23 Haziran 2025 Pazartesi

ANAYASA MAHKEMESİ “İHALEDE ALINAN ONBİNDE BEŞ TUTARINI“ İPTAL ETTİ

 

Giriş

23 Haziran 2025 tarih ve 32935 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre,  Ankara 20. İdare Mahkemesinin,  4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'na 7421 sayılı Kanun'un 11. maddesiyle eklenen ve 7434 sayılı Kanun kapsamında da düzenlemeye bağlanan 53. maddenin (j) fıkrasında yer alan bir hükmün,  Anayasa'ya aykırılık gerekçesiyle iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. Uyuşmazlık konusu hüküm, ihale süreci tamamlanıp sözleşme imzalandığında yükleniciden alınan "onbinde beş oranındaki bedelin hiçbir durumda iade edilmeyeceğini" öngörmektedir.

İlgili Mevzuat ve Hukuki Çerçeve

Bahse konu düzenleme, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun yanı sıra 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’nun 17 ila 23. maddeleriyle birlikte değerlendirilmelidir. Bu hükümler, kamu ihalelerinde tekliflerin değerlendirilmesi, sözleşmeye davet, kesin teminat alınması, sözleşmenin uygulanması ve sona erdirilmesine dair düzenlemeleri içermektedir. Özellikle sözleşme yapılmasından önceki aşamada alınan bedellerin hukuki niteliği ve iadesine ilişkin kurallar, söz konusu iptal davasının merkezindedir.

Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi ve Gerekçeli Karar

24.04.2025 tarihli ve 2025/29 Esas, 2025/102 Karar sayılı kararda Anayasa Mahkemesi, itiraz konusu düzenlemeyi Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri çerçevesinde incelemiştir. 13. madde, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında kanunilik, ölçülülük ve kamu yararı ilkelerini zorunlu kılarken; 35. madde, herkesin mülkiyet ve miras hakkına sahip olduğunu güvence altına almaktadır.

Mahkeme, yüklenicinin kusuru olmaksızın sözleşmenin imzalanamaması veya feshedilmesi gibi durumlarda dahi bu tutarın iade edilmemesinin, mülkiyet hakkını ölçüsüz biçimde sınırladığına ve bireye aşırı külfet yüklediğine hükmetmiştir. Ayrıca, hükmün belirsiz ifadeler içerdiği ve hukuki güvenlik ilkesini zedelediği değerlendirilmiştir.

Kararın Yürürlüğü ve Uygulaması

Anayasa Mahkemesi, söz konusu hükmün iptaline karar vermekle birlikte, kararın doğurabileceği idari ve mali boşlukları göz önüne alarak iptalin yürürlüğünü 9 ay ertelenmiştir. Dolayısıyla karar, Mart 2026 itibarıyla yürürlüğe girecektir.

Bu süreçte, idarelerin ve ihalelere katılan gerçek/tüzel kişilerin söz konusu bedelin alınmasına ilişkin işlemleri hukuka uygun şekilde yeniden düzenlemeleri gerekecektir. Ayrıca yeni düzenlemelerin Anayasa Mahkemesi’nin işaret ettiği ölçülülük, belirlilik ve kamu yararı ilkeleriyle uyumlu olması beklenmektedir.

Sonuç

Bu karar, kamu ihale hukukuna dair normların anayasal sınırlar içinde oluşturulması gerekliliğini bir kez daha ortaya koymuştur. Hukuk devleti ilkesi gereği, bireylere yüklenen mali sorumlulukların açık, ölçülü ve kamu yararına uygun olması zorunludur. Anayasa Mahkemesi’nin bu iptal kararı, hem idarelerin mevzuat yapım sürecinde daha dikkatli davranmasını sağlayacak hem de yüklenicilerin hukuki güvenliğini artıracaktır.

Kaynakça

  1. T.C. Anayasa Mahkemesi, 24.04.2025 tarihli, E. 2025/29, K. 2025/102 sayılı Karar. Anayasa Mahkemesi Kararlar Bilgi Bankası üzerinden erişilebilir.
  2. 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, Resmî Gazete: 22.01.2002, Sayı: 24648.
  3. 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu, Resmî Gazete: 22.01.2002, Sayı: 24648.
  4. 7421 sayılı Kanun, Resmî Gazete: 09.12.2022, Sayı: 32038.
  5. 7434 sayılı Kanun, Resmî Gazete: 03.03.2023, Sayı: 32121.
  6. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 1982.

22 Haziran 2025 Pazar

YATIRIM TEŞVİK SİSTEMİNDE YENİ DÖNEM,”SEKTÖREL ÖNCELİKLER VE UYGULAMA DİNAMİKLERİ”

 

"9903 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ve 2025/1 Sayılı Tebliğ"

Özet
Bu makale, 2025 yılında yürürlüğe giren 9903 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ve buna bağlı olarak uygulamaya konulan 2025/1 sayılı Tebliğ ışığında Türkiye'deki yeni yatırım teşvik sistemini değerlendirmektedir. Çalışma, bu düzenlemelerle getirilen yapısal dönüşümün hukuki temelini ve uygulama araçlarını açıklamayı; ayrıca enerji, savunma sanayii ve yüksek teknoloji gibi öncelikli sektörlerdeki etkilerini analiz etmeyi amaçlamaktadır.

1. Giriş

2025 yılında Türkiye, yatırım teşvik sistemini yeniden yapılandırarak yalınlık, stratejik odaklanma ve dijitalleşmeyi merkeze alan bir modele geçmiştir. 29 Mayıs 2025 tarihli ve 9903 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile önceki düzenlemeler olan 2012/3305 ve 2018/11201 sayılı kararlar yürürlükten kaldırılmıştır[1]. Kararın uygulanmasına yönelik esaslar ise 21 Haziran 2025 tarihli ve 2025/1 sayılı Tebliğ ile belirlenmiştir[2].

2. Hukuki Temel ve Sistemsel Yenilikler

Yeni düzenleme, teşvik unsurlarını daha belirgin hale getirerek proje bazlı uygulamaya ve yatırımın gerçekleşme derecesine odaklanan bir yapı kurmuştur. Literatürde, başarılı teşvik sistemlerinin sade, öngörülebilir ve hedef odaklı olması gerektiği belirtilmektedir[3]. Bu bağlamda, vergi indirimi ile birlikte uygulamaya konulan “vergi katkı oranı” modeli, yatırım tamamlanma seviyesine göre %30 ila %80 arasında değişen esnek bir avantaj sunmaktadır[2].

Makine ve teçhizat desteği, yalnızca yurt içi üretim yoluyla sağlanan yüksek maliyetli makinelerde uygulanmakta ve birim değeri 2 milyon TL’yi aşan makineler için %25 hibe öngörülmektedir. Faiz/kâr payı desteği ile birlikte kullanımı ise mümkün değildir[2].

3. Teşvik Unsurları ve Uygulama Esasları

Yeni sistem kapsamında yatırımcılara sağlanan teşvik unsurları şu başlıklar altında düzenlenmiştir:

3.1. Gümrük Vergisi Muafiyeti

Teşvik belgesi kapsamında ithal edilecek makine ve teçhizat için gümrük vergisi ödenmez. Bu uygulama, yurtiçinde üretilemeyen veya yetersiz üretilen makinelerin uygun maliyetle teminini sağlamaya yöneliktir. Ancak, yurtiçinde üretilebilen makineler için bu destekten yararlanılamaz.

3.2. Katma Değer Vergisi (KDV) İstisnası

Teşvik belgesi kapsamında yurt içinden temin edilen yeni makine ve teçhizat için KDV istisnası uygulanır. Uygulama, hem ithalat yerine yurtiçi satın almalara teşvik hem de nakit yükünü azaltma amacı taşır.

3.3. Vergi İndirimi

Yatırım tutarının bölge ve sektöre göre %20 ile %50'si arasında vergi indirimi uygulanabilir. Bu destek, kurumlar vergisi oranının belirli bir oranda azaltılması şeklinde olur. Sistem, yatırım döneminde kazancı olan şirketler için etkili bir nakit avantajı yaratmaktadır. Yeni sistemde ayrıca "vergi katkı oranı" kavramı getirilmiş, yatırımcının yatırımı tamamlama oranına göre vergi avantajından yararlanma derecesi belirlenmiştir. Bu oran, yatırımın önceliği ve stratejik niteliğine göre %30 ila %80 arasında değişebilmektedir.

3.4. Faiz/Kâr Payı Desteği

Yatırım kredilerinin faiz veya kâr payının yıllık %5’e kadar olan kısmı kamu tarafından karşılanabilir. Ancak bu destek, makine/teçhizat desteğinden ayrı kullanılabilir. Bu yöntem, krediye dayalı projelerin finansman yükünü azaltmayı hedefler.

3.5. Sigorta Primi İşveren Hissesi Desteği

Teşvik belgesi kapsamındaki yatırımlarda istihdam edilen işçiler için işveren payına ait SGK primleri, 2 ila 7 yıl arasında değişen sürelerle karşılanabilir. Bölgeler arası kalkınma farklarını azaltmaya yönelik bu destek, istihdam maliyetlerini düşürmeyi amaçlamaktadır.

3.6. Yatırım Yeri Tahsisi

Kamuya ait arsa ve arazilerin, uygun görülmesi halinde teşvik kapsamındaki projelere bedelsiz ya da indirimli şekilde tahsisi mümkün hale gelmektedir. Bu uygulama, yatırımcılar için altyapı maliyetlerini azaltmaktadır.

3.7. Makine ve Teçhizat Desteği

2 milyon TL’nin üzerinde birim değeri olan makinelerin yurt içinden temin edilmesi halinde, bu yatırım kalemlerine %25 oranında hibe verilmektedir. Ancak, bu destekten faydalanan yatırımcılar faiz/kâr payı desteğinden yararlanamaz.

3.8. Gelir Vergisi Stopajı Desteği

Yalnızca 6. bölgeye yapılan yatırımlar için geçerli olan bu destek, işçi maaşlarından kesilmesi gereken gelir vergisinin belirli bir oranının devlet tarafından karşılanmasını sağlamaktadır.

Bu unsurların tamamı, proje bazında değerlendirilecek olup, her bir destek için ayrı ayrı şart ve sınırlar belirlenmiştir. Tüm başvurular Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın E-TUYS sistemi aracılığıyla dijital ortamda gerçekleştirilecektir.

4. Sektörel Önceliklerin Etkisi

Teşvik sisteminin merkezine alınan öncelikli sektörler, ulusal kalkınma hedeflerine paralel biçimde şekillendirilmiştir.

4.1 Enerji Sektörü: Güneş Enerjisi Santralleri (GES)

GES yatırımlarında, yerli üretimi teşvik amacıyla yalnızca "ingot" üretiminden itibaren Türkiye’de üretilmiş panellerin kullanımı zorunlu hale getirilmiştir[2]. Panel taşıyıcı sistemlerin de yerli üretim olması gerekmektedir. Bu koşulları sağlayan yatırımlar vergi indirimi ve makine-teçhizat desteği gibi güçlü teşviklerden yararlanabilmektedir.

4.2 Savunma Sanayii: Stratejik Yatırım Statüsü

Savunma sanayi projeleri, stratejik yatırım olarak sınıflandırılarak %80'e kadar varan vergi katkı oranı, yatırım yeri tahsisi ve uzun vadeli SGK işveren prim desteği gibi üst düzey teşviklerden faydalanmaktadır[1]. Bu teşvikler, Türkiye'nin güvenlik ve teknoloji politikalarına entegre bir şekilde kurgulanmıştır.

4.3 Yüksek Teknoloji ve Yazılım Sektörü

Yüksek teknoloji yatırımları, özellikle organize sanayi bölgelerinde gerçekleştirildiğinde, yatırımın niteliğine göre farklılaştırılmış teşvik oranlarından yararlanmaktadır. Her ne kadar bu sektörler için açık bir teşvik kategorisi oluşturulmamış olsa da, proje bazlı değerlendirme mekanizması sayesinde yazılım ve Ar-Ge odaklı yatırımlar da desteklenebilmektedir.

5. Değerlendirme ve Sonuç

9903 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ve 2025/1 sayılı Tebliğ ile yatırım teşvik sistemi; sektörel önceliklere duyarlı, stratejik hedeflere hizmet eden ve yatırım gerçekleşmesini önceleyen bir yapıya kavuşturulmuştur. Sistem aynı zamanda E-TUYS üzerinden yürütülen dijital başvuru altyapısı ile izlenebilirliği ve şeffaflığı artırmıştır. Beklenti, bu dönüşümün doğrudan yatırımlar üzerinde kısa vadede nicel artış, uzun vadede ise niteliksel dönüşüm yaratması yönündedir.



Kaynakça

  • Resmî Gazete. (30.05.2025). 9903 Sayılı Cumhurbaşkanı Kararı. Sayı: 32915.
  • Resmî Gazete. (21.06.2025). Tebliğ No: 2025/1. Sayı: 32933.
  • Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı. (2025). E-TUYS Kullanım Rehberi.
  • Rodrik, D. (2004). Industrial Policy for the Twenty-First Century. Harvard University.
  • Karahan, A. (2020). “Türkiye'de Yatırım Teşviklerinin Etkinliği: 2012/3305 Sayılı Karar Dönemine Eleştirel Bir Bakış.” Maliye Dergisi, (178), 115–136.

 

21 Haziran 2025 Cumartesi

SERMAYE VERGİLENDİRMESİNDE YAPAY ZEKÂNIN ADİL KULLANIMI; “ DİJİTAL KAPASİTE Mİ, SINIFSAL KÖRLÜK MÜ?”

 

Özet

Bu çalışma, yapay zekâ tabanlı denetim teknolojilerinin sermaye vergilendirmesinde adalet üretme kapasitesini tartışmaktadır. Büyük veri ve algoritmik analizler, teknik olarak daha karmaşık sermaye hareketlerini izleyebilecek potansiyele sahip olsa da, uygulamada daha çok orta ve alt gelir gruplarının görünür verileri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu durum, veri körlüklerine ve sınıfsal adaletin zedelenmesine neden olmaktadır. Bu bağlamda, yapay zekânın sermaye vergilendirmesinde şeffaf, veri adaletine dayalı ve kamusal denetimle bütünleşen bir araç olarak kullanımı önerilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Yapay zekâ, sermaye vergilendirmesi, veri adaleti, kent rantı, algoritmik şeffaflık, dijital eşitsizlik

1. Giriş

Yapay zekâ tabanlı teknolojiler, kamu maliyesi alanında dönüşüm yaratma potansiyeli taşımaktadır. Büyük veri analitiği ve algoritmik modelleme ile yalnızca bireylerin gelir beyannameleri değil; aynı zamanda karmaşık sermaye hareketleri, miras devri, kent rantı ve offshore transferleri de analiz edilebilir hale gelmiştir. Ancak mevcut uygulamalar, vergi adaletsizliğini azaltmak yerine yeniden üretme riskini içinde barındırmaktadır. Bu çalışmada, yapay zekâ uygulamalarının sermaye vergilendirmesi bağlamında sınıfsal etkileri incelenmekte ve adil kullanım koşulları tartışılmaktadır.

2. Görünmeyen Sermaye Akımları ve Dijital Kör Noktalar

Yüksek sermaye birikimi çoğu zaman görünür beyana dayanmaksızın, mülkiyet devirleri, miras intikalleri, finansal arbitrajlar ve kent rantları gibi kanallar aracılığıyla gerçekleşmektedir. Mevcut yapay zekâ denetim sistemlerinin çoğu, bu tür karmaşık akışlara değil, bireylerin kredi kartı harcamalarına veya gelir-harç farklılıklarına odaklanmaktadır. Böylece sistem, orta ve alt gelir gruplarının izlenmesini yoğunlaştırırken, yüksek servet gruplarını denetim dışında bırakabilmektedir.

Kent rantları bu bağlamda özel bir dikkat gerektirir. Kentsel dönüşüm, imar düzenlemeleri ve altyapı yatırımları gibi kamu kararlarıyla oluşan değer artışları, mülkiyet sahiplerine karşılıksız servet transferleri sağlamaktadır. Ancak bu artışlar sistematik biçimde vergilendirilmemekte; yapay zekâ sistemleri de bu alanı veri dışında bırakmaktadır.

3. Yapay Zekâ ile Adil Sermaye Vergilendirmesinin Koşulları

Yapay zekâ teknolojilerinin sermaye vergilendirmesinde etkin ve adil biçimde kullanılabilmesi için aşağıdaki ilkelerin birlikte gerçekleştirilmesi gerekmektedir:

a. Veri Adaleti ve Erişim Yetkinliği
Sermaye akışlarına dair kamu verilerinin —örneğin tapu kayıtları, belediye kararları, yurtdışı varlık beyanları— şeffaf biçimde işlenebilmesi gerekmektedir. Veri eşitsizliği, algoritmik adaletin önündeki en büyük engeldir.

b. Algoritmik Tarafsızlık ve Şeffaflık

Denetim sistemlerinin kimin hangi risk skoruyla sınıflandırıldığını açıklayabilir olması; vatandaşın yalnızca denetlenen değil, süreçlere katılan bir özne olarak konumlanmasına olanak tanır. Demokratik katılımla, giderlerin harcama yöntem ve yerlerinin, verimlilik, etkinlik gibi  faydalarının bilmesi, oluşturulan verilerin tarafsızlığının şeffaf olması.

c. İnsani Boyutun Dışlanmaması

Vergi denetimi yalnızca ekonomik değil, duygusal bir meseledir. Sürekli denetime maruz kalan bireylerde aşağılanma, dışlanma ve haksızlık duygusu gelişebilir. Bu nedenle algoritmalar, etik bir çerçevede ve kamusal duyarlılıkla tasarlanmalıdır. Toplumsal davaranış bozukluğuna fırsat vermeyecek ve sürekli aynı kümesdeki kazın yolunması duygusunu vermeyecek şekilde adil bir şekilde oluşturulmalıdır.

d. Demokratik Denetim Mekanizmaları
Bağımsız kurumlar, akademik çevreler ve sivil toplum, algoritma tasarımlarının ve veri işleme süreçlerinin sürekli izleyicisi olmalıdır. Toplumca güvenirlikleri bilinen ve kararlarına saygu duyulan kurumların bütün süreçleri ve oluşturlan algoritma verilerin incelemesine ve düzenli olrak topluma raporlamasına izin verilecek düzenlemelerin yapaılması önemli bir duyarlılık sağlayabilir.

4. Sonuç

Bu çalışma, yapay zekâ tabanlı denetim sistemlerinin yalnızca teknik kapasiteleri değil; aynı zamanda sınıfsal etkileri, etik sınırları ve toplumsal meşruiyeti açısından da değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Sermaye gelirlerinin, kent rantlarının ve görünmeyen mülkiyet dönüşümlerinin denetim sistemlerine entegre edilmediği bir durumda, yapay zekâ yalnızca yeni bir gözetim katmanı haline gelir.

Görüşümüz şudur ki; Dijital kamu maliyesi, ancak empati, hesap verebilirlik ve toplumsal duyarlılıkla birleştiğinde dönüştürücü olabilir. Yapay zekâ; yalnızca teknik etkinliği değil, adalet duygusunu da işleyebildiği sürece kamu yararına hizmet edebilir.

Kaynakça:


VERİ TEMELLİ VERGİ DENETİMLERİNİN HUKUKİ SINIRLARI: YAPAY ZEKÂ, MAHREMİYET VE MEŞRUİYET ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

 


Giriş

Dijitalleşme ile birlikte vergi denetim süreçlerinde köklü bir dönüşüm yaşanmaktadır. Maliye Bakanlığı’nın son yıllarda uygulamaya koyduğu yapay zekâ ve büyük veri tabanlı analiz sistemleri, kredi kartı harcamaları, tapu kayıtları ve sosyal medya gibi çoklu veri kaynaklarını kullanarak mükellef davranışlarını analiz etmektedir. Bu sistemler aracılığıyla “beyan dışı gelir” tespiti hedeflenmekte, fakat bu uygulamalar hukuki altyapısı belirsiz bir biçimde yürütülmektedir. Böylece, kamuoyunda adeta fiili bir "nereden buldun?" denetimi algısı oluşmaktadır.

Kredi kartı verilerinin devlet tarafından analiz edilmesi, sadece vergi politikası açısından değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğü, kişisel mahremiyet ve toplumsal güven ilişkisi açısından da ciddi riskler barındırmaktadır.

Hukuki Temeller ve Mevzuattaki Açıklık Sorunu

Türkiye’de kişisel verilerin korunmasına ilişkin temel düzenleme olan Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK), verilerin hukuka uygun biçimde, belirli ve meşru bir amaçla ve ölçülülük ilkesine sadık kalarak işlenmesini zorunlu kılar[1]. Anayasa’nın 20. maddesi de kişisel verilerin ancak kanunla öngörülmüş hallerde işlenebileceğini vurgulamaktadır.

Ancak Maliye Bakanlığı’nın mükelleflerden açık rıza almaksızın, kredi kartı harcamaları gibi yüksek hassasiyet içeren verileri analiz ettiği bu yeni uygulamalar; hem hukuki dayanak eksikliğiyle, hem de öngörülemezlik niteliğiyle ciddi bir sorun yaratmaktadır[2].

Mahremiyetin Aşınması ve Yaşam Tarzı 

Kredi kartı verileri, bireyin gündelik hayatına, tüketim alışkanlıklarına, yaşam tarzına ve hatta değer yargılarına dair detaylı bilgiler sunar. Bu verilerden türetilen sonuçlar, bireylerin yaşam tarzının veri profillemesi aracılığıyla sorgulanmasına yol açmakta; bu da özel hayatın gizliliği hakkını (Anayasa md. 20) doğrudan tehdit etmektedir.

Öte yandan bu süreç, bireyin hangi kriterlere göre “riskli” olarak sınıflandırıldığına dair şeffaf bilgiye sahip olmaması nedeniyle yönetsel keyfiyet duygusunu artırmakta, denetime tabi tutulan bireyin kendini veri karşısında savunmasız hissetmesine yol açmaktadır[3].

Meşruiyet ve Toplumsal Güven Krizi

Vergi yalnızca mali bir araç değil; aynı zamanda toplumsal sözleşmenin bir tezahürüdür. Devletin bireyin harcamalarına hassasiyet gösterirken, büyük sermaye hareketlerine aynı düzeyde duyarlılık sergilememesi, toplumda “adaletsiz denetim” algısını güçlendirmektedir. Bu durum, vergiye gönüllü uyumu zayıflatmakta ve pasif direnç biçiminde toplumsal bir geri çekilme yaratmaktadır.

Bu bağlamda, mükellefin yalnızca mali değil, aynı zamanda ahlaki bir özne olarak değerlendirildiği bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır. Vergi denetimlerinin bu derece teknikleşmesi ve algoritmikleşmesi, kamusal sorumluluğun yerini veri yönetimine bıraktığında, devletin vergi toplama yetkisi sorgulanabilir hale gelir.

Çözüm Önerileri

Bu tespitler ışığında aşağıdaki adımların atılması, hem sistemin meşruiyeti hem de vatandaş-devlet ilişkilerinin sağlığı açısından hayati önemdedir:

  • Yasal Dayanakların Güçlendirilmesi: Hassas veri kullanımıyla ilgili uygulamaların, açık ve ölçülü biçimde yasalaştırılması gerekir. KVKK kapsamında bu verilerin hangi sınırlar içinde işlenebileceği açıkça belirtilmelidir.
  • Veri Etki Değerlendirmesi: Her bir yapay zekâ tabanlı denetim sistemine ilişkin olarak, Avrupa Birliği’ndeki DPIA (Data Protection Impact Assessment) benzeri risk analizleri yapılmalı ve kamuoyuna açıklanmalıdır [4].
  • Algoritmik Şeffaflık: Kullanılan yapay zekâ sistemlerinin karar alma süreçleri; yani hangi kriterlerle denetim kararı verildiği ve risk skoru atandığı gibi unsurlar, denetlenebilir ve anlaşılabilir şekilde kamuya açılmalıdır.
  • Kamusal Diyalogun Tesisi: Vergi denetimi yalnızca teknik bir süreç olarak değil, toplumsal uzlaşıyı yeniden inşa eden bir süreç olarak ele alınmalı; kamuoyu ile açık müzakere yürütülmelidir.

Sonuç

Mali denetim mekanizmalarının dijitalleşmesi kaçınılmazdır. Ancak bu sürecin hukuki güvenlik, kişisel mahremiyet ve toplumsal meşruiyet ilkeleriyle birlikte yürütülmemesi, teknolojik kazanımları uzun vadede siyasal ve toplumsal maliyetlere dönüştürebilir. Kredi kartı harcamaları gibi bireysel verilerin yapay zekâ destekli sistemlerle denetlenmesi, yalnızca teknik bir gelişme değil; aynı zamanda hukukun sınırlarını, mülkiyetin mahiyetini ve vatandaşlık ilişkisini yeniden tanımlayan bir eşiktir.

Devletin etkinliğini artırma çabası, vatandaşın güvenini yitirmesi pahasına gerçekleşmemelidir. Vergi denetimi bir gözetim rejimi değil, bir güven rejimi olmalıdır. Yapay zekâ, ancak demokratik denetim ve hukuki sınırlarla buluştuğunda adaleti mümkün kılar.

 

KAYNAKÇA

[1]Çevirim içi: Kişisel Verileri Koruma Kurumu, “Veri Güvenliğine İlişkin Yükümlülükler”, https://www.kvkk.gov.tr/Icerik/2040/Veri-Guvenligine-Iliskin-Yukumlulukler     21.06.2025
[2] Çevirim içi: Zümbül Hukuk, “Veri Güvenliği Rehberi”, https://www.zumbul.av.tr/tr/makaleler/veri-guvenli-i      21.06.2025
[3] Çevirim içi: Hukuk ve Bilişim Dergisi, “KVKK ve GDPR Karşılaştırması”, https://www.hukukvebilisimdergisi.com/kvkk-ve-gdpr-standart-sozlesme-maddeleri-arasindaki-farklar/            21.06.2025
[4] Çevirim içi: Avrupa Birliği Genel Veri Koruma Tüzüğü Işığında Türkiye’de KVK Kurumu, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2387891      21.06.2025


18 Haziran 2025 Çarşamba

SPONSORLUK HARCAMALARININ VERGİSEL AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

 

Özet

Bu çalışmada, Kadın Veleybol Milli Takımının- Dominik Cumhuriyeti veleybol maçını seyrederken televizyonda bir çok ünlü markanın, veleybol milli takımının ana sponsoru vb. Reklamları sürekli dönmekte idi. Yaz aylarında bir çok işletme amatör ve yerel spor oyunlarında ve çeşitli spor faaliyetlerine katkıda bulunmaktadırlar. Sürekli, taraflar bu yapılan harcamaların ticari faaliyetlerde gider yazılıp yazılamayacağına ve nasıl değerlendirlmesi gerektiğine ilişkin sorular sormakta ve kafalarında soru işaretleri bulunmaktadır. Kadın Veleybol Milli Takımına yönelik sponsorluk harcamalarının Vergi Usul Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ve Katma Değer Vergisi Kanunu çerçevesinde değerlendirilmesi üzerinden bütün sponsorluk  faaliyetlerinin değerlendirilmesi  amaçlanmıştır. Sponsorluk faaliyetlerinin belge düzeni, gider yazılabilirliği ve KDV indirimi yönünden analizi yapılmış, örnek özelgeler ve yargı kararlarıyla konunun açıklığı artırılmıştır.

Giriş

 Kadın sporuna yapılan sponsorluklar son yıllarda önemli bir artış göstermektedir. Bu gelişmeyle birlikte, sponsorluk yapan firmaların bu harcamaları vergisel açıdan nasıl değerlendirmesi gerektiği sorusu önem kazanmıştır. Bu makalede, Kadın Milli Takımı'na yapılan sponsorluk harcamaları üzerinden diğer bütün sponsorluk harcamaları, vergisel düzenlemeler açısından ele alınmaktadır.

1. Vergi Usul Kanunu Açısından Değerlendirme

1.1 Belgelendirme Zorunluluğu

 Vergi Usul Kanunu'nun 227. maddesi gereği, bir harcamanın gider olarak kayıtlara alınabilmesi için belgelendirilmiş olması gerekir. Sponsorluk harcamalarında, sözleşme, fatura ve faaliyet raporları gibi belgelerin düzenlenmesi zorunludur.

Örneğin, İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 30.07.2018 tarihli ve B.07.1.GİB.4.34.16.01-KDV.29-208679 sayılı özelgesinde, sponsorluk harcamalarının reklam niteliği taşıması halinde fatura düzenlenmesi ve bu harcamaların belgelendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

1.2 Gider Yazılabilirlik Açısından Belgelerin Nitelikleri

 Yine aynı özelgede, sponsorluk faaliyetinin ticari kazançla ilişkilendirilmesi ve harcamanın reklam hizmeti karşılığı olması halinde, söz konusu harcamanın gider olarak kaydedilebileceği vurgulanmıştır. Bu durum, belgelerin içeriği kadar harcamanın niteliğinin de önemli olduğunu göstermektedir.

2. Gelir Vergisi Kanunu Açısından Değerlendirme

2.1 Ticari Kazancın Tespiti ve Genel Giderler

 Bir giderin işletmenin kazanıcından indiribilmesi çin elde edilen kazançla ilgili olması gereklidir. GVK’nın 40/1. maddesine göre, ticari kazancın elde edilmesi ve sürdürülmesi için yapılan giderler, kazancın tespitinde indirilebilecektir. Bu kapsamda, reklam niteliği taşıyan sponsorluk harcamaları, tamamı gider olarak kaydedilebilir.

2.2 Sponsorluk Harcamalarının Gider Yazılması

GVK’nın 40/8. maddesi, amatör spor dallarına yapılan sponsorluk harcamalarının tamamının, profesyonel spor dallarına yapılanların ise %50’sinin gider yazılabileceğini belirtmektedir. Kadın Milli Takımı'nın bağlı bulunduğu spor dalının profesyonel ya da amatör niteliği bu oranların uygulanmasında belirleyicidir.

Konuyla ilgili olarak, Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 16.02.2017 tarihli ve 38418978-120[40-2016/13]-7196 sayılı özelgesinde, bir futbol kulübünün amatör takımına yapılan sponsorluk harcamasının %100’ünün gider yazılabileceği belirtilmiştir.

2.3 Sponsorluk ve Reklam Harcamalarının Ayrımı

 Reklam faaliyetleri, doğrudan ticari kazancı artırmaya yönelik olduğundan, GVK m.40/1 kapsamında değerlendirilmektedir. Sponsorluk ise reklam unsuru taşıyorsa bu kapsamda; taşımazsa GVK m.40/8 çerçevesinde değerlendirilir. Bu maddede atıfta bulunulan, 3289 sayılı Spor Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Kanuna göre;

Sponsorluk harcamaları, bu kanun kapsamında belirli kurallara tabi tutulmuştur.

Kanunun temel özellikleri:

  • Vergi Avantajları: Sponsorluk harcamaları, belirli koşullar altında vergi matrahından düşülebilir.
  • Kapsam: Spor, kültür, sanat, sağlık ve eğitim gibi alanlarda yapılan sponsorluk harcamaları desteklenmektedir.
  • Harcamalar: Ulaşım, iaşe, promosyon, reklam, kırtasiye, sağlık ve sigorta gibi çeşitli giderler sponsorluk kapsamında değerlendirilebilir.
  • Kısıtlamalar: Vergi ve SGK borcu olanlar, hileli iflas edenler veya kamu ihalelerine katılması yasaklanan kişiler sponsorluk yapamaz.

Örneğin, sponsorluk kapsamında forma veya panolarda firma logosuna yer verilmesi, reklam niteliğinde kabul edilerek tamamı gider yazılabilir. İzmir Vergi Dairesi’nin 01.03.2021 tarihli özelgesinde bu tür bir sponsorluk reklam faaliyeti olarak değerlendirilmiştir.

3. Katma Değer Vergisi Kanunu Açısından

 Değerlendirme

3.1 KDV İndirimi ve Sponsorluk Hizmetleri

KDV Kanunu’nun 29. maddesi uyarınca, yapılan harcamalar vergiye tabi işlemlere ilişkinse ve belgelendirilmişse, yüklenilen KDV indirim konusu yapılabilir. Sponsorluk kapsamında reklam hizmeti alınmışsa bu harcamalara ilişkin KDV’nin indirimi mümkündür.
Bu konuda İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 17.06.2021 tarihli ve B.07.1.GİB.4.34.16.01-KDV.29-52308 sayılı özelgesinde, tanıtım karşılığı yapılan sponsorluk harcamalarının reklam olarak kabul edileceği ve KDV indiriminin yapılabileceği açıkça ifade edilmiştir.

3.2 Bağış ve Reklam Ayrımı Açısından KDV

 Karşılıksız yapılan sponsorluklar (örneğin yalnızca destek amaçlı) KDV indirimi kapsamında değerlendirilemez. Bağış niteliğinde olan bu tür harcamalarda KDV yüklenimi varsa, bu vergi indirime konu edilemez. Ancak, reklam hizmetine dayanan sponsorluklarda KDV doğar ve indirim mümkündür.

4. Danıştay Kararları ve İdare Görüşleri

 Işığında Değerlendirme

 Danıştay 4. Dairesi’nin 2016/4562 E., 2020/3254 K. sayılı kararında; bir firmanın, sponsorluk sözleşmesi çerçevesinde, futbol takımına yaptığı ödeme karşılığında forma, reklam panosu, kulüp dergisi ve internet sitesinde logo kullanımına yer verilmesinin, reklam faaliyeti kapsamında olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, bu kapsamda yapılan harcamaların ticari kazançla ilişkilendirilebileceğini ve gider yazılabileceğini hükme bağlamıştır. Bu karar, sponsorluk işlemlerinde karşılık unsuru ve reklam ilişkisi kurulmasının önemini yargı kararıyla da pekiştirmektedir.

Danıştay 4. Dairesi’nin 2016/4562 E., 2020/3254 K. sayılı kararında, forma ve saha içi reklam panolarında logo kullanımının reklam hizmeti olduğu ve gider olarak dikkate alınabileceği hükme bağlanmıştır. Bu karar, sponsorluk faaliyetlerinde reklam unsurunun vergisel sonuçlar açısından belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır.

Sonuç

 Kadın Milli Takımı’na yapılan sponsorluk harcamaları, ilgili vergi mevzuatı uyarınca reklam faaliyeti kapsamında değerlendirildiğinde, hem gider yazılabilirlik hem de KDV indirimi açısından avantaj sağlamaktadır. Diğer taraftan firmaların yerel ve çeşitli derneklerin düzenlemiş olduğu dosluk ve dayanışmayı geliştirici faaliyetlerde yapılan reklam niteliği taşıyan harcamlar reklam gideri olarak düşülebilinir. Amatör branşlarda %100, profesyonel branşlarda ise %50 oranında gider yazma imkânı bulunmaktadır. Belgelendirme ve karşılık ilişkisi sponsorlukların vergisel sonucunu doğrudan etkilediğinden, bu işlemlerin dikkatle yapılması gerekmektedir.

Kaynakça

1. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu
2. 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu
3. 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu
4. 3289 sayılı Spor Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
5. Danıştay 4. Dairesi, 2016/4562 E., 2020/3254 K.
6. İstanbul VDB Özelge, 17.06.2021, B.07.1.GİB.4.34.16.01-KDV.29-52308
7. Ankara VDB Özelge, 16.02.2017, 38418978-120[40-2016/13]-7196
8. İstanbul VDB Özelge, 30.07.2018, B.07.1.GİB.4.34.16.01-KDV.29-208679
9. İzmir VDB Özelge, 01.03.2021 (örnek içerik olarak verilmiştir)


17 Haziran 2025 Salı

DENETİMDE MAKUL GÜVENCE VE YAPAY ZEKÂ; EVRİLEN GÜVENCE ALGISI

 

Giriş

Denetim süreçlerinin temel taşlarından biri olan makul güvence, denetçilerin finansal raporlamadaki hata veya usulsüzlükleri makul bir seviyede tespit etmesini sağlar. Geleneksel denetim yöntemleri, denetçinin analitik ve profesyonel muhakemesine dayanırken, yapay zeka destekli denetim çözümleri süreçleri hızlandırıyor ve yeni bir güvence anlayışı doğuruyor. Ancak bu dönüşüm, çeşitli riskler ve yeni denetim paradigmaları ortaya çıkarıyor.

 Denetimde Makul Güvencenin Önemi

Denetim, finansal raporlamanın doğruluğunu sağlamak ve olası hata veya usulsüzlükleri belirlemek için kritik bir rol oynar. Bu süreçte makul güvence, denetçinin raporunun mutlak doğruluğunu garanti etmese de, belirli bir güvenilirlik seviyesini korumasını sağlar. Geleneksel denetim yöntemleri genellikle profesyonel muhakeme, örnekleme teknikleri ve risk bazlı analizlerden oluşurken, yapay zeka destekli denetim mekanizmalarının gelişimi bu anlayışı kökten değiştirmektedir.

Yapay Zeka ile Gelen Dönüşüm

Yapay zekanın denetimde kullanımı, büyük veri analitiği, makine öğrenmesi ve otomatik hata tespiti gibi yeniliklerle süreçleri hızlandırmakta ve doğruluk seviyesini artırmaktadır. Geleneksel denetim örnekleme metoduna dayanırken, yapay zeka tüm veri setlerini tarayarak anormallikleri daha etkili bir şekilde belirleyebilir. Bu dönüşüm, denetçilerin iş yükünü azaltırken, süreci daha kapsamlı hale getiriyor. Ancak bu yeniliklerin beraberinde getirdiği riskler ve açıklanabilirlik sorunları, denetim paradigmasını yeniden şekillendirmektedir.

Riskler ve Açıklanabilirlik Problemi

Yapay zeka destekli denetimin en büyük endişelerinden biri algoritmik yanlılık ve açıklanabilirlik konularıdır. Yapay zeka sistemleri, eğitim verileri ile şekillendiğinden, eksik veya hatalı veri setleri yanlış sonuçlara yol açabilir. Finansal raporlama gibi kritik süreçlerde, kararların neden alındığını açıklamak önemlidir. Geleneksel denetçiler karar süreçlerini gerekçelendirebilirken, yapay zeka modellerinin nasıl sonuca vardığı her zaman açık olmayabilir. Bu durum, denetimde güvenilirliği zedeleyebilir ve denetçilerin kararları sorgulamasına yol açabilir. Denetçinin mesleki deneyimi ve özen gösterme kararı, yapay zeka karar verme süreçlerinden bağımsız olarak oluşturulurken, yapay zeka bu öğrenme süreçlerinde özgün koşulları algılamada problemler ortaya çıkabilir.

Denetçinin Değişen Rolü

Yapay zekanın denetim süreçlerine entegrasyonu, denetçilerin rolünü tamamen ortadan kaldırmamakta, ancak dönüştürmektedir. Denetçiler artık yapay zekanın sunduğu bulguları yorumlama, doğrulama ve etik çerçevede değerlendirme gibi kritik görevler üstlenmektedir. Bu, denetçilerin teknik bilgi seviyelerinin artmasını ve yapay zekanın sunduğu analizleri etkili şekilde kullanabilmelerini gerektirmektedir. Böylece insan faktörü, yapay zeka destekli denetimde yönlendirici ve kontrol edici bir unsur olarak varlığını sürdürecektir.

Yeni Güvence Modelleri ve Gelecek Perspektifi

Denetimde makul güvence kavramı, yapay zeka ile birlikte yeniden şekillenmektedir. Hibrit güvence modelleri, yapay zeka ve denetçilerin bir arada çalışmasını sağlayarak finansal hataları daha etkin yönetmeye olanak tanıyabilir. Ayrıca, finansal şeffaflığı artırmak için yeni düzenleyici mekanizmaların oluşturulması ve yapay zekanın karar alma süreçlerinin şeffaf hale getirilmesi kritik öneme sahiptir. Büyük veri ve sürekli izleme sistemleri sayesinde finansal hatalar daha erken tespit edilecek ve denetim süreçleri daha dinamik hale gelecektir.

Sonuç:

Yapay zekanın denetim süreçlerine entegrasyonu, makul güvence kavramını değiştirse de tamamen ortadan kaldırmamaktadır. İnsan denetçilerin etik ve stratejik rehberliği, yapay zekanın sunduğu otomasyonu tamamlayarak daha güvenilir denetim süreçleri oluşturacaktır. Ancak açıklanabilirlik, algoritmik yanlılık ve etik denetim gibi zorluklar çözülmeden, yapay zeka destekli denetimin tam anlamıyla benimsenmesi mümkün olmayacaktır. Gelecekte, denetim süreçlerinde güvence kavramı daha dinamik bir yapıya kavuşacak ve teknoloji ile insan faktörü bir arada çalışarak daha sağlam bir denetim mekanizması ortaya çıkabilecektir.

Kaynakça

  1. Murat Karaca (2024) - Yapay Zekanın İç Denetime Etkileri: Fırsatların Yakalanması ve Tehditlerin Yönetilmesi. Yapay zekanın iç denetim süreçlerine entegrasyonunu ve beraberinde getirdiği riskleri inceleyen bir çalışma.
  2. Hacı Ömer Köse & Nihan Polat (2021) - Dijital Dönüşüm ve Denetimin Geleceğine Etkisi. Sayıştay Dergisi'nde yayımlanan bu makale, dijital teknolojilerin denetim süreçlerini nasıl dönüştürdüğünü analiz etmektedir.

15 Haziran 2025 Pazar

ZORUN BARIŞI: EMPERYALİZMİN GÜNCEL YÜZÜ VE DÖVEREK İKNA DOKTRİNİ

 

Haziran ayının ortasında İsrailin İrana düzenlediği hava saldırısı, Ortadoğuda alışıldık bir kriz gibi görünse de aslında küresel barış anlayışının dönüşümüne işaret ediyor. Diplomasi artık masa başında değil, savaş uçaklarının gölgesinde yapılıyor. Bu yeni dönemin şifresi şu: Barış, ancak zor kullanılarak sağlanır.

Modern emperyalizmin evrildiği bu yeni formda, tanklar barışı getirmek için yola çıkıyor; füzeler diplomasiyi desteklemek adına ateşleniyor. Artık savaş, barışın istisnası değil; onun bir yöntemi, hatta bahanesi haline geldi.

Şiddetin Meşrulaştırılması

Emperyalizmin geçmişi, şiddeti “medenileştirme” ya da “istikrar sağlama adı altında pazarlamakla maluldür. 19. yüzyılda Britanyanın Çine karşı yürüttüğü Afyon Savaşları veya ABDnin Vietnama demokrasi götürme iddiası ile Iraka kitlesel imha silahlarının üretmesi bahanesi ile yapılan müdahale bu anlayışın tarihsel örnekleridir. Bugün ise aynı zihniyet, daha sofistike ama çok daha çıplak bir biçimde karşımızda duruyor.

Ulus devletlerin karar mekanizmaları etkisizleştirilmiş, diplomasi ise çoğu zaman sadece askeri operasyonlardan sonra devreye giren bir formaliteye dönüşmüştür. Barış artık bir sonuç değil; savaşın makul gösterilmesi için kullanılan politik bir söylem haline gelmiştir. Clausewitz'in en ünlü eseri Savaş Üzerine'dir. Ona göre, "Savaş siyasetin başka araçlarla (şiddet araçlarıyla) sürdürülmesidir”düşman iradesinin savaş yoluyla teslim alınmasıdır.

Vekalet Savaşları: Perde Arkasındaki Aklın İzinde

İsrailin İrana yönelik saldırısı, Tel Aviv ile Tahran arasındaki klasik bir çatışmanın ötesindedir. Bu bir vekâlet savaşıdır. Arkasında sadece bölgesel güç hesapları değil, ABD’nin stratejik öncelikleri, İngiltere ve Fransanın açık desteği, küresel silah lobilerinin çıkarları ve enerji güvenliği gibi karmaşık denklemler yatmaktadır.

Bu düzende saldıran da savunan da bölgesel halklar olurken; denklemi kuran, yöneten ve sonuçtan kazanç sağlayan her zaman aynıdır: emperyal güç aklı.

Barışın Militarizasyonu

Kamuoyuna “önleyici saldırı”, “güvenli bölge”, “terörle mücadele” gibi gerekçelerle sunulan operasyonlar, aslında militarist politikaların barış kisvesi altında meşrulaştırılmasıdır. Diplomasi artık diplomatik dille değil, hava saldırısı eşliğinde yürütülmektedir.

Modern emperyalizm, valilerle değil; algoritmalarla, yapay zekâyla, dronlarla ve ekonomik abluka araçlarıyla çalışıyor. Bu düzen içinde hukuk, insan hakları ve özgürlükler; askeri operasyonlardan sonra ve ancak izin verildiği kadarıyla konuşabiliyor.

Tarihin Hafızası: Direniş ve Umut

Bu karanlık senaryo yeni değil. 1953te İran Başbakanı Musaddıka yapılan CIA destekli darbe, petrol kartellerinin siyasal egemenliğe müdahalesinin açık örneğidir. Latin Amerikadaki kirli savaşlar, neoliberal düzenin zorbalıkla kurulduğunun acı kanıtlarıdır.

Ancak bütün bu örnekler aynı zamanda bir şeyi daha gösteriyor: Bu düzen zorunlu değildir. Değiştirilebilir.

Alternatif Mümkün: Yeni Direnç Mimarisi

Bugün, yalnızca şiddetin araçlarını değil, ona karşı geliştirilecek yeni yöntemleri de konuşmanın zamanıdır. Bölgesel dayanışma ağlarının kurulması, yerelden yükselen demokratik modellerin teşviki, dijital sömürgeciliğe karşı bilgi paylaşımının kamusallaştırılması gibi yollarla bu emperyal mimariye karşı savunma hattı inşa edilebilir.

Çünkü barış, dövülerek gelmez. Barış, halkların iradesiyle, özgürlükle ve dayanışmayla kurulur.