İDEOLOJİSİZ İDEOLOJİ !!!...
İdeoloji “…düşün bilimsel, toplumsal ya da siyasal bir öğreti oluşturan, ülkü olarak da benimsenebilen, kişi ve kurumların davranışlarına yön veren düşünceler bütünü. “olarak Oxford Languages tanımlamaktadır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise” Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü” olarak tanımlanmaktadır.
Uzunca bir
zamandan bu tarafa ülkemizde bir düşünme sorunu yaşanmaktadır. Bizde 12 Eylül 1980 ile başlayan ve 1989
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin ( çok önceden sosyalist düşünceden
vaz geçilmişti ama bu tarihte resmileşmesi) resmi olarak sosyalist düşünceden
vaz geçmesi ile Dünya’da yeni bir dünya düzeni kurulması için bazıları
özellikle de liberaller çok sevinmişti.
Bu iki olayın
altında yatan temel araç üretim ilişkilerinin ve gelir dağılımının ortaya
çıkardığı yeni durumlar. Ülkemizde 1980 askeri cuntası ile ekonomi ray
değişikliğine giderek bir yol ayırımına girmiş, ithal ikameci rayından çıkıp ihracatçı
yeni bir raya geçmiştir. Süreç içerisinde emeğin milli gelirden aldığı pay
azalmış, sermayenin payı ise artmıştır. Birikim ekonomisi tercih edilerek
zengin daha zengin olmuş, yoksulluk gittikçe artan bir seyirle, bugün nüfusun
büyük bir kesiminin açlık sınırında yaşamasına neden olmuştur.
Dünyada ise 1917
yılında Çarlık Rusya’sında yeni bir ülkü olarak kurulan sosyalizm, yoksulluk
içerisinde yaşayan işçiler ile köylülerin kısa zamanda bütün ihtiyaçlarını
karşılayacak, barınma, eğitim, sağlık ve temel ihtiyaçların karşılandığı, bilim
ve düşüncenin yeşerdiği insanca bir yaşamın ilk ışıkları olan bir düzen
kurulmuş.
İnsanlık adına
umut verici olan ve çalışanların ve yoksulların gelecek umudu olan yeni düşünce
tarzı, düşün bilim, toplumsal ve siyasal alanda insanlığın gelişmesinin,
hayatını kolaylaştıran, sadece kendi için değil bir toplum ve doğa içinde yaşanılacak
bir ortak idealin, ideolojinin kaynağı olarak görülmüştür.
Dünyada ise
adaletsizlik yaygınlaşmış, yoksul ile zengin arasındaki makas açılarak adeta
bir uçuruma dönmüştür. Açlık sınırında yaşayanlar dünya nüfusunun yarsından
daha fazlası haline gelmiştir.
Mal ve mülkün
kaynağının toplum olduğu, eşit ve özgür bir şekilde insanlığın yaşanılan
zamanda, ihtiyaçlarının eşit ve adil olarak karşılandığı bir ülkü olarak yer
bulmuştur.
Modern ulus, ulusal
devletlerin ortaya çıkması ile inançlardan ayrı olarak sosyal sözleşmeler
olarak ifade edilen hukuksal metinlerde mülkiyet hakkı yer bulmuştur. Ancak
kaynağı belli olan ve yasal kurallara dayanan çalışma ve biriktirme şeffaf,
hesap verilebilir bir denetim sürecinde topluma karşı açık hale getirilmiştir.
İnançsal olanın
dışında aleni ve hesap verilebilir bir birikim yaslarla korunmuştur. Kamusal
olanın yasalar ile aleni hale getirilmesi toplum ( Anayasa, yasa, vb.
gibi)sözleşmesine göre kamunun bilgisine sunulmalıdır. Ancak bu kamusal olanın,
inançsal olarak saklanmak istenmesi veya ölçüsüz bir servet olarak biriktirilip
sahiplenilmesi izaha muhtaçtır. Toplumun
önüne çıkanların, servetin kullanımın bu dünyada kendisine verilerek emanetçi
olarak bulundurduğunu söylemesi, açıkça ölçüsüz olarak biriktirip sahip olunan
zenginliğin halktan saklanmasından başka bir şey değil olsa gerek.
Bunca
yoksulluğun olduğu, neredeyse yoksulluğun toplam ülke nüfusunun yarsından
fazlasına ulaştığı, nüfusun dörtte
birinin devlet yardımlarıyla ayakta zor durduğu ülkemizde önemli derecede
dikkat çekmektedir. On altı milyon emeklinin, on üç milyonunun, on bin lira
veya çevresinde emekli maşı aldığı, çalışanların yarısının asgari ücret ve
azıcık üstünde ücretle çalıştığı koşullarda, kamusal yerlere aday olanların
servetlerinin kendilerine değil, Allaha ait olduğunu söylemesi akla başka
sorular getirmektedir.
Geniş bir
yoksulluğa itilmiş olan kesimlerin aklına neden bu servetin idaresinin
kendilerine verilmediği, yoksa kendilerinin Allah’ın kulu olmadıkları mı? gibi
gereksiz bir soru sormalarına neden olabilecektir.
Toplum, her ne
denilirse denilsin, bir sınıflar ayrımına tabidir. Bir tarafta ne adına olursa
olsun biriktirilmiş uçsuz bucaksız servete sahip olanlar, diğer tarafta ise
açlık sınırı altında yaşayan yoksul olan kesimler. Diğer taraftan toplumsal sınıfların
olmadığını, kaynaşmış, imtiyazsız bir toplum olduğumuzu söyleyip ideolojiler
öldü, yaşasın sömürü düzeni diyenler. Sağ sol yok yaşasın orta yol diyenler. Düşünce
öldü diye akıl ve mantığa gerek olmadığını düşünüp buna göre vasat bir siyaset
üretenler.
Toplumun
mutluluğu, refahı içerisinde yaşaması için fikir üretenler yok sayılırken, bazı
siyasilerin ve siyasi partilerin, toplumun davranışlarına yön veren politik,
hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü olan
ideolojiden vaz geçip çoraklığa halkı mahkûm etmektedirler.
Sol ve sağ
anlayışı harmanlayıp, orta yol diye vasat bir siyasete hapis edenler, haksız, hukuksuz sömürünün devam etmesini
isteyenler ve toplumun refahı ve mutluluğu için halkı düşünmekten korkutanlar,
ideolojisiz ideolojiye övgü düzenlerdir.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa