20 Kasım 2019 Çarşamba

BİR ETKİ; BİREYSEL BORÇLANMA (TOPLUMSAL DÜŞÜNMEDE DEĞİŞİM)



Ertuğrul Kılıç
15.10.2019-Salı

Meta- Emek ilişkisi ve ortaya çıkardığı değerlerin paylaşılması uzun bir zamandır tartışılmaktadır. Üretim sürecinde ortaya çıkan kâr’a sermayenin el koyması-yaratılan değerin emeğin bir sonucu olduğu görüşü bilinmektedir. Para piyasasında 1970 li yıllarla birlikte ABD tarafından doların basımının altına bağlı olmaktan çıkarılması, karşılıksız olarak basılması yeni bir tartışmanın da odağını oluşturmuştur.
Finanslaşma, metadan bağımsız olarak değerlendirilmiş olmasa bile, zamanla uluslararası ilişkilerde farklı amaçlar için kullanılmaktadır. Uluslararası ilişkilerde verilen borçlar ülkelerin finansal ihtiyaçlarını karşılamak üzere borçlandırma yöntemi olarak kullanılmıştır. Ülkeler bazı dönemlerde faiz oranının düşük olması nedeniyle bu borçlanmayı yapmış ve kendi kalkınmalarında kullanmışlardır. Sermayenin yeni yatırım araçlarına duyduğu ihtiyaç, 1970’li yıllarda başlayan finanslaşma, 1980’ li yıllara gelindiğinde borçlanma krizi olarak ortaya çıkmış ve bazı ülkeler aldığı paraları ödeyemez hale gelmişlerdir.
Alınan uluslararası kredilerin (borçların) ödenmemesi yeni bir dünya ekonomik sisteminin oluşumuna dayanak yapılarak, birçok ülkede yeni liberal ekonomik dönüşümlerin araçsallığı  ( Türkiye’ de 24 Ocak kararları gibi vb.) haline getirilmiştir. Sermaye birikimi günümüzde de yoğunlaşarak ve daha fazla bir bağımlılık yaratarak ülkelerarası ilişkilerde, özellikle geri kalmış ülkelerde gelir dağılımını bozucu, kaynakların merkez ülkelere aktarılması sonucu, birçok sosyal ve siyasal etkilere neden olabilmektedir.
Diğer taraftan, sermayenin bankacılık aracıyla yürütülen işlemlerde yeni alanların yaratılması ve finanslaşmanın gelişmesini yaratacak yeni araçların (bilgisayar teknolojisinin gelişmesiyle birlikte-türev piyasalar- vadeli işlem piyasaları vb.) doğmasına sebep olmuştur. Hanehalkı’nın ihtiyaçlarının genişleyen pazar ilişkisi üzerinden yeni finansal araçlarla desteklenmesi, kişisel borçlanmanın yolunu açmıştır. Bankalar verilen borçların bir kısmının, geri dönmeyeceğini bilerek, borçlandırma politikalarını sürdürmesi, bu kâr’lı alanın devamında önemli bir belirleyiciliği olmuştur. Dünya genelinde Hanehalkı borcu yüzde 60, şirketlere ait borçlar yüzde 91, kamuya ait borçlar yüzde 87 ve banka gibi finansal şirketlerine ait borçlar da yüzde 81’e ulaşmış durumda.
“Türkiye’de ise 2018 Mart ayı itibarıyla son bir yılda hane halkı varlıkları 191,5 milyar lira, yükümlülükleri (borçları) ise 74,5 milyar lira arttı. Merkez Bankası'nın yayınladığı yılın ilk Finansal İstikrar Raporu'na göre, vatandaşın banka, finansal kurumlara, TOKİ ve varlık yönetim şirketlerine 574,6 milyar lira borcu var. Borçlu sayısının ise yaklaşık 32 milyon olduğu tahmin ediliyor. Hanehalkı’nın tasarruf ve fonları ise 1 trilyon 253 milyar liraya ulaştı.”[1] Nüfusun yaklaşık %40 ‘ı borçlu durumda ve günümüze geldiğinde bu daha da artmış bulunmaktadır.
Bireyler, ihtiyaçları için bankalardan çekmiş olduğu kredileri, gelecek zamanda elde edeceği kazançları bankalara ipotek vererek, finansal kurumlara bu gününü ve geleceğini bağımlı hale getirebilmektedir.
Emek gücünün, gelecek zamanda kazanacağı paranın bir kısmını bankalara ödemesi, emeğiyle kazananların, sosyal hayatta ve/veya işgücü piyasasında, her koşul altında çalışmasına ve daha az kazanır hale gelmesinde belirleyici bir faktör olmaktadır. Çalışma hayatında, esnek çalışma ve yalın iş yapma biçimi, işgücünün yana yana gelmesini, kendi sorunları üzerinde birlikte düşünmesini ve örgütlenmesini fiilen engelleyen sebepleri oluşturabilmektedir.
Hanehalkı’nın gelecekte elde edeceği gelirin bir kısmını finansal sermayeye ödemesi ve tekrar eden bir döngüde, bu borç sarmalının büyüyerek devam ediyor olması, bağımlılık ilişkilerinin artmasına neden olmaktadır. Bu durum, emeğiyle geçinenlerin düşünce biçiminin değişmesine ve kendi için bilinç olmaktan çıkmasına yol açabilmektedir. Emeğiyle geçinenler sermaye mantığı içerisinde düşünmeye ve davranmaya başlamaktadır. Borçlanma süreçleri içerisinde, toplumda bireylerin elde edeceği emek gelirine borçlanma ile el konulmasının artmış olması, bağımlılık ilişkilerinden dolayı bireyin kendi çıkarları üzerine düşünme gücünü olumsuz etkileyebilmektedir.
Hanehalkı’nda borçlanma etkisiyle düşüncesinde bir kayma ve sermayeye bağımlılığı artarken, üretken bir ekonomik sistemden oluşmayan ve borçlanma yoluyla gelişen pazar ekonomisinin ihtiyaçlarını karşılayan emek gücü, zamanla sermayenin baskısı altında yoksullaşarak çıkarlarından uzaklaşabilmektedir. Toplumsal olaylara duyarsızlaşarak, bireysel hak arayışına mesafeli durabilmekte ve sermaye bağımlılığı sarmalına hapis olabilmektedir.
Sosyal devletin fonksiyonlarını yerine getirememesi, bireyin günlük ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak bir duruma düşmesi, yönetenlerin işlerini daha da kolaylaştırmaktadır. Bu ekonomik ve sosyal hayat üzerine inşa edilen algı yöntemleriyle,  sermayeye bağımlılığını artıran yönetim biçimi bir yerde değişmez olarak zihinlerde yer edilmesini sağlayabilmektedir.
Bağımlılığı artan bireylerde ortaya çıkan kendine yabancı düşünme tarzı gelişirken, kendi için kendi olmayan birey üzerindeki sömürü çarkı da, git gide ağırlaşmaktadır. Yeterli örgütlenmeden mahrum kalan geniş halk yığınları, yalnızlığa mahkûm olabilmekte ve yabancılaşabilmektedir. İhtiyaçlar üzerinden kurulan ve borçlanmayla sürdürülen borca bağımlılık baskısı, değişen düşünme yöntemiyle sermayeye teslim olma ve onun düşünme tarzına meyil etme, finansalın hayali dünyasını kendi gerçek dünyasıymış ve geleceğiymiş gibi algılamaya (yanılsama), devam edebilmektedir.
Gerçek krizin sebebi üretim ve dağıtımda yaşanan yüksek derecedeki adaletsizlikten kaynaklanmaktadır. Bu adaletsizliği körükleyen en önemli diğer bir etken ise Hanehalkı’nın yüksek derecede borçlanmasıdır. Bireyi yalnızlaştırarak etkisiz hale getirdiği gibi, kendi gibi bir yaşama tarzına sahip olanlarla yana yana durmayı da zayıflatan bir etki oluşturabilmektedir. Sermayedar gibi düşünme bağımlılığını artırırken, kendi gibi olanlara güven eksikliğini artırmakla birlikte, yeniyi kurma ve birlikte mücadele etme azmini ortadan kaldırmaktadır. Değişmeden ve değişiklikten korkar hale gelmektedir. Yenilik, korkutucu olurken, bilinen kutsanmakta, değişiklikten nefret eder hale gelmektedir. Var olanı korumak en iyi yol olarak gözükmektedir.
Borçlanmanın etkilerinin giderilmesinde, sermayenin pazar payının artırılması ve sürekli genişleyen yapısının denetim altına alınması, hukuksal hak ve menfaatlerin dağılımının iyi bir şekilde yapılarak gelir adaleti sağlanabilmelidir. Hanehalkı’nın borçluluğunun giderilerek gelecekte toplumsal bir krizin ateşleyici unsuru olmasının önlenmesi çabasının artırılması, önümüzde çözülmesi gereken sosyal bir sorun olarak ortaya çıkabilmektedir.
Ülkemizde toplumsal muhalefeti yapan kesimlerin sermayenin emek üzerindeki geleceğini ipotek altına alan Hanehalkı borçluluğunun ve bağımlılık yaratan toplumsal yaşam biçimine çözüm üretmesi vazgeçilmez gibi durmaktadır. Kendi için olanı korumak (geleceğini ortadan kaldıran borçlanmayı ve bağımlılığı azaltan) ve geliştirmek, toplumun geleceğini sürdürülebilir olmasını sağlayacağı anlamını taşıyacaktır.




Etiketler: , , , , ,

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa