HALKIN SESİ YÜKSELİYOR, İKTİDAR DUYMAZLIKTAN GELLİYOR
Haziran
ayı verileri sessizliği bozdu. TÜRK-İŞ’in açıkladığı yoksulluk sınırı 85.065,75
TL’ye ulaşırken, en düşük emekli maaşı 16.881 TL olarak açıklandı. Bu tutar,
yüzde 16,67’lik zamla ve dikkat çekici biçimde 0,2 kuruşluk bir
eklemeyle “tamamlandı.” Evet, 0,2 kuruş… Sanki milyonlarca insanın geçim derdi
bu sembolik artışla görmezden gelinmiş, üstü örtülmüş gibi. Bu detay, sadece
rakamsal değil; refah artışı gibi ilave edilen 0,2 kuruşluk fark, iktidarın halkla
kurulan bağın ne kadar koptuğunun işareti.
Sokak
sessiz değil. Bir anne pazarda yemek yapacak ihtiyacını alamaz, ağlarken,
gençler çantalarını hazırlamış göç hayalleri kurarken, emeklilerin varlık
nedenleri bile parayla ölçülüp, ilaçlarını tamamlayamazken, kamu işçileri geçinemiyoruz
diye toplu şözleşeden bekledikleri ücret artışlarınına karşılık bulamazken,
toplum yüksek sesle konuşuyor: Artık böyle yaşanmaz. Ancak iktidar bu
sesi duymuyor gibi… Tepkisizliğin ardındaki gerçek ne? Stratejik duymazlık mı,
kurumsal çaresizlik mi?
Michel
Foucault’ya göre iktidar yalnızca baskı uygulamaz; aynı zamanda davranışları
biçimlendirir, hayatı üretir. İktidar varsa direniş de vardır der, çünkü
toplumun sesini bastırmak için sessizlik yetmez—o sesi dönüştürmek gerekir.
Bugün iktidarın sessizliği, bu dönüştürme kapasitesini yitirmiş olabileceğini
gösteriyor. Halk konuşuyor ama iktidarın yanıtı çoğu zaman sembolik: yol
açılışları, dış tehditler, bölünme korkusu, güvenlik vurgusu… Gerçek sorunlar ise
görmezden geliniyor.
Max
Weber ise meşruiyeti karizma, gelenek ve hukuka dayandırır. Ancak liderliğin
etkisi soluklaşmış, hukuk kişiselleşmiş, gelenekler güncel taleplere cevap
veremez hale gelmişse, sessizlik sadece iletişimsizlik değil; iktidarın halktan
kopuşunun göstergesidir.
Son
yıllarda muhalefet, “helalleşme”, “eşit vatandaşlık”, “hesaplaşma”, “adil yargı”,
“ belediye başkanlarının gözaltına alınması””suçsuzluk karinesi” gibi
kavramlarla toplumsal duyguyu yakalarken; iktidar aynı duyguyla temas etmekte
zorlanıyor. Sosyal yardımların bile hesaplı biçimde dağıtıldığı bir düzende,
0,2 kuruşluk tamamlayıcı artış neyi temsil ediyor? Belki de halkın gözünde
iktidarın samimiyetini... Belki de sadece duyulmadıklarını…
Üstelik
bu sessizlik sadece ekonomik alanla sınırlı değil. Kadınların sokaktaki
güvenlik talebi, gençlerin özgürlük arayışı, emekçilerin insanca yaşam
mücadelesi—bunların tamamı, bir toplumun varoluşsal çağrısıdır. Bu çağrılara
sessizlikle karşılık verilmesi; siyasetin yalnızlaşması, halkın kendi çözüm
yollarını üretmeye başlaması demektir.
Sistemin
devamı sadece kurallarla değil, vicdanla mümkündür. Ve vicdan susmaz. Sokakta
yükselen ses sadece bir oy talebi değil; yaşam hakkının, onurun, umutların ve
geleceğin talebidir. Bu sesi bastırmak değil, duymak gerekir. Sessizlikle
geçiştirilen her çağrı, daha büyük bir değişimin öncüsüdür.
Bir
maaşın ucuna eklenen 0,2 kuruş, belki bütçede küçük bir kalemdir ama halkın
nezdinde büyük bir semboldür: Bütün gençliklerini, alın terlerini vatanın
gelişip kalkınmasına hasretmiş emekliler için yaşamaya Değer görülmemek.
Artık
mesele yalnızca siyaset değil; hayatın kendisi. İktidar duymuyorsa, belki de
kulaklarını susturmuştur. Ama halk konuşuyor, her gün daha gür… Pazarda,
kahvede, sosyal medyada. Sessizlikle geçiştirilen her çağrı, aslında daha derin
bir itirazın habercisi. Çünkü bu ülkenin sesi, sadece sandıkta değil, sofrada
da yükseliyor. Ve kim duymazlıktan gelirse gelsin, halkın sesi er ya da geç
siyaseti yeniden şekillendirir.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa