6 Temmuz 2025 Pazar

HALKIN SESİ YÜKSELİYOR, İKTİDAR DUYMAZLIKTAN GELLİYOR


Haziran ayı verileri sessizliği bozdu. TÜRK-İŞ’in açıkladığı yoksulluk sınırı 85.065,75 TL’ye ulaşırken, en düşük emekli maaşı 16.881 TL olarak açıklandı. Bu tutar, yüzde 16,67’lik zamla ve dikkat çekici biçimde 0,2 kuruşluk bir eklemeyle “tamamlandı.” Evet, 0,2 kuruş… Sanki milyonlarca insanın geçim derdi bu sembolik artışla görmezden gelinmiş, üstü örtülmüş gibi. Bu detay, sadece rakamsal değil; refah artışı gibi ilave edilen 0,2 kuruşluk fark, iktidarın halkla kurulan bağın ne kadar koptuğunun işareti.

Sokak sessiz değil. Bir anne pazarda yemek yapacak ihtiyacını alamaz, ağlarken, gençler çantalarını hazırlamış göç hayalleri kurarken, emeklilerin varlık nedenleri bile parayla ölçülüp,  ilaçlarını tamamlayamazken, kamu işçileri geçinemiyoruz diye toplu şözleşeden bekledikleri ücret artışlarınına karşılık bulamazken, toplum yüksek sesle konuşuyor: Artık böyle yaşanmaz. Ancak iktidar bu sesi duymuyor gibi… Tepkisizliğin ardındaki gerçek ne? Stratejik duymazlık mı, kurumsal çaresizlik mi?

Michel Foucault’ya göre iktidar yalnızca baskı uygulamaz; aynı zamanda davranışları biçimlendirir, hayatı üretir. İktidar varsa direniş de vardır der, çünkü toplumun sesini bastırmak için sessizlik yetmez—o sesi dönüştürmek gerekir. Bugün iktidarın sessizliği, bu dönüştürme kapasitesini yitirmiş olabileceğini gösteriyor. Halk konuşuyor ama iktidarın yanıtı çoğu zaman sembolik: yol açılışları, dış tehditler, bölünme korkusu,  güvenlik vurgusu… Gerçek sorunlar ise görmezden geliniyor.

Max Weber ise meşruiyeti karizma, gelenek ve hukuka dayandırır. Ancak liderliğin etkisi soluklaşmış, hukuk kişiselleşmiş, gelenekler güncel taleplere cevap veremez hale gelmişse, sessizlik sadece iletişimsizlik değil; iktidarın halktan kopuşunun göstergesidir.

Son yıllarda muhalefet, “helalleşme”, “eşit vatandaşlık”, “hesaplaşma”, “adil yargı”, “ belediye başkanlarının gözaltına alınması””suçsuzluk karinesi” gibi kavramlarla toplumsal duyguyu yakalarken; iktidar aynı duyguyla temas etmekte zorlanıyor. Sosyal yardımların bile hesaplı biçimde dağıtıldığı bir düzende, 0,2 kuruşluk tamamlayıcı artış neyi temsil ediyor? Belki de halkın gözünde iktidarın samimiyetini... Belki de sadece duyulmadıklarını…

Üstelik bu sessizlik sadece ekonomik alanla sınırlı değil. Kadınların sokaktaki güvenlik talebi, gençlerin özgürlük arayışı, emekçilerin insanca yaşam mücadelesi—bunların tamamı, bir toplumun varoluşsal çağrısıdır. Bu çağrılara sessizlikle karşılık verilmesi; siyasetin yalnızlaşması, halkın kendi çözüm yollarını üretmeye başlaması demektir.

Sistemin devamı sadece kurallarla değil, vicdanla mümkündür. Ve vicdan susmaz. Sokakta yükselen ses sadece bir oy talebi değil; yaşam hakkının, onurun, umutların ve geleceğin talebidir. Bu sesi bastırmak değil, duymak gerekir. Sessizlikle geçiştirilen her çağrı, daha büyük bir değişimin öncüsüdür.

Bir maaşın ucuna eklenen 0,2 kuruş, belki bütçede küçük bir kalemdir ama halkın nezdinde büyük bir semboldür: Bütün gençliklerini, alın terlerini vatanın gelişip kalkınmasına hasretmiş emekliler için yaşamaya Değer görülmemek.

Artık mesele yalnızca siyaset değil; hayatın kendisi. İktidar duymuyorsa, belki de kulaklarını susturmuştur. Ama halk konuşuyor, her gün daha gür… Pazarda, kahvede, sosyal medyada. Sessizlikle geçiştirilen her çağrı, aslında daha derin bir itirazın habercisi. Çünkü bu ülkenin sesi, sadece sandıkta değil, sofrada da yükseliyor. Ve kim duymazlıktan gelirse gelsin, halkın sesi er ya da geç siyaseti yeniden şekillendirir.

 


0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa