BİR ETKİ; BİREYSEL BORÇLANMA (TOPLUMSAL DÜŞÜNMEDE DEĞİŞİM)
Ertuğrul Kılıç
15.10.2019-Salı
Meta- Emek ilişkisi ve ortaya çıkardığı değerlerin
paylaşılması uzun bir zamandır tartışılmaktadır. Üretim sürecinde ortaya çıkan kâr’a sermayenin el
koyması-yaratılan değerin emeğin bir sonucu olduğu görüşü bilinmektedir. Para
piyasasında 1970 ‘li yıllarla birlikte ABD
tarafından doların basımının altına bağlı olmaktan çıkarılması, karşılıksız
olarak basılması yeni bir tartışmanın da odağını oluşturmuştur.
Finanslaşma, metadan bağımsız olarak değerlendirilmiş
olmasa bile, zamanla uluslararası ilişkilerde farklı amaçlar için kullanılmaktadır.
Uluslararası ilişkilerde verilen borçlar ülkelerin finansal ihtiyaçlarını
karşılamak üzere borçlandırma yöntemi olarak kullanılmıştır. Ülkeler bazı dönemlerde
faiz oranının düşük olması nedeniyle bu borçlanmayı yapmış ve kendi
kalkınmalarında kullanmışlardır. Sermayenin yeni yatırım araçlarına duyduğu
ihtiyaç, 1970’li yıllarda başlayan finanslaşma, 1980’ li yıllara gelindiğinde borçlanma
krizi olarak ortaya çıkmış ve bazı ülkeler aldığı paraları ödeyemez hale
gelmişlerdir.
Alınan uluslararası kredilerin (borçların)
ödenmemesi yeni bir dünya ekonomik sisteminin oluşumuna dayanak yapılarak,
birçok ülkede yeni liberal ekonomik dönüşümlerin araçsallığı ( Türkiye’ de 24 Ocak kararları gibi vb.)
haline getirilmiştir. Sermaye birikimi günümüzde de yoğunlaşarak ve daha fazla
bir bağımlılık yaratarak ülkelerarası ilişkilerde, özellikle geri kalmış
ülkelerde gelir dağılımını bozucu, kaynakların merkez ülkelere aktarılması sonucu,
birçok sosyal ve siyasal etkilere neden olabilmektedir.
Diğer taraftan, sermayenin bankacılık aracıyla
yürütülen işlemlerde yeni alanların yaratılması ve finanslaşmanın gelişmesini
yaratacak yeni araçların (bilgisayar teknolojisinin gelişmesiyle birlikte-türev
piyasalar- vadeli işlem piyasaları vb.) doğmasına sebep olmuştur. Hanehalkı’nın
ihtiyaçlarının genişleyen pazar ilişkisi üzerinden yeni finansal araçlarla
desteklenmesi, kişisel borçlanmanın yolunu açmıştır. Bankalar verilen borçların
bir kısmının, geri dönmeyeceğini bilerek, borçlandırma politikalarını sürdürmesi,
bu kâr’lı alanın devamında önemli bir belirleyiciliği olmuştur. Dünya genelinde
Hanehalkı borcu yüzde 60, şirketlere ait borçlar yüzde 91, kamuya ait borçlar
yüzde 87 ve banka gibi finansal şirketlerine ait borçlar da yüzde 81’e ulaşmış
durumda.
“Türkiye’de ise 2018 Mart ayı itibarıyla son bir
yılda hane halkı varlıkları 191,5 milyar lira, yükümlülükleri (borçları) ise 74,5
milyar lira arttı. Merkez Bankası'nın yayınladığı yılın ilk Finansal İstikrar
Raporu'na göre, vatandaşın banka, finansal kurumlara, TOKİ ve varlık yönetim
şirketlerine 574,6 milyar lira borcu var. Borçlu sayısının ise yaklaşık 32
milyon olduğu tahmin ediliyor. Hanehalkı’nın tasarruf ve fonları ise 1 trilyon
253 milyar liraya ulaştı.”[1]
Nüfusun yaklaşık %40 ‘ı borçlu durumda ve günümüze geldiğinde bu daha da artmış
bulunmaktadır.
Bireyler, ihtiyaçları için bankalardan çekmiş
olduğu kredileri, gelecek zamanda elde edeceği kazançları bankalara ipotek vererek,
finansal kurumlara bu gününü ve geleceğini bağımlı hale getirebilmektedir.
Emek gücünün, gelecek zamanda kazanacağı paranın
bir kısmını bankalara ödemesi, emeğiyle kazananların, sosyal hayatta ve/veya
işgücü piyasasında, her koşul altında çalışmasına ve daha az kazanır hale
gelmesinde belirleyici bir faktör olmaktadır. Çalışma hayatında, esnek çalışma
ve yalın iş yapma biçimi, işgücünün yana yana gelmesini, kendi sorunları
üzerinde birlikte düşünmesini ve örgütlenmesini fiilen engelleyen sebepleri
oluşturabilmektedir.
Hanehalkı’nın gelecekte elde edeceği gelirin bir
kısmını finansal sermayeye ödemesi ve tekrar eden bir döngüde, bu borç
sarmalının büyüyerek devam ediyor olması, bağımlılık ilişkilerinin artmasına
neden olmaktadır. Bu durum, emeğiyle geçinenlerin düşünce biçiminin değişmesine
ve kendi için bilinç olmaktan çıkmasına yol açabilmektedir. Emeğiyle geçinenler
sermaye mantığı içerisinde düşünmeye ve davranmaya başlamaktadır. Borçlanma
süreçleri içerisinde, toplumda bireylerin elde edeceği emek gelirine borçlanma
ile el konulmasının artmış olması, bağımlılık ilişkilerinden dolayı bireyin kendi
çıkarları üzerine düşünme gücünü olumsuz etkileyebilmektedir.
Hanehalkı’nda borçlanma etkisiyle düşüncesinde bir kayma
ve sermayeye bağımlılığı artarken, üretken bir ekonomik sistemden oluşmayan ve
borçlanma yoluyla gelişen pazar ekonomisinin ihtiyaçlarını karşılayan emek gücü,
zamanla sermayenin baskısı altında yoksullaşarak çıkarlarından
uzaklaşabilmektedir. Toplumsal olaylara duyarsızlaşarak, bireysel hak arayışına
mesafeli durabilmekte ve sermaye bağımlılığı sarmalına hapis olabilmektedir.
Sosyal devletin fonksiyonlarını yerine getirememesi,
bireyin günlük ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak bir duruma düşmesi,
yönetenlerin işlerini daha da kolaylaştırmaktadır. Bu ekonomik ve sosyal hayat
üzerine inşa edilen algı yöntemleriyle, sermayeye bağımlılığını artıran yönetim biçimi
bir yerde değişmez olarak zihinlerde yer edilmesini sağlayabilmektedir.
Bağımlılığı artan bireylerde ortaya çıkan kendine
yabancı düşünme tarzı gelişirken, kendi için kendi
olmayan birey üzerindeki sömürü çarkı da, git gide ağırlaşmaktadır. Yeterli
örgütlenmeden mahrum kalan geniş halk yığınları, yalnızlığa mahkûm olabilmekte
ve yabancılaşabilmektedir. İhtiyaçlar üzerinden kurulan ve borçlanmayla
sürdürülen borca bağımlılık baskısı, değişen düşünme yöntemiyle sermayeye
teslim olma ve onun düşünme tarzına meyil etme, finansalın hayali dünyasını kendi
gerçek dünyasıymış ve geleceğiymiş gibi algılamaya (yanılsama), devam
edebilmektedir.
Gerçek krizin sebebi üretim ve dağıtımda yaşanan
yüksek derecedeki adaletsizlikten kaynaklanmaktadır. Bu adaletsizliği
körükleyen en önemli diğer bir etken ise Hanehalkı’nın yüksek derecede
borçlanmasıdır. Bireyi yalnızlaştırarak etkisiz hale getirdiği gibi, kendi gibi
bir yaşama tarzına sahip olanlarla yana yana durmayı da zayıflatan bir etki oluşturabilmektedir.
Sermayedar gibi düşünme bağımlılığını artırırken, kendi gibi olanlara güven
eksikliğini artırmakla birlikte, yeniyi kurma ve birlikte mücadele etme azmini
ortadan kaldırmaktadır. Değişmeden ve değişiklikten korkar hale gelmektedir.
Yenilik, korkutucu olurken, bilinen kutsanmakta, değişiklikten nefret eder hale
gelmektedir. Var olanı korumak en iyi yol olarak gözükmektedir.
Borçlanmanın etkilerinin giderilmesinde, sermayenin
pazar payının artırılması ve sürekli genişleyen yapısının denetim altına alınması,
hukuksal hak ve menfaatlerin dağılımının iyi bir şekilde yapılarak gelir
adaleti sağlanabilmelidir. Hanehalkı’nın borçluluğunun giderilerek gelecekte
toplumsal bir krizin ateşleyici unsuru olmasının önlenmesi çabasının
artırılması, önümüzde çözülmesi gereken sosyal bir sorun olarak ortaya
çıkabilmektedir.
Ülkemizde toplumsal muhalefeti yapan kesimlerin
sermayenin emek üzerindeki geleceğini ipotek altına alan Hanehalkı
borçluluğunun ve bağımlılık yaratan toplumsal yaşam biçimine çözüm üretmesi
vazgeçilmez gibi durmaktadır. Kendi için olanı korumak (geleceğini ortadan
kaldıran borçlanmayı ve bağımlılığı azaltan) ve geliştirmek, toplumun geleceğini
sürdürülebilir olmasını sağlayacağı anlamını taşıyacaktır.
Etiketler: BİREY, BORÇLANMA, DÜŞÜNME, ETKİ, ORTA SINIF, SERMAYE
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa