosyal öze kavuşmuş olabileceği anlayışı ifade edilmiştir.
         Ortanın solu anlayışı çerçevesinde, ele alınan ve yapılmaya çalışılan konular, bu proje içerisinde sayılarak, düşünce ve vicdan özgürlüğü, demokrasi, dürüstlük ve devrimcilik, temel ilkeler ve uygulamalar başlıkları altında topladığı konuların detaylandırılması, partinin bu konudaki tutum ve uygulamaları açıklanarak ortanın solu ile toplumsal uygulamalar çelişki, çatışma ve düzelterek sosyal demokrasinin tutumunu anlatmıştır.
         Her bir başlık altında öncelikle durum tespiti yapılmış, bu durum tespitinden kalkarak partinin tutum ve uygulamalarının nasıl olması gerekti anlatılmıştır.  

5.1.4.Halk Gönüllüleri


         Uygulama anlamında bugünü de belirleyen normal hayatın akışı içerisinde gelişecek olanı anlamak ve ona göre bir çalışma yapmak açısından bugün de önemli olan bir kavram olarak halk gönüllüleri kavramına yakından bakmak istedim.
         Ecevit, o zamanlarda partinin gençlik ve kadın kollarından yararlanarak “halk gönüllüleri” örgütünün kurulması gerektiğinin tespitini yapıyor. Buradan anlaşılıyor ki sadece partide bulunan kolların çalışmasının yeterli olmadığını görüyor. Bu çalışmanın “halk gönüllüleri” ile genişletilmesini çalışmanın, daha muhalefetteyken sosyal hizmet çalışmasına başlamasını istiyor. Çalışmanın içeriğini belirterek “sosyal yardım” değil “sosyal hizmet” yapması gerektiğini ortaya koyuyor. CHP’nin “yardım” değil “hizmet” ruhuyla halka gitmesi gerektiğini, dar gelirli halk topluluklarına, geçim zorlularını azaltabilmeleri için daha verimli üretim yolları bulabilmeleri için toplu çabalarıyla ve dayanışma yoluyla mesleki eğitimle kalkınabilmeleri ve kültürlerini geliştire bilmeleri için “hizmet etmeli” bilgi vermeli ve yol göstermelidir. CHP’nin devlet eliyle hizmet götürdüğü için devlet imajı ile karıştırılan partinin, muhalefetteyken devlet gücünü kullanmaksızın, devlete sırtını dayamaksızın, halkın hizmetine giderse ve gerektiğinde haksız ve kötü bir şekilde kullanılan devlet gücüne karşı, halkla birlikte, halkın içinde, meşru yollardan vaziyet alırsa, halkın bağrında layık olduğu yeri bulabilir.[49]
Ecevit’in 1966 yılında tespit ettiği ve bugün yaşanan toplumsal olaylarda da kendini gösteren çalışma biçimi alternatif yolların bulunmasını gerekliliğini göstermektedir. Son birkaç on yıl içerisinde partilerin ve örgütlerinin tek başına toplumsal gelişmedeki dinamikleri örgütlemede eksik kaldıkları gözükmektedir. Teknoloji ve ulaşımdaki değişim toplumsal yapıda ve üretim ilişkilerinde yeni durumlar ortaya çıkardı. Türkiye’de deneyimlenen “Gezi olayları” olarak bilinen ve toplum dinamiklerinin bütün kentlerde nerdeyse katılımın olduğu, karşı koyuşlarda, yeni ve önemli bir unsur ortaya çıktı. Parti organları tek başına toplumsal dinamikleri belli sakilerle örgütleyemiyor ve normatif bir kurallar içerisinde tutamıyor.
 Günümüzde başarılı olunmanın diğer bir yolu da normatif bir çalışma ortamından uzak duran, ancak toplumun gidişinden endişelenen ve değiştirme talebinde bulunan, yeni toplumsal odaklar ortaya çıkmaktadır. Mevcut siyasi partilerin (toplumu yönetme) farklılıklarını topluma gösterememesi, aynıymış (aynılaşma) görüngüsünün ortaya çıkması bu toplumsal kesimi dışarıda bırakmaktadır. Memnun olunmayan yaşanan toplumsal dışlanmışlıklardan kurtulma, doğaya, çevreye, yaşanan ilişkilere dair değiştirme talepleri olan özellikle genç kuşakları kucaklayıcı, yenilikçi fikirler geliştirilmelidir. Son İngiltere seçimlerinde, İşçi partisinin yapmış olduğu çalışma parti üyeleri dışında gelişen ve gidişattan memnun olmayan birçok toplumsal kesimi harekete geçirerek, parti gönüllüleri haline dönüştürmüş ve beklenmeyen bir başarı sağlamıştır. Özellikle kapitalist sistemde gençliğin, gelecek beklentisinin azalması, siyasal partilerin çözüm önerilerinin mevcut düzenin sürdürülmesi yönünde değiştirici bir etki yaratmaması, bu kesimlerin değişimden yana açık yer alındığını göstermiştir.

6.SONUÇ


         Toplumların hayatlarında tarihsel geçiş dönenmeleri olmaktadır. Sanayi devrimi ile birlikte kırların çözülerek kentlere göç etmesi ekonomik ve sosyal hayatta değişmeler oluşturmuştur.
         Türkiye’de ise kentleşme kırın çözülmesine dayanmasına rağmen, sanayinin gelişmesine bağlı olarak gelişmemiştir. Kırdaki toprak yetersizliği ve üretimin nüfusu besleyecek yeterlilikte olmaması kentlere göçü doğurmuştur. Toprağa bağlı olarak yaşayan kırsal kesimdeki kimseler, kısmen fabrikalarda büyük bir bölümü ise marjinal sayılan işlerde (işportacılık, seyyar satıcılık, inşaat sektöründe) çalışmaya başladılar. Kentin varoşlarına yerleşerek yeni yerleşim alanları oluşturmuşlardır. Değişik bölge ve şehirlerden göç edenler, sağlıksız koşular içerisinde, çeşitli gelir noksanlıkları içerisinde yaşamaktadırlar. Yeterli eğitim, sağlık ve konuttan yoksun olan büyük bir nüfus hemşerilik bağları içerisinde bir birine dayanışma ve bağlanma karşılıklı bağımlılık ilişkisi içerisinde yaşmağa devem etmişlerdir. Tarihsel koşullar içerisinde sosyal dışlanmışlık içerisinde yaşayan bu yeni kentlilerin sorunları da geldikleri yerler bakımından değişik olmakla birlikte geniş bir taban oluşturmuştur.
         Bu dönemde yeni Anayasanın göreli özgürlük ortamı içerisinde yeni partiler ortaya çıktığı gibi örgütlenme olanakları da genişlemiştir. Yeni sınıfların ortaya çıkması siyaset yapma biçimini de yeniden düzenlemiştir.1946 yılından sonra çok partili hayata geçen ülke, 1950’li yıllarla birlikte iktidar değişimine gitmiştir. İktidar olan DP uygulamalarıyla ve siyaset yapma biçimiyle rekabeti artırmakla birlikte toplumsal gelişmeye koşut olarak huzursuzluklar artmış çeşitli nedenlerle 1960 Askeri darbesi iş başına gelmiştir. Yeni yapılan Anayasa özgürlük ortamını geliştirmiş, siyaset hayatına yeni patiler katılmıştır. En önemlilerinden birisi Türkiye İşçi Partisidir.  Türkiye işçi partisinin solda olması ve yeni bir projeyle ortaya çıkması CHP’nin kendini yeniden konumlandırma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.1959 yılında İlk Hedefler Beyannamesini yayınlamıştır. İsmet İnönü’n Milliyet gazetesine vermiş olduğu bir beyanatla CHP’nin ortanın solunda olduğunu söylemesi ile ilk defa siyaset yelpazesinde CHP’nin nerede olduğunu belirlemiştir.1965 yılı seçimlerinde CHP’nin oy kaybetmesi sonucu yapılan tartışmalarda “ortanın solu” kavramı üzerinden parti içi tartışmalara neden olmuş ve partiden bir kesimin ayrılmasına neden olmuştur. Bu tartışmaların esasını oluşturan partinin savunduğu ortanın solu görüşünün CHP’nin temel ilkelerine aykırı olduğu, altı ok olarak bilinen ilkelerinin devlet perpektifi, bakış açısından yeterli olduğu, ortanın solu anlayışının sadece parti bildirgesinde kalması gerektiği görüşü savunulur hale gelmiştir. İsmet İnönü’nün açıklamaları doğrultusundan partinin siyasi yelpazenin ortanın solunda olduğunu açıklaması da bunda etkili olmuştur.
         Bülent Ecevit ve arkadaşları daha sonra İsmet İnönü ile anlaşmazlığa düşmüş, ayrışmalar pati içerisinde sürmüştür.1970 Asker darbesinde İsmet İnönü’nün önce karşı çıkması sonra ise içerisinde yer alması Bülent Ecevit’in istifa etmesine neden olmuştur. Bu süreçte parti içi süreçte sürdürülen tartışmalar sonucu 1966 yılında Bülent Ecevit’in yazmış olduğu ortanın solu kitabında görüşleri bir bütün olarak ifadesini bulmuştur.
         Ortanın solu anlayışı, yeni insan tipinin oluşumundan, sosyal ve ekonomik politikalara, devlet düzeninden, siyasal hayata yön veren siyasal partilerin siyaset yelpazesinde neyi temsil ettiklerine ve neresinde durduklarına, demokratik düzenin unsurlarının açıklamalarına yer vermiştir. CHP’nin kendi özgün durumundan kaynaklanan (devlet gücünü kullanarak yapılan işlerin artık muhalefetteyken kendini kanıtlayarak, kendini halka kabul ettirmesini) görümünün değiştirilmesi ve yeni bir halkla ilişkiler kurması bunun yol ve yöntemlerinin tartışılmasını ilke ve temsilini ortaya koymuştur. Demokratik devletin temel unsurunun sosyal unsurunun özünün sosyal demokrasi olduğunu detaylı bir şekilde vicdan ve düşünce özgürlüğünün geliştirilmesine bağlı olduğunu ortaya koymuştur.
         İnsan odaklı bir yönetim ve sorun çözme anlayışına dayanan yeni insan tipi ile toplumun ekonomik ve sosyal hayatını değiştirerek demokratik bir düzenin politik projesi olduğunu göstermiştir. Sosyal demokrat partinin ülkenin koşullarına göre çalışma prensiplerinde geliştirici ve yenilikçi bir örgütlenme anlayışıyla iktidara taşıyacağını göstermiştir.








[1] Ruşen Keleş, Kentleşme Politikaları, İmge Kitapevi yay.13. Bs.2.Ankara,1993, s.19
[2] KELEŞ, ,a.g.e., s. 74.,   Yakut SENCER, a.g.e., s. 8.
[3]Hande SUHER, “Hızlı Şehirleşmenin Şehircilik Uygulamaları Açısından Yarattığı Sorunlar”,” Hızlı Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar”, İstanbul, Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayını, 1986, s. 185.
[4] www.yildiz.edu.tr/~ealtinok/kentlesme.ppt,20.06.2017
[5]KELEŞ,  a.g.e., s. 74.
[6]Fevzi ALTUĞ,” Kent Ekonomisinin İlkeleri”, Bursa, Bursa Uludağ Ü. Yayınları, 1989,  s. 5.
[7] KELEŞ,  a.g.e., s. 75.
[8] İlhan SEZAL, ” Şehirleşme”, İstanbul,  Ağaç Yayıncılık, 1992, s. 22.
[9] İlhan TEKELİ, Türkiye’de Kentleşme Yazıları, Turhan Kitapevi Yayınları, Ankara, 1982,s,3.
[10] Birsen Ersel, Kentleşme Göç ve Yoksulluk, Ed. Ahmet Alpay Dikmen, Türk Sosyal Bilimler Derneği, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2002, s,55.
[11] Salih Şahin, Geçmiş Günümüz ve Gelecekte Nüfus Gerçeği, Gazi Kitapevi, Ankara, 2007,s,111.
[12] A.e,s,111
[13] H. Sami Güven, Dış Göç ve İşçi Yatırım Ortaklıkları, TODAİE Yay. No:168, Ankara,1977,s,16.
[14] www.yildiz.edu.tr/~ealtinok/kentlesme.ppt,20.06.2017

[15] Engin DÜCAN, Türkiye’de İç Göçün Sosyo-Ekonomik Nedenlerinin Bölgesel Analizi, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 12, Yıl 12, Sayı 2, 2016,s,171-172.
[16] Erdinç Tokgöz,  Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz, Der. Ahmet Şahinöz, Ankara, Turhan Kitapevi, 1998, s 16.
[17] Cahit Talas, Türkiye’nin Açıklamalı Sosyal Politika Tarihi, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1991, s.176-177.
[18] Tokgöz, a. g. e., s,19-20-21.
[19] Tokgöz, a.g. e., s,21-22-23-24.
[20]Meral Tecer, Türkiye Ekonomisi, Ankara, 2bs,Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü, 2005, s. 24.
[21] Tokgöz, a.g. e., s. 24-25.
[22] Çevrimiçi, http://www.konrad.org.tr/index.php?id=97, 23.11.1012
[23] Tokgöz, a.g. e., s,24.
[24] Bayram Meral, Mesut Gülmez, Yıldırım Koç, Alpaslan Işıklı Behzat Akdoğan, Türkiye’de İşçi Hakları, Der. Türkiye Yol İş Sendikası, Ankara, Yorum Matbaası, Yayın No:1986/8, 1986, s.147-148.
[25]Ahmet Makal, Cumhuriyetin 80.Yılında Türkiye’de Çalışma İlişkileri, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, 2012,S.62, s.123-171.
[26][26] A.e.,  s.25.
43 Yakup Kepenek ve Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, Ankara, 6.bs,  Remzi Kitapevi,  s. 47.
[27] CHP ve Aydınlanmanın Kısa Tarihi(1919-1960),Gözden Geçirilmiş 2.bs.,Ankara,Nisan 2012,s.99.
[29] Çevrim içi, , http://www.libertedownload.com/LD/arsiv/33/18-Cemal-Fedayi.pdf, 06.06.2017
[30] CHP tarihinde önemli bir metin olan Beyanname’nin tam ve özgün metni için bakınız: “İlk Hedefler Beyannamesi”, Ulus, 15.1.1959, s. 4.
[31] İsmail Hakkı Birler, CHP’li yıllar(1946-1992), Türkiye İş  Bankası kültür Yay.No:11213,1.bs.,2010, s.88-89.
[32] A.e., s.89.
[33] BİRLER, a.g.e.,s.92-115.
[34]  A.e.,s.116.
[35] Çevirim içi; http://kisi.deu.edu.tr//gurcan.bozkir/CHP'de%20B%C3%BClent%20Ecevit%20ve%20OScilt4_sayi11_gurcan_bozkir.pdf,07.06.2012
[36] Bülent Ecevit, Ortanın Solu, Tekin Yayınevi,7.bs.,İstanbul,1975.s,8-9.
[37] A,e.,s.12.
[38] A,e.,s.14.
[39] A,e.,s.15.
[40] A,e.,s.17-18.
[41] A,e.,s.21.
[42] A.e.,s.22-23.
[43] A.e.,s.24.
[44] A.e.,s.27.
[45] A.e.,s.44.
[46] “Servet diktatörlüğü” deyimi, CHP’nin “servet düşmanı değil, servet diktatörlüğü düşmanı” olduğunu belirten bir ifade içinde 1966 Cumhuriyet Senatosu seçim sonuçlarıyla ilgili T.B.M.M. grup görüşmeleri sırsında C.H.P Tunceli Milletvekili Sn. Hasan Ünlü tarafından kullanılmıştır.
[47] A.e.,s.47.
[48] A.e.,s.50.
[49] A.e.,s.100.

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,